Dünya “İmparator’u” Amerikan burjuvazisinin sonu.
Doğu
Avrupa ve Sovyetlerdeki devlet kapitalizmden, liberal kapitalizmine geçişle
birlikte Amerikan’ın” burjuva kalemşorları” artık kapitalizmin tarih sonu
olduğunu, kapitalizm ve burjuva demokrasinin ilelebet yaşayacağını ilan
etmekten çekinmemişlerdi. Aradan geçen 20
sene sonra geriye dönüp baktığımızda, burjuvazinin sevincinin “kursağında
kaldığını” rahatlıkça göre biliyoruz. Çok geçmeden, kapitalizmin, savaşlar,
üst, üste patlak veren ekonomik kriz, durmadan artan işsizlik ve yine durmadan
artan yoksulluk, açlık, çaresizlik demek olduğu tekrar ortalığa serildi.
İkinci
emperyalist savaş sonrası, dünya kapitalizmi üzerinde kurduğu, siyasi, askeri
ve ekonomik hegemonyasıyla, kendini “dünya imparator’” ilan eden ABD’nin
burjuvazisi, ülkesinin de sınıf farklılıklarının yok olduğu! ,herkesin refah
içinde yaşadığı, yoksulluğun, işsizliğin ortadan kaldığı! ,bir topluma
geçtiklerini! İleri sürebiliyordu. Her ne kadar, ırk ayrımcılığı devam etse de,
siyahla ırk ayrımcılığı yüzünden ikinci vatandaş statüsünde yaşamlarını
sürdürseler de ABD; artık yıkılmaz kapitalist refah devletinin örneğiydi!
Dünyanın
diğer ülkelerinin vatandaşları, “erişilmesi güç olan Amerikan refah toplumunu”
özlemiyle yanıp, tutuşuyor ve Amerikan’ın refah toplumu! Gibi bir toplumda
yaşamanın hayaliyle kendilerini avutup, duruyorlardı.
“Amerikan
refah toplumun” özlemi içinde olan ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Celal
Bayar ve Menderes, “bizde küçük Amerika olacağız” laflarını dillerinde
düşürmüyorlardı. Ama neo-liberal dönemle birlikte kapitalizm, yüzündeki tüm maskelerini
çıkaran dünya burjuvazisi, işsizliği, yoksulluğu, açlığı ve gerici savaşların
tahribatlarının daha güçlü bir tarzda
ve yeniden ortaya çıkardı.
Kendi
elleriyle besledikleri ve komünizme
karşı savaşta vurucu öncü güçler olarak kullandıkları dinci gericileri ve geri
kalmış toplumların milliyetçilerini bahane ederek, Afganistan’ı, Irak’ı kana
buladı. Tüm bunlar burjuvazinin, ”savaşsız, sömürüsüz” refah toplumuna
geçildiği iddialarının bir palavradan ibaret olduğu su yüzüne çıkardı.
Burjuvazinin
“tek kutuplu dünya” lafları herkesin ağzında sakız olmuştu. ”Tek kutuplu dünya
‘la “ABD burjuvazisinin tek başına dünyaya egemen olması kast ediliyordu. Ama
dünyanın yeni” imparatoru” ABD’nin üzerine oturduğu “zemin” ise durmadan kendi mezar kazıcılarını yaratan
ve ölüm çağında yaşayan kapitalizmdi. Kapitalizm; kendini mezara götürecek olan
(kesinlik varlığını sürdürdüğü müddetçe ortadan kaldırılamayacağı), çelişkiler
yumağını bağrında taşır.
Nitekim,
Sovyetlerin ve doğu-Avrupa ülkelerinin liberal kapitalizme geçmeleriyle birlikte genişleyen kapitalist pazarlara
egemen olmak isteyen burjuvaların aralarındaki
kıyasıya yarışın sonucu olarak giderek
şiddetlene ekonomik rekabet, bir yandan daha fazla ucuz iş-gücüne ihtiyaç duyulmasının ortamı
oluşturuldu ve de bunun sonucu olarak yoksulluğu,
işsizliği, açlığı artırıldı.
Özellikle
insan yaşamının vazgeçilmez gereksinmesi olan tarım ürünlerinin üretim alanları
tahrip edildi ve tarım ürünlerinin
piyasa fiyatlarının belirlenmesini spekülatörlere terk edildi. Ve Böylece açlık tehlikesinin dünyayı sarmasına neden
olundu.
Diğer
yandan , daha fazla kar elde yarışını doğal sonucu olarak,, üst, üste patlak veren aşır
üretim bunalımları ortaya çıktı. Ekonomi durgunluğun ve çöküşün içine ittildi.
1997-1998
ve 2000-2002,uzak-doğu ve güney Amerika krizi diye adlandırılan dönemlerde ABD ekonomisinin, bu krizlerden daha az
etkilenmiş görünmesine rağmen, köşeye sıkıştığı gizlenemiyordu.
George
W. Bush, ABD ekonomisinin sıkışıklıkta kurtarmanın yolu olarak, spekülasyon
oyunlarıyla ellerinde triyonlar tutarında dolar biriktiren bankaların, bu paraları üretime yatırmalarını
teşvik için burjuvazinin (özellikle bankaların) vergilerinin görülmemiş oranda
aşağı çekti. George W. Bush’un bu
ekonomik politikası, ABD ekonomisini sıkışıklıktan kurtarması biryana, daha da derin
ekonomik krizin içine itmekte başka bir işe yaramadı.
2007
başlayan ekonomik kriz, Amerikalı işçileri, emekçileri yoksulluğun girdabına
doğru sürüklerdi. Nitekim 2011’lerin sonlarına girdiğimiz dönemde, Kuzey Afrika
başlayan, işçilerin, emekçilerin, yoksulların isyanı ABD’ne sıçraması
kaçınılmaz olmuştu.
4 Ekim
2011 günü Amerika merkez bankası şefi Ben Bernanke, ekonomik durumun daha da kötüye
gittiğinin, işsizliği daha da artacağının “müjdesini” veriyordu. ABD’de 2011 yılını
ilk yarısında ülke iç üretimin, bir önceki yılla göre %1,0 oranında gerilemişti.
Ve yine ABD tanımış ekonomisti, Nouriel Roubini 2008 yıllında başlayan ekonomik
krizin yeni krizlere doğru yol alarak daha da derinleşmeye devam edeceğini ve ABD’nde
ve Avrupa’da krizin derinleşmesinin önlenemeyeceğini açıklıyordu.
ABD
Maliye bakanı Timothy Geithner; Avrupa borç krizi ABD’nde etkileyeceğini,
ekonomik krizinin daha şiddetlendireceğini itiraf etmekten kendini alıkoyamıyor
ve borç krizinin ABD ihracatını daha da gerilettiğini de açıklıyordu.
ABD’de,
enflasyon kriz öncesine göre artarak % 6 seviyesine çıkmış. Yoksulların sayısı,
Obama döneminde, 2,6 milyon artarak 46,2 milyon kişiyi bulmuş. Yoksulluk oranı
2008 de %14,3 oranındayken; şimdi %15,1
çıkmış. 49.9 milyon (nüfusun %19,3 oranına tekabül ediyor)kişi sağlık
sigortasından yoksunmuş. Bu oran bir yıl öncesine göre 1 milyon kişi olarak
daha artmış.
ABD
“imparatorluğunun” üzerine oturduğu kapitalist rejimin “sallantısının”
yoğunlaşması, bu “sallantıdan” en fazla etkilenen, çalışarak yoksullaşan
işçiler, işsizliğin girdabında açlıkla mücadele eden yoksullar isyan bayrağını
çekerek, aynen Mısır’daki gibi alanları işgal etmeğe başladılar.
1929
ekonomik krizinden beri ilk kez ABD’de işçiler, sömürülenler kapitalizme karşı
başkaldırıyor. Tekelci kapitalizmin Finans merkezinin bulunduğu New York’taki
Wall Street caddesi 12 bin işsiz tarafından işgal ediliyordu ve bankaların
iktidarlarına, “sosyal adaletsizliğe” ve
de kapitalist sisteme karşı isyan bayrağını açıyorlardı.
4
ekim Çarşamba günü burada başlayan isyan
aynı günde ABD’nin dört bir tarafını
sarmakta gecikmedi; Philadelphia,Baltimore,St.louıs,Chiogo,Seattle ve Lon Angeles ayaklanmalar ortaya çıkarken,
Perşembe günü isyan, ABD’nin başkenti Washington’a sıçradı.
Eylemlerin
ilk günlerinde burjuva sendikacılar gönülsüzde olsa mücadeleden yanaylarmış
gibi açıklamalardan bulunsalar da, kapitalizme karşı sloganların mücadeleye
egemen olmaya başlamasını görür, görmez, eylemlerin başladığı Çarşamba günün
akşamı, ABD’nin en fazla üyeye sahip sendikası, AFL-CIO, Doccupy Wall Street
eylemini desteklemekten vaz geçtiklerini açıkladılar.
Bunun
nedeni eylemleri destekleme bozları takınarak, mücadeleyi yatıştırmada başarılı
olamayacaklarını anlamalarıydı.
New
York Times gazetesine açıklamadan buluna, AFL-CİO sendikasının sözcüsü ve
Otomobil sendikasının başkanı Açıkça sorunun sistemde değil, onun işleyişinin
yanlışlığında olduğunu öne sürerek, kapitalist sistemin düzeltilmesi istemini
gündeme taşıyor ve eylemleri desteklemediklerini
açıklıyordu. Ve böylece ABD’deki sendikacıların da zengin burjuvalar ve
kapitalizmin savunucuları oldukları bir kez daha açığa çıkıyordu.
Tüm bunlara
ve polisinin hemen saldırıya geçmesine rağmen eylemlerin aralıksız sürmesinin
önüne geçilemedi.
4
ekimde başlayan ve sokak işgallerinin yanı sıra, öğrencilerin okulları işgal
etmesiyle genişleyen eylemler, 3 kasımda Califonia eyaletinin Oaklanda şehirdeki
ABD 5. Büyük limanı 20 bin gösterici
tarafında işgal edilmesi ve tüm denizcilik faaliyetinin durdurması; limanın
kapanmasına yol açtı. Bu eylemler, mücadelenin daha sertleştiğinin ve
sertleşeceğinin göstergesiydi.
Bu, Oakaland’da
uzun süre sonra yapılan en büyük eylemdi. Sendikalar yasal gerekçelerin
arkasına gizlenerek grev çağrısı yapmamalarına rağmen eyleme, çok sayıda
çalışanlar da eyleme katıldı.
3,4
kasımda yine ABD’nin farklı şehirlerinde Wall Street’i eylemleri düzenlendi. Bu
eylemlere de polis saldırarak yüzlerce göstericiyi tutuklardı. Ama aynı günler
Bostan’da üniversite öğrencilerinden ve sendikalı işçilerden oluşan kalabalık
grup, Amerikan merkez bankası önünde toplanarak öğrenci borçlarını proteste
ediyorlardı
Ve yine, Philadelphia ise ABD en büyük iletim
şirketin Comcast’in binasında oturma grevi yapanlara polis acımasızca
saldırıyor ve önüne geleni tutukluyordu.
Bu
eylemler içine katılan sol grupların hedefinde; ekonomik krizin yükünü işçi ve
emekçilere yüklemek için amansız saldırı kampanyası yürüten cumhuriyetçi
partinin içindeki “tea party” vardı. Obama’nın seçimlerde kitlelere söz verdiği
ekonomik vaatlerin hiç birini yerine getirmeme sonucu olarak ara seçimlerde
Senato’da demokrat parti çoğunluğu kayıp etmişti. Bu durum cumhuriyetçilerin
çoğunluğunu ele geçiren “Tea party” adlı parti içi gruba yaramıştı.
Obama’nın
seçimi kayıp etmesi, seçim vaadi olan sağlık sigortasın olmayanlara bu hakkın
tanıması için başladığı yasal girişimine ve devletin 14 trilyonluk borcunu
kapatmak için Bush indirdiği burjuvazinin vergilerin yükseltmeğe teşebbüs
etmesine, Cumhuriyetçi parti ve özelikle
onun içinde harekete eden “Tea party” (çay partisi)karşı çıktı.
Devlet
borçların birkaç sene içinde 4 trilyonluğunun ödenmesi için, bankların, tekelci
holdinglerin süper zenginlerin vergilerinin biraz yükseltilmesinin kabul
edilmesinin şartı, 1,5 trilyon dolar tutarında işçi ve emekçilerin ekonomik ve
sosyal haklarının kısıtlanmasıydı. Obama’ya bunu kabul etti ve yasa çıkabildi . Bunun için, ayağa kalkan eylemcilerin ilk hedefinde Tea party yer
alıyordu.
Amerikan
demokrat parti, sözde eylemleri hakkı gördüklerinin açıklamasına rağmen, Cumhuriyetçi parti eylemcilere karşı açıktan saldırıya geçmekte,
onları kararlamakta gecikmedi.
Cumhuriyetçi
partinin başka adayı Herman Cain, eylemcileri “Amerikalı olmamakla” suçluyordu.
Burjuvaziye
göre “Amerikalı” olan sadece burjuvalar ve kan emici sömürücülerdir. Her zaman
burjuvazi, sömürüsünü, acımasız baskısını göz ardı etmek için milliyetçiliğe sarılmaktan geri durmaz.
Bu
burjuvalarda ayın şeyi yapıyor. Açlığa,
artan yoksulluğa başkaldıranlar yine milliyetçi görüşlerle hemen etkisiz kılınmaya
çalışılıyordu.
Ama,
kapitalizme karşı isyan edenler, milliyetçi görüşlere birim vermeyeceklerini
hemen gösterdiler.
Kapitalist
sitemden yana olan burjuva sendikacılara rağmen işçiler, “savaşa hayır,
bankaları devletleştirilsin, kapitalizme ölüm, yaşasın sosyalizm” sloganlarıyla
harekete geçmişlerdi. Özelikle çeşitli şehirlerdeki tüm mitinglerin
hedefinde kapitalizm vardı. Ve “sosyalizm yendiğini” iddia eden ve bu işi
“başaran” Reagan heykellerini diken
burjuvazi, ABD’nde de işsizliğin, savaşın, ekonomik krizlerin nedeninin
kapitalizm olduğunu sömürülenlerden, yoksullardan gizleyememiş ve kapitalizm
kaçınılmaz alternatifi sosyalizm olduğunu göz ardı edememiştir.
İsyan
edenler, acil taleplerini etkili kılmak için tüm ABD de (özellikle) okullar ve
belediyeler başta olmak üzere işgallerin
genişletilmesi için harekete geçiyorlardı.
Bunun yanı sıra her
hafta sonu kitlesel eylemleri organize ederek, sosyal kısıtlamalara son verilmesi, 1,5
trilyonluk sosyal kısıtlamalar hemen kaldırılmasını ve bunların yerine işyerlerin açılmasını talep ediyor ve
bu taleplerin kabul edilmesine kadar
eylemlere devam edilmesi çağrısını
yapılıyorlardı.
Bankaların, tekelci kurumların ve süper
zenginlerin vergilerin hemen yükseltilmesi, derhal savaşlara son verilmesi ve askeri
harcamaların hemen en aşağıya çekilmesi. Askerlere sendika kurma hakkının
tanınması ve demokratik haklar verilmesi, finans diktatörlüğüne son verilmesi
de eylemci kitlelerin talepleriydi.
“Biz
%99 uz” sloganıyla hareket edenler, kapitalist sistem son verilerek, “demokratik
sosyalizmin” kurulmasının ve insanları gereksinmelerini karşılana yeni toplumun
inşa edilmesinin, esas amaçları olduğunu da gizlemiyorlardı.
ABD
‘indeki bu başkaldırı, aynı zaman da sömürülenlerin, yeniden sosyalist sistem
arayışına girdiklerini kapitalizm ana merkezin de, tüm kapitalist dünya ya ilan ediklerinin somut kanıtıydır.
Lenin’in,
ekim devrim sırasında, işçi ve emekçi kitlelere seslenirken, “yaşasın dünya
sosyalist devrim” Sloganı yenide dünya işçi sınıfının baş talebi oluyor.
Yaşasın dünya sosyalist devrimi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder