22 Mayıs 2012

Aydın Çubukçunun Lenin’in “emperyalist ekonomizm” görüşlerinin yorumu!


    Aydın Çubukçunun Lenin’in “emperyalist ekonomizm” görüşlerinin yorumu!
Aydın, Kürt halkının ulusal sorunuyla ilgili olarak şimdiye kadar  “sosyalistlerin” kaleme aldıkları “pek de derinlikli olmayan”  görüşleri “ derinleştiriyor! .Bu “derinleştirmesini”  Lenin’in “emperyalist ekonomizm”  görüşlerini eleştiren yazılarını “temel “ alması ve Lenin’in görüşlerinden bol, bol alıntı yapması ise, işi daha da ilginç boyutlara taşıyor.
Aydın’ın,” ‘Emperyalist ekonomizm-Marksizm Bir karikatürü ‘derleme belki o günler de olduğundan daha büyük dikkatle bugün okumayı hak ediyor” diyerek,  seneler sonra Lenin’in görüşlerinin okunmasını tavsiye etmesi çok güzel!. 
Ama “ne yazık ki” Marksist-Leninist düşüncelerin tartışılmasının yeniden gündeme taşıyan “Aydınlar” değil , “yeni TKP” dir. Aydın ve diğer Ö.D’nın(özgürlük-dünyası) yazarları TKP’lilere cevap vermek için Marksist-Leninist düşüncelere  “yeni yorumlar” getirmek zorunda kalıyorlar.
Lenin’in ulusal sorunla ilgili yazılarının içinden “ Emperyalist ekonomizm-Marksizm Bir karikatürü” yazısının seçilmesi yine Ö.D’nın ve Aydın’ın ulusal sorunla ilgili  “yeni düşüncelerinin” ve izledikleri taktiklerinin doğru olduğunu  (zere kadar bile olsa) kanıtlamıyor.
Lenin’in (Aydın tarafından alıntıları yapılan)   yazılarının esas ilgilendiği konu;  ulusal sorunu nasıl çözülmesi gerektiğiyle ilgili değil,(1) emperyalist-kapitalist dönemle birlikte ulusal sorun ve çözümü diye bir sorunun artık ortadan kalktığı iddiasını yanlışlığını göstermeydi.
Ama Aydın, kendi düşüncesini sözde doğruluğunu kanıtlamak için “emperyalist-ekonomistlerin” ulusal sorunun çözümünü yalnızca “sosyalist sistemle” mümkün olduğunu ileri sürdüklerin ve Lenin’in de bu düşünceleri yanlış bulduğunu iddia edebiliyor.
        Kapitalizm uluslaşmayı, ulusal devletleri hem orta çıkarı, hem de Ortadan kaldırır. 
Uluslar ve ezen, ezilen ulus ilişkileri kapitalizm şafağıyla ortaya çıkar ve kapitalizm genişleyip, geliştikçe uluslaşmanın, ulusal devletlerin, ulusal farklılıkların ortadan kalmasının zeminin hazırlar.
Bilindiği gibi; kapitalizm feodal parçalanmışlığa son vererek toplumu merkezîleştirir. Toprağın esas üretim aracı olmasını ortadan kaldırıp, kırların egemenliğine son verir ve Fabrikaları (yani makineleri )esas üretim aracı haline getirir ve bunun doğal sonucu olarak şehirleşmeyi geliştirir ve de şehirleri(sanayiyi)  kırların(tarım üretimin)  üzerinde egemen kılar ve tarım ekonomisini şehirlerdeki sanayi üretimine bağımlı hale getirir.
Bu toplumsal gelişme, siyasi demokrasinin( burjuva demokrasinin) doğmasının ortamını hazırladı.
Kapitalist ekonominin, genişleyen yeniden üretim niteliğinde olması ve de Pazar için meta üretimin egemenliği, tüm dünya pazarlarını bir zincirin halkaları haline getirir. Ve yine iş-gücünün meta haline gelmesi, hangi ulustan olursa olsun, özel mülkiyetten arınmış ve iş-gücünü satmaktan başka “çaresi” kalmamış emekçileri sınıf temelin de bir araya getirir. Bu gelişme aynı zamanda, ulusal (veya dinsel, mezhepsel)   temelde emekçilerin bölünmelerinin ortadan kalkmasının zemini oluşturur.  
Lenin’in “emperyalist- ekonomizm” diye nitelendirdiği görüşleri savunanlar, sadece kapitalist ekonominin egemen olmasına ve   “ulusal devlerin” ve ulusal farklıkların ortadan kalkma sürecinin başlamasına bakarak, ezilen ulusların kendi kaderini, kendilerinin tayın etmesinin mutlak savunulmasına, siyasi demokrasinin ( burjuva demokrasinin)  talepleri için mücadele edilmesine  gerek olmadığını şekillin de yorumlar yapıyorlardı.
Lenin, sadece ekonomik duruma göre sınıf mücadelesine yaklaşımın ekonomizm olduğunu ve teorik olarak doğru olan kapitalist ekonominin gelişmesinin sonuçlarına göre,  o günün (ve de bu günün de aynı şey söylene bilinir)pratik sınıf mücadelesinin gerçeklerinin inkâr edilmesine itiraz ediyordu ve gündemde olan İsveç’le, Norveç’in  ulusal çatışmasını varlığını ve  Norveç’in ulusal devletinin kurulabildiğini örnek gösterip siyasi demokrasinin, emperyalist-kapitalist sistem için de   elde edilmesinin mümkün olduğunu öne sürüyordu ve de  “emperyalist-ekonomistleri” eleştiriyordu.
Şimdi Türkiye’de  “yeni TKP”ler dahil olmak üzere hiç kimsenin “siyasi demokrasi için mücadele bitmiştir” demediğine göre, Aydın’ın “neden bu iddiada bulunuyor” sorusunun cevabı açıktır. Çünkü Aydın,  demokrasiyle ilgili yanlış görüşlerin doğrultusunda izlene taktikleri aklamayı kendisine baş görev edinmiştir. İşte kanıtı:
“Marksizm’i  ( yani Leninizm’i)(2) emperyalist çağını Marksizm olarak tanımlayan Stalin, basit bir formül ileri sürmüyordu. Emperyalizm çağıyla birlikte yalnızca kapitalizm özellikleri değişmekle kalmamış, aynı zamanda devrimin sorunları da çeşitlenmiş ve proleter devrimin cephesi genişlemiştir. Örneğin, kapitalizmin tekel öncesi ‘burjuvazinin işi’  olarak görülen pek çok sosyal ve siyasi ilerleme, artık  büyük ölçüde proletaryanın devrimci görevleri haline gelmiştir…………Burjuvazi tekelci emperyalist haliyle  ‘ devrimci barutunu tüketti’ diye bu görevlerin yerine getirilmesi  gereği ortadan kalmıyordu. ‘demokratik devrim’ kavramı bu koşulların ürünüydü. ‘ demokratik devrimde proletaryanın görevleri’ diye yeni bir başlık açma gereği de bu yüzden doğmuştur”(A.Ç-Ö. D, sayı 227,saf 10, a. ç .Y)
Aydın’ın bu alıntısının yaptığımız görüşlere baktığında, Marks ve Engels’in feodalizme karşı, burjuva devrimlerini desteklediklerini ve bizzat savaşın içinde yer alarak, burjuva demokrasini egemenliği için mücadele ettiklerini ve buna benzer dünyadaki feodal despotizme karşı burjuvazinin önderliğindeki burjuva devrimlerinden yana tavır aldıklarını inkar etmemiz ve bunların “emperyalist-kapitalizm çağıyla” birlikte ortaya çıktığını öne sürmemiz gerekiyor!
