9 Eylül 2006

Aydın Çubukçu, "Türkiye'nin Tarihi fırsatı" kaçırmasını istemiyor!

Aydın Çubukçunun,Evrensel gazetesinde çıkan röportajı,şimdiye kadar savunduğu düşüncelerin en çarpıcı açıklamasıdır.Marksizm'e ve proleter sosyalizm'e olan güvensizliği onun emperyalistler ve gericiler arası çatışmaya bel bağlamaya götürmüş. Emperyalist- kapitalizm'e ve özelikle ABD emperyalizm'ine karşı mücadelenin kaçınılmaz bir tarzda sosyalizm amaçlamasını gerektirdiğini inkarınla yol çıkarak Aydın,Emperyalizm karşı sözde "mücadele“de şeriatçılara sığınıyor.
ABD emperyalizminin orta-doğudaki hegemonyasına karşı güç olarak,şeriatçı Mollaların İran’ı öne sürme,kafa karşılıkta öte, sosyalist devrime olan inançsızlığın somut göstergesidir.
Mollaların egemenliği altındaki uluslararası tekelci kapitalizm'in bir parçası olan İran'ın, anti-emperyalist olmasına imkan olmadığı ve böyle bir maddi potansiyel taşımadığını ileri sürmeğe gerek yok;çünkü O, sınıfların sosyal varlıkları siyaseti ve siyasi mücadeleyi belirlediğini kabul etmeyen Maocu düşünceye göre sınıf mücadelesine yaklaşmakta ısrarcı davranıyor (1)
İlk önce Lübnan’ını, emperyalistlerin, özellikle ABD emperyalizminin hegemonyası altında olmayan "bağımsız"bir ülke olarak lanse ediyor,arkasından,bu ülkeyi, ABD emperyalizm'ine, İsrail kanallı la işgal ettiriyor. "Akdeniz'e acılan kapıyı"ele geçirerek orta-doğuya tam(2) egemen olmak isteyen ABD'nin, bu bölgeyi ele geçirmeğe çalışan İran ve Suriye'le çatışması kaçınılmaz oluyor! Lübnan'da çatışan güçler ise,aslıda bu bölgeye egemen olmak isteyen ABD ile İran'dı diyor.
Bir an için bu görüşlerin doğru olduğun,İran’ın Mollalarının Pers İmparatorluğunun yeniden kurmak için sefere çıktıkların,bunun içinde ABD emperyalistlerini ve onların orta-doğuda ki vurucu gücü İsrail’le birlikte, tüm işbirlikçilerini tasfiye etmek istediklerini ve sonda da tasfiye ettiklerini farz edelerim;peki İran’ın
Molalarının yeni "Pers İmparatorluğunu kurulması,orta-doğunun işçilerini,yoksul emekçilerini sömürüden kurtarıp,sosyal ve siyasal kurtuluşa mı götürecek? Yani Mollalar, ABD emperyalizm'ine karşı mücadele ederek sosyalizm’imi? kuruyor!. Aydın Çubukçunun böyle bir iddiası,daha doğrusu böyle bir hayalli yok.O zaman Niye Mollaların önderliğinde Tüm orta-doğunun işçilerini ve yoksul halklarını, ABD emperyalizm'ine ve İsrail'e karşı mücadeleye çağırıyorsun? amacın ne?.
Iran konusunda ortaya sürülen iddiaların tümü ve 100%100 gerçek dışıdır.Iran, şah döneminde de emperyalistlerin yeni sömürgesidir, bugünkü Mollaların iktidarında da yeni sömürgeliği devam ediyor. Son dönemde Iranın nükleer güç olma arzusundan dolayı, ABD ve AB ile arasıda çıkan ihtilaf sonucu ekonomik ambargo uygulanmasının gündeme gelmesine en büyük itiraz Uluslar arası tekellerden ve onun en önemli kollu olan Almanya'nın sanayi ve ticaret odalarının birliğinden geldi. Tekellerin en büyük örgütü olan bu odalar birliğinin dış ticaret başkanı Bömer, İran’a ekonomik ambargo uygulanması, ekonomisi şiddetli bir krizin içine sürükler diyor."Iran bizim orta-doğudaki en büyük ticari ve ekonomik ortağımızdır, İran’a ekonomik ambargo uygulamak, sadece Almanya’da 10 bin kişini işsiz kalmasına,10 bin işyerini tasfiye olmasına yol açar"da ilave ediyor ve İran'ın orta doğudaki en büyük pazarları olduğunu açıklamakta çekinmiyor.
İran'a sadece bu yıl içinde 4;4 milyar euro değerinde mal satmışlar.Sattıkları ürünler ise, başta makineler, otomotiv araçları, demir ürünleri ve kimyasal maddeler, 50 kadar Alman tekellerinin İran'da şubesi varmış ,12 bin firma aktif olarak İran’da faaliyet gösteriyormuş.AB'nin diğer önde gelen ülkeler ininde İran'la sıkı ekonomik işbirliği içinde olduğu biliniyor. Ve yine Rusya ve Çin firmaları İran'la özel olarak sıkı bir ekonomik işbirliği kurmuşlar.
Her şeyi la emperyalist-kapitalist sisteme böylesine bağımlı olan Iran, doğal olarak uluslar arası tekellerin de aşırı karlarının elde edilmesini sağlamak amacıyla, işçilere hiç bir ekonomik sosyal hakkı tanımıyor. Çeşitli ulusal kökenlere mensup İranlı İşçiler, ekonomik mücadeleye giriştiğinde ise, Mollaların gerici diktatör yasının en azgın saldırısına maruz kalıyorlar,aileler ile birlikte habise tıkılıyor,dövülüyor,ağır cezalar çarptırıyorlar. İran’da zar zor iş bulan bir kişiye işveren, hemen iş başlamadan önce kişisel sözleşmeli,iş koşullarına karşı bir direnişe geçtiğinde veya itiraz ettiğinde,2000 dolar ceza ödeyeceğine dair senetli söz alıyor(3) İran’ın işçilerin yoksulların durumu Türkiye'dekilerden daha berbattır.
