6 Mart 2012

Avrupa’daki ekonomik kriz, tüm dünya kapitalizm derinde etkiliyor.


 Avrupa’daki ekonomik kriz, tüm dünya kapitalizm derinde etkiliyor.
2007-8 yıllarında Avrupa’da, da başlayan ekonomik krizin sonu gelmediği gibi, bir, biri ardı sıra açıklana AB’ne üye devletlerin borçlarını ödeyememesin, güney Avrupa’dan kuzeye doğru yayılmaya başlaması, ekonomik krizinin daha da derinleşeceğinin göstergesidir.
11-11-2011 tarihinde, Avrupa merkez bankası ve AB komisyonu, Avrupa ekonomisinin büyük tehlike içinde olduğunu ilan ediyordu. AB komisyonunun para ve mali işlerle sorumlu üyesi Olli Rehn ;”büyümenin sıfırlandığını ve yeni resesyona sürüklenme (ekonomik daralma) riskinin büyüdüğünü” açıklıyor. Ve AMB(Avrupa merkez bankası)son aylık raporuyla, çöküş tehlikesi karşında hükümetlerin “yapısal reformlar”  yapma zorunda olduğu görüşlerini siyasi gündeme taşıyor. Burjuvazinin ”Yapısal reformu”, sömürüyü daha da yoğunlaştırma girişimleri olduğu bilindiğine göre, demek ki, işçilerin, emekçilerin sosyal ve ekonomik durumlarının daha da kötüleşmesi için, durmadan kısıtlana ekonomik, sosyal haklar daha da kısıtlanacak.
Ekonomik krizin, durgunluk döneminden, çöküş dönemine geçmesi,1929 krizinin “insan manzaralarının”  yeniden ortaya çıkmasıyla, Avrupa’da, da işçilerin, emekçilerin işsiz ve sefil yaşamları, yeniden gözler önüne sergilenmesi kaçınılmaz olacak ve  burjuvazinin “sosyal-devlet nakaratından” geriye hiçbir şey kalmayacak.
AMB’nin ekonomik uzmanlarının açıkladıkları anketlerde, büyüme beklentilerinin yerine karamsarlık “tabloları” çıkıyor.2011,2012 ve 2013 yılların boyunca ekonomik büyüme tahminleri hızla tarzda aşağıya çekildi. AB’de,2011 için tahmin edilen %1,6 büyümenin yerine %0,8 büyüme olabileceği açıklandı. Komisyon üyesi, Olli Rehn, ekonomik durgunluğun 2012 yılı boyunca süreceğinin öne sürüyor ve büyümenin %0,6 lar civarında olabileceği dair “iyimser tahmin” de bulunuyor. Olli Rehn’in bu iyimser tahminine karşı,  diğer burjuvazinin “ekonomik uzmanları” büyüme oranının %0 olacağı konusunda hem fikirler.
Kapitalist ekonomiyle ilgili “felaket tallahi’ ligini yapanlardan birisi olan uluslararası çalışma örgütü (ILO)  “küresel ekonominin yeni ve büyük bir istihdam kriziyle karşı, karşıya olduğunu” açıklıyor ve bunun toplumsal gerilime yol açacağının da vurgulayarak ;”118 ülke içinde 45’inde toplumsal gerilim ve huzursuzluk yüksek düzeyde” diyor.
İLO yaptığı incemeler sonucu, başta Avrupa birliği ve Arap ülkeleri olmak üzere,10larca ülke siyasi gerilim ve ayaklanmalarla karşı, karşıyaymış. 
“Ekonomik İşbirliği ve kalkınma örgütü” OECD göre, Avrupa’da, bu yıl%1,6 olacağı tahmin edilen büyüme, gelecek yılda  %0,3 oranı da kalacak.
ABD’de Büyüme tahminleri,2011 yılında, %2,6 dan,%1, 7 ‘ye,2012 de, de %3,1den %1,8 oranlarına çekilmiş.
 Bu ve buna benzer rakamlar, burjuvazinin “bu finans krizdir, Real ekonomiye yansımaz” laflarını boş bir lakırdıdan ibaret olduğunu gösteriyor.