Ve yine “demokratik-devrim kavramının” emperyalist-kapitalist” dönemle birlikte ortaya çıkmadığını, feodal sisteme karşı, burjuva demokrasinin devrimci tarz da gerçekleştirmenin izahı olduğunu herkes bilir. 
Her şeyden önce, kapitalizm üst aşaması olana tekelci kapitalizme geçiş, “ulus sorunun” dünyanın temel sorunu haline getirmediği, kapitalizmin niteliğinde( özünde) bir değişikliğe yol açmadığı gibi toplumu daha “geriye çekerek” ,sosyalizme geçişi gündemde çıkaramadı. Aydın’la birlikte ulusalcı görüşleri savunanlar, kapitalizmin tekelci döneme girmesinin sosyalizm arifesi, geberen kapitalizm olarak görmüyorlar, tam tersine(kapitalizmin ilk dönemi gibi) emperyalizm dönemi de ulusal çelişkileri “ortaya çıkarak” sosyalizme geçişi ertelediğini iddia edebiliyorlar.   
Stalin’in Leninizm emperyalist ( tekelci kapitalist dönemin) Marksizm olarak nitelendiren görüşlerinin esasını, sosyalizmin en gelişmiş kapitalist ülkelerde zafere erişe bileceğini ön gören Marksist düşüncelerin, kapitalizmin tekelci kapitalizm geçişiyle birlikte değiştiğini öne sürmesi ve sosyalizmin zaferinin,  kapitalizmin en gelişmiş olmayan ülkelerinde de (emperyalist- kapitalist sistemin zincirinin en zayıf halkasının koptuğu, yani kapitalizmin çelişkilerinin ne yoğun olarak ortaya çıktığı yerlerde  )   gerçekleştiğini ileri süren tezin Lenin’in ait olduğu iddiası belirler ve de bunun içinde Leninizm’i, emperyalist-kapitalist dönemin Marksizm diye  tanımladı.
 Başka değişle Stalin, Lenin’in bu görüşlerinin Marksist teoriye bir katkı olduğu yorumuna göre Leninizm’in, emperyalist-kapitalist dönemin Marksizm olduğunu ileri sürmüştü.
Aydın’ı iddialarının tam tersine, sömürgeler de yeni dönemin başlamasının sağlayan kapitalizmin, tekelci kapitalist döneme girmesi değil, ekim devrimiydi. Ekim devrimi emperyalistlerin boyunduruğu altında olan ülkeleri derinde etkilemiş, ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasının ortamını hazırlamıştı.  
 Ve yine Ekim devrimi ve sosyalizmin zaferi; emperyalist devletlere karşı anti-sömürgecilik mücadeleyi, dünya proleter devriminin yedek gücü haline getirmişti.
Sömürge ülkelerin ulusal kurtuluşu mücadelesinin dünya sosyalist devrimin bir kaldıracı olması,  sömürge ülkelerinde ki anti- sömürgecilik mücadelesinin sosyalizm amacına tabi kılınması ve aynı zamanda sömürgelerin ulusal bağımsızlığının ( devlet bağımsızlığının) sağlanması, sadece kapitalizm koşulları altında değil, sosyalist mücadelenin temelinde de mümkün olduğunun, kapitalizm sınırlarının dışına çıkıldığının da bir göstergesiydi.
Emperyalist-kapitalist dönemle birlikte sermaye ihracının esas hale gelmesiyle kapitalist üretim ilişkileri gelişmesi,  sömürge ülkelerinin büyük çoğunluğunda sınıf farklılıkları ortaya çıkarmış ve proletaryanın, sömürgeciliğe karşı verilen ulusal kurtuluş savaşına önderlik edebilmesinin objektif koşulların oluşturmuştu.
Aydın, bu gerçeği göz arda etmek için sözde burjuvazinin demokrasi mücadelesinden vazgeçmesini ve “devrimci barutunu” tüketmesini tekelci döneme has bir olaymış gibi ele alıp, Leninizm’e “ yeni değerle biçiyor”, yeni katkılarda!  Bulunuyor.
Oysa  burjuvazinin  feodal sisteme karşı demokrasi mücadelesinde “vazgeçmesi” , feodal egemenlerle aynı cephede buluşması ve feodal sistemin devrimci tarzda tasfiye edilmesi mücadelesini terk etmesi,  feodal toprak sahiplerinin,  feodal beyliklerin, krallıkların evrimci tarza kapitalizme adapte olmalarından  yana olması; proletaryanın anti-feodal burjuva demokrasi için mücadelede,  burjuvazinin peşinden gitmeği bırakmasından, kendiliğinden sınıf bilinciyle de olsa, bağımsız sınıf olarak harekete geçip, burjuvaziye karşı da ayrı sınıf taleplerini öne sürmesinden ve böylece bağımsız  sınıf kimliğiyle tarih sahnesine çıkmasından dolayıydı.
Burjuvazinin, devrimci demokrasi mücadelesinden ayrılıp, feodal egemenlerle cephe kurarak onların egemenliklerine dokunmaması, Aydın’ın iddia ettiği gibi,1900 emperyalist döneme geçit sırasında değil,1848 deki Fransa’daki işçi sınıfının (ekonomik talepler içinde olsa,) sanayi burjuvazisine, bankerlerin iktidarına karşı isyan etmesiyle başladı. Bu mücadele aynı zaman da( Marks’ın dediği gibi)  burjuva içerikli ve kapitalizm koşullarında elde edilmesi mümkün olan talepler için mücadele özeliğini taşısa da, işçi sınıfı bağımsız bir sınıf olarak iktidar hedefiyle tarih sahnesine çıktığının da göstergesiydi.
Sanayi burjuvazisi,  işçilerin burjuva demokrat haklar için mücadele etmesini kendi sınıfsal varlığı için tehlikeli görüyordu ve bunun için demokrasi mücadelesini terk ederek, kendisi gibi özel mülkiyetçi kapitalizm öncesi gerici sınıflarla birleşiyordu.
Ve burjuvazinin demokrasi mücadelesinde önderliği terk etmesini, demokrasi düşmanı sınıflarla birleşmesini ve iktidarı onlarla paylaşmasını ilk tespit eden Lenin değil, Marks ve Engels’ti.
Marks ve Engels, demokrasi mücadelesinin burjuvazinin tekelinde olmadığını, bu görevi üstlene proletaryanın toplumun demokratlaşmasını sağlaya bileceğini öne sürdüler.
Lenin, Marks ve Engels’in yolunu takip ederek, proletaryanın önderliği altında aşamalı ve kesintisiz demokratik devrimi tezini savundu, demokrasi mücadelesine yol gösterdi ve de ekim devrimiyle de pratiğe geçirdi.
1848 proletaryanın isyanından sonra, burjuva demokrasi için mücadelenin önderliğini yapma, toplumsal demokrasinin gelişmesini, toplumun tarihsel ilerleyişin sağlama görevi proletaryanın eline geçti.
Marks, Engels dönemi de güçlü devletlerin ulusal baskısı altında olan, ezilen ulusun bağımsızlık mücadelesine, feodal sınıfları karşı olup, olmamasına, toplumun demokratlaştırılmasına katkıda bulunup, bulunmamasına göre yaklaşılmıştı.
Marks, Rus çağlığını kışkırttığı, Ortodoks mezhebine mensup, Osmanlı devletinin boyunduruğu altında olan ulusların bağımsızlık ve ayrı devlet kurma mücadelesini desteklememişti; çünkü Osmanlı devleti, o dönem, Avrupa’nın feodal gericiliğinin merkezi olan Çarlığın tersine, kapitalist üretim ilişkilerin önündeki feodal engelleri kaldırarak, kapitalizmin gelişmesinin yollarını açıyordu.
Peki Lenin’in, demokrasi ve UKTH konusunda Marks’tan farklımı düşünüyordu?. İşte bu durumu açığa çıkarma, “proleter siyaseti” burjuvaziye tabi kılmanın teorisin yapan “aydınları” rahatsız ediyor.
Lenin, demokrasi mücadelesine yaklaşımında, Marks ve Engels’in çizgisinin takip ediği inkâr edilmez bir gerçektir. Lenin, burjuva içerikli demokratik talepler için mücadelenin proletarya öncülüğünde gerçekleşmesini ve sosyalist devrimin bir aracı haline dönüştürülmesini savundu
Ve de, burjuvazinin önderliğindeki gerçekleşen demokrasiden daha kapsamlı demokratik sistemin gerçekleşe bileceğini özelikle vurguluyordu.
                     Lenin’in demokrasi mücadelesine bakışı
Lenin’in, gerek Menşeviklerle, gerekse diğer küçük burjuva hareketlerle, burjuva içerikli demokrasi mücadelesindeki temel görüş ayrılığının, demokrasi mücadelesinin sosyalist devrimi tabi ve onun bir aracı olup, olmaması noktasında düğümlendiğini her ”sosyalist”  bilir.
Lenin, demokratik devrimin, sosyalist devrimin bir aracı olmasını belirleyenin, proletaryanın devrimde önderliğinin olduğunu öne sürüyordu.
Menşevikler ise, burjuvazinin öncülüğünde burjuva demokratik devrimi tamamlamadan, kapitalizm gelişmeden, sosyalist devrimin objektif koşulları oluşmaz diyorlardı.
Lenin’se tam tersine, sosyalizm amaçlı anti-kapitalist mücadelenin objektif koşullarını, kapitalizmin gelişme düzeyine değil, proletaryanın bağımsız bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkmasının belirlediğini savundu.
Ve yine Lenin devrimin; proletaryanın önderliğinde ki burjuva içerikli demokrasi mücadelesiyle, sosyalizm amaçlı mücadelenin iç, içe geçmesi, devrimin, kesintisiz ve aşamalı devrimin niteliğini belirlediğinin öne süren görüşlerinin  ışığında, devrimin  stratejisini  ve taktiklerini  tespit etti.      
Tüm bunlara rağmen, Aydın ve Ö.D’nın diğer yazarlarına göre, Lenin’le(dolayısıyla Bolşeviklerle) Menşevikler arasındaki demokrasi konusundaki görüş ayrılığı, demokrasi mücadelesini yürütüp, yürütmeme konusu da çıkıyormuş! Menşevikler, “demokrasi mücadelesi, burjuvazinin iştir, biz sosyalizm için mücadele edelim, onlarda demokrasi için mücadele etsin, Lenin’de demokrasi mücadelesini biz yürütelim” diyormuş!.
 “Anti-kapitalist mücadelenin objektif koşulları yok, kapitalist gelişmenin önüne engel çıkaran feodal üretim ilişkileri ve üst yapı, demokrasi mücadelesiyle tasfiye edilmeden ve kapitalist üretim tarzı egemen hale gelmeden, sosyalizm  amaçlı anti-kapitalist  mücadelenin objektif koşulları oluşmaz, proletaryanın bu koşulardaki görevi, demokrasi mücadelesin de burjuvazinin önderliğini  desteklemek, sosyalizm için mücadelenin objektif koşullarının oluşmasına katkıda bulunmaktır” diyen bir siyasi hareketin,” sosyalizm için mücadele” diye bir sorunu olabilir mi?(3)
Tekrar edersek Menşevikler, anti-feodal demokrasi mücadelesinde burjuvaziyi destekleyelim, burjuva demokrasi gerçekleştikten ve kapitalizm geliştikten sonra ancak, sosyalist mücadelenin objektif koşulları oluşa bilirliği ifade eden görüşleri savunuyorlardı.
Peki,  sosyalizm için mücadelenin objektif olarak gündeme gelmesi mümkün olmadığını iddia edenlerin, “biz sosyalizm için mücadele edelim” diye bilir mi? ! Olmayan bir şey uğruna nasıl mücadele edilir!
Aydının göz ardı ettirmeğe çalıştığı esas unsur, burjuva içerikli demokrasi talepleri için mücadele, hangi sınıfın öndeliğinde yürütülmesinin gerekliğidir.
Aydın ve Ö.D’nın yazarları,( ısrarla) burjuva içerikli demokrasi talepleri için mücadele mutlaka burjuvazinin önderliğinde ve emperyalist- kapitalist sistem için gerçekleşe bileceğini ön gören düşünceleri savunuyorlar ve Lenin’in de bu düşüncelerine “ortak” ediyorlar!
Burjuva kuyrukçusu demokrasi mücadelesi anlayışına sahip olduklarını sözde gizlemek için de, demokrasi mücadelesinde yana olup, olmamayı tartışma konusu haline getirmeğe çalışıyorlar!
Şimdi (bu tavırları açığa çıkması diye), proletarya öndeliğin ve sosyalizm amacına tabi olarak demokrasi mücadelesinin savunmasını , ”demokrasi için mücadelenin inkârı” diye  (akılları sıra) lanse etmeye yeltenmeleri boş bir uğraşı değil mi ?!
Bir dönem (durmadan tekrar ediğim gibi) MDD’ çiler, ”tam bağımsızlık ve gerçek demokrasi için mücadelede önderlik pazarlık konusu değil, kim güçlüyse o sınıf önder olur” diyorlardı ve Türkiye’deki kapitalist gelişme, proletaryanın devrimci-demokrasi mücadelesine önderlik edebilmesinin objektif koşullarını oluşturmadığını,  “burjuvazinin kuyruğuna takılmaktan başka çare kalmadığını da”   ilave ediyorlardı.
Gerekçeleri açıktı!; proletaryanın siyasi ve örgütsel hareketi güçsüzse yapılması gereken tek şey; burjuvazinin kuyruğuna takılmaydı!.
Aradan gecen 45 seneye aşkın bir süre sonra bile “o zamandan kalan Marksistler” yine aynı görüşleri savuna biliyorlar.
Ezilen ulusların kendi kaderlerini, kendilerinin tayin etmesi, kapitalizm koşullarında mümkün olduğu, sömürge ülkelerin büyük çoğunluğunun  ( ve emperyalist-kapitalist sistemin dışın çıkmadan) sömürgeciliği tasfiye edilmesiyle, ulusal bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla ve ulusal devletlerini kurmalarıyla somut olarak kanıtlanmıştır.
Bu durumları önceden tahlil eden Lenin, ulusların kaderinin tayin hakkının mutlak savunulmasıyla, hakkı kullanılması arasında temel farklılığı özellikle vurguluyordu.
Müthiş! Ulusların kaderinin tayin hakkını savunucu kesilen “Aydınlar” nedense! Lenin’in ulusal sorun konusunda ki bu temel farklığı ortaya koyduğunu yok vazediyorlar. Çünkü Leninizm; sınıf bilincine varmış proletaryanın, ulusların kaderinin tayin hakkının kullanmasını, dünya proletaryasının çıkarına ve toplumun ilerleyişine katkıda bulunup, bulunmamasına göre ele alınmasının zorunlu olduğunu öne sürer.
                        Türkiye   “demokratik-devrim”  aşamasında mı?
Demokratik devrim, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesini ve kapitalizmin egemen sistem haline gelmesini önleyen feodal üretim ilişkilerinin ve siyasi yapısının devrimci tarzda tasfiyesinin ifadesidir. Bu devrimin amacı; serfliği tasfiye ederek, kır emekçilerini her türlü kişisel bağımlılık ilişkilerinden kurtarıp, iş güçlerini özgürce satabilecek vatandaşlar haline getirmektir.
Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.

Karl Marks
 Marks’ın tüm devrimler için tanımladığı bu durumu, günümüzün Türkiye’sine “uyarlamaya” çalıştığımızda, bir ülkenin burjuva demokratik devrim aşamasında olması için, üretici güçlerin gelişmesini önleyen üretim ilişkileriyle, (feodal üretim ilişkileriyle) üretici güçler ve dolayısıyla üretici güçlerin gelişmesiyle uyum içinde olan ve onun gelişmesine katkıda bulunanın kapitalist üretim ilişkileri aralarında çelişkinin var olması  gerekir. “Demokratik devrim”; aynı zamandan,  alt üretim tarzından, üst üretim tarzına geçişi de ifade eder.
Şimdi, Ö.D ve Aydın, Türkiye’de feodal üretimi ilişkilerinin, üretici güçlerin gelişmesinin önünde bir engel olduğunu iddia etmiyor ve yine feodal üst yapı tasfiye olmadan, kapitalizm ve demokrasi gelişmez diye bir görüşte öne sürmüyorlar.  Peki, bu “demokratik-devrim” tanımı neyi, nesi !?.   
Oysa Türkiye dâhil olmak üzere, dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğun da üretici güçlerin gelişmesiyle çatışma içinde (ve onun gelişmesine engel olan) esas üretim ilişkileri, bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkileridir. Bunun için Lenin, “çağımız proleter devrimler çağıdır” demişti.
Sosyalizmin geçici olarak tasfiye olması ve sosyalist ülkelerin kapitalizme geri dönmeleri; Lenin’in tarif ettiği çağımızın niteliğinde ( en küçük tarzda bile olsa) bir değişikliğe yol açmadığı, ekonomik krizlerin bataklığına gömülen kapitalist ekonominin çıkmazıyla da  kanıtlanmıyor mu ?
Tüm bunlara rağmen Türkiye de  “demokratik devrimden” dem vurmanın tek amacı, ”devrim” laflarıyla var olan reformist anlayışları, taktikleri gizlemedir.
İnsan iradesi dışında var olan bu ekonomik durumu şarlatanca ve iradeci bir tarzda inkâr ederek, toplumsal sorunlara yaklaşmanın hiçbir “kıymeti harbiye si” yoktur .
Sovyetlerin tasfiyesinden sonra, burjuvazi tarafından başlatılan Marksizm’i gözden düşürme faaliyetlerinden en fazla ekilenlerin başına “Türkiye Marksistlerin” geldiğini ileri sürmek kesinlikle abartılı bir tespit değil.
Kürt ulusal sorunun Marksizm ışığında analiz edilmesinin önüne geçmek için,  tarihi ve diyalektik materyalist düşüncenin “yanlışlığını” gösterme uğraşısına girişenler, ilk önce maddenin tayın edici olduğu ileri süren Marksist görüşlerin sözde yanlışlığı “keşif edip”,  maddenin değil, iradenin tayin edici olduğunu “ispat etmeğe” yeltendiler.  
Ve bunlar, her hangi bir ülkede ki “devrimin” karakterinin tespit etmeyi, ekonomik (maddi) temele, başka değişle üretici güçlerle, üretim ilişkisi arasındaki ilişkiye göre değil, iradeci (yani sübjektif) bir tarzda yapmayı  eylediler.
Kürt burjuva çevrelerinin yanı sıra, Maocuların çıkardığı ve hatır sayılır okuyucu kitlesine sahip “teori- pratik” isimli dergi bu görüşleri yaymanın önemli aracı oldu.
Bu dergi aynı zamanda, Marksizm’e açıktan saldırıya geçen Kürt ulusal hareketin görüşlerinin gönüllü savunucusu kesildi.
Ö.D ve onun yazarları da (utangaç bir tarz da) “iradeciliğin tayin edici olduğunu” ileri süren görüşlere birim verdiler. Bunun içinde, üretici güçlerle, üretim ilişkileri arasındaki ilişkiye göre değil, keyfi bir tarzda Türkiye’deki devrim aşamasını sözde tespit ettiler ve buna göre taktikler belirlemeye çalıştılar ve çalışıyorlar.
Bu görüşlerin dışında, geçmişte MDD görüşlerini savunarak, Türkiye’nin demokratik devrim aşamasında olduğunu ileri sürenler, Türkiye’yi yarı-feodal ülke olarak tanımlıyorlardı ve sözde üretici güçlerle uyum içinde olduğunu iddia ettikleri kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesinin önün de engel olan feodal –üretim ilişkileri tasfiye edilmeden Türkiye, sosyalist devrim aşamasına geçemez demektelerdi.
Bunun için de, burjuva-feodal güçlere ve onlarla ittifak kuran, onları yaşatan emperyalizme, özellikle ABD emperyalizme karşı, ulusal- demokratik mücadele yürütmenin gerektiğinin den yola çıkarak,  proletaryanın  ”ulusal kapitalizmin” gelişmesin den çıkarı olduğunu öne sürüp,  “ulusal( milli) burjuvaziyle” ittifak kurmanın kaçınılmazlığının devrimin karakterinin gereğidir. Diyorlardı.
 MDD’cilere göre  “ulusal-kapitalizmin” gelişmesinin önü açılmadan, anti-kapitalist mücadele esas hale gelmez.
 Bunun içinde, TİP’in(Türkiye işçi partisinin) Türkiye’nin sosyalist devrim aşamasında olduğunu ileri süren görüşlerine karşı  “ateşli bir tarzda muhalefet” yürüttüler.   
50 sene önce ortaya atılan MDD görüşlerinin yanlışlığı veya doğruluğunu bir yana atalım; onlar hiç olmasa üretici güçlerle, üretim ilişkileri arasındaki ilişkiye göre, Türkiye devriminin karakterini tespit edip, buna göre strateji ve taktikler belirliyor, gericiliğe karşı siyasi mücadeleyi yürütüyorlardı.
Türkiye’de  EMEP’in, evrensel gazetesinin,  Ö.D’nın  ve onun yazarlarının “demokratik ve bağımsızlık mücadelesi  esastır” demelerin gerekçesi  nedir!?.
“Türkiye yarı-feodal bir ülkedir, emperyalistler feodal egemenleri destekleyip, demokrasinin gelişmesine, ülkenin demokratlaşmasına engel oluyorlar”  diye bir görüşü savunmadıkları açıktır. Ve yine Kürt halkını ulusal sorunuyla, feodal-baskı altında olan köylüğünün özgürleştirilmesinin iç, içe geçtiğine dair bir düşünceyi de savunmuyorlar. Tüm bunlara rağmen, anti-feodal içerikte olmayan “ demokrasi mücadelesinden, demokratik devrimden  ” bahsedip duruyorlar.
Eğer bir ülkede, feodal sistem ekonomik olarak tasfiye edilmişse, o ülkede devrim aşamasının burjuva demokratik içerikte olmasına imkân yoktur.
Ama kapitalizm gelişme düzeyine göre,  herhangi bir ülkenin üst yapısında, yani siyasi ve kültürel v.s de  eski toplumun üst-yapısının  etkileri varlığını sürdüre bilir. Ama bu feodal üst yapının kalıntılarının var olması, o ülkedeki devrim aşamasını belirlemede (en küçük tarzda dahi) bir etkisi olamaz. Çünkü burada etkisini sürdüren objektif unsurlar değil, sübjektif unsurlardır. Bunlarda, kapitalizm koşullarında ve evrimci bir tarzda da tasfiye olabilirler.
Kapitalist üretim ilişkileri egemen olmasına rağmen, üst yapıda (şu veya bu ölçüde) feodal siyasi ve kültürel kurumların varlıklarını sürdüre bilmelerinin tek neden, burjuvazinin, proletaryanın ve emekçilerin sosyal kurtuluş mücadelesini karşında ve bu mücadeleyi bastırma için, feodal,  her türlü demokrasinin düşmanı kapitalizm öncesi gerici güçlerle ittifak kurmaya ihtiyaç duymasından dolayıdır.
 Proleter demokrasi için mücadele esas olarak burjuva demokrasini hedef almasının yanı sıra, kapitalist sistemin üstyapı kurumlarında varlığını sürdüren feodal kalıntıları da hedef alır.
Ama bu feodal kalıntılara karşı mücadele de, sosyalist devrim için mücadeleye tabi kılınmazsa;( kapitalizmin sınırları için de)   demokrasinin genişlettirmesi arzusundan öteye geçmez.
Kürt ulusal sorununun demokratik çözümü gerçekleşmeden, sosyalist devrim   
                                 aşamasına  girilemez mi!?
Çağımızın, proleter devrimler çağı olmasına rağmen, dünya da Kürt halkının ulusal sorunu gibi, istisnayı da olsa varlığını sürdüren ve çözülmeyen ulusal sorunların olduğu bir gerçektir.
Türkiye’de Kürt ulusal sorunun şimdiye kadar çözüme kavuşturulamamasının esas nedenlerinin başında, 1990’lar kadar devam eden, Sovyetlerle ve onun hegemonyası altında olan doğu- Avrupa ülkeleriyle, Batılı emperyalist - kapitalist ülkeler arasındaki çelişkiden ve çatışmadan yararlana Türkiye’nin egemen sınıflarının, Kürt halkını zorla asimile etme politikalarını sürdürebilme imkânına sahip olabilmeleri geliyor.  
Batılı emperyalist devletler, Sovyetlerin yanı başında bulunan ve “Sovyet saldırısına” karşı kalkan olma görevi verilen Türkiye’nin Kürt ulusal sorununun çözümüyle zayıflama rizikosunu göze alamıyorlardı.
Bunun için de, Türk egemen sınıflarının, Kürt halkın zorla asimile etme politikasını ve Kürt isyanlarının kanla bastırılmasını var güçleri ve itirazsız desteklediler ve de hale şu ve bu ölçüde desteklemeye devam ediyorlar.
Türkiye yanlısı emperyalist devletlerin politikası karşının da Kürt ulusal sorunu, ancak batılı emperyalist devletlerle çatışma içinde olan Sovyetlere dayanılarak ve onun desteğiyle çözülebileceği görüşleri, Kürt ulusal hareketini de etkisi altına almıştı.
1950 ortalarından itibaren kapitalizme geri dönmeye başlayan Sovyetler yine “ sosyalist ülke” olarak görüldüğü için, Türkiye’deki Kürt halkını ulusal sorununun çözümü “sosyalizme geçişle”  gerçekleşe bileceğini ileri süren görüşler ve buna uygun olarak izlenen siyasi mücadele Kürt halkı üzerindeki etkisini sürdürdü.
Nitekim II. Emperyalist savaşın bitmesinin hemen ardından Sovyet kızıl ordusu İran’a girdi ve ezilen ulus statüsünde olan Kürt halkının da ulusal devletinin kurulmasının ortamını sağladı.(4)
Ve yine emperyalist devletlerin kuklası Irak’taki Krallığın askeri darbeyle yıkılması, Kürt halkını ulusal sorunun çözümden yana olan Sovyetlerin etkinliğini Irak’ta taşıdı ve Sovyetlerin desteğin alan Molla Barzani’nin önderliğindeki Kürt hareketi güçlenerek bölgesine de egemen olmayı başardı.
Sovyetlerin, gerek İran’da Kürt ulusal devletini kurdurtması, gerekse Irak’ta Kürt ulusal sorunun çözümünde yana olduğunu kanıtlaması, Türkiye’deki Kürt ulusal sorununun da Sovyetlerin desteğiyle ve “sosyalist mücadele temelinde ” çözümünün mümkün olduğu düşüncelerine itiraz edilmiyordu.
Sovyetlerin, 1960’lardan itibaren, orta-doğuda etkinliğini artırarak,  bir dönem Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Güney Yemen’de Filistin’de, Kuzey Afrika’nın Mısır’ın dışındaki ülkelerin de egemenliğini kurması,  “Araplarla” çatışmasını bir yana bıraktırdı ve Kürt halkının ulusal sorununun çözümünde yana olan politikasını terk ettirdi.
ABD emperyalizm bu gelişme karşında, Sovyetlerin müttefiki Saddam’ın Irak’ına karşı Barzani hareketin açıktan destekledi. Ve bu dönemde sonra, Kürt ulusal sorununun çözümünde yana olan politikasını yürürlüğe koydu.
Bu durum, Türkiye’ deki Kürt halkın ulusal sorununu da batılı emperyalist devletlerin desteğiyle de çözüle bileceği görüşlerinin ortaya çıkmasına vesile olmuştu.  Ama Sovyetlere dayanarak ulusal sorunun çözümünü isteyenlerin siyasi ve ideolojik görüşler yine etkilerini sürdüre bildiler.
ABD emperyalizminin isteği doğrultusun da  İran Şahı’nın Saddam’ın Irak’la anlaşması sonucu, Molla Mustafa Barzani hareketin ağır darbe alması,  ( ABD duyulan güveni sarsıntıya uğrasa da)   Irak Kürtlerinin  ABD’yle kurdukları ilişkiyi kesmesine neden olmadı  ve ABD emperyalizmine dayanarak ulusal sorunlarının çözümü için mücadelelerine devam ettiler.
Ve nihayet   bilindiği gibi,Kürtler, ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle, aslında ayrı devlet statüsünde olan  “Özerk Kürdistan” federe devletine kavuştular.
Tüm gelişmeler, Kürt ulusal sorununun da emperyalist- kapitalist sistem içinde çözüle bileceğinin somut göstergesiydi.
Türkiye’de ise, Sovyetlerin dağılması sonrası, sözde sosyalizm temeline de ulusal sorunu çözme düşünceleri etkisini kayıp etti ve bu düşünceler doğrultusunda yürütülen siyasi faaliyetlerse boşlukta kaldı. Çünkü “güvendikleri dağlara kar yağmıştı” .
 Ve böylece Kürt ulusalcılarına göre, ortada tek bir “çözüm” kalıyordu! ,  o’da emperyalist-kapitalist sistem içinde ulusal sorunun ”demokratik” çözümü!
Bunun içinde, Türkiye’de kapitalist üretim tarzının egemenliğine rağmen, “Kürt ulusal sorununun demokratik çözümü gerçekleşmeden, sosyalist mücadele gündeme gelemez ” diyorlar.
Ne yazık ki Türkiye’de “sosyalistlik” adına bu görüşleri doğru kabul eden, EMEP, evrensel gazetesi, Ö.D ve Hayat TV’dir
Oysa,1980 öncesi Kürt halkın ulusal sorunun, Sovyetlere dayanarak sözde “sosyalist çözümü” arayanların dışında ve Lenin’in ulusal sorun konusundaki görüşlerinin ışığında,  işçi sınıfının ve emekçilerin sosyal kurtuluşlarına tabi olarak ulusal sorunun çözümünü savuna ve kendilerine “M.L” diyen siyasi gruplarda vardı.(6)
Şimdi,1980 öncesi, “Türk solu” diye nitelendikleri gruplarda ayrı örgütlene “Kürt sosyalistleri” dahi olmak üzere, tüm “sosyalist grupların” anti-kapitalist mücadele temelinde Kürt halkını ulusal sorunun çözümünü isteyen görüşler ve bu görüşlere uygun olarak izlene siyasi mücadele ve taktikler, neden Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte yanlış olsun? Neden emperyalistler ve bölgenin gerici egemen sınıfları arasındaki çatışmaya ve çelişkilere tabi şekilde Kürt halkının ulusal sorununun tek çözüm yolu olsun?  
Ve neden, ulusal sorun, sadece emperyalist-kapitalist sistem içinde  çözümü  mümkün olsun? ve yine neden, bu çözüm gerçekleşmeden “sosyalizm için mücadele “ gündeme gelmeyeceğini ileri süren  düşünceler doğru olsun?!
Oysa, Türk gericiliğinin ulusal baskına direne, elde silah 28 yıldır savaşalar,  Kürt ulusuna mensup yoksul işçiler, emekçiler ve onların çocuklarıdır. Çünkü kendilerini ulusal baskı altında tutan Türk egemen sınıfı, aynı zamanda onları sömüren, açlığa, işsizliğe çaresizliğe mahkûm eden  sınıftır.
Kürt emekçilerini ulusal baskı altında tutarak acımasızca sömürüyorlar, Kürt halkı için ulusal baskıyla, sınıfsal sömürü iç içe geçmiştir.
 Bu sınıf aynı zamanda egemen Türk ulusuna mensup olan işçiler, emekçiler başta olmak üzere, tüm Türkiye, işçi sınıfını emekçileri sömürerek  yoksulluğun içine itiyor.
En önemlisi, kapitalist sisteme karşı mücadele esas alınmadan, sınıf bilincinden yoksun Türk işçilerini ve emekçilerini kitlesel olarak  Kürt halkını üzerindeki ulusal baskıya karşı çıkmaları sağlanamaz.
Ve Türk işçi ve emekçileriyle, ulusal baskı altında sömürülen Kürt işçi ve emekçilerin sınıf temelinde birliği ve orta mücadelesi sağlanmadan, Kürt halkının ulusal baskıdan gerçek olarak kurtuluşu mümkün değildir.
Aydın ve kendisi gibi düşünenler anti-kapitalist mücadelenin önemini kavramıyor. Sermayeyle, onun devletini bir birinde koparıyorlar. Sözde devlete karşı mücadele ön plana getiriliyor ama bu devletin varlığının kapitalist sömürü sistemine tabi olduğu ve kapitalist sistemi can sipere yaşatmağa çalıştığı göz ardı ediliyor.
Bunun için,  sermayenin  kapitalist sistemine karşı mücadele esas alınmadan onun devletine karşı (gerçek anlamda) mücadele edilemez.
Esas olan sermayenin kapitalist sistemine karşı mücadele etmektir. Anti- kapitalist mücadele, hangi ulusa mensup olursa olsun, tüm işçilerin ve emekçilerin mücadelesini bütünleştirip güçlendirecek, bir avuç egemen burjuvaziyi de güçsüzleştirecektir.
Aydın’ın ısrarla ret ettiği anti-kapitalist mücadelenin önemidir. Anti-kapitalist mücadeleden kaçmak için Lenin’e sığınıyor! Lenin’in her durumda anti-kapitalist mücadeleyi esas aldığını inkâr etmek için mantık oyunlarına başvurmaktan kaçınmıyor.
Kapitalizmle hiçbir çatışması olmayan ve kapitalizm savuna bir Kürt ulusalcısının anti-kapitalist mücadeleden kaçınması, emperyalist-kapitalist sistem içinde ulusal köleliklerin son verilmesini istemesi ve bu doğrultuda siyasi mücadele yürütmesi, hiçbir şekilde yadırganamaz.
Çünkü (yukarda da değindiğimiz gibi) ulusal sorunu emperyalist- kapitalist sistem içinde çözüle bilinir.
Kürtlerin ulusal-devletlerini kurmaları onların bir hakkıdır ve bu hakka emperyalist-kapitalist sistem içinde de kavuşula bilirler.
 Ve yine Kürtlerin ulusal devletlerini kurmaları, emperyalist-kapitalist devletlere bağlı olup, olmama açısında (hiçbir şekilde) ele alınamaz.
Çünkü Kürtleri, ulusal baskı altına alan, zorla asimile etmeğe çalışan devletlerin tümü de emperyalist-kapitalist sistemin önemli parçalarıdırlar ve emperyalist-kapitalist devletlere Kürtlerden daha sıkı bağlıdırlar
Ve yine günümüz de  “büyük veya küçük devlet” ayrımına göre ulusal devletler ele alınıp, buna göre ulusal sorunun çözümüne de yaklaşılmaz.
Tekrar edersek, tüm burjuva devletleri emperyalist-kapitalist sistemin bire parçalarıdır ve artık ulusal devletler, ( kim ne derse, desin) kapitalizmin gelişen boyutları karşında kapitalist sistemi yönetmekte yetersiz kalıyor. Ve yine kapitalist gelişme dünya işçi sınıfını daha birbirlerine yaklaştırmış ve uluslararası kapitalizme karşı birlikte mücadele etmeleri için çok uygun ortamlar oluşturmuş ve birlikte günlük politik mücadelenin yürütülmesinin imkânı çok daha olgunlaşmıştır.
Tüm bunlara rağmen “bir komünist” emperyalist-kapitalist sistem içinde ve işçi sınıfının emekçilerin sosyal kurtuluşunu amaçlamayan ulusal sorununun çözümden yana bir ideolojik ve politik tutum alamaz ve proletaryanın bağımsız siyasi mücadelesini geri plana itip, kendini sözde demokrasi mücadelesine tabi kılmaz. İşte Aydın’ın “anlamak” istemediği konu budur.
Durmadan, Lenin’in burjuva demokratik talepler için mücadele etmek gerekliğini inkâr etmediği ileri sürülüp duruluyor.
Peki, Lenin’in burjuva demokrasi tarihsel olarak miadını doldurmuştur. Gerici siyasi bir rejimdir, ilerici ve devrimci olan proletarya demokrasidir, görüşleri, (Sovyetler dağıldı diye)değerini yitirdi mi?!, Burjuva demokrasi yeniden  “ilericilermiş  midir ?”.
Niye durmadan “demokrasi” denildiğinde burjuva demokrasi” akıllara gelsin? Paris Komününden beri somut, pratik bir gerçek olarak ortaya çıkan proletarya demokrasi için mücadelenin şartları oluşmasın?!
Proletarya demokrasinin gerçekleşmesi ancak burjuva devletinin (demokrasi biçiminde olanı dahi olmak üzere ) zor yani şiddetle parçalanıp, dağıtılmasıyla mümkündür.
İşte bu gerçeği göz ardı etmek için “burjuva demokrasi için mücadelenin ” esas olduğu öne sürülüp, duruluyor.
Sovyetlerin dağılması ve liberal kapitalizme geçiş, kapitalizmin, sosyalizmin arifesin de olması konumun da “(zerre kadar olsa bile  )objektif olarak bir değişikliye yol açmamıştır, aksine uluslararası kapitalizmin gelişip, daha da merkezîleşmiştir ve bunun için de uluslararası örgütlenmelere daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Ve de bu durum, kapitalist sistemi daha da ölüme yaklaştırmış, sosyalizm arifesinde olmasını daha da olgunlaştırmıştır.
Sovyetlerin dağılmasını sosyalizme geçiş ertelediğini öne süren Aydın gibileri, yukardaki  düşünceleri savunanları “ Kalıplar içinde düşünen(7)ve böyle siyasi programlar, taktikler inşa edenler karşısında Lenin’in durumu şöyle görünür: Lenin, sosyalist devrim için mücadeleye, sosyalist devrim programına karşıdır; bunlar yerine reformlar, düzen içi çözümler öneren  bir burjuva politikacısıdır !Daha da ileri götürüldüğünde, Lenin’in sosyalizmin çözeceği problemleri burjuva-kapitalist çerçevede çözmeye  çalıştığı; dolayısıyla sosyalizm istemediğin sonucunu çıkaranlar olmuştur, günümüzde de Lenin’e yönetmeye cesaret edemeseler…………Lenin’le bu aynı görüşlerini savunanlara benzer biçimde suçlamalar yöneltenler olmaktadır.” (a.g.Y)
Aydın’ın Lenin’le aynı düşünceyi paylaştığı iddiasını bir yana bırakalım!
Lenin’in, hiçbir zaman sosyalizmin çözeceği sorunları burjuva-kapitalist( ne demekse bu! -Y)çerçevede çözmeye çalıştığına dair en küçük bir örnek gösterilemez, tam tersine Lenin, kapitalizm koşullarında çözüle biline fakat çözülmeyen burjuva demokratik sorunların, sosyalist sistem içinde ve daha kapsamlı şekilde çözüle bileceğin hem savundu, hem de bu düşüncelerinin sosyal pratikle maddi gerçeklere dönüştürdü.
Bunun için  Lenin’in sosyalist sistem içinde çözülecek siyasi, sosyal ve ekonomik bir sorunu kapitalizm koşullarında  “çözmeye” girişmedi, böyle bir görüş savunmadı, tam tersine kapitalizm koşullarında çözülmesi gereken ama burjuvazinin çözemediği burjuva demokratik içerikli  siyasi  ve ekonomik sorunların  sosyalist sistem için de de çözüleceğini ileri sürdü ve ekim devrim sonrası da hızlı bir tarzda bunu gündeme alarak, anında çözdü. Örneği, Şubat burjuva devrim sonrası dahi ele alınmak istenmeyen,  büyük toprakların topraksız köylüye dağıtılmasını hemen yerine getirdi ve Rusya’yı hemen emperyalist savaşı içinde çıkardı.
Aslında Aydın, burjuva demokratik bir sorunun, kapitalizm koşullarında çözüme kavuşturulmamasına rağmen,  bunun sosyalist sistem içinde çözüle bileceğini (Menşevikler gibi) inkâr ediyor.    
Mutlak sosyalizm koşullarında çözüle bilecek, bir ekonomi, siyasi ve sosyal sorunu, kapitalizm koşulların da, çözüle bileceğini ileri sürerek, işçi ve emekçileri kandıranlar tabi ki var.
Revizyonistlerin, sosyal-demokratların sahtekârlıklarını biryana bırakırsak, Lenin’in, eski toplumun bağrından doğan yeni toplumun, eski toplumun” doğum lekelerin” taşıdığını ve taşımasının kaçınılmaz olduğunu öne sürdüğünü kendine sosyalist diyen her kes bilir.
Bunun için ileri bir toplum, bağrından kopup geldiği eski toplumun bir sürü kalıntılarıyla (bir süreyle sınırlıda olsa)baş, başa kalması kaçınılmazdır.
Bu durum; sadece kapitalizmle, sosyalizm arasındaki ilişkide değil,  alt ve üst toplumların tümün de görülür.    
Ama kapitalizm yaşatmayı kendilerine görev addeden revizyonistler, mutlaka sosyalizm tarafından ortadan kaldırılması zorunlu olan sorunların, geri toplumda da(yani kapitalist toplumda)  reformlarla ortadan kaldırıla bileceğini ileri sürdüler ve sürmeye devam ediyorlar.  
Örneğin, kapitalizm koşulların da tüketimde “eşitlik sağlanarak, sömürünün ortadan kalkacağını ” ileri süren reformistin, revizyonist ’in  “hattı, hesabı”  yoktur.
Fakat kendisine  “Marksist-Leninist” diyen bir revizyonistin dahi, Lenin’in kapitalist ekonominin egemenliği koşulların da,   “sosyal-adaletin” sağlanmasıyla  sömürünün ortadan kalka bileceğini öne sürdüğüne dair bir görüşü ortaya attığına hiç kimse  “şahit” olmadı.
Aydınlarla, tartışılan konu, burjuva içerikli ve objektif olarak kapitalizm koşullarında hal edilmesi söz konusu olan ama halledilemeyen bir ekonomik, sosyal veya siyasi bir talebin elde edilmesinin sosyalizm koşulların da, da mümkün olup, olmadığıdır.   
Aydın’ın kendisi de “burjuvazinin devrimci barutun tükettiğini, demokrasi mücadelesinden vazgeçtiğin “ bahsediyor. Ve de “ burjuvazi, demokrasi mücadelesinde vazgeçti diye, demokrasi mücadelesi yok olmaz ve işçi sınıfı bu görevi yerine getirmek mükelleftir ide” ilave ediyor.
Ama Aydın’a göre işçi sınıfı, demokrasi mücadelesini ve demokratik hakların elde edilmesini,  burjuvazi gibi kapitalizmin sınırları dışına çıkmadan! ( yani burjuvalaşarak!)  Ve de sosyalizm amacına tabi kılmaya çalışmadan yürütmeli ve de   “kafaları bulandırmamalı”.
                          ………………………………………………………………………………………………………………………………………..
(1)Lenin’in “Emperyalist ekonomizm-Marksizm bir karikatürü” kitabını okuyan herkes bunu rahatlıkla anlar
(2) Marksizm değil Leninizm’i olacak. Bu, derginin yazım hatasıdır mutlaka.
 (3) emperyalist devletin desteğin alan İran Şahlığı tarafında yıkıldı. Kısa dönem sonra
(4) Bu grupların içinde Aydın’ında içinde yer aldığı “halkın Kurtuluşçuları”  diye anılan grupta vardı. Şimdi Aydın 1980 öncesi Kürt halkın ulusal sorununu, işçi sınıfının ve emekçilerin sosyal kurtuluşuna tabi kılınmasını ve kapitalist sisteme karşı olarak çözün arayan görüşleri ve bu görüşler doğrultusunda izlene siyasi taktikleri “derinliği olmayan” görüşler diye kararlıyor. Mutlaka, emperyalist-kapitalist sistemi içinde Kürt ulusal soruna çözümü   aradın mı! ,  “derinlikli görüşlere” sahipsin demektir!
(4) Özelikle vurgulamam gerekli bir husus: Aydın’ın  esas olarak, “TKP” görünümlü  bu yazısında eleştirdiği görüşlerin tüm bana aittir. O, beni “muhatap aldığını” okuyucudan gizlemek için sahte “hedefler” seçiyor. Burada eleştirdiği görüşlerin büyük çoğunluğunu TKP savunmadı ve savunmuyor. Örneği, TKP hiçbir zaman, Irak işgalini ve ABD’yle Saddam rejimi arasındaki savaşı “gericiler arası savaş” demedi ve Aynen Ö.D ve evrensel gazetesi gibi Saddam’dan yana bir politika izledi. Ve yine İran’ın mollalarıyla , ABD emperyalizm arasındaki çatışmayı, gericiler arası çatışma demedi. Aynı Aydın gibi Mollaları destekliyor. Ve yine TKP hiçbir zaman gericiler arası savaşı, devrimci iç savaşa dönüştürelim diye ne bir çağrıda bulundu, neden böyle bir   düşünceyi savundu.. Tüm bunları savuna benim.