Aydın,Iran’ın Neu-liberal ekonomik politika izlediği iddiasına hiç itiraz etmiyor ve bunu önemsiz görüyor. Ama İran'ın, emperyalistleri orta-doğudan silip süpürecek bir güç olduğu iddiasını, hiç çekinmeden kendine "sosyalist" diyen bir gazetede de ortaya atabiliyor. ABD emperyalizm'i gibi neo-liberal ekonomi-politikayı izleyen kapitalist bir İran'ın, ABD'nin yerine geçmesi veya geçmek için mücadele etmesi; emperyalistler arası pazarlara egemen olma savaşın tan öte hangi anlama gelir? Peki nasıl olurda bir"sosyalist" emperyalistler arası pazarları bağlaşım savaşından yana olabiliyor ve bir "emperyalist güç"ün yanında yer alabiliyor?. Bu politik tavırlının, II. enternasyonal revizyonistlerinin ulusal şoven tutumdan ne farkı var?. Özellik le şunun vurgulamam gerekir; İran’ı emperyalist gören ben değilim Aydındır.
Aydın'a göre, İran Orta-doğunun süper gücü olacak potansiyel sahiptir. Bir kapitalist ülkenin süper güç olması, onun emperyalist bir devlet olduğunun inkar edilmez bir kanıtıdır. Eğer,İran'ın, Lübnan'la ilgilenmesinin ve Hizbullah' la bağının olmasının nedeni, Akdeniz’e açılma ihtiyacından doğuyorsa,bu, onun hegemonya peşinde koştuğunun bir diğer kanıttı teşkil eder.. şayet,İsrail le Hizbullah arasıdaki savaş bu nedenlerle çıktıysa,(ki ben böyle düşünmüyorum) O zaman bu savaşın gericiler arası bir savaş olduğu tespit etmek gerekmezimi!?. Peki, hem savaşı gerici bir savaş olduğun tespit edecen ,hemde,gerici savaşın bir tarafı olan Hızbullah'ı övecen, Orta-doğuda İsrail'e karşı direne tek güç olduğunu, Hizbullah sayesinde orta doğunun kaderinin değiştiğini, İsrail'in "yenilmez bir güç olmaktan çıkdığı"artık emperyalistlere karşı savaşmak isteyen halklara cesaret geldiğini,"halklar!"(okuyucu halklar la kastedilenin orta-doğunun ulusal!! burjuvaları olduğun bilsin)birleşerek emperyalizm'i yenebilecekleri kanıtlandığı iddialarını ileri sürebil ecen.. Şimdi burada tutarlı bir mantık arana bilinirimi?!
Tabi ki Aydın'ın, İran'ın hegemonyasını kurmak için savaşmasına karşı değil, aksine destekliyor. Ve bunun için İran'ın uzantısı gördüğü Hizbullah'ı övmekte sakınca görmüyor. Aksine, Orta-Doğunun işçilerinin ,ezilen yoksullarının, batılı emperyalistlere ve onların yerli ortağı burjuvalara, feodal beylere,aşiret reislerine,İsrail saldırgan kapitalist devletine ve onların sömürüsüne ve baskısına karşı duydukları kin ve öfkeyi İran'ın Mollaların şeriatçı hegemonyalarını kurulmasına kanalız etmeğe çalışanların açıktan safında yer almaktan çekinmiyor. Bu tutumuna bakmadan,emperyalist- kapitalist sisteme ve bu sistem içindeki emperyalistlerin ve gericilerin hegemonya mücadelesine karşı çıkarak,işçi ve emekçileri kapitalist sisteme karşı savaşmaya çağıranları, aynen Lenin'in, Alman ajanlığınla suçlayan,emperyalist savaş yanlısı Menşevikler ve Kenenski hükümeti gibi, gericiler arası hegemonya mücadelesini desteklediğini ,İran’ın Mollalarından ve şeriatçıların bir kesimden yana olduğunun gizlemek arzusuyla "İsrail yanlısı" olmakla suçluya biliyor. Aslıda "İsrail yanlısı olanlar" (emperyalist-kapitalist sistemin tasfiyesini istemediklerinden dolayı,) bu sistemin tasfiyesini amaçlamayan gerici savaşlarda taraf olanlardır.
Diğer yazılarımda da vurguladığım gibi,Lübnan'da İsrail la Hizbullah arasıdaki çatışmanın, ne ABD'nin bu bölgeye "Tam egemen"olma isteğinden,nede İran'ın Akdeniz’e açılma amacından dolayı ortaya çıkmadığı açık bir gerçektir. Çünkü ABD ve diğer emperyalist güçler bu bölgeye tam egemendirler.Emperyalistler, özellikle AB, iç savaş sonrası zayıflayan,dağılan Lübnan ordusunu ve ülkenin tümüne egemen olamayan Lübnan devletini yeniden güçlendirmeğe çalışmaktalar.
Bunun için, İlk önce Lübnan'ın topraklarını içinde olan Bekaa vadisini ele geçiren Suriye buradan çıkartıldı. Güney Lübnan ise Hizbullah'ın egemenliği altıda idi. Hizbullah buradaki egemenliğinin gerekliğini, İsrail devletinin varlığına ve saldırganlığı bağlıyordu ve kendisini yeniden iç savaşın çıkmamasının garantörü olarak göstermeğe devam ediyor.
Hizbullah, Şii mezhepten olan Lübnan'ların partisidir ve Şiileri etrafına toplamıştır. Mezhep ayrılıklarının ve aşiret ilişkilerinin esasları üzeride örgütlenen bir partinin, bırakın orta doğu halklarını birleştirme potansiyeli taşımasını, Lübnan halkını dahi mezhep ve dini temelde bölünmesini tahrik ediyor.(5)Lübnan devletinin ülkeye egemen olmasının önünde en önemli engel olarak Hizbullahın silahlı güçlerini gören Lübnan burjuvazisi ve emperyalistler,Hizbullah'ın silahlı güçlerden arınmış,sadece siyasi bir parti olarak varlığını sürdürmesini istiyorlar.
Hizbullah, bu gelişmeyi önlemek için İsrail ile çatışmayı tahrik etti.Hizbullah lideri Hassan Nasrallah'ın dahi kabul ediği bu olayı,kraldan çok, kralcı kesilen Aydın'a göre,soruna böyle yaklaşmak,ABD ve İsrail saldırganlığın göz ardı etmek oluyor.(6) Oysa Nasrallah,"İsrail askerlerini esir almamız karşısında,İsrail böylesine bir saldırıya geçeceğini düşünmedik, bundan öncede İsrail'in askerlerin esir aldık ve bizim İsrail'deki esirlerimizle değiş, tokuş yaptık, yine aynı şekilde davranacağını ve iki cepheye aynı şekilde saldıramayacağını düşündük" diyor. Gerçekten de budan önce Almanların arabuluculuğu la İsrail devlet ile Hizbullah arasıda tutukluların değiş tokuşun yapıldığı ve İsrail ile bu tip ilişkiyi sağlaya bilenin sadece Hizbullah'ın olduğu biliniyordu.
Hizbullah'ın,Lübnan'daki karşıtlarına, yine bu gücünü göstermek için son olayları tertip ediğini itiraf etmesini Aydın içine sindiremiyor ve Lübnan Cumhurbaşkanın Hizbullah'ın silahlı güçlerini korumasından yana olduğunu açıklamasına dört ele sarılarak, Hizbullah'ın silahlı güçlerine karşı olanların,Lübnanlılar değil sadece İsrail ve ABD'nin olduğunu İleri sürüyor. Oysa, Hizbullah'ın silahlı güçlerden arındırması, Birleşik Milletlerin aldığı ve şimdiye kadar yürürlüğe koyulamayan bir karar.Bu kararın yürürlüğe koyulmasını,en ateşli savunucusu Jacques Chirac başta olmak üzere AB'nin önde gelen liderleridir.
Alman başbakanı Angela Merkel'in "Sizler, Hizbullah'ın silahtan arındırılmasını istiyorsunuz, ama Lübnan Cumhurbaşkanı buna karşı çıkıyor" sorulan soruya verdiği cevabı:"Tabi ki Lübnan'da, demokrasi gereği çeşitli düşüncelerin olması yadırganamaz, ama bizi Lübnan parlamentosu,Hükümeti ve onların görüşleri bağlar. Bizim muhatabımız, Lübnan'da sınırlı yetkisi olan cumhurbaşkanı değil, hükümettir,onların isteği doğrultursuda hareket ediyoruz" dur idi.Nitekim bu görüşler doğrultursuda Lübnan ordusu 28 sene sonra Güney Lübnan'a yerleştirildi. Birleşik Milletler Lübnan'a 15 bin ordu gönderiyor. AB, Lübnan Ordusunu güçlendirmek için kollarını sıvadığını ilan ediyor. Mısır başta olmak üzere Arab devletleri BM'in aldığı kararları destekliyor. BM'in(UNO'un) genel sekreteri Kofi Annan,Suriye ile tam bir anlaşma içinde olduklarını ilan etti.Suriye, Hizbullah'a kaçakçılar tarafından silah satılmasını önlemek için her türlü sınır güvenlik tekbirlerini almaya söz veriyor ve almaya başlıyor. Suriye'nin görüşmelerini yürüten diplomatlarının başkanı Walid Mouallem,gazetecilere, Şimdiye kadar bu kadar yapıcı ve olumlu bir görüşme ve anlaşmanın sağlamamıştık demekten kendini alıkoyamıyordu.Suriye'yi böylesine memnun eden şeyin,İsrail la aralarındaki Golan tepelenile ilgili anlaşmazlığı giderilmesi için ABD'den ve BM'den yardım sözü aldığı söyleniyordu. Suriye'den sonra İran giden Kofi Annan,Lübnan devletinin yeniden güçlendirilmesi için İran'dan da tam destek aldığını gazetecilere açıkladığına, İran’ına övmekten geri durmuyordu.
"Akdeniz'e açılmak İçin Hizbullah kanalı la Lübnan'a egemen olmak isteyen! İran!" Hizbullah'ın silahsızlandırılması için BM (UNO) la işbirliği yapacağına dair söz veriyor. Yani "orta-doğuda emperyalizm'e karşı mücadelenin önderi!!! Mollalar" emperyalistler ile işbirliği yapacağını hiç çekinmeden ilan ediyor. Hizbullah'ın liderinin kendisi dahi BM'in kararlarına uyacağının sözünü veriyordu.Yani tüm bu gelişmeler, şeriatçılardan büyük ve "kararlı!" "anti- emperyalist mücadele!" bekleyen Aydın gibilerini hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyor.
En ilginci de Lübnan'ı işgal ederek!, ABD'nin orta-doğuya "Tam" egemen olmasını sağlamaya çalışan!! İsrail'in BM'in kararı doğrultursuda( ki İsrail'in ABD'yı arkasına alarak BM'in aldığı bir sürü kararlara uymadığı biliniyor) Lübnan'daki askeri işgaline son verip, askerlerini geri çekmesi ve de ABD'nin eline "orta-doğuya" arayıcısız "tam egemen olma!" fırsatı geçmesine rağmen, bunun kullanmaması ve Lübnan gönderilecek BM ordusuna katılmamasıdır; gerekçeleri ise Irak işgali ve işgal dönemde Irak halkına yapılan zülüm, karşısında Arap halklarının ABD'ye duyduğu kin ve öfke. Buch,Lübnan'a asker göndererek Arab’ların daha fazla kin ve öfkesini üzerimize çekmek istemiyoruz diyordu.(8) Öyle anlaşılıyor ki, bu ABD " barış sever!", "yumuşak!" "halkların kin ve öfkesinden korkan!" bir "emperyalist"!
Oysa, ABD'nin ve diğer emperyalistlerin Orta doğuya egemen olmaları için, Arab devletlerinin ve egemenlerinin hiç birisini karşılarına almalarına gerek yok ki.Çünkü bunlar, hiç bir zaman emperyalistlerin bölgeye egemen olmasına engel olmadılar ve olamazlar, hepsi (bir dönem, bir kısmi Sovyet emperyalistlerin bağımlı olmak üzere) emperyalistlerin ortakları ve emperyalist-kapitalist sistemin temel unsurlarıdır.Burjuva devletlerden,"anti-emperyalist"lik bekleyen hep 3 dünyacı Maocular oldu. Devamlı, bu burjuva-feodal devletlere, "emperyalistlere karşı birleşme!" çağrısı yapmaktan bıkmadılar. Ama hayatın gerçekleri, Maocuların, halkları emperyalist-kapitalist sistem karşı silahsızlandırmak, kendi devletlerinin ve egemen sınıfların açınmasız sömürü ve baskısına karşı mücadele etmekten alıkoymak için, bu politikaları izlediklerini gösteriyor. Emperyalistler ve gericiler arasında, birlikleri esas,çatışmaları talidir. Bu somut gerçek bir türlü görülmek istenmiyor.
Bu arada, AB, Stockholm'da Uluslararası "yardım" konferansını toplayarak, Filistine acil olarak 500 milyon euro yardım yapılması kararın ve Lübnan'ın yeniden inşası için 900 milyon verilmesi sözünü alıyordu.
AB'nin Filistinlere ve Filistin devletinin kurulmasına için yaptıkları "yardım"ları Hamas'ın hükümete gelmesiyle kesilmişti. Hamas son dönemde AB'nin istediği politikayı takip edeceği izle mini verdiği için, AB' de tavırlını değişitiriyor. Junge Welt'in Hamas'ın polit-büro temsilcisi,i Musa Abu Marzook'la yaptığı röportaj,Hamas'ın politik yumuşama için girdiğini gösteriyor. Musa Abu Marzook, bu röportaj'da Yahudi halkına karşı olmadıkların, onlarla yüz yıllarca bir arada yaşadıkların ve İslam'ın Yahudilerin peygamberin tanıdığını ve "Allah'ın elçisi"olduğunu kabul ettiğini,Arabların her zaman Yahudilere yardım ettiklerin,kendilerinin sadece İsrail'in işgal ettiği Filistin toprakların kurtarmak istediklerin,Yahudiler ile bir arada yaşanmaz diye bir düşüncelerinin olmadığı ileri sürüyor ve Filistin’de seçimler sonrası, tek başlarına hükümet olmak istemediklerini, El Fetih la birlikte hükümet kurmak istediklerini, Ama El Fetih'in buna yanaşmadığın ilave ediyor. Musa Abu, Hamas'ın İran'a ve onun İslam rejimine kesinlikle karşı olduk ve kendilerinin İleride nasıl bir "İslam devlet kuracaklarını" işgal edilen yerler kurtarıldıktan sonra, yapılacak anayasa’da belirleyeceklerin, Ama bu kesinlikle,İran'daki rejimin bir benzeri olmayacağı, gibi,mevcut tüm Arab devletlerinkinden daha demokratik bir devlet olacağını söylüyor. Tabi ki bir şeriat devlet kurmayacağız demiyor. İş yumuşatarak, Avrupalıları kendilerini desteklemeye çağırıyor.(8) Hamas'ın AB ile ilişkileri geliştirme isteğini, AB geri çevirmiyor.
ABD, İsrail,Filistin ve Lübnan sorunlarında,kendisini ve İngiltere'yi geriye çekip, AB’ni devreye sokuyor.Ama, Bunlara rağmen,AB'nin orta-doğudaki politikasından hiç bahsedilmiyor ve bunların emperyalist çıkarları için orta-doğu sorunlarına kaşıdıkları göz ardı ediliyor. Almanya'nın Lübnan asker göndermesini savunan, Burjuva partileri ve Burjuva sözcüleri, Firmalarının orada önemli yatırımlarının ve çıkarlarının bulunduğunun inkarına dahi yeltenmiyorlar Ve buradaki savaşında, barışında, emperyalistlerinin ve yerli gericilerin çıkar doğrultusunda çıktığı, her adım başı kanıtlanıyor.
Aydın,orta-doğuda sosyalistlerin, şimdiye kadar halk kitlelerini emperyalistlere karşı seferber edemediklerini,ama bu işi Hamas ve Hizbullah gibi örgütler başardığını ileri sürüyor. Bu görüşler, orta-doğunun tarihsel gerçeklerini inkar ettiği gibi,ulusal ve dinsel siyasi hareketlerin hangi sosyal zemin üzeriden siyasi güç olarak ortaya çıktıklarında göz ardı ediyor.Bir sosyalist hareketin "kitleleri" iç egemen sınıflara ve emperyalistlere karşı seferber edebilmesinin temel şarttı, kapitalist üretimi ilişkilerinin gelişme düzeyine, işçi sınıfının burjuvaziye ve kapitalizm'e karşı bağımsız ve kendiliğinden bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkmasına bağlıdır.Bunun temel göstergesi, işçi sınıfını,üretim araçlarından arınmış ve kapitalizm öncesi kişisel bağımlılık ilişkilerinden kopmuş olmasının gerekliğidir."İslam ülkeleri"diye adlandırılan devletlerin (Türkiye hariç) tümü kapitalizm öncesi geri üretim ilişkilerinin güçlü etkisi altındadır.Bir çoğunda iş gücünü satan emekçi sınıflar ortaya çıkmasına rağmen,emekçilerin çoğunluğu henüz özel mülkiyetten,kapitalizm öncesi kişisel bağımlık ilişkilerinden kopmamışlardır. Bu durum,bir sosyalist hareketin güçlenmesinin maddi zeminini zayıf kılar iken ,mezhep din veya ulusal,motifler ile hareket eden,burjuva-feodal siyasi hareketlerin güçlenmesi için çok uygun koşullar yarattı bilir. Hamas ve Hizbullah kapitalizm öncesi geri üretim ilişkilerinin ve üst yapı kurumlarının egemenliklerine dayanağa güçlü siyasi hareketler olarak ortaya çıkmasıyla, kapitalist ilişkilerin gelişmemesinden dolayı, emek, sermaye çelişkisinin temelinde hareket eden sosyalist hareketin zayıf kalmasını nasıl aynı kategori içinde değerlendirile bilinir? Kaldı ki,şeriatçı Hamas ve Hizbullah, Burjuva demokratik devrim aşamasında olan "İslam ülkelerinde dahi burjuva demokratik devrim karşısında,feodal ilişkileri ve kurumları savunan gerici hareketlerdir;gücünü de ,aşiret ilişkilerinle birleşen mezheplerin güçlü örgütlenmesinden ve kitleler üzerideki etkisinden almaktalar.
"İslam ülkelerin”de karşılaştırılması gereken, sosyalistler ile şeriatçılar değil, Burjuva demokratik devrimciler la şeriat'ı yanı feodal ilişiklileri savunan gericilerin arasıdaki çatışma ve çelişkiler olmalıdır. Aydın,"islam ülkeleri"nin demokratik devrim aşamasında oldukların bir kalemde atlıyor. Bırakın sosyalizm'i, demokratik devrimi dahi içermeyen sözde bir"anti-emperyalist mücadele" icat ediyor. Böyle bir şey olamaz denildiğinde.hemen"Lenin,Mustafa Kemal'i ve Afgan Emir’ini, işgalci emperyalist güçlere karşı desteklemedim?"sorusu ortaya atılıyor. Mustafa Kemal 1908 de başlayan burjuva demokrat devrimin sürdürücü olarak feodal Osmanlı padişahlığını tasfiye eden, Dini devlet işlerinden ayırıp,laikliği egemen kılan, reformist bir burjuva demokrat devrimcisi olduğu için de Lenin'in Sovyetleri tarafından desteklendi.Afgan Emir’i keza,İngiliz işgaline karşı savaşını ,feodal parçalara bölünmüş Afganistan’ın ulusal birliğinin,ulusal pazarının kurulmasıyla birleştirmeğe çalışan reformist burjuva demokratıydı. Yani burjuva demokrat devrimi içermeyen anti-emperyalist mücadelenin olmasının objektif koşulları yoktur.
"İslam ülkelerinde”,özellik la Arab ülkelerinde çok güçlü burjuva demokratik ulusal hareketlerin ortada çıktığı, kitleleri peşinde sürüklediği bir gerçektir,Nasır'ın başlattığı, emperyalizm'e bağımlı Feodal Krallıklara karşı, Arab ulusal hareketi, Arabların ulusal birliğini sağlama çabası, emperyalist -kapitalizm sistemi ve feodal egemenlikleri hedef alıyordu. Nasır hareketinin, Arabların ulusal birliğini savunan,güçlü demokratik ulusal bir burjuva hareket olduğunu gerçeğini hiç kimse inkar edemez.Nasır'ın ve ulusal Arab hareketinin en büyük "talihsizliği" Sovyet revizyonistleri gibi "sosyalizm" adına bir müttefiklerinin olmasıydı. Arab ulusal hareketi içinde gelişen işçi sınıfının önderliğinde sosyalizm'e doğru mücadelenin önünü "kapitalist olmayan yoldan sosyalizm geçiş" adı altında, işçi sınıfını dışlayarak, kapitalizm'e gidişin kapılarını açan Sovyet revizyonistleri oldu, Revizyonistler,sadece Sovyetlerde kapitalizm'e geriye dönüşü sağlamakla yetinmediler ki,etkinlik kurdukları her yerde,sosyalizm'e gidişin önün kesip,kapitalizm'e doğru gelişmeleri yönlendirdiler. Tüm bunların sonucu Mısır başta olmak üzere, Arab ulusal hareketlerin etkin olduğu tüm ülkeler , kapitalist -emperyalist sistemle bütünleştiler.
Buna benzer hareketler diğer eski sömürge "İslam ülkelerinde de ortaya çıktı. Sosyalist devrime doğru gidişin önünü açan, bu devrimci ve ilerici ulusal hareketler hiç biri ortaya çıkmamışçasına soruna yaklaşıp,Lübnan'ın bir köşesinde tasfiye edilmek la karşı karşıya kalan şeriatçı bir siyasi hareketi,övüp göklere çıkarmanın bir alemi var mı?.
Ki bir dönem, gerçekten devrimci ulusal hareketlerin egemen olduğu ülkelerde, işçi sınıfın örgütleyen ,işçi sınıfının önderliğinde demokratik devrimi tamamlayıp,sosyalizm'e geçmeyi amaçlayan güçlü komünist partilerin kitleleri peşinden sürüklediğini de hiç kimse inkar edemez. Ama bunların hepisi Sovyet revizyonistleri tarafından amaçlarından uzaklaştırılıp "kapitalist olmayan yolla sosyalizm'e geçişin" amacına tabi kılınıp, ulusal burjuvaların destekleyici yapıldı.Sonunda işçi sınıfının önderliğindeki sosyalizm'e geçiş amacından uzaklaşan bu partiler, işçi sınıfından koparak tasfiye oldular.
Sovyet revizyonistlerinin büyük ihaneti hep göz ardı ediliyor.Sovyet revizyonizminin kalıntılarına "komünist partiler" isimi verilerek sahip çıkılıyor.Bu revizyonist kalıntıların şeriatçılara la ittifakı savunması ön plana çıkarıp, "bakın Lübnan'daki komünistlerde Hizbullah'ı destekliyorlar" diye propaganda yapıla biliniyor.
Peki revizyonistlerin şeriatçıları desteklemeleri yeni birşey mi!? İran'daki TUDEY isimli Sovyetlere bağımlı Revizyonist parti, Ayetullah Humeyni'yi desteklemedimi?.Mollalar, onların bu desteğinin mükafatı olarak , Parti başkanları dahil olmak üzere parti önderlerini idam edip,TUDEY dağıtmadım?.Sovyet revizyonistlerinin kalıntılarının şeriatçıları desteklediklerini kanıtlamak için Lübnan'ı örnek göstermeğe gerek yok ki;yanı başında TKP duruyor, bir yanda Hizbullah'ın ateşli savunucusu ,diğer yandan Irak’taki dinci gericilerin işgalle karşı direnişlerini "yurt-severlerin savaş olarak gösteriyor.
Aydın, Orta-doğu ve İran sorununa,TKP'ilerle,Doğu Perincek gibi birisiyle aynı bakış açısı doğrultusunda yaklaşmasını hiç önemsemiyor.Aksine "orta doğu halklarının "emperyalizm karşı bileşmesinde Kürtlere ayrı ve tayin edici rol biçiyor . Kürtler "imtiyazsız, sınıfsız bir kütle!" Bunun için Kürt halkının ulusal soruna Kürt ulusu içindeki sınıf farklılıkları göre yaklaşmayı yanlış! görüyor. Dolayısıyla,ısrarla, emperyalistlere karşı mücadeleye sınıf farklılıkları temelinde yaklaşmaktan kaçınıyor.Niye eskiden olduğu gibi Orta-doğuda emperyalizm'e karşı mücadele de işçi sınıfının, yoksul emekçilerin birliği çağrısı yapılmıyor sorusunun cevap;çünkü işçi sınıfının, partisinin siyasi ve ideolojik önderliğinde gericiliğe ve emperyalistler karşı mücadelede ağırlığını his ettirecek bir konumda olmadığı gerçeği. ve bunun yerine,feodal bağımlılık ilişkilerini etkinliği, (Türkiye hariç) kapitalizm az gelişmişliği neden ile işçi ve yoksul emekçi yığınlarının feodal-burjuva egemen sınıfların dinci ve milliyetçi ideolojisinin egemenliği altında geçici de olsa kalmalarıdır. Bunun içinde sınıf bilincinde yoksun yoksul emekçilerin egemen sınıf ideolojisinin ve siyasi hareketinin etkinliği altında kaldıkları ve bu sınıfların çıkarı için mücadeleye katıldıkları nazarı itibara alınmıyor. Sınıfın sosyal konumunla, mevcut bilinç arasıda çelişki görülmek istenmediği için, sınıfın bilinçsizliği,sınıfın gerçek bilinç gibi ele alınıyor ve sonunda yoksul emekçilerin mevcut bilinç hangi egemen sınıfa aitse, o sınıfların siyasi hareketleri destekleniyor veya ittifak kuruluyor. Bu tercih edilenler, bazen dinci gericiler,bazende milliyetçiler oluyor.
Sınıflı toplumlarda azınlık olan hiç bir egemen sınıfı,bilinçsiz işçilere, yoksul emekçilere dayanmadan, onları etraflarına toparlamadan, güçlü siyasi hareket olmalarına imkan varmı? Hitler etrafında toplananlar,işçiler, küçük burjuva kesimleri değil midi? Sosyal demokratlar ve bazı liberal burjuva aydınları,buna bakarak tekelci burjuvazinin en gerici,en saldırgan hareketini "küçük burjuva siyasi hareketi" olarak görmüyorlar mıydı? Marksist düşünceler artık "eskimiş"olarak görüldüğü için, sınıflarla,sınıfların maddi konumlarından doğan ideoloji ve siyasi bilinç arasıda bir kopukluk olduğu,bu kopukluğun sınıf mücadelesi içinde,bir sürü çalkantılar sonrası giderildiği inkar ediliyor.Ekonomizm, sınıf mücadelesine yaklaşımda belirleyici oluyor.(9)
Eğer işçi sınıfının ,sınıf mücadelesi içinde kendi sınıf bilinççine kavuşması gerekliği,buda ancak sosyalist aydınlar tarafından sınıfa götürülmesinin maddi bir zorunluluktan doğduğu gerçek olmasaydı,ne ideolojik mücadeleye gerek olurdu, nede Burjuvazinin komünistlerin peşine düşmesine, onları faaliyetlerini yasaklamasına,komünist partileri kapatmasına ihtiyaç duyardı
Emperyalist sisteme karşı olmadığının açıkça ilan eden,emperyalistlere dayanarak ve emperyalistler sayesinde, ulusal sorunlarının çözen ve ulusal devletlerini kurma yolunda ilerleyen,Kürt ulusal hareketinin, ve Kürt ulusunun,orta-doğu "halklarının emperyalizm'e karşı mücadelesinde"nasıl bir birleştirici rol oynayacağını anlamak güç olsa gerek!. Çünkü,Kürt ulusal mücadelesi, Kürt feodal-burjuva egemenlerinin ve emperyalistler ile uzlaşma içinde olan Kürt ulusal burjuvaların,ideolojik,siyasi ve örgütsel öndeliğinde cereyan ediyor.Kürt ulusal mücadelesinin bugünkü koşullarda anti- emperyalist olmasına imkan yoktur.Türkiye ve Orta-doğudaki ezen ve ezilen ulus arasıdaki çelişkinin çözümü emperyalist sistem içinde gerçekleşmesi gündemdedir.Şimdi buna "anti-emperyalist"kılıf geçirmenin bir alemi yok.Kürk ulusal hareketinin anti-emperyalist mücadeleye dönüşmesi,işçi sınıfının önderliğinde, işçi ve yoksul emekçileri ittifakı temelinde, anti-emperyalist, anti-kapitalist bir karakter kazanmasına bağlıdır.
Ama Aydın,feodal-burjuva sınıfların, bugün sosyalist devletlerinin tasfiye edildiği koşullara da ulusal burjuvaların "anti-emperyalist"olabileceği ve bunların böyle bir sınıfsal karakterin var olduğunu düşüne biliyor. Tabi ki bu düşünce Mao Zedong’un idi. Aydın bir türlü bu düşüncelerin etkisinden kurtulamadığı için,Türkiye'nin orta-doğunun "anti-emperyalist"mücadelesinde etkin bir güç olmasına fırsat çıktığını iddia edebiliyor!. Burada da yine uluslar arası tekelci kapitalizm doğrudan uzantısı,Türkiye’nin egemen sınıflarının "anti -emperyalist" olabileceğini düşünüyor.Çünkü Bugün Türkiye denildiğinde Türkiye'nin egemen sınıflar kast edildiğini herkes bilir. Hangi sınıf ,siyasi ve ekonomik olarak o ülkeye egemense, o ülke asılda sınıfın demektir. Burada "Türkiye"tanımını orta artarak, sınıflar üst ülke ve devlet olabilirmiş gibi bir izlenim yaratılmak istendiği göz ardı edilemez
"Türkiye halkının" işgalle karşı kurtuluş savaşında edindiği tecrübesinin, bugünkü orta-doğu halkları"nın emperyalizm karşı savaşında "büyük katkısının olacağı " boşuna bir böbürlenmeden başka hiç birşey ifade etmiyor. Niye "Arab halklarının 500 senelik feodal -emperyalist Osmanlı devletin egemenliğine karşı verdikleri mücadelenin tecrübesi, bugünün "anti- emperyalizm'e mücadeleye"katkıda bulunmasın?.Yoksa Osmanlı işgalci bir devlet değilimdi?
Türkiye'nin kurtuluş savaşına önderlik eden sınıf devamlı emperyalist büyük devletlerle uzlaşı içinde , yunan işgaline karşı kurtuluş savaşı verdiği,kurtuluş savaşı sonrası kapitalist yolu tutarak bugünkü konuma eriştiğini artık kimse inkar edemiyor. Bugünkü Türkiye,Emperyalistler la var olan ekonomik bağımlığı muhafazası temelinde, siyasin bağımsızlığı sağlayan kurtuluşa savaşının doğrudan uzantısıdır.(10) Bu kurtuluş savaşı tecrübesi le mi? "orta-doğu halklarının anti-emperyalist Savaşı“ne katkıda buluna can?!




----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1) Aydın'nın yazdığı "diyalektik felsefe"le ilgili kitap, onun düşünce yapısını açıkça ortaya koyuyordu.Aydın, o kitabında diyalektik- materyalizm’in yerine Hegelci diyalektik felsefeyi savunuyor. Üstü kapalı bir tarzda, diyalektiğin kanunlarının maddenin içinde değil bilinç’te var olduğu düşünüyor. O dönemde bir arkadaş, "Gerçek dergisinde onun bu kitabındaki düşüncelerinin, doğru( tabiki katılmadığı konular saklı kalmak üzere) bir tarzda , Hegelci olduğun ve materyalizm’in inkarın içerdiğini tespit etmişti. Burada Hegel'in idealistliğine aşırı vurgu yapılarak,onun diyalektik felsefenin babası olmasından dolayı,diyalektik materyalist düşüncenin şekillenmesinde önemli katkılarının olduğu göz ardı edilmesine rağmen,Aydın'ın madde tarafından tayin edilmeyen bilinççin varlığını savunduğunu açığa çıkarmaya çalışıyordu.
Aydın, bu düşüncesine göre siyasi ve felsefi konulara yaklaşıyor. İdealizm'in karikatürü olan "Pozitivizm"le, diyalektik materyalist ve tarih materyalist düşünce arasıda ortak yanlar arıyor. Üstü kapalı bir tarzda vede istemesende, günün modası burjuva idealist felsefi düşüncelere"Evrensel kültür dergisinde yer vererek,Marksist düşünceye karşı bir güvensizliğin gelişmesine yardım ediyor.Tabi ki bu iddialarımı kanıtlamak zorundayım ve kanıtlaya cam
(2) Özellikle "tam" kelimesini kullanarak "emperyalistler buraya egemen değimli?" itirazını aklı sıra önlemek istiyor.
(3)Aydın sıkı sık İran'a gidiyor, döndükten sonrada,Iran Mollalarının devlet protokolden edindiği izlenleri ballandıra, ballandıra anlatıyor.Ama İranlı işçilerin, yoksulların hangi koşullarda yaşadığını görmek aklının ucundan ya geçmiyor veya geçse dahi Molllarla arayı bozmamak için bu türden bir istekte bulunmaktan kaçınıyor. Bir dönem Aydın gibi izlenlerini, Sovyetlere giden revizyonistler anlatıyordu.Sovyetler ve doğu-Avrupa ülkeleri dünyanın en gelişmiş ülkeleri olduğunun anlatarak,"sosyalist ülkelerin" kapitalist ülkeleri geride bıraktığı yalanın yaygınlaştırmaya çalışıyorlardı. Şimdi bu işi, Iran gibi bir ülkeyi komik bir tarzda överek Aydın yerine getiriyor.