Örneği, durmadan yalana dayana yayınlarıyla işçi ve emekçileri aldatmaya çalışan ve yapmacık iyimser ekonomikle ilgili rakamları ortaya atan ,”Deutsche welle” bile sanayi sektörü, borç krizi ve küresel ekonomik durgunlaşmanın etkilerini hissetmeye başlandığını ve ihracatının  %40 oranını ortak para bölgesine yapan Alman şirketlerine verilen siparişler azaldığını belirtiyor.
“Denizaşırı ülkeler de artık önceki aylardaki kadar Alman malı ithal etmiyor”(DW 16-11 2011 sayılı bülteninden), görüşlerin sarf etmelerine rağmen, Almanya’yı diğer AB üyeleriyle kıyaslayıp, bir “iyimserlik havası “ yaymaktan geri durmuyor ve devam ediyor; ”ispanya yaz aylarını durgunlukla geçirirken, Portekiz’in milli geliri % 0,4 oranında azaldı. Fransa %0,4’lük büyüme hızını aşamadı. Yılın ikinci çeyreğinde %0,5 büyüme hızı yakalayan Avusturya Temmuz-Eylül döneminde %0,3’e geriledi. Hollanda ekonomisinin üçüncü çeyrekte daralması sürpriz oldu. Hollanda’nın GSYH’si binde üç oranında eridi”.(a.g.b)diyor ve bunlara göre “Almanya’nın durumu iyidir”  de ilave ediyor.
Alman Burjuvazisinin ve hükümetinin yalanların yayma görevi layıkıyla yerine getiren, DW’nin  “iyimserliği” yayma uğraşsızının; Alman hükümetinin son günlerde, her dönemde rahatlıkla alıcı bulduğu 6 milyar Euro ‘lük tahvil pazarlamasında (ilk kez ve beklenenin altın da )  3,8 milyarlık Euro ’lük bölümü satılabilmiş olması ve yakın bir  gelecekte, borçlarını ödemekte müşkül durumda kalan ülkelere kervanına katılma ihtimali, boş bir çapa olduğunu gösteriyor.
 Kredi derecelendirme kurumlar tarafında, “3 A” olan kredi değeri aşağıya çekilen Fransa, ABD, v.s gibi ülkelere, sözde “ekonomisi güçlü” olduğu iddia edilen ama trilyonluk borçları olduğu açıklanan  Almanya’nın da katılması beklenmeyen bir olay olmayacağı açıktır.
Özellikle Avusturya’nın giderek bataklığa saptanmasının kaçınılmaz olduğu artık gizlenemiyor. Avusturya maliye bakanı bayan Maria Fekter, ”iyimserlik tabloları” çizse de, “Viyana yüksek araştırama enstitüsü” şefi Bernhard Felderer, Avusturya’nın kredi notlarının sağlam zemine oturmadığını ve kredi notunun düşürülmesi kaçınılmaz olduğunu; son dönemlerde, de piyasaya sürülen devletin ve banklarını tahvillerinin çok az alıcı bulmasını, (özellikle,) ekonomik olarak iç, içe geçtiği ve sık bir bağlantısı olduğu İtalya ekonomisinin çöküntüye girerek, borçlarını ödeyemediğini açıklamasının Avusturya ekonomisini derinden sarmasına bağlıyor. Felderer’a göre, İtalya ekonomisi düzelmeden, Avusturya ekonomisinin istikrara girmesi imkânsız ve bunu Avusturya ekonomisi için birinci sorun olarak görülüyor. Sadece Avusturya bankaların, “güney Komşusuna”  verdiği borçlardan vadesi geldiği halde ödenmeyenlerin tutarı şimdiden 16,5 milyar Euro’yu bulmuş.
Uluslararası Kredi değerlendirme kurumları, Bank Austria’nın ve İtalya’da bulunan şubesi Mailänder uniCredit’nin, Avusturya büyük sanayisinin durumları, Avusturya’nın kredi notlarını olumsuz şekilde etkilediği gizlemiyor.
“Borçlarını ödeyemediklerini “ açıklayan ülkelerde ise işçi ve emekçilerin ekonomik ve sosyal durumları ise  bir felaket.  İspanya’da, işlerini kayıp eden insanlar, satın aldıkları evlerin borçlarını ödeyemedikleri için sokaklara atılıyor ve sokaklarda   yaşamaya  mahkum ediliyor. Sadece son günlerde İspanya’nın başkenti Madrid’e  20 bin kişi sokaklarda “yatıp, kalkanlara” katılmış.   Yunanistan ha keza, sokaklar işsiz ve evsiz insanlarla dolu. Oysa, topraklar millileştirilse, toprak  ve mülk alım, satımı yasaklasa ve dolayısıyla, toprak rantına son verilse, konut sorun hemen çözülür ve herkese parasız barınma imkanına sahip olur. Ama burjuvazinin gelir kaynaklarında önemli birisi toprak rantıdır. Bunun için kapitalizmde devamlı konut sorunu var olur ve olmaya devam eder.
Diğer yandan, Pazar ve kâr amacıyla yapılan üretimin, ekonomiyi krize sokması, insanları işsizliğin, sefaletin, açlığın içine itmesi sömürücü burjuvaziyi zerle kadar ilgilendirmiyor. Çünkü ekonominin krize girmesinde baş rol oynayan burjuvazi, iktidar gücüne dayanarak, ekonomik krizinin yükünü, ekonominin krize girmesinde, en küçük tarzda dahi katkısı olmayan işçilerin, emekçilerin sırtına yıkarak, lüks yaşatışına, saltanatına devam ediyor.
             AB ülkelerinde başlayan” borç krizinin” baş suçlusu “Alman burjuvazisidir”   
Almanya’nın “ çok uluslu” bankalarının,( ekonomik krize rağmen) alacaklarını tahsis etmeyi kendine vazgeçilmez görev edine acımasız “icra memur” Merkel,  sefalet içindeki yaşama mahkûm edilen insanları sayısının durmadan artmasına bakmadan,  “tasarruf programlarıyla”   sömürüyü daha da katmerleştirecek ekonomik-politikaları zorla, tehditle “borçlu ülkelerde” yürürlüğe koyulması için “gecesini, gündüzüne katıyor”. DDR’deki bürokratik kapitalizminin arkasına gizlenerek sosyalizm aleyhinde durmadan kararlama kampanyaları yürüten Merkel ve onun gerici partisinin neden sosyalizm düşmanı oldukları, acımasız ve sömürücü burjuvaların temsilciler olmalarından kaynakladığı belirginliğe kavuşuyor.
Burjuvazi, yıllardan beri “demokrasi laflarını” dilinde düşürmez. Sözde iktidarda olmalarını “serbest seçimlerle” halk kitleleri belirliyor!
Yunanistan’ının eski başbakanı Giorgos Papandreou’nun, kendilerine dayatılan borçlarını ödettirmeyi ve dolayısıyla işçi ve emekçilerin sömürülmesini daha da katmerleştirmeyi amaçlayan, “yeni tasarruf programının” yürürlüğe girmesine, parlamentonun yanı sıra referandum yoluyla halkında karar vermesini  istediğini açıklaması, Alman hükümetinin ve Bankaların,  “patronlar örgütlerinin”,  ayağa kalkıp, “nasırlarına basılmış gibi” çığırtılarıyla “yeri, göğü inletmelerine “ yol  açtı.
Böylece, “Halkın iradesi, demokrasi” üzerine yapılan propagandaların tümünü sahte olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Burjuvazinin karına dokunmadıkça “ demokrasi “ var olur, ama onun acımasız sömürüsüne hayır denildi mi? Demokrasi ve onun kuralları hemen rafa kaldırılır. DDR’de demokrasinin olmadığı lafların dilline dolayan Merkel, Papandreou’nun “son tasarruf programın halkın oyuna sunacağım” demesi karşısında, Yunanistan’ın AB’den atmakla tehdit etmekten çekinmedi.
İnsanlar iliğine kadar sömürecekle ama sömürülenlere, “ülkeyi ekonomik düzlüğe çıkarılacağı” iddia edilen bu programı “kabul ediyor musun? Etmiyor musun?” Diye bir şey sorulmayacak!. İstene buydu. Nitekim Papandreou, referandum yerine, Merkel’in istediği “ulusa hükümetin” kurulmasını ve kendisinin başbakanlıktan ayrılmasını kabul ederek, sahte direnme taktiklerin bir yana bırakarak istifa etti.
AB atılma tehdit, ”Yunan burjuvazinin”, “eteklerinin tutuşmasına” yetide, arttı. Oysa AB ve para birliğinde en fazla faydalana, Almanya’nın uluslararası tekelci sermayedir.
Batı-Almanya, doğu-Almanya’yı Sovyetlerden satın aldıktan sonra, neo-liberal politikalarla, sosyal-devlet uygulamalarına son veren ve iş gücünün en ucuz şekilde edilmesinin ortamını yaratan ve AB diğer ülkelerine karşı avantajlar elde ederek, en fazla ihracat yapan, diğer AB ülkelerin aksine ihracatı, ithalatı çok fazla olan ve yine rekabet gücü karşısında direnemeyen diğer AB ülkelerinde üretimin gerilemesine, fabrikaların kapamasına neden olan  ve de doğu Avrupa’nın,özellikle Rusya’nın liberal kapitalist sisteme katılmasıyla, emperyalist sermaye için en ucuz işgücünün ortaya çıkmasının  yanı sıra gelişmiş teknolojinin, yetişim teknik elemanların ve sermayenin yatırım için çok uygun alt-yapının ve hammadde kaynaklarının var olmasından esas olarak yararlana Almanya’nın güçlü  Tekelci şirketleri,  güney Avrupa ülkelerini terke edip, daha fazla kar elde etmek için doğu-Avrupa ülkelerine üşüştüler.  
Bu durum, güney Avrupa ülkelerinin ihracatıyla, ithalatı arasındaki “makasın” daha da açılmasına neden oldu ve bu ülkeler, ithalatlarını karşılamak için giderek önemli boyutlara tırmana kredilere ihtiyaç duydu ve “bu ihtiyaçlara ” cevap verenlerin başında yine Alman bankaların olmak üzere,  Fransız, Hollanda ve Avusturya bankaları geldi. Ve bunlar Yüksek faizli kredi muslukların açtılar. Son ekonomik krize kadar borç taksitlerin zamanında ödeyerek yeni borçlar edine “Alman ve Fransız bankalarına borçlu olan ülkeler” ekonomik krizin, ekonomilerini durgunluk içine itmesi sonucu, borçlarını ödeyememe sorunuyla baş, başa kaldılar.
Şimdi Merkel, güney Avrupa ülkelerinin  borçlarını ödeyememelerin nedeni, Almanya’nın Finans kapitalinin aşır kar hırs değilmişçesine, Alman bankalarına borçlu olan ülkelere  “halklarınızı sefalet içine iti ve borçlarınız ödeyin” diyor ve Almanya’da 1990lar sonrası yürürlüğe sokulan “tasarruf programlarını” zorla bu ülkelere de uygulatmaya çalışıyor.
Güney Avrupa’nın ülkelerinin  burjuvaları, AB’yle ekonomik, siyasi olarak birleştikleri için “AB efendisi” Fransa’nın, Almanya’nın karşısında direnemiyor ve Fransa’nın, Almanya’nın bankalarının alacaklarını toplamakla görevli hükümetlere boyun eğip, “gözlerini kırpmadan”  ülkelerindeki, işçilerin, emekçilerin sefaletini hazırlıyorlar.
Baskısız, hegemonyasız Sermayenin AB olamayacağı, her gecen gün daha da açığa çıkıyor. Sermaye,  birbirleri üzerinde baskı ve hegemonya kurmaya çalışır görünürken, esas hedef aldıkları işçiler ve emekçilerdir. Bunun için sömürülenlere karşı hemen birlik oluyorlar. AB’nin hükümetlerinin toplantılarında alınan “tasarruf programlarına” AB’ne ait  tek bir ülke  hükümet bile itiraz etmiyor. Aksine hepsi, işsizliği durmanda artıran, yoksulluğu genişletip, geliştiren tasarruf programlarını yürürlüğe koymak için “can atıyorlar”.
                           İşçilerin ve emekçilerin mücadelesi.
 Yunanistanlı işçiler ve emekçiler başta olmak üzere, güney Avrupa ülkelerinin işçileri ve emekçileri, burjuvazinin saldırılarına karşı sesiz kalmıyor, üst, üste grevler, genel grevler yaparak ve yürüyüşleriyle, mitingleriyle,  sokak işgalleriyle, polislerle çatışarak, hükümetleri ekonomik saldırı politikalarından vazgeçmeye zorluyorlar.  Ama Yunanistan’da, Portekiz’de, İspanya’da, İtalya’da, İngiltere’de v.s patlak veren kitlesel mücadelelere rağmen, burjuva hükümetleri tasarruf programların yürürlüğe koymada geriye bir adım bile atmıyor. Sıkıştıkları zaman, işbaşında ve yıprana  hükümetlerin yerine başka burjuva partilerinin hükümetleri gelmesi için, burjuva seçim sistemin devreye sokup, “halkın tasarruf programlarını” onayladığına dair intibalar yaratarak, bildikleri yolda kararlıkla yürüyorlar.
Seçimle hükümetten düşürülen “Yıprana hükümetlerin” tümü, neo-liberal politikalara adapte olan ve  “sosyal-devlet” politikalarını terk eden  “sosyalist” veya sosyal-demokrat partilerdir. Bu partilerin yerine iş-başına gelenlerse, devamlı liberal kapitalizmin savuna burjuva muhafazakâr partiler. Aslında, burjuvazinin,  sağcı diye nitelendirilen bu partileri hükümete getirmesinin nedeni, “tasarruf programlarının” yürürlüğe girmesini istemeyen ve direnen kitlelere karşı, daha şiddetli siyasi saldırılara başvurulmasını sağlamak içindir. Artık, Avrupa’da, da burjuvazi içinde,  devlet şiddetine daha fazla başvurmadan, kitlesel direnişlerin durdurulamayacağı görüşleri yaygınlaşıyor. Bunun için siyasi saldırılar, tam anlamıyla devreye sokmak isteniliyor. Bunun için bir yanda, Yunanistan’da, da olduğu gibi askeri darbe tehditlerin gündeme getirerek, İşçilerin, emekçilerin, gençlerin gözlerin korkutulmaya çalışıyor, diğer yanda Portekiz’de, İspanya’da, Salaza, Franko faşizminin savunucusu partiler, “sosyalist” veya sosyal-demokrat partilerin izledikleri neo-liberal politikalar karşısında hayal karıklığına uğrayan kitlelere,  “kurtarıcılar” olarak sunuluyor. Oysa bu partilerin tek yapacakları şey, sefaletin artışına karşı direnen kitleleri “devlet düzeninin sağlanması” adına faşist devletin şiddet metotlarıyla sindirmektir.
Seçimlerle hiçbir şeyin değişmeyeceğine inana ve bu yüzden seçimlere katılmayanların oranı %50ler düzeyinde olmasına rağmen, seçimler “geçerli” sayılıyor ve böylece bir dönem faşizm destekleyen partilerin hükümete gelmelerinin yolları açılıyor.
İspanya’da, bir önceki seçimlere göre seçime katılma oranının düşüklüğüne rağmen, hükümete gelen, bir dönem Franko faşizminin destekleyicisi olan  parti, “sosyalist hükümeti” döneminde sokakları işgal eden ve iş isteyen gençleri “ niye saldırıya geçip, dağıtmıyorsun, devlet düzenini sağlamıyorsun” diye  eleştiriyordu. Şimdi bu parti, İspanya’da hükümete geldi ve direnlere karşı hemen saldırıya geçeceği açık değil mi?
                   İşçileri emekçilerin bekleyen görev                       
 Avrupa burjuvazisinin ekonomik saldırıları karşında tek, tek ve ülkeler düzeyinde yapılan grevler, genel grevler, yürüyüşler, mitingler, sokak işgalleri, burjuvaziyi ekonomik saldırılarından vazgeçiremedi. Tüm AB üye ülkelerin hükümetleri, birleşen burjuvazinin çıkarına siyasi ve ekonomik politikalar izlediklerine göre, AB ülkelerinin işçileri, emekçileri bir anda genel greve gitmek zorundalar, Başka türlü burjuvazi geriye adım atmaz. Almanya’daki Sol partinin(Linke Partei) başladığı ve çağrısını yaptığı, “Avrupa birliğinde genel grev”  yapmak kaçınılmazdır. Başka türlü birleşik burjuvazinin ekonomik ve siyasi saldırıları durdurulamaz.
AB işçi sınıfın, Sol partinin gündeme getirdiği acil talepler için genel greve girmeden kısa dönemde bir çıkış yolu dahi bulunamaz.
   

Hiç yorum yok: