Avrupa’daki ekonomik kriz, tüm
dünya kapitalizm derinde etkiliyor.
2007-8
yıllarında Avrupa’da, da başlayan ekonomik krizin sonu gelmediği gibi, bir,
biri ardı sıra açıklana AB’ne üye devletlerin borçlarını ödeyememesin, güney
Avrupa’dan kuzeye doğru yayılmaya başlaması, ekonomik krizinin daha da
derinleşeceğinin göstergesidir.
11-11-2011
tarihinde, Avrupa merkez bankası ve AB komisyonu, Avrupa ekonomisinin büyük
tehlike içinde olduğunu ilan ediyordu. AB komisyonunun para ve mali işlerle
sorumlu üyesi Olli Rehn ;”büyümenin sıfırlandığını ve yeni resesyona sürüklenme
(ekonomik daralma) riskinin büyüdüğünü” açıklıyor. Ve AMB(Avrupa merkez
bankası)son aylık raporuyla, çöküş tehlikesi karşında hükümetlerin “yapısal
reformlar” yapma zorunda olduğu görüşlerini
siyasi gündeme taşıyor. Burjuvazinin ”Yapısal reformu”, sömürüyü daha da yoğunlaştırma
girişimleri olduğu bilindiğine göre, demek ki, işçilerin, emekçilerin sosyal ve
ekonomik durumlarının daha da kötüleşmesi için, durmadan kısıtlana ekonomik,
sosyal haklar daha da kısıtlanacak.
Ekonomik
krizin, durgunluk döneminden, çöküş dönemine geçmesi,1929 krizinin “insan
manzaralarının” yeniden ortaya çıkmasıyla,
Avrupa’da, da işçilerin, emekçilerin işsiz ve sefil yaşamları, yeniden gözler
önüne sergilenmesi kaçınılmaz olacak ve burjuvazinin “sosyal-devlet nakaratından”
geriye hiçbir şey kalmayacak.
AMB’nin
ekonomik uzmanlarının açıkladıkları anketlerde, büyüme beklentilerinin yerine
karamsarlık “tabloları” çıkıyor.2011,2012 ve 2013 yılların boyunca ekonomik
büyüme tahminleri hızla tarzda aşağıya çekildi. AB’de,2011 için tahmin edilen
%1,6 büyümenin yerine %0,8 büyüme olabileceği açıklandı. Komisyon üyesi, Olli
Rehn, ekonomik durgunluğun 2012 yılı boyunca süreceğinin öne sürüyor ve
büyümenin %0,6 lar civarında olabileceği dair “iyimser tahmin” de bulunuyor.
Olli Rehn’in bu iyimser tahminine karşı,
diğer burjuvazinin “ekonomik uzmanları” büyüme oranının %0 olacağı
konusunda hem fikirler.
Kapitalist
ekonomiyle ilgili “felaket tallahi’ ligini yapanlardan birisi olan uluslararası
çalışma örgütü (ILO) “küresel ekonominin
yeni ve büyük bir istihdam kriziyle karşı, karşıya olduğunu” açıklıyor ve bunun
toplumsal gerilime yol açacağının da vurgulayarak ;”118 ülke içinde 45’inde
toplumsal gerilim ve huzursuzluk yüksek düzeyde” diyor.
İLO
yaptığı incemeler sonucu, başta Avrupa birliği ve Arap ülkeleri olmak
üzere,10larca ülke siyasi gerilim ve ayaklanmalarla karşı, karşıyaymış.
“Ekonomik
İşbirliği ve kalkınma örgütü” OECD göre, Avrupa’da, bu yıl%1,6 olacağı tahmin
edilen büyüme, gelecek yılda %0,3 oranı
da kalacak.
ABD’de
Büyüme tahminleri,2011 yılında, %2,6 dan,%1, 7 ‘ye,2012 de, de %3,1den %1,8 oranlarına
çekilmiş.
Bu ve buna benzer rakamlar, burjuvazinin “bu
finans krizdir, Real ekonomiye yansımaz” laflarını boş bir lakırdıdan ibaret
olduğunu gösteriyor.
Örneği,
durmadan yalana dayana yayınlarıyla işçi ve emekçileri aldatmaya çalışan ve yapmacık
iyimser ekonomikle ilgili rakamları ortaya atan ,”Deutsche welle” bile sanayi
sektörü, borç krizi ve küresel ekonomik durgunlaşmanın etkilerini hissetmeye başlandığını
ve ihracatının %40 oranını ortak para
bölgesine yapan Alman şirketlerine verilen siparişler azaldığını belirtiyor.
“Denizaşırı
ülkeler de artık önceki aylardaki kadar Alman malı ithal etmiyor”(DW 16-11 2011
sayılı bülteninden), görüşlerin sarf etmelerine rağmen, Almanya’yı diğer AB
üyeleriyle kıyaslayıp, bir “iyimserlik havası “ yaymaktan geri durmuyor ve
devam ediyor; ”ispanya yaz aylarını durgunlukla geçirirken, Portekiz’in milli
geliri % 0,4 oranında azaldı. Fransa %0,4’lük büyüme hızını aşamadı. Yılın
ikinci çeyreğinde %0,5 büyüme hızı yakalayan Avusturya Temmuz-Eylül döneminde
%0,3’e geriledi. Hollanda ekonomisinin üçüncü çeyrekte daralması sürpriz oldu. Hollanda’nın
GSYH’si binde üç oranında eridi”.(a.g.b)diyor ve bunlara göre “Almanya’nın
durumu iyidir” de ilave ediyor.
Alman
Burjuvazisinin ve hükümetinin yalanların yayma görevi layıkıyla yerine getiren,
DW’nin “iyimserliği” yayma uğraşsızının;
Alman hükümetinin son günlerde, her dönemde rahatlıkla alıcı bulduğu 6 milyar
Euro ‘lük tahvil pazarlamasında (ilk kez ve beklenenin altın da ) 3,8 milyarlık Euro ’lük bölümü satılabilmiş
olması ve yakın bir gelecekte,
borçlarını ödemekte müşkül durumda kalan ülkelere kervanına katılma ihtimali,
boş bir çapa olduğunu gösteriyor.
Kredi derecelendirme kurumlar tarafında, “3 A”
olan kredi değeri aşağıya çekilen Fransa, ABD, v.s gibi ülkelere, sözde
“ekonomisi güçlü” olduğu iddia edilen ama trilyonluk borçları olduğu açıklanan Almanya’nın da katılması beklenmeyen bir olay
olmayacağı açıktır.
Özellikle
Avusturya’nın giderek bataklığa saptanmasının kaçınılmaz olduğu artık
gizlenemiyor. Avusturya maliye bakanı bayan Maria Fekter, ”iyimserlik
tabloları” çizse de, “Viyana yüksek araştırama enstitüsü” şefi Bernhard
Felderer, Avusturya’nın kredi notlarının sağlam zemine oturmadığını ve kredi
notunun düşürülmesi kaçınılmaz olduğunu; son dönemlerde, de piyasaya sürülen
devletin ve banklarını tahvillerinin çok az alıcı bulmasını, (özellikle,)
ekonomik olarak iç, içe geçtiği ve sık bir bağlantısı olduğu İtalya
ekonomisinin çöküntüye girerek, borçlarını ödeyemediğini açıklamasının
Avusturya ekonomisini derinden sarmasına bağlıyor. Felderer’a göre, İtalya
ekonomisi düzelmeden, Avusturya ekonomisinin istikrara girmesi imkânsız ve bunu
Avusturya ekonomisi için birinci sorun olarak görülüyor. Sadece Avusturya
bankaların, “güney Komşusuna” verdiği
borçlardan vadesi geldiği halde ödenmeyenlerin tutarı şimdiden 16,5 milyar Euro’yu
bulmuş.
Uluslararası
Kredi değerlendirme kurumları, Bank Austria’nın ve İtalya’da bulunan şubesi
Mailänder uniCredit’nin, Avusturya büyük sanayisinin durumları, Avusturya’nın kredi
notlarını olumsuz şekilde etkilediği gizlemiyor.
“Borçlarını
ödeyemediklerini “ açıklayan ülkelerde ise işçi ve emekçilerin ekonomik ve
sosyal durumları ise bir felaket. İspanya’da, işlerini kayıp eden insanlar,
satın aldıkları evlerin borçlarını ödeyemedikleri için sokaklara atılıyor ve
sokaklarda yaşamaya mahkum ediliyor. Sadece son günlerde İspanya’nın
başkenti Madrid’e 20 bin kişi sokaklarda
“yatıp, kalkanlara” katılmış. Yunanistan ha keza, sokaklar işsiz ve evsiz
insanlarla dolu. Oysa, topraklar millileştirilse, toprak ve mülk alım, satımı yasaklasa ve
dolayısıyla, toprak rantına son verilse, konut sorun hemen çözülür ve herkese
parasız barınma imkanına sahip olur. Ama burjuvazinin gelir kaynaklarında
önemli birisi toprak rantıdır. Bunun için kapitalizmde devamlı konut sorunu var
olur ve olmaya devam eder.
Diğer
yandan, Pazar ve kâr amacıyla yapılan üretimin, ekonomiyi krize sokması,
insanları işsizliğin, sefaletin, açlığın içine itmesi sömürücü burjuvaziyi
zerle kadar ilgilendirmiyor. Çünkü ekonominin krize girmesinde baş rol oynayan
burjuvazi, iktidar gücüne dayanarak, ekonomik krizinin yükünü, ekonominin krize
girmesinde, en küçük tarzda dahi katkısı olmayan işçilerin, emekçilerin sırtına
yıkarak, lüks yaşatışına, saltanatına devam ediyor.
AB ülkelerinde başlayan” borç
krizinin” baş suçlusu “Alman burjuvazisidir”
Almanya’nın
“ çok uluslu” bankalarının,( ekonomik krize rağmen) alacaklarını tahsis etmeyi
kendine vazgeçilmez görev edine acımasız “icra memur” Merkel, sefalet içindeki yaşama mahkûm edilen
insanları sayısının durmadan artmasına bakmadan, “tasarruf programlarıyla” sömürüyü daha da katmerleştirecek
ekonomik-politikaları zorla, tehditle “borçlu ülkelerde” yürürlüğe koyulması
için “gecesini, gündüzüne katıyor”. DDR’deki bürokratik kapitalizminin arkasına
gizlenerek sosyalizm aleyhinde durmadan kararlama kampanyaları yürüten Merkel
ve onun gerici partisinin neden sosyalizm düşmanı oldukları, acımasız ve sömürücü
burjuvaların temsilciler olmalarından kaynakladığı belirginliğe kavuşuyor.
Burjuvazi,
yıllardan beri “demokrasi laflarını” dilinde düşürmez. Sözde iktidarda
olmalarını “serbest seçimlerle” halk kitleleri belirliyor!
Yunanistan’ının
eski başbakanı Giorgos Papandreou’nun, kendilerine dayatılan borçlarını
ödettirmeyi ve dolayısıyla işçi ve emekçilerin sömürülmesini daha da
katmerleştirmeyi amaçlayan, “yeni tasarruf programının” yürürlüğe girmesine,
parlamentonun yanı sıra referandum yoluyla halkında karar vermesini istediğini açıklaması, Alman hükümetinin ve
Bankaların, “patronlar örgütlerinin”, ayağa kalkıp, “nasırlarına basılmış gibi” çığırtılarıyla
“yeri, göğü inletmelerine “ yol açtı.
Böylece,
“Halkın iradesi, demokrasi” üzerine yapılan propagandaların tümünü sahte olduğu
bir kez daha ortaya çıktı. Burjuvazinin karına dokunmadıkça “ demokrasi “ var
olur, ama onun acımasız sömürüsüne hayır denildi mi? Demokrasi ve onun
kuralları hemen rafa kaldırılır. DDR’de demokrasinin olmadığı lafların dilline
dolayan Merkel, Papandreou’nun “son tasarruf programın halkın oyuna sunacağım”
demesi karşısında, Yunanistan’ın AB’den atmakla tehdit etmekten çekinmedi.
İnsanlar
iliğine kadar sömürecekle ama sömürülenlere, “ülkeyi ekonomik düzlüğe
çıkarılacağı” iddia edilen bu programı “kabul ediyor musun? Etmiyor musun?”
Diye bir şey sorulmayacak!. İstene buydu. Nitekim Papandreou, referandum yerine,
Merkel’in istediği “ulusa hükümetin” kurulmasını ve kendisinin başbakanlıktan
ayrılmasını kabul ederek, sahte direnme taktiklerin bir yana bırakarak istifa
etti.
AB
atılma tehdit, ”Yunan burjuvazinin”, “eteklerinin tutuşmasına” yetide, arttı.
Oysa AB ve para birliğinde en fazla faydalana, Almanya’nın uluslararası tekelci
sermayedir.
Batı-Almanya,
doğu-Almanya’yı Sovyetlerden satın aldıktan sonra, neo-liberal politikalarla,
sosyal-devlet uygulamalarına son veren ve iş gücünün en ucuz şekilde
edilmesinin ortamını yaratan ve AB diğer ülkelerine karşı avantajlar elde
ederek, en fazla ihracat yapan, diğer AB ülkelerin aksine ihracatı, ithalatı
çok fazla olan ve yine rekabet gücü karşısında direnemeyen diğer AB ülkelerinde
üretimin gerilemesine, fabrikaların kapamasına neden olan ve de doğu Avrupa’nın,özellikle Rusya’nın
liberal kapitalist sisteme katılmasıyla, emperyalist sermaye için en ucuz
işgücünün ortaya çıkmasının yanı sıra
gelişmiş teknolojinin, yetişim teknik elemanların ve sermayenin yatırım için
çok uygun alt-yapının ve hammadde kaynaklarının var olmasından esas olarak
yararlana Almanya’nın güçlü Tekelci şirketleri, güney Avrupa ülkelerini terke edip, daha
fazla kar elde etmek için doğu-Avrupa ülkelerine üşüştüler.
Bu
durum, güney Avrupa ülkelerinin ihracatıyla, ithalatı arasındaki “makasın” daha
da açılmasına neden oldu ve bu ülkeler, ithalatlarını karşılamak için giderek
önemli boyutlara tırmana kredilere ihtiyaç duydu ve “bu ihtiyaçlara ” cevap
verenlerin başında yine Alman bankaların olmak üzere, Fransız, Hollanda ve Avusturya bankaları
geldi. Ve bunlar Yüksek faizli kredi muslukların açtılar. Son ekonomik krize
kadar borç taksitlerin zamanında ödeyerek yeni borçlar edine “Alman ve Fransız
bankalarına borçlu olan ülkeler” ekonomik krizin, ekonomilerini durgunluk içine
itmesi sonucu, borçlarını ödeyememe sorunuyla baş, başa kaldılar.
Şimdi
Merkel, güney Avrupa ülkelerinin borçlarını ödeyememelerin nedeni, Almanya’nın
Finans kapitalinin aşır kar hırs değilmişçesine, Alman bankalarına borçlu olan
ülkelere “halklarınızı sefalet içine iti
ve borçlarınız ödeyin” diyor ve Almanya’da 1990lar sonrası yürürlüğe sokulan
“tasarruf programlarını” zorla bu ülkelere de uygulatmaya çalışıyor.
Güney
Avrupa’nın ülkelerinin burjuvaları,
AB’yle ekonomik, siyasi olarak birleştikleri için “AB efendisi” Fransa’nın,
Almanya’nın karşısında direnemiyor ve Fransa’nın, Almanya’nın bankalarının
alacaklarını toplamakla görevli hükümetlere boyun eğip, “gözlerini
kırpmadan” ülkelerindeki, işçilerin,
emekçilerin sefaletini hazırlıyorlar.
Baskısız,
hegemonyasız Sermayenin AB olamayacağı, her gecen gün daha da açığa çıkıyor.
Sermaye, birbirleri üzerinde baskı ve
hegemonya kurmaya çalışır görünürken, esas hedef aldıkları işçiler ve emekçilerdir.
Bunun için sömürülenlere karşı hemen birlik oluyorlar. AB’nin hükümetlerinin
toplantılarında alınan “tasarruf programlarına” AB’ne ait tek bir ülke hükümet bile itiraz etmiyor. Aksine hepsi,
işsizliği durmanda artıran, yoksulluğu genişletip, geliştiren tasarruf programlarını
yürürlüğe koymak için “can atıyorlar”.
İşçilerin ve emekçilerin mücadelesi.
Yunanistanlı işçiler ve emekçiler başta olmak
üzere, güney Avrupa ülkelerinin işçileri ve emekçileri, burjuvazinin saldırılarına
karşı sesiz kalmıyor, üst, üste grevler, genel grevler yaparak ve
yürüyüşleriyle, mitingleriyle, sokak
işgalleriyle, polislerle çatışarak, hükümetleri ekonomik saldırı
politikalarından vazgeçmeye zorluyorlar.
Ama Yunanistan’da, Portekiz’de, İspanya’da, İtalya’da, İngiltere’de v.s
patlak veren kitlesel mücadelelere rağmen, burjuva hükümetleri tasarruf
programların yürürlüğe koymada geriye bir adım bile atmıyor. Sıkıştıkları
zaman, işbaşında ve yıprana hükümetlerin
yerine başka burjuva partilerinin hükümetleri gelmesi için, burjuva seçim
sistemin devreye sokup, “halkın tasarruf programlarını” onayladığına dair
intibalar yaratarak, bildikleri yolda kararlıkla yürüyorlar.
Seçimle
hükümetten düşürülen “Yıprana hükümetlerin” tümü, neo-liberal politikalara
adapte olan ve “sosyal-devlet” politikalarını
terk eden “sosyalist” veya
sosyal-demokrat partilerdir. Bu partilerin yerine iş-başına gelenlerse, devamlı
liberal kapitalizmin savuna burjuva muhafazakâr partiler. Aslında,
burjuvazinin, sağcı diye nitelendirilen
bu partileri hükümete getirmesinin nedeni, “tasarruf programlarının” yürürlüğe
girmesini istemeyen ve direnen kitlelere karşı, daha şiddetli siyasi
saldırılara başvurulmasını sağlamak içindir. Artık, Avrupa’da, da burjuvazi
içinde, devlet şiddetine daha fazla başvurmadan,
kitlesel direnişlerin durdurulamayacağı görüşleri yaygınlaşıyor. Bunun için
siyasi saldırılar, tam anlamıyla devreye sokmak isteniliyor. Bunun için bir
yanda, Yunanistan’da, da olduğu gibi askeri darbe tehditlerin gündeme getirerek,
İşçilerin, emekçilerin, gençlerin gözlerin korkutulmaya çalışıyor, diğer yanda
Portekiz’de, İspanya’da, Salaza, Franko faşizminin savunucusu partiler,
“sosyalist” veya sosyal-demokrat partilerin izledikleri neo-liberal politikalar
karşısında hayal karıklığına uğrayan kitlelere,
“kurtarıcılar” olarak sunuluyor. Oysa bu partilerin tek yapacakları şey,
sefaletin artışına karşı direnen kitleleri “devlet düzeninin sağlanması” adına
faşist devletin şiddet metotlarıyla sindirmektir.
Seçimlerle
hiçbir şeyin değişmeyeceğine inana ve bu yüzden seçimlere katılmayanların oranı
%50ler düzeyinde olmasına rağmen, seçimler “geçerli” sayılıyor ve böylece bir
dönem faşizm destekleyen partilerin hükümete gelmelerinin yolları açılıyor.
İspanya’da,
bir önceki seçimlere göre seçime katılma oranının düşüklüğüne rağmen, hükümete
gelen, bir dönem Franko faşizminin destekleyicisi olan parti, “sosyalist hükümeti” döneminde
sokakları işgal eden ve iş isteyen gençleri “ niye saldırıya geçip,
dağıtmıyorsun, devlet düzenini sağlamıyorsun” diye eleştiriyordu. Şimdi bu parti, İspanya’da
hükümete geldi ve direnlere karşı hemen saldırıya geçeceği açık değil mi?
İşçileri emekçilerin
bekleyen görev
Avrupa burjuvazisinin ekonomik saldırıları
karşında tek, tek ve ülkeler düzeyinde yapılan grevler, genel grevler,
yürüyüşler, mitingler, sokak işgalleri, burjuvaziyi ekonomik saldırılarından
vazgeçiremedi. Tüm AB üye ülkelerin hükümetleri, birleşen burjuvazinin çıkarına
siyasi ve ekonomik politikalar izlediklerine göre, AB ülkelerinin işçileri,
emekçileri bir anda genel greve gitmek zorundalar, Başka türlü burjuvazi geriye
adım atmaz. Almanya’daki Sol partinin(Linke Partei) başladığı ve çağrısını
yaptığı, “Avrupa birliğinde genel grev”
yapmak kaçınılmazdır. Başka türlü birleşik burjuvazinin ekonomik ve
siyasi saldırıları durdurulamaz.
AB
işçi sınıfın, Sol partinin gündeme getirdiği acil talepler için genel greve girmeden
kısa dönemde bir çıkış yolu dahi bulunamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder