Aydın Çubukçunun Lenin’in “emperyalist
ekonomizm” görüşlerinin yorumu!
Aydın,
Kürt halkının ulusal sorunuyla ilgili olarak şimdiye kadar “sosyalistlerin” kaleme aldıkları “pek de
derinlikli olmayan” görüşleri “
derinleştiriyor! .Bu “derinleştirmesini” Lenin’in “emperyalist ekonomizm” görüşlerini eleştiren yazılarını “temel “ alması
ve Lenin’in görüşlerinden bol, bol alıntı yapması ise, işi daha da ilginç
boyutlara taşıyor.
Aydın’ın,”
‘Emperyalist ekonomizm-Marksizm Bir karikatürü ‘derleme belki o günler de olduğundan
daha büyük dikkatle bugün okumayı hak ediyor” diyerek, seneler sonra Lenin’in görüşlerinin okunmasını
tavsiye etmesi çok güzel!.
Ama
“ne yazık ki” Marksist-Leninist düşüncelerin tartışılmasının yeniden gündeme
taşıyan “Aydınlar” değil , “yeni TKP” dir. Aydın ve diğer Ö.D’nın(özgürlük-dünyası)
yazarları TKP’lilere cevap vermek için Marksist-Leninist düşüncelere “yeni yorumlar” getirmek zorunda kalıyorlar.
Lenin’in
ulusal sorunla ilgili yazılarının içinden “ Emperyalist ekonomizm-Marksizm Bir
karikatürü” yazısının seçilmesi yine Ö.D’nın ve Aydın’ın ulusal sorunla ilgili “yeni düşüncelerinin” ve izledikleri
taktiklerinin doğru olduğunu (zere kadar
bile olsa) kanıtlamıyor.
Lenin’in
(Aydın tarafından alıntıları yapılan) yazılarının esas ilgilendiği konu; ulusal sorunu nasıl çözülmesi gerektiğiyle
ilgili değil,(1) emperyalist-kapitalist dönemle birlikte ulusal sorun ve çözümü
diye bir sorunun artık ortadan kalktığı iddiasını yanlışlığını göstermeydi.
Ama
Aydın, kendi düşüncesini sözde doğruluğunu kanıtlamak için “emperyalist-ekonomistlerin”
ulusal sorunun çözümünü yalnızca “sosyalist sistemle” mümkün olduğunu ileri
sürdüklerin ve Lenin’in de bu düşünceleri yanlış bulduğunu iddia edebiliyor.
Kapitalizm uluslaşmayı, ulusal
devletleri hem orta çıkarı, hem de Ortadan kaldırır.
Uluslar
ve ezen, ezilen ulus ilişkileri kapitalizm şafağıyla ortaya çıkar ve kapitalizm
genişleyip, geliştikçe uluslaşmanın, ulusal devletlerin, ulusal farklılıkların
ortadan kalmasının zeminin hazırlar.
Bilindiği
gibi; kapitalizm feodal parçalanmışlığa son vererek toplumu merkezîleştirir. Toprağın
esas üretim aracı olmasını ortadan kaldırıp, kırların egemenliğine son verir ve
Fabrikaları (yani makineleri )esas üretim aracı haline getirir ve bunun doğal
sonucu olarak şehirleşmeyi geliştirir ve de şehirleri(sanayiyi) kırların(tarım üretimin) üzerinde egemen kılar ve tarım ekonomisini
şehirlerdeki sanayi üretimine bağımlı hale getirir.
Bu
toplumsal gelişme, siyasi demokrasinin( burjuva demokrasinin) doğmasının
ortamını hazırladı.
Kapitalist
ekonominin, genişleyen yeniden üretim niteliğinde olması ve de Pazar için meta
üretimin egemenliği, tüm dünya pazarlarını bir zincirin halkaları haline
getirir. Ve yine iş-gücünün meta haline gelmesi, hangi ulustan olursa olsun,
özel mülkiyetten arınmış ve iş-gücünü satmaktan başka “çaresi” kalmamış
emekçileri sınıf temelin de bir araya getirir. Bu gelişme aynı zamanda, ulusal
(veya dinsel, mezhepsel) temelde
emekçilerin bölünmelerinin ortadan kalkmasının zemini oluşturur.
Lenin’in
“emperyalist- ekonomizm” diye nitelendirdiği görüşleri savunanlar, sadece
kapitalist ekonominin egemen olmasına ve “ulusal devlerin” ve ulusal farklıkların
ortadan kalkma sürecinin başlamasına bakarak, ezilen ulusların kendi kaderini, kendilerinin
tayın etmesinin mutlak savunulmasına, siyasi demokrasinin ( burjuva demokrasinin) talepleri için mücadele edilmesine gerek olmadığını şekillin de yorumlar
yapıyorlardı.
Lenin,
sadece ekonomik duruma göre sınıf mücadelesine yaklaşımın ekonomizm olduğunu ve
teorik olarak doğru olan kapitalist ekonominin gelişmesinin sonuçlarına göre, o günün (ve de bu günün de aynı şey söylene bilinir)pratik
sınıf mücadelesinin gerçeklerinin inkâr edilmesine itiraz ediyordu ve gündemde
olan İsveç’le, Norveç’in ulusal
çatışmasını varlığını ve Norveç’in
ulusal devletinin kurulabildiğini örnek gösterip siyasi demokrasinin, emperyalist-kapitalist
sistem için de elde edilmesinin mümkün olduğunu öne sürüyordu
ve de “emperyalist-ekonomistleri”
eleştiriyordu.
Şimdi
Türkiye’de “yeni TKP”ler dahil olmak
üzere hiç kimsenin “siyasi demokrasi için mücadele bitmiştir” demediğine göre,
Aydın’ın “neden bu iddiada bulunuyor” sorusunun cevabı açıktır. Çünkü Aydın, demokrasiyle ilgili yanlış görüşlerin
doğrultusunda izlene taktikleri aklamayı kendisine baş görev edinmiştir. İşte
kanıtı:
“Marksizm’i ( yani Leninizm’i)(2) emperyalist çağını
Marksizm olarak tanımlayan Stalin, basit bir formül ileri sürmüyordu.
Emperyalizm çağıyla birlikte yalnızca kapitalizm özellikleri değişmekle
kalmamış, aynı zamanda devrimin sorunları da çeşitlenmiş ve proleter devrimin
cephesi genişlemiştir. Örneğin, kapitalizmin tekel öncesi ‘burjuvazinin
işi’ olarak görülen pek çok sosyal ve
siyasi ilerleme, artık büyük ölçüde
proletaryanın devrimci görevleri haline gelmiştir…………Burjuvazi tekelci
emperyalist haliyle ‘ devrimci barutunu
tüketti’ diye bu görevlerin yerine getirilmesi
gereği ortadan kalmıyordu. ‘demokratik devrim’ kavramı bu koşulların
ürünüydü. ‘ demokratik devrimde proletaryanın görevleri’ diye yeni bir başlık
açma gereği de bu yüzden doğmuştur”(A.Ç-Ö. D, sayı 227,saf 10, a. ç .Y)
Aydın’ın
bu alıntısının yaptığımız görüşlere baktığında, Marks ve Engels’in feodalizme
karşı, burjuva devrimlerini desteklediklerini ve bizzat savaşın içinde yer
alarak, burjuva demokrasini egemenliği için mücadele ettiklerini ve buna benzer
dünyadaki feodal despotizme karşı burjuvazinin önderliğindeki burjuva
devrimlerinden yana tavır aldıklarını inkar etmemiz ve bunların “emperyalist-kapitalizm
çağıyla” birlikte ortaya çıktığını öne sürmemiz gerekiyor!
Ve
yine “demokratik-devrim kavramının” emperyalist-kapitalist” dönemle birlikte ortaya
çıkmadığını, feodal sisteme karşı, burjuva demokrasinin devrimci tarz da gerçekleştirmenin
izahı olduğunu herkes bilir.
Her
şeyden önce, kapitalizm üst aşaması olana tekelci kapitalizme geçiş, “ulus
sorunun” dünyanın temel sorunu haline getirmediği, kapitalizmin niteliğinde(
özünde) bir değişikliğe yol açmadığı gibi toplumu daha “geriye çekerek”
,sosyalizme geçişi gündemde çıkaramadı. Aydın’la birlikte ulusalcı görüşleri
savunanlar, kapitalizmin tekelci döneme girmesinin sosyalizm arifesi, geberen
kapitalizm olarak görmüyorlar, tam tersine(kapitalizmin ilk dönemi gibi)
emperyalizm dönemi de ulusal çelişkileri “ortaya çıkarak” sosyalizme geçişi ertelediğini
iddia edebiliyorlar.
Stalin’in
Leninizm emperyalist ( tekelci kapitalist dönemin) Marksizm olarak nitelendiren
görüşlerinin esasını, sosyalizmin en gelişmiş kapitalist ülkelerde zafere erişe
bileceğini ön gören Marksist düşüncelerin, kapitalizmin tekelci kapitalizm geçişiyle
birlikte değiştiğini öne sürmesi ve sosyalizmin zaferinin, kapitalizmin en gelişmiş olmayan ülkelerinde
de (emperyalist- kapitalist sistemin zincirinin en zayıf halkasının koptuğu, yani
kapitalizmin çelişkilerinin ne yoğun olarak ortaya çıktığı yerlerde ) gerçekleştiğini
ileri süren tezin Lenin’in ait olduğu iddiası belirler ve de bunun içinde
Leninizm’i, emperyalist-kapitalist dönemin Marksizm diye tanımladı.
Başka değişle Stalin, Lenin’in bu görüşlerinin
Marksist teoriye bir katkı olduğu yorumuna göre Leninizm’in,
emperyalist-kapitalist dönemin Marksizm olduğunu ileri sürmüştü.
Aydın’ı
iddialarının tam tersine, sömürgeler de yeni dönemin başlamasının sağlayan
kapitalizmin, tekelci kapitalist döneme girmesi değil, ekim devrimiydi. Ekim
devrimi emperyalistlerin boyunduruğu altında olan ülkeleri derinde etkilemiş,
ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasının ortamını hazırlamıştı.
Ve yine Ekim devrimi ve sosyalizmin zaferi; emperyalist
devletlere karşı anti-sömürgecilik mücadeleyi, dünya proleter devriminin yedek
gücü haline getirmişti.
Sömürge
ülkelerin ulusal kurtuluşu mücadelesinin dünya sosyalist devrimin bir kaldıracı
olması, sömürge ülkelerinde ki anti-
sömürgecilik mücadelesinin sosyalizm amacına tabi kılınması ve aynı zamanda sömürgelerin
ulusal bağımsızlığının ( devlet bağımsızlığının) sağlanması, sadece kapitalizm
koşulları altında değil, sosyalist mücadelenin temelinde de mümkün olduğunun,
kapitalizm sınırlarının dışına çıkıldığının da bir göstergesiydi.
Emperyalist-kapitalist
dönemle birlikte sermaye ihracının esas hale gelmesiyle kapitalist üretim
ilişkileri gelişmesi, sömürge
ülkelerinin büyük çoğunluğunda sınıf farklılıkları ortaya çıkarmış ve
proletaryanın, sömürgeciliğe karşı verilen ulusal kurtuluş savaşına önderlik
edebilmesinin objektif koşulların oluşturmuştu.
Aydın,
bu gerçeği göz arda etmek için sözde burjuvazinin demokrasi mücadelesinden
vazgeçmesini ve “devrimci barutunu” tüketmesini tekelci döneme has bir olaymış
gibi ele alıp, Leninizm’e “ yeni değerle biçiyor”, yeni katkılarda! Bulunuyor.
Oysa burjuvazinin feodal sisteme karşı demokrasi mücadelesinde “vazgeçmesi”
, feodal egemenlerle aynı cephede buluşması ve feodal sistemin devrimci tarzda
tasfiye edilmesi mücadelesini terk etmesi,
feodal toprak sahiplerinin, feodal
beyliklerin, krallıkların evrimci tarza kapitalizme adapte olmalarından yana olması; proletaryanın anti-feodal burjuva
demokrasi için mücadelede, burjuvazinin
peşinden gitmeği bırakmasından, kendiliğinden sınıf bilinciyle de olsa,
bağımsız sınıf olarak harekete geçip, burjuvaziye karşı da ayrı sınıf taleplerini
öne sürmesinden ve böylece bağımsız sınıf kimliğiyle tarih sahnesine çıkmasından dolayıydı.
Burjuvazinin,
devrimci demokrasi mücadelesinden ayrılıp, feodal egemenlerle cephe kurarak
onların egemenliklerine dokunmaması, Aydın’ın iddia ettiği gibi,1900
emperyalist döneme geçit sırasında değil,1848 deki Fransa’daki işçi sınıfının (ekonomik
talepler içinde olsa,) sanayi burjuvazisine, bankerlerin iktidarına karşı isyan
etmesiyle başladı. Bu mücadele aynı zaman da( Marks’ın dediği gibi) burjuva içerikli ve kapitalizm koşullarında
elde edilmesi mümkün olan talepler için mücadele özeliğini taşısa da, işçi
sınıfı bağımsız bir sınıf olarak iktidar hedefiyle tarih sahnesine çıktığının
da göstergesiydi.
Sanayi
burjuvazisi, işçilerin burjuva demokrat
haklar için mücadele etmesini kendi sınıfsal varlığı için tehlikeli görüyordu
ve bunun için demokrasi mücadelesini terk ederek, kendisi gibi özel mülkiyetçi
kapitalizm öncesi gerici sınıflarla birleşiyordu.
Ve
burjuvazinin demokrasi mücadelesinde önderliği terk etmesini, demokrasi düşmanı
sınıflarla birleşmesini ve iktidarı onlarla paylaşmasını ilk tespit eden Lenin
değil, Marks ve Engels’ti.
Marks
ve Engels, demokrasi mücadelesinin burjuvazinin tekelinde olmadığını, bu görevi
üstlene proletaryanın toplumun demokratlaşmasını sağlaya bileceğini öne
sürdüler.
Lenin, Marks ve Engels’in yolunu takip ederek, proletaryanın önderliği altında aşamalı ve kesintisiz demokratik devrimi tezini savundu, demokrasi mücadelesine yol gösterdi ve de ekim devrimiyle de pratiğe geçirdi.
Lenin, Marks ve Engels’in yolunu takip ederek, proletaryanın önderliği altında aşamalı ve kesintisiz demokratik devrimi tezini savundu, demokrasi mücadelesine yol gösterdi ve de ekim devrimiyle de pratiğe geçirdi.
1848
proletaryanın isyanından sonra, burjuva demokrasi için mücadelenin önderliğini
yapma, toplumsal demokrasinin gelişmesini, toplumun tarihsel ilerleyişin
sağlama görevi proletaryanın eline geçti.
Marks,
Engels dönemi de güçlü devletlerin ulusal baskısı altında olan, ezilen ulusun
bağımsızlık mücadelesine, feodal sınıfları karşı olup, olmamasına, toplumun
demokratlaştırılmasına katkıda bulunup, bulunmamasına göre yaklaşılmıştı.
Marks, Rus çağlığını kışkırttığı, Ortodoks mezhebine mensup, Osmanlı devletinin boyunduruğu altında olan ulusların bağımsızlık ve ayrı devlet kurma mücadelesini desteklememişti; çünkü Osmanlı devleti, o dönem, Avrupa’nın feodal gericiliğinin merkezi olan Çarlığın tersine, kapitalist üretim ilişkilerin önündeki feodal engelleri kaldırarak, kapitalizmin gelişmesinin yollarını açıyordu.
Marks, Rus çağlığını kışkırttığı, Ortodoks mezhebine mensup, Osmanlı devletinin boyunduruğu altında olan ulusların bağımsızlık ve ayrı devlet kurma mücadelesini desteklememişti; çünkü Osmanlı devleti, o dönem, Avrupa’nın feodal gericiliğinin merkezi olan Çarlığın tersine, kapitalist üretim ilişkilerin önündeki feodal engelleri kaldırarak, kapitalizmin gelişmesinin yollarını açıyordu.
Peki
Lenin’in, demokrasi ve UKTH konusunda Marks’tan farklımı düşünüyordu?. İşte bu
durumu açığa çıkarma, “proleter siyaseti” burjuvaziye tabi kılmanın teorisin
yapan “aydınları” rahatsız ediyor.
Lenin,
demokrasi mücadelesine yaklaşımında, Marks ve Engels’in çizgisinin takip ediği
inkâr edilmez bir gerçektir. Lenin, burjuva içerikli demokratik talepler için
mücadelenin proletarya öncülüğünde gerçekleşmesini ve sosyalist devrimin bir
aracı haline dönüştürülmesini savundu
Ve
de, burjuvazinin önderliğindeki gerçekleşen demokrasiden daha kapsamlı demokratik
sistemin gerçekleşe bileceğini özelikle vurguluyordu.
Lenin’in demokrasi mücadelesine bakışı
Lenin’in,
gerek Menşeviklerle, gerekse diğer küçük burjuva hareketlerle, burjuva içerikli
demokrasi mücadelesindeki temel görüş ayrılığının, demokrasi mücadelesinin
sosyalist devrimi tabi ve onun bir aracı olup, olmaması noktasında
düğümlendiğini her ”sosyalist” bilir.
Lenin,
demokratik devrimin, sosyalist devrimin bir aracı olmasını belirleyenin,
proletaryanın devrimde önderliğinin olduğunu öne sürüyordu.
Menşevikler ise, burjuvazinin öncülüğünde burjuva demokratik devrimi tamamlamadan, kapitalizm gelişmeden, sosyalist devrimin objektif koşulları oluşmaz diyorlardı.
Menşevikler ise, burjuvazinin öncülüğünde burjuva demokratik devrimi tamamlamadan, kapitalizm gelişmeden, sosyalist devrimin objektif koşulları oluşmaz diyorlardı.
Lenin’se
tam tersine, sosyalizm amaçlı anti-kapitalist mücadelenin objektif koşullarını,
kapitalizmin gelişme düzeyine değil, proletaryanın bağımsız bir sınıf olarak
tarih sahnesine çıkmasının belirlediğini savundu.
Ve
yine Lenin devrimin; proletaryanın önderliğinde ki burjuva içerikli demokrasi
mücadelesiyle, sosyalizm amaçlı mücadelenin iç, içe geçmesi, devrimin,
kesintisiz ve aşamalı devrimin niteliğini belirlediğinin öne süren görüşlerinin
ışığında, devrimin stratejisini ve taktiklerini tespit etti.
Tüm
bunlara rağmen, Aydın ve Ö.D’nın diğer yazarlarına göre, Lenin’le(dolayısıyla
Bolşeviklerle) Menşevikler arasındaki demokrasi konusundaki görüş ayrılığı,
demokrasi mücadelesini yürütüp, yürütmeme konusu da çıkıyormuş! Menşevikler,
“demokrasi mücadelesi, burjuvazinin iştir, biz sosyalizm için mücadele edelim,
onlarda demokrasi için mücadele etsin, Lenin’de demokrasi mücadelesini biz
yürütelim” diyormuş!.
“Anti-kapitalist mücadelenin objektif
koşulları yok, kapitalist gelişmenin önüne engel çıkaran feodal üretim
ilişkileri ve üst yapı, demokrasi mücadelesiyle tasfiye edilmeden ve kapitalist
üretim tarzı egemen hale gelmeden, sosyalizm
amaçlı anti-kapitalist mücadelenin
objektif koşulları oluşmaz, proletaryanın bu koşulardaki görevi, demokrasi mücadelesin
de burjuvazinin önderliğini desteklemek,
sosyalizm için mücadelenin objektif koşullarının oluşmasına katkıda
bulunmaktır” diyen bir siyasi hareketin,” sosyalizm için mücadele” diye bir
sorunu olabilir mi?(3)
Tekrar
edersek Menşevikler, anti-feodal demokrasi mücadelesinde burjuvaziyi
destekleyelim, burjuva demokrasi gerçekleştikten ve kapitalizm geliştikten
sonra ancak, sosyalist mücadelenin objektif koşulları oluşa bilirliği ifade
eden görüşleri savunuyorlardı.
Peki,
sosyalizm için mücadelenin objektif
olarak gündeme gelmesi mümkün olmadığını iddia edenlerin, “biz sosyalizm için
mücadele edelim” diye bilir mi? ! Olmayan bir şey uğruna nasıl mücadele edilir!
Aydının
göz ardı ettirmeğe çalıştığı esas unsur, burjuva içerikli demokrasi talepleri
için mücadele, hangi sınıfın öndeliğinde yürütülmesinin gerekliğidir.
Aydın
ve Ö.D’nın yazarları,( ısrarla) burjuva içerikli demokrasi talepleri için
mücadele mutlaka burjuvazinin önderliğinde ve emperyalist- kapitalist sistem
için gerçekleşe bileceğini ön gören düşünceleri savunuyorlar ve Lenin’in de bu
düşüncelerine “ortak” ediyorlar!
Burjuva
kuyrukçusu demokrasi mücadelesi anlayışına sahip olduklarını sözde gizlemek
için de, demokrasi mücadelesinde yana olup, olmamayı tartışma konusu haline
getirmeğe çalışıyorlar!
Şimdi
(bu tavırları açığa çıkması diye), proletarya öndeliğin ve sosyalizm amacına
tabi olarak demokrasi mücadelesinin savunmasını , ”demokrasi için mücadelenin inkârı”
diye (akılları sıra) lanse etmeye
yeltenmeleri boş bir uğraşı değil mi ?!
Bir
dönem (durmadan tekrar ediğim gibi) MDD’ çiler, ”tam bağımsızlık ve gerçek
demokrasi için mücadelede önderlik pazarlık konusu değil, kim güçlüyse o sınıf
önder olur” diyorlardı ve Türkiye’deki kapitalist gelişme, proletaryanın
devrimci-demokrasi mücadelesine önderlik edebilmesinin objektif koşullarını
oluşturmadığını, “burjuvazinin kuyruğuna
takılmaktan başka çare kalmadığını da”
ilave ediyorlardı.
Gerekçeleri
açıktı!; proletaryanın siyasi ve örgütsel hareketi güçsüzse yapılması gereken
tek şey; burjuvazinin kuyruğuna takılmaydı!.
Aradan
gecen 45 seneye aşkın bir süre sonra bile “o zamandan kalan Marksistler” yine
aynı görüşleri savuna biliyorlar.
Ezilen
ulusların kendi kaderlerini, kendilerinin tayin etmesi, kapitalizm koşullarında
mümkün olduğu, sömürge ülkelerin büyük çoğunluğunun ( ve emperyalist-kapitalist sistemin dışın
çıkmadan) sömürgeciliği tasfiye edilmesiyle, ulusal bağımsızlıklarına
kavuşmalarıyla ve ulusal devletlerini kurmalarıyla somut olarak kanıtlanmıştır.
Bu
durumları önceden tahlil eden Lenin, ulusların kaderinin tayin hakkının mutlak
savunulmasıyla, hakkı kullanılması arasında temel farklılığı özellikle
vurguluyordu.
Müthiş! Ulusların kaderinin tayin hakkını savunucu kesilen “Aydınlar” nedense! Lenin’in ulusal sorun konusunda ki bu temel farklığı ortaya koyduğunu yok vazediyorlar. Çünkü Leninizm; sınıf bilincine varmış proletaryanın, ulusların kaderinin tayin hakkının kullanmasını, dünya proletaryasının çıkarına ve toplumun ilerleyişine katkıda bulunup, bulunmamasına göre ele alınmasının zorunlu olduğunu öne sürer.
Müthiş! Ulusların kaderinin tayin hakkını savunucu kesilen “Aydınlar” nedense! Lenin’in ulusal sorun konusunda ki bu temel farklığı ortaya koyduğunu yok vazediyorlar. Çünkü Leninizm; sınıf bilincine varmış proletaryanın, ulusların kaderinin tayin hakkının kullanmasını, dünya proletaryasının çıkarına ve toplumun ilerleyişine katkıda bulunup, bulunmamasına göre ele alınmasının zorunlu olduğunu öne sürer.
Türkiye “demokratik-devrim” aşamasında mı?
Demokratik
devrim, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesini ve kapitalizmin egemen
sistem haline gelmesini önleyen feodal üretim ilişkilerinin ve siyasi yapısının
devrimci tarzda tasfiyesinin ifadesidir. Bu devrimin amacı; serfliği tasfiye
ederek, kır emekçilerini her türlü kişisel bağımlılık ilişkilerinden kurtarıp,
iş güçlerini özgürce satabilecek vatandaşlar haline getirmektir.
Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri,
o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da
bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters
düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların
engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi
temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.
Karl Marks
Karl Marks
Marks’ın tüm devrimler için tanımladığı bu
durumu, günümüzün Türkiye’sine “uyarlamaya” çalıştığımızda, bir ülkenin burjuva
demokratik devrim aşamasında olması için, üretici güçlerin gelişmesini önleyen
üretim ilişkileriyle, (feodal üretim ilişkileriyle) üretici güçler ve
dolayısıyla üretici güçlerin gelişmesiyle uyum içinde olan ve onun gelişmesine
katkıda bulunanın kapitalist üretim ilişkileri aralarında çelişkinin var olması gerekir. “Demokratik devrim”; aynı
zamandan, alt üretim tarzından, üst üretim
tarzına geçişi de ifade eder.
Şimdi,
Ö.D ve Aydın, Türkiye’de feodal üretimi ilişkilerinin, üretici güçlerin
gelişmesinin önünde bir engel olduğunu iddia etmiyor ve yine feodal üst yapı
tasfiye olmadan, kapitalizm ve demokrasi gelişmez diye bir görüşte öne
sürmüyorlar. Peki, bu “demokratik-devrim”
tanımı neyi, nesi !?.
Oysa
Türkiye dâhil olmak üzere, dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğun da üretici
güçlerin gelişmesiyle çatışma içinde (ve onun gelişmesine engel olan) esas
üretim ilişkileri, bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkileridir. Bunun için
Lenin, “çağımız proleter devrimler çağıdır” demişti.
Sosyalizmin
geçici olarak tasfiye olması ve sosyalist ülkelerin kapitalizme geri dönmeleri;
Lenin’in tarif ettiği çağımızın niteliğinde ( en küçük tarzda bile olsa) bir
değişikliğe yol açmadığı, ekonomik krizlerin bataklığına gömülen kapitalist ekonominin
çıkmazıyla da kanıtlanmıyor mu ?
Tüm
bunlara rağmen Türkiye de “demokratik
devrimden” dem vurmanın tek amacı, ”devrim” laflarıyla var olan reformist
anlayışları, taktikleri gizlemedir.
İnsan
iradesi dışında var olan bu ekonomik durumu şarlatanca ve iradeci bir tarzda
inkâr ederek, toplumsal sorunlara yaklaşmanın hiçbir “kıymeti harbiye si”
yoktur .
Sovyetlerin
tasfiyesinden sonra, burjuvazi tarafından başlatılan Marksizm’i gözden düşürme
faaliyetlerinden en fazla ekilenlerin başına “Türkiye Marksistlerin” geldiğini
ileri sürmek kesinlikle abartılı bir tespit değil.
Kürt
ulusal sorunun Marksizm ışığında analiz edilmesinin önüne geçmek için, tarihi ve diyalektik materyalist düşüncenin
“yanlışlığını” gösterme uğraşısına girişenler, ilk önce maddenin tayın edici
olduğu ileri süren Marksist görüşlerin sözde yanlışlığı “keşif edip”, maddenin değil, iradenin tayin edici olduğunu
“ispat etmeğe” yeltendiler.
Ve
bunlar, her hangi bir ülkede ki “devrimin” karakterinin tespit etmeyi, ekonomik
(maddi) temele, başka değişle üretici güçlerle, üretim ilişkisi arasındaki
ilişkiye göre değil, iradeci (yani sübjektif) bir tarzda yapmayı eylediler.
Kürt
burjuva çevrelerinin yanı sıra, Maocuların çıkardığı ve hatır sayılır okuyucu
kitlesine sahip “teori- pratik” isimli dergi bu görüşleri yaymanın önemli aracı
oldu.
Bu
dergi aynı zamanda, Marksizm’e açıktan saldırıya geçen Kürt ulusal hareketin
görüşlerinin gönüllü savunucusu kesildi.
Ö.D
ve onun yazarları da (utangaç bir tarz da) “iradeciliğin tayin edici olduğunu”
ileri süren görüşlere birim verdiler. Bunun içinde, üretici güçlerle, üretim
ilişkileri arasındaki ilişkiye göre değil, keyfi bir tarzda Türkiye’deki devrim
aşamasını sözde tespit ettiler ve buna göre taktikler belirlemeye çalıştılar ve
çalışıyorlar.
Bu
görüşlerin dışında, geçmişte MDD görüşlerini savunarak, Türkiye’nin demokratik
devrim aşamasında olduğunu ileri sürenler, Türkiye’yi yarı-feodal ülke olarak
tanımlıyorlardı ve sözde üretici güçlerle uyum içinde olduğunu iddia ettikleri
kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesinin önün de engel olan feodal –üretim
ilişkileri tasfiye edilmeden Türkiye, sosyalist devrim aşamasına geçemez demektelerdi.
Bunun
için de, burjuva-feodal güçlere ve onlarla ittifak kuran, onları yaşatan
emperyalizme, özellikle ABD emperyalizme karşı, ulusal- demokratik mücadele yürütmenin
gerektiğinin den yola çıkarak, proletaryanın ”ulusal kapitalizmin” gelişmesin den çıkarı
olduğunu öne sürüp, “ulusal( milli) burjuvaziyle”
ittifak kurmanın kaçınılmazlığının devrimin karakterinin gereğidir. Diyorlardı.
MDD’cilere göre “ulusal-kapitalizmin” gelişmesinin önü
açılmadan, anti-kapitalist mücadele esas hale gelmez.
Bunun içinde, TİP’in(Türkiye işçi partisinin)
Türkiye’nin sosyalist devrim aşamasında olduğunu ileri süren görüşlerine karşı “ateşli bir tarzda muhalefet” yürüttüler.
50
sene önce ortaya atılan MDD görüşlerinin yanlışlığı veya doğruluğunu bir yana
atalım; onlar hiç olmasa üretici güçlerle, üretim ilişkileri arasındaki
ilişkiye göre, Türkiye devriminin karakterini tespit edip, buna göre strateji
ve taktikler belirliyor, gericiliğe karşı siyasi mücadeleyi yürütüyorlardı.
Türkiye’de EMEP’in, evrensel gazetesinin, Ö.D’nın
ve onun yazarlarının “demokratik ve bağımsızlık mücadelesi esastır” demelerin gerekçesi nedir!?.
“Türkiye
yarı-feodal bir ülkedir, emperyalistler feodal egemenleri destekleyip,
demokrasinin gelişmesine, ülkenin demokratlaşmasına engel oluyorlar” diye bir görüşü savunmadıkları açıktır. Ve
yine Kürt halkını ulusal sorunuyla, feodal-baskı altında olan köylüğünün
özgürleştirilmesinin iç, içe geçtiğine dair bir düşünceyi de savunmuyorlar. Tüm
bunlara rağmen, anti-feodal içerikte olmayan “ demokrasi mücadelesinden,
demokratik devrimden ” bahsedip
duruyorlar.
Eğer
bir ülkede, feodal sistem ekonomik olarak tasfiye edilmişse, o ülkede devrim
aşamasının burjuva demokratik içerikte olmasına imkân yoktur.
Ama
kapitalizm gelişme düzeyine göre, herhangi bir ülkenin üst yapısında, yani
siyasi ve kültürel v.s de eski toplumun
üst-yapısının etkileri varlığını sürdüre
bilir. Ama bu feodal üst yapının kalıntılarının var olması, o ülkedeki devrim
aşamasını belirlemede (en küçük tarzda dahi) bir etkisi olamaz. Çünkü burada
etkisini sürdüren objektif unsurlar değil, sübjektif unsurlardır. Bunlarda,
kapitalizm koşullarında ve evrimci bir tarzda da tasfiye olabilirler.
Kapitalist
üretim ilişkileri egemen olmasına rağmen, üst yapıda (şu veya bu ölçüde) feodal
siyasi ve kültürel kurumların varlıklarını sürdüre bilmelerinin tek neden,
burjuvazinin, proletaryanın ve emekçilerin sosyal kurtuluş mücadelesini
karşında ve bu mücadeleyi bastırma için, feodal, her türlü demokrasinin düşmanı kapitalizm
öncesi gerici güçlerle ittifak kurmaya ihtiyaç duymasından dolayıdır.
Proleter demokrasi için mücadele esas olarak
burjuva demokrasini hedef almasının yanı sıra, kapitalist sistemin üstyapı
kurumlarında varlığını sürdüren feodal kalıntıları da hedef alır.
Ama
bu feodal kalıntılara karşı mücadele de, sosyalist devrim için mücadeleye tabi
kılınmazsa;( kapitalizmin sınırları için de)
demokrasinin genişlettirmesi arzusundan öteye geçmez.
Kürt ulusal sorununun demokratik çözümü gerçekleşmeden,
sosyalist devrim
aşamasına girilemez mi!?
Çağımızın,
proleter devrimler çağı olmasına rağmen, dünya da Kürt halkının ulusal sorunu
gibi, istisnayı da olsa varlığını sürdüren ve çözülmeyen ulusal sorunların
olduğu bir gerçektir.
Türkiye’de
Kürt ulusal sorunun şimdiye kadar çözüme kavuşturulamamasının esas nedenlerinin
başında, 1990’lar kadar devam eden, Sovyetlerle ve onun hegemonyası altında
olan doğu- Avrupa ülkeleriyle, Batılı emperyalist - kapitalist ülkeler
arasındaki çelişkiden ve çatışmadan yararlana Türkiye’nin egemen sınıflarının,
Kürt halkını zorla asimile etme politikalarını sürdürebilme imkânına sahip
olabilmeleri geliyor.
Batılı
emperyalist devletler, Sovyetlerin yanı başında bulunan ve “Sovyet saldırısına”
karşı kalkan olma görevi verilen Türkiye’nin Kürt ulusal sorununun çözümüyle
zayıflama rizikosunu göze alamıyorlardı.
Bunun
için de, Türk egemen sınıflarının, Kürt halkın zorla asimile etme politikasını
ve Kürt isyanlarının kanla bastırılmasını var güçleri ve itirazsız
desteklediler ve de hale şu ve bu ölçüde desteklemeye devam ediyorlar.
Türkiye
yanlısı emperyalist devletlerin politikası karşının da Kürt ulusal sorunu,
ancak batılı emperyalist devletlerle çatışma içinde olan Sovyetlere dayanılarak
ve onun desteğiyle çözülebileceği görüşleri, Kürt ulusal hareketini de etkisi
altına almıştı.
1950
ortalarından itibaren kapitalizme geri dönmeye başlayan Sovyetler yine “
sosyalist ülke” olarak görüldüğü için, Türkiye’deki Kürt halkını ulusal
sorununun çözümü “sosyalizme geçişle”
gerçekleşe bileceğini ileri süren görüşler ve buna uygun olarak izlenen
siyasi mücadele Kürt halkı üzerindeki etkisini sürdürdü.
Nitekim
II. Emperyalist savaşın bitmesinin hemen ardından Sovyet kızıl ordusu İran’a
girdi ve ezilen ulus statüsünde olan Kürt halkının da ulusal devletinin
kurulmasının ortamını sağladı.(4)
Ve
yine emperyalist devletlerin kuklası Irak’taki Krallığın askeri darbeyle
yıkılması, Kürt halkını ulusal sorunun çözümden yana olan Sovyetlerin
etkinliğini Irak’ta taşıdı ve Sovyetlerin desteğin alan Molla Barzani’nin
önderliğindeki Kürt hareketi güçlenerek bölgesine de egemen olmayı başardı.
Sovyetlerin,
gerek İran’da Kürt ulusal devletini kurdurtması, gerekse Irak’ta Kürt ulusal
sorunun çözümünde yana olduğunu kanıtlaması, Türkiye’deki Kürt ulusal sorununun
da Sovyetlerin desteğiyle ve “sosyalist mücadele temelinde ” çözümünün mümkün
olduğu düşüncelerine itiraz edilmiyordu.
Sovyetlerin,
1960’lardan itibaren, orta-doğuda etkinliğini artırarak, bir dönem Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Güney
Yemen’de Filistin’de, Kuzey Afrika’nın Mısır’ın dışındaki ülkelerin de
egemenliğini kurması, “Araplarla”
çatışmasını bir yana bıraktırdı ve Kürt halkının ulusal sorununun çözümünde
yana olan politikasını terk ettirdi.
ABD
emperyalizm bu gelişme karşında, Sovyetlerin müttefiki Saddam’ın Irak’ına karşı
Barzani hareketin açıktan destekledi. Ve bu dönemde sonra, Kürt ulusal
sorununun çözümünde yana olan politikasını yürürlüğe koydu.
Bu
durum, Türkiye’ deki Kürt halkın ulusal sorununu da batılı emperyalist
devletlerin desteğiyle de çözüle bileceği görüşlerinin ortaya çıkmasına vesile
olmuştu. Ama Sovyetlere dayanarak ulusal
sorunun çözümünü isteyenlerin siyasi ve ideolojik görüşler yine etkilerini
sürdüre bildiler.
ABD
emperyalizminin isteği doğrultusun da İran Şahı’nın Saddam’ın Irak’la anlaşması sonucu,
Molla Mustafa Barzani hareketin ağır darbe alması, ( ABD duyulan güveni sarsıntıya uğrasa da) Irak
Kürtlerinin ABD’yle kurdukları ilişkiyi
kesmesine neden olmadı ve ABD emperyalizmine
dayanarak ulusal sorunlarının çözümü için mücadelelerine devam ettiler.
Ve
nihayet bilindiği gibi,Kürtler, ABD’nin
Irak’ı işgal etmesiyle, aslında ayrı devlet statüsünde olan “Özerk Kürdistan” federe devletine kavuştular.
Tüm
gelişmeler, Kürt ulusal sorununun da emperyalist- kapitalist sistem içinde çözüle
bileceğinin somut göstergesiydi.
Türkiye’de
ise, Sovyetlerin dağılması sonrası, sözde sosyalizm temeline de ulusal sorunu
çözme düşünceleri etkisini kayıp etti ve bu düşünceler doğrultusunda yürütülen siyasi
faaliyetlerse boşlukta kaldı. Çünkü “güvendikleri dağlara kar yağmıştı” .
Ve böylece Kürt ulusalcılarına göre, ortada
tek bir “çözüm” kalıyordu! , o’da
emperyalist-kapitalist sistem içinde ulusal sorunun ”demokratik” çözümü!
Bunun
içinde, Türkiye’de kapitalist üretim tarzının egemenliğine rağmen, “Kürt ulusal
sorununun demokratik çözümü gerçekleşmeden, sosyalist mücadele gündeme gelemez ”
diyorlar.
Ne
yazık ki Türkiye’de “sosyalistlik” adına bu görüşleri doğru kabul eden, EMEP,
evrensel gazetesi, Ö.D ve Hayat TV’dir
Oysa,1980
öncesi Kürt halkın ulusal sorunun, Sovyetlere dayanarak sözde “sosyalist çözümü”
arayanların dışında ve Lenin’in ulusal sorun konusundaki görüşlerinin ışığında,
işçi sınıfının ve emekçilerin sosyal
kurtuluşlarına tabi olarak ulusal sorunun çözümünü savuna ve kendilerine “M.L”
diyen siyasi gruplarda vardı.(6)
Şimdi,1980
öncesi, “Türk solu” diye nitelendikleri gruplarda ayrı örgütlene “Kürt
sosyalistleri” dahi olmak üzere, tüm “sosyalist grupların” anti-kapitalist
mücadele temelinde Kürt halkını ulusal sorunun çözümünü isteyen görüşler ve bu
görüşlere uygun olarak izlene siyasi mücadele ve taktikler, neden Sovyetlerin dağılmasıyla
birlikte yanlış olsun? Neden emperyalistler ve bölgenin gerici egemen sınıfları
arasındaki çatışmaya ve çelişkilere tabi şekilde Kürt halkının ulusal sorununun
tek çözüm yolu olsun?
Ve
neden, ulusal sorun, sadece emperyalist-kapitalist sistem içinde çözümü
mümkün olsun? ve yine neden, bu çözüm gerçekleşmeden “sosyalizm için
mücadele “ gündeme gelmeyeceğini ileri süren
düşünceler doğru olsun?!
Oysa,
Türk gericiliğinin ulusal baskına direne, elde silah 28 yıldır savaşalar, Kürt ulusuna mensup yoksul işçiler, emekçiler
ve onların çocuklarıdır. Çünkü kendilerini ulusal baskı altında tutan Türk
egemen sınıfı, aynı zamanda onları sömüren, açlığa, işsizliğe
çaresizliğe mahkûm eden sınıftır.
Kürt
emekçilerini ulusal baskı altında tutarak acımasızca sömürüyorlar, Kürt halkı
için ulusal baskıyla, sınıfsal sömürü iç içe geçmiştir.