(4) Aydın, uzun bir süre, Irak’ta ABD emperyalizm'in işgaline karşı savaşan, Saddam'cı milliyetçileri, Sünni mezhebine mensup dinci gericileri "yurt-severler" olarak gösteriyordu.Şimdi ise bunları "işgalden önceki Saddam dönemini geri getirmeğe çalışan gericiler" olarak adlandırıyor. Bu politik tutumun değişmesini nedeni doğru görüşü kabul etmesi dolayı değil;İran'daki Mollaların,Irak’taki İşgale karşı Sünni gericilerin ve Saddamcıların direnişini desteklememesi ve aksine,bugün Irak'ta iktidara gelen, ABD müttefiki Şiilerden yana bir politika takip etmesi, Aydın'ın tavırlının değişmesine yol açıyor. Buna rağmen Irak'ta işgale karşı direnleri gerici diye nitelendirmesi yinede iyidir.
(5) Mezhep ve din farklılıkları,kapitalist üretim ilişkileri bir araya getirdiği aynı ulusal mensup insanların dahi bölünmeyi teşvik eder.Çünkü o,feodal parçalanmışlığına göre ortaya çıkmış ve bu temelde egemenliğini sürdüren bir üst yapı kurumlardır.
Bunun için bir tarafta,Sünni mezhebine göre şeriat devlet kuran Suudi Arabistan, Diğer tarafta da Şii mezhebinin esasları üzerinde oluşturulan İran'ın şeriatçı devlet'i yer alıyor ve bunlar yüz yıllardan beri süre gelen,Şii ve Sünni mezhepleri arasıdaki egemenlik mücadelesini devam ettiriyorlar.Bugün, Sünni mezhebinin etkin oldukları İslam ülkelerin hiç birinde,İran’ın Mollalarının (en küçük tarzda dahi olsa) bir etkinliği söz konusu değil. Türkiye'de Sünni şeriatçı kesim üzerinde İran'ın Mollaların şu veya bu şekilde etki kurmasının nedeni, Türkiye'nin laikliği kabul eden "İslam ülkesi"olmasından dolayıdır. Bu, Laiklik karşıtı tüm şeriatçıları birleştiren bir fonksiyon oynuyor. Türkiye'nin dışında,-tabi ki bir dönem içinde Sovyetlerin içinde yer alan, şimdi bağımsız devletler olarak ortaya çıkan, eski"islam ülkeleri"nin laikliği benimsediklerini, şeriat kanunlarını ret ettiklerini unutmuyorum- şeriatı ve onun hukuk'un, kanunların dışlayan başka hiç bir "İslam ülkesi" yoktur.Çünkü hemen hepside,şu veya bu şekilde kapitalist üretim ilişkileri gelişmesine rağmen, feodal üretim ilişkilerini ve özellikle feodal üst yapı kurumları güçlü bir tarzda varlıklarını sürdürmektedir.Feodal aşiret ilişkilerinin varlığı,Mezhep farklılıklarının güçlü bir tarzda yığınlar üstünde etkinlik kurmasında ve örgütlenmesinde belirleyici rol oynuyor.
(6) Aydın'ın, bu röportajında üstü kapalı bir tarzda hedef aldığı görüşlerin benim yazılarım olduğu unutulması.
(7) ABD hiç bir zaman Arab devletlerinin karşısına alacak tarzda Orta-doğuya müdahale etmedi, Irak'a saldırısı sırasında (Libya hariç ki sonradan o'da destekledi) Suriye dahil olmak üzere tüm Arab devletlerinin tam desteğini aldığı biliniyor.
(8)Hamas'ın, Polit-Büro üyesi,Hizbullah'la,İsrail' savaşının, İsrail'in Orta-doğunun "süper-güç" olmadığını kanıtladığın, ABD'in İsrail'in yerine,kendilerini desteklemesi gerektiğinde üst kapalı bir tarzda talep ediyor.
(9) Bugün en acil olarak okunması gereken kitap, Lenin'in ne yapmalı kitabıdır. 12 eylül sonrası yeniden toparlamaya damgasının basan ekonomizm oldu. İşçi sınıfı ve sınıflar mücadelesine ekonomizm yol gösterdi ve göstermeğe devam ediyor.
(10)1980 öncesi hareketimizin Kurtuluş savaşı ilgili doğru görüşler, ne Aydın Çubukçu'yu, nede Evrensel gazetesin bağlıyor. Onlar, Mihri Belli'in, daha doğrusu Şefik Hüsnü TKP'sinin görüşlerin savunuyorlar. O zamanda tespit ettiğimiz gibi,ancak,Şefik Hüsnü TKP’sinin görüşlerini savunarak 3 dünya görüşlerine sahip çıkıla bilinirdi.30 ağustos'un yıl dönümde Evrenselin Baş makalesi;Mihri Belli'nin kulaklarını çınlandırıyordu.Kurtuluş savaşı la,"emperyalizm’liden bağımsızlaşan Türkiye!"yi bugünkü hale getiren, İş başına gelen hükümetler olmuş!. Mustafa Kemal'in yolluda yürüselermiş,bugün Türkiye güllük gülistanlık olacakmış!.Her şey bir yana, devlet kapitalizm’liden,özel -teşebbüsçü kapitalizm'e geçiş yapan, biz zati Mustafa Kemal'in kendisi olmuştu. Emperyalistler ile ekonomik bağımlılık ilişkilerin koruyan, 1924 de emperyalist sermaye’yi Türkiye'ye yatırıma çağıran Mustafa Kemal'in kendisidir.

1 yorum:

révolutionnaire dedi ki...

'tudey' tudeh olmasın