Bu sınıf aynı zamanda egemen Türk ulusuna
mensup olan işçiler, emekçiler başta olmak üzere, tüm Türkiye, işçi sınıfını
emekçileri sömürerek yoksulluğun içine
itiyor.
En
önemlisi, kapitalist sisteme karşı mücadele esas alınmadan, sınıf bilincinden
yoksun Türk işçilerini ve emekçilerini kitlesel olarak Kürt halkını üzerindeki ulusal baskıya karşı
çıkmaları sağlanamaz.
Ve
Türk işçi ve emekçileriyle, ulusal baskı altında sömürülen Kürt işçi ve
emekçilerin sınıf temelinde birliği ve orta mücadelesi sağlanmadan, Kürt
halkının ulusal baskıdan gerçek olarak kurtuluşu mümkün değildir.
Aydın
ve kendisi gibi düşünenler anti-kapitalist mücadelenin önemini kavramıyor.
Sermayeyle, onun devletini bir birinde koparıyorlar. Sözde devlete karşı
mücadele ön plana getiriliyor ama bu devletin varlığının kapitalist sömürü
sistemine tabi olduğu ve kapitalist sistemi can sipere yaşatmağa çalıştığı göz
ardı ediliyor.
Bunun için, sermayenin kapitalist sistemine karşı
mücadele esas alınmadan onun devletine karşı (gerçek anlamda) mücadele
edilemez.
Esas olan sermayenin kapitalist sistemine karşı mücadele etmektir. Anti-
kapitalist mücadele, hangi ulusa mensup olursa olsun, tüm işçilerin ve
emekçilerin mücadelesini bütünleştirip güçlendirecek, bir avuç egemen
burjuvaziyi de güçsüzleştirecektir.
Aydın’ın
ısrarla ret ettiği anti-kapitalist mücadelenin önemidir. Anti-kapitalist
mücadeleden kaçmak için Lenin’e sığınıyor! Lenin’in her durumda anti-kapitalist
mücadeleyi esas aldığını inkâr etmek için mantık oyunlarına başvurmaktan
kaçınmıyor.
Kapitalizmle
hiçbir çatışması olmayan ve kapitalizm savuna bir Kürt ulusalcısının
anti-kapitalist mücadeleden kaçınması, emperyalist-kapitalist sistem içinde
ulusal köleliklerin son verilmesini istemesi ve bu doğrultuda siyasi mücadele
yürütmesi, hiçbir şekilde yadırganamaz.
Çünkü
(yukarda da değindiğimiz gibi) ulusal sorunu emperyalist- kapitalist sistem
içinde çözüle bilinir.
Kürtlerin
ulusal-devletlerini kurmaları onların bir hakkıdır ve bu hakka
emperyalist-kapitalist sistem içinde de kavuşula bilirler.
Ve yine Kürtlerin ulusal devletlerini
kurmaları, emperyalist-kapitalist devletlere bağlı olup, olmama açısında (hiçbir
şekilde) ele alınamaz.
Çünkü
Kürtleri, ulusal baskı altına alan, zorla asimile etmeğe çalışan devletlerin
tümü de emperyalist-kapitalist sistemin önemli parçalarıdırlar ve
emperyalist-kapitalist devletlere Kürtlerden daha sıkı bağlıdırlar
Ve
yine günümüz de “büyük veya küçük
devlet” ayrımına göre ulusal devletler ele alınıp, buna göre ulusal sorunun
çözümüne de yaklaşılmaz.
Tekrar
edersek, tüm burjuva devletleri emperyalist-kapitalist sistemin bire
parçalarıdır ve artık ulusal devletler, ( kim ne derse, desin) kapitalizmin
gelişen boyutları karşında kapitalist sistemi yönetmekte yetersiz kalıyor. Ve
yine kapitalist gelişme dünya işçi sınıfını daha birbirlerine yaklaştırmış ve
uluslararası kapitalizme karşı birlikte mücadele etmeleri için çok uygun
ortamlar oluşturmuş ve birlikte günlük politik mücadelenin yürütülmesinin imkânı
çok daha olgunlaşmıştır.
Tüm
bunlara rağmen “bir komünist” emperyalist-kapitalist sistem içinde ve işçi
sınıfının emekçilerin sosyal kurtuluşunu amaçlamayan ulusal sorununun çözümden
yana bir ideolojik ve politik tutum alamaz ve proletaryanın bağımsız siyasi
mücadelesini geri plana itip, kendini sözde demokrasi mücadelesine tabi kılmaz.
İşte Aydın’ın “anlamak” istemediği konu budur.
Durmadan,
Lenin’in burjuva demokratik talepler için mücadele etmek gerekliğini inkâr
etmediği ileri sürülüp duruluyor.
Peki,
Lenin’in burjuva demokrasi tarihsel olarak miadını doldurmuştur. Gerici siyasi
bir rejimdir, ilerici ve devrimci olan proletarya demokrasidir, görüşleri,
(Sovyetler dağıldı diye)değerini yitirdi mi?!, Burjuva demokrasi yeniden “ilericilermiş midir ?”.
Niye
durmadan “demokrasi” denildiğinde burjuva demokrasi” akıllara gelsin? Paris
Komününden beri somut, pratik bir gerçek olarak ortaya çıkan proletarya demokrasi
için mücadelenin şartları oluşmasın?!
Proletarya
demokrasinin gerçekleşmesi ancak burjuva devletinin (demokrasi biçiminde olanı
dahi olmak üzere ) zor yani şiddetle parçalanıp, dağıtılmasıyla mümkündür.
İşte
bu gerçeği göz ardı etmek için “burjuva demokrasi için mücadelenin ” esas
olduğu öne sürülüp, duruluyor.
Sovyetlerin
dağılması ve liberal kapitalizme geçiş, kapitalizmin, sosyalizmin arifesin de
olması konumun da “(zerre kadar olsa bile )objektif olarak bir değişikliye yol açmamıştır,
aksine uluslararası kapitalizmin gelişip, daha da merkezîleşmiştir ve bunun
için de uluslararası örgütlenmelere daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Ve
de bu durum, kapitalist sistemi daha da ölüme yaklaştırmış, sosyalizm arifesinde
olmasını daha da olgunlaştırmıştır.
Sovyetlerin
dağılmasını sosyalizme geçiş ertelediğini öne süren Aydın gibileri, yukardaki düşünceleri savunanları “ Kalıplar içinde düşünen(7)ve böyle siyasi
programlar, taktikler inşa edenler karşısında Lenin’in durumu şöyle görünür: Lenin,
sosyalist devrim için mücadeleye, sosyalist devrim programına karşıdır; bunlar
yerine reformlar, düzen içi çözümler öneren
bir burjuva politikacısıdır !Daha da ileri götürüldüğünde, Lenin’in
sosyalizmin çözeceği problemleri burjuva-kapitalist çerçevede çözmeye çalıştığı; dolayısıyla sosyalizm istemediğin
sonucunu çıkaranlar olmuştur, günümüzde de Lenin’e yönetmeye cesaret edemeseler…………Lenin’le
bu aynı görüşlerini savunanlara benzer biçimde suçlamalar yöneltenler
olmaktadır.” (a.g.Y)
Aydın’ın
Lenin’le aynı düşünceyi paylaştığı iddiasını bir yana bırakalım!
Lenin’in,
hiçbir zaman sosyalizmin çözeceği sorunları burjuva-kapitalist( ne demekse bu!
-Y)çerçevede çözmeye çalıştığına dair en küçük bir örnek gösterilemez, tam
tersine Lenin, kapitalizm koşullarında çözüle biline fakat çözülmeyen burjuva
demokratik sorunların, sosyalist sistem içinde ve daha kapsamlı şekilde çözüle
bileceğin hem savundu, hem de bu düşüncelerinin sosyal pratikle maddi
gerçeklere dönüştürdü.
Bunun
için Lenin’in sosyalist sistem içinde
çözülecek siyasi, sosyal ve ekonomik bir sorunu kapitalizm koşullarında “çözmeye” girişmedi, böyle bir görüş
savunmadı, tam tersine kapitalizm koşullarında çözülmesi gereken ama
burjuvazinin çözemediği burjuva demokratik içerikli siyasi
ve ekonomik sorunların sosyalist
sistem için de de çözüleceğini ileri sürdü ve ekim devrim sonrası da hızlı bir tarzda
bunu gündeme alarak, anında çözdü. Örneği, Şubat burjuva devrim sonrası dahi ele
alınmak istenmeyen, büyük toprakların topraksız
köylüye dağıtılmasını hemen yerine getirdi ve Rusya’yı hemen emperyalist savaşı
içinde çıkardı.
Aslında
Aydın, burjuva demokratik bir sorunun, kapitalizm koşullarında çözüme
kavuşturulmamasına rağmen, bunun sosyalist
sistem içinde çözüle bileceğini (Menşevikler gibi) inkâr ediyor.
Mutlak
sosyalizm koşullarında çözüle bilecek, bir ekonomi, siyasi ve sosyal sorunu,
kapitalizm koşulların da, çözüle bileceğini ileri sürerek, işçi ve emekçileri
kandıranlar tabi ki var.
Revizyonistlerin,
sosyal-demokratların sahtekârlıklarını biryana bırakırsak, Lenin’in, eski
toplumun bağrından doğan yeni toplumun, eski toplumun” doğum lekelerin”
taşıdığını ve taşımasının kaçınılmaz olduğunu öne sürdüğünü kendine sosyalist
diyen her kes bilir.
Bunun
için ileri bir toplum, bağrından kopup geldiği eski toplumun bir sürü
kalıntılarıyla (bir süreyle sınırlıda olsa)baş, başa kalması kaçınılmazdır.
Bu
durum; sadece kapitalizmle, sosyalizm arasındaki ilişkide değil, alt ve üst toplumların tümün de görülür.
Ama
kapitalizm yaşatmayı kendilerine görev addeden revizyonistler, mutlaka
sosyalizm tarafından ortadan kaldırılması zorunlu olan sorunların, geri
toplumda da(yani kapitalist toplumda) reformlarla ortadan kaldırıla bileceğini ileri
sürdüler ve sürmeye devam ediyorlar.
Örneğin,
kapitalizm koşulların da tüketimde “eşitlik sağlanarak, sömürünün ortadan
kalkacağını ” ileri süren reformistin, revizyonist ’in “hattı, hesabı” yoktur.
Fakat
kendisine “Marksist-Leninist” diyen bir
revizyonistin dahi, Lenin’in kapitalist ekonominin egemenliği koşulların
da, “sosyal-adaletin” sağlanmasıyla sömürünün
ortadan kalka bileceğini öne sürdüğüne dair bir görüşü ortaya attığına hiç
kimse “şahit” olmadı.
Aydınlarla,
tartışılan konu, burjuva içerikli ve objektif olarak kapitalizm koşullarında
hal edilmesi söz konusu olan ama halledilemeyen bir ekonomik, sosyal veya
siyasi bir talebin elde edilmesinin sosyalizm koşulların da, da mümkün olup,
olmadığıdır.
Aydın’ın
kendisi de “burjuvazinin devrimci barutun tükettiğini, demokrasi mücadelesinden
vazgeçtiğin “ bahsediyor. Ve de “ burjuvazi, demokrasi mücadelesinde vazgeçti
diye, demokrasi mücadelesi yok olmaz ve işçi sınıfı bu görevi yerine getirmek mükelleftir
ide” ilave ediyor.
Ama
Aydın’a göre işçi sınıfı, demokrasi mücadelesini ve demokratik hakların elde
edilmesini, burjuvazi gibi kapitalizmin sınırları
dışına çıkmadan! ( yani burjuvalaşarak!) Ve de sosyalizm amacına tabi kılmaya çalışmadan
yürütmeli ve de “kafaları bulandırmamalı”.
………………………………………………………………………………………………………………………………………..
(1)Lenin’in “Emperyalist ekonomizm-Marksizm bir karikatürü”
kitabını okuyan herkes bunu rahatlıkla anlar
(2) Marksizm
değil Leninizm’i olacak. Bu, derginin yazım hatasıdır mutlaka.
(3) emperyalist devletin desteğin alan İran
Şahlığı tarafında yıkıldı. Kısa dönem sonra
(4) Bu
grupların içinde Aydın’ında içinde yer aldığı “halkın Kurtuluşçuları” diye anılan grupta vardı. Şimdi Aydın 1980
öncesi Kürt halkın ulusal sorununu, işçi sınıfının ve emekçilerin sosyal
kurtuluşuna tabi kılınmasını ve kapitalist sisteme karşı olarak çözün arayan
görüşleri ve bu görüşler doğrultusunda izlene siyasi taktikleri “derinliği
olmayan” görüşler diye kararlıyor. Mutlaka, emperyalist-kapitalist sistemi
içinde Kürt ulusal soruna çözümü aradın mı! ,
“derinlikli görüşlere” sahipsin demektir!
(4)
Özelikle vurgulamam gerekli bir husus: Aydın’ın
esas olarak, “TKP” görünümlü bu
yazısında eleştirdiği görüşlerin tüm bana aittir. O, beni “muhatap aldığını”
okuyucudan gizlemek için sahte “hedefler” seçiyor. Burada eleştirdiği
görüşlerin büyük çoğunluğunu TKP savunmadı ve savunmuyor. Örneği, TKP hiçbir
zaman, Irak işgalini ve ABD’yle Saddam rejimi arasındaki savaşı “gericiler arası
savaş” demedi ve Aynen Ö.D ve evrensel gazetesi gibi Saddam’dan yana bir
politika izledi. Ve yine İran’ın mollalarıyla , ABD emperyalizm arasındaki
çatışmayı, gericiler arası çatışma demedi. Aynı Aydın gibi Mollaları
destekliyor. Ve yine TKP hiçbir zaman gericiler arası savaşı, devrimci iç
savaşa dönüştürelim diye ne bir çağrıda bulundu, neden böyle bir düşünceyi savundu.. Tüm bunları savuna
benim.