20 Aralık 2005

Irak “krizinin” gerçek nedenleri

Sovyet- emperyalizmin dağılmasından sonra , emperyalist – kapitalist dünya “yeni bir dönem”e girdi. Bu döneme kadar mevcut olan, Sovyet-emperyalizmi ile Batı kapitalist- emperyalizmi arasındaki çelişki,yerini, yeniden bloklaşan emperyalistler arası çelişkiye bıraktı. Bu döneme kadar geçen süreçte, Batı kapitalist- emperyalist dünyada önemli değişiklikler ortaya çıktı. “Ulusal emeperyalist devletler” yerini, ekonomik, giderek de siyasi olarak da bütünleşen, emperyalist bloklara bıraktı.Sovyet emperyalizminin aradan çekilmesinden sonra,emperyalistler arası bu bloklaşma hızlı bir gelişme gösterdi.II. emperyalist savaş sonrası Sosyalist sovyetler birliğinin önderliğinde oluşan sosyalist dünyanın gelişmesi ve dünya kapitalizmini ortadan kaldırmaya yönelmesi karşısında, ABD emperyalizminin önderliğinde ve hegemanyasında oluşan emperyalist- kapitalist blok, sosyalizmin gelişmesinin önünü kesmeyi baş görev edinmişti.Emperyalist savaştan en karlı bir şekilde çıkan ABD emperyalizmi, kapitalist dünya üzerinde kolayca ekonomik, özelikle,siyasi ve askeri hegemonyasını kurmuştu. Kapitalizme geri dönen Sovyetler birliği ve diğer eski sosyalist ülkelerin varlığı döneminde, ABD hegemonyası altındaki blok içindeki çelişkiler ikinci planda kalmaktaydı.Sovyetler, emperyalist bir siyaset izlemeye başladığından itibaren, Doğu- Avrupa ülkelerinin yanı sıra,özelikle,emperyalist sömürgelikten kurtulmaya çalışan ,orta-doğu, Asya,Afrika ülkelerine egemen olmaya çalıştı.Sovyetlerin dağılması sonrası, emperyalist bloklar, onun egemen olduğu yerleri de ele geçirmek için kıyasıya bir mücadeleye giriştiler. Sovyetlerle çatışma döneminde, ABD hegemonyası altında olan diğer emperyalist ülkeler,ekonomik olarak sıçramalı gelişme gösterirken,ABD ise askeri alanda, diğerleri ile kıyaslanmıyacak boyutlarda bir üstünlük sağladı.ABD’nin, silahlanmada,ve silah-sanayisinde “tek güç” olduğu inkar edilemez . Sovyetlerle var olan çatışma döneminde Batı- Almanya, Japonya ekonomik olarak ABD ile baş edebilecek güce erişmelerine rağmen,-2. emperyalist savaştan yenilgi ile çıktıkları için yeniden silahlanmaları, silah sanayilerinin geliştirilmesinin kontrol altına alınması nedeni ile- silahlanmada ve silah sanayisinde, ABD’nin çok gerisinde kaldılar.Fransa, İngiltere savaştan çok zaiat vererek çıktılar, geçen süreçde, gerek sanayide, gerekse silah sanayisinde ABD ile boy ölçülemez kadar geri durumdalar.

Özellikle,AB’nin oluşması ve gelişmesi,dünya üzerinde oluşan ABD hegemonyası için önemli tehdit oluşturuyor.AB,bugün ABD’nin egemen olduğu yerlere, ekonomik yayılmacılık kanalıyla giriyor ve onun egemenliğine son vermeye çalışıyor.ABD ekonomisinin üstünlüğüne son veren AB, dünya kapitalist pazarları ele geçirmede önemli mesafeler kat etti. AB’nin üye ülkeleri, Sovyetlerin ve” Sovyet blok”unun varlığı döneminde Doğu- Avrupa ülkelerinde ve Rusya’da, ekonomik etkinlik kurmaya başlamıştı.Rusya ve onun egemenliği altında olan doğu-Avrupa ülkeleri, bürokratik devlet- kapitalizminden, neo- liberal kapitalizme geçtikten sonra , bu ülkelere hızlı bir tarzda yayılan, buradaki ekonomiyi egemenliği altına alan, AB’ ye üye ülkelerdi. Özelikle AB’nin en güçlü ülkesi olan Almanya, öncelikle, ekonomik olarak, Rusya’yı, Polanya’yı, Macaristan’ı, Çek- Cumhuriyetini ele geçirmiştir. Bu egemenliğini kalıcılaştırmak için Polonya,Çek- cumhuriyeti, Macaristan başta olmak üzere Doğu-Avrupa ülkelerinin AB ye alınmalarını sağlamıştır.Rusya’la sıkı bir işbirliği içinde olan AB ve özelikle Almanya , Rusyanın AB’ ine alınması için çaba harcıyor ve bunun ortamını- hızlı bir tarzda- hazırlıyor. Rusyayı, Doğu-Avruba ülkelerini ele geçiren AB,bu başarısını dünyanın diğer ülkelerine doğru kaydırmaktadır.

ABD emperyalizmi, emperyalist yayılmacılıkta, esas olarak siyasi yayılmacılığı temel aldı ve alıyor.(1)ABD emperyalizmi, emperyalist yayılmacılığını esas olarak, siyasi –askeri- yayılmacılık yoluyla gerçekleştiriyor.Bunun için AB ‘nin karşısına, güçlü askeri kuvvetlerini çıkardı..Doğu- Avrupa ülkelerini , Almanya,Fransa AB’ine almaya çalışırlarken, ABD de bunların NATO ya alnmasını istedi ve NATO ya alınmalarını sağladı . Dolayısıla, NATO yoluyla bunların üzerinde etkinlik kurmaya çalışmaktadır.(2)

İki emperyalist blok arasındaki çatışmanın odak noktası olarak “orta-doğu

Orta-doğu ülkelerinin, 2. emperyalist savaş öncesi tarihi geçmişlerini bir yana bırakarak , kısaca 2. emperyalist savaş sonrası bu bölgedeki gelişmelere bir göz atmamız gerekir.

Bu bölgedeki petrol, 2.emperyalist savaş sonrası gelişen teknoloji sonucu, en ucuz enerji hammadesi konumuna erişti.Bu döneme kadar,petrol diğer eneji kaynaklarına göre daha pahalıya elde edilen enerji hammadesi idi. Bunun için o,-bugünki gibi-en önemli”stratejik hammade”olarak görülmüyordu.Orta- doğunun Arap ülkeleri,emperyalist sömürü altında yaşamını sürdüren çok yoksul ülkelerdi. Sosyalizmin başarısı,yoksul Arap halkını derinden etkiliyordu.Bu ülkelerde sanayi gelişmediği için işçi sınıfı da henüz oluşmamışti. Arap halkı, emperyalist devletlerle işbirliği içinde yaşıyan Krallıklara karşı mücadeleye girişmişti. Sosyalist sovyetler birliği,Arap halkının emperyalizme ve onların işbirlikcisi Krallıklara karşı mücadelesini destekliyordu. Henüz- kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi sonucu- işçi sınıfının oluşmadığı ülkeler için Lenin’in ön gördüğü” kapitalist olmayan yolda sosyalizme geçiş”tezi emperyalizme karşı olan ulusal burjuva kesimlerine yol gösteriyordu.

Arap halklarının bu mücadelesi, 1956- 57’ lere kadar başarılı olmadı Bu dönemden sonra Mısır’da başlayan diğer Arap ülkelerine doğru yayılan, Arap orduları içinde gelişen ulusal hareketler, askeri darbelerle, Krallıklara son verdiler ve emperyalizmin egemenliğine darbe indirdiler. Ama artık- sosyalist sovyetler birliğinin yerine geçen ve kapitalizme geriye dönüş yollarını açan-revizyonist sovyetler birliği iş başında idi. Bunlar,Arap- ulusal hareketlerini desteklediler, onlarla sıkı ekonomık ve siyasi işbirliği kurdular, ama bu ülkeleri,” kapitalist olmayan yolda sosyalizme geçme”için değil, kapitalizmi geliştirmeleri için teşvik ettiler.Ulusal Arap hareketleri, “emperyalizmin sömürgeciliğinden kurtulalım”derken,bu sefer de revizyonist-kapitalist Sovyetlerin kucağına düştüler.Sovyetler, bunları, bu bölgedeki egemenliği için kullanmaya başladı.Revizyonist sovyetler birliği, bu bölgedeki etkiliğini önemli ölçüde ileri boyutlara çıkardı.Mısır, Suriye,Irak, güney-Yemen, Sudan, Tunus,Libya, Cezayir gibi Arap ülkelerinde etkin olan güç, emperyalist Sovyetler birliğiydi.Sovyetlerin, ekonomik desteğinin yanı sıra petrolün,dünya pazarlarında güçlenen etkinliği,Arap ülkelerinde önemli ekonomik gelişmelerin ortaya çıkmasına vesile oldu.İsrael ile Arap ülkeleri arasındaki çatışma, Arap ülkelerini bir birlerine daha da yaklaştırır iken, diğer yandan Arap miliyetçiliğini geliştiriyordu. Aradan geçen süreç içinde, Arap ülkelerinde kapitalist ekonomi gelişti. Bu ülkeler -aynen Türkiye gibi- gelişmiş kapitalist ülkelerle birleşmenin yollarını aramaya başladılar (4) Zaten, petrol zengini Arap ülkelerinin çoğu ,Batı kapitalist-emperyalist ülkelerinin ve uluslar arası petrol tekellerinin egemenliği altında idiler ve altındalar. Suudi-Arabistan,Kuveyt, Arap-emirlikleri,Katar,Umman , krallıkların egemen olduğu zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeleridir.(8)

Irak ve Saddam

Saddam Hüseyin, -kendinden önceki iktidarlar gibi-ilk önceleri Sovyetler birliğiyle sıkı bir işbirliği içinde idi. Irak, Mısır’da, Nasır’dan sonra iktidarı ele geçiren Enver Sedat’ın saf değiştirip, Batılı emperyalistlerle işbirliğine girerek, İsrael’in varlığını tanımasına ve İsrael ile barış imzalamasına, büyük tepki göstedi. Saddam, Enver Sedat’a karşı” red cephesi”ni kurdu ve Mısır’ı, Arap devletlerinden tecrit etmeye çalıştı.Irak’ın bu tutumuna karşı ,ABD hemen harekete geçti.Önceleri, uzak durduğu Irak’daki Kürt isyanını desteklemeye başladı.ABD- İran Şahı kanalıyla-Irak’daki Kürtlere yoğun destek verdi. Bu destek sayesinde Iraktaki Kürt isyanı gelişti ve Saddamın elinde bulunan Kerkük ve Musul petrollerinin Kürtlerin eline geçme tehlikesini gündeme getirdi. Bu gelişme karşısında Saddam,ABD’ ye yaklaştı, onun isteklerini kabul etti. Mısır ile yeniden “dost” oldu ve”red-cephesi”ni dağıttı,İran şahının taleplerini de kabul etti ve ona, Basra bölgesindeki bazı yerleri geri verdi.ABD ve İran’da Kürtlere verdikleri desteği geri çektiler. Saddam da Kürt isyanını bastırdı ve Kürtler İran’a sığındı.Saddam artık ABD ile dost olmuş ve giderek Sovyetlerden uzaklaşmaya başlamıştı.İran devrim ile birlikte,İran’la ABD arasındaki çatışmanın ortaya çıkması,ABD’nin İran devrimini ezmek için harekete geçmesi ve bundan istenen başarıyı sağlıyamaması karşısında, ABD, Saddamı devreye soktu. Saddam İran’a saldırdı. ABD ve müttefikleri Saddama her türlü desteği verdiler. Ve Saddamı silahlandırdılar(6) Sonunda, Saddam İran’ı „barışa” zorladı ve Şaha kaptırdığı yerleri geri aldı.Savaş sonrası, Saddam, emperyalistlerin sayesinde “dehşetli” bir askeri güçe sahip olmuştu.Saddam, nükleer silahların dışındaki tüm modern silahlara sahipti.Saddam, bu gücüne güvenerek, ABD emperyalizmin dışındaki Batı-avrupalı emperyalistlerle de sıkı ilişkilere girmişti.Saddam, diğer zengin petrol kaynaklarına sahip Arap ülkelerine egemen olarak,emperyalistlerin, orta-doğuda tek tercih edecekleri ülke konumuna gelmek istiyordu. Saddam,güçlenen güçüne dayanarak emperyalistler arası kolayca manevra yapabileceğini düşünüyordu.Bu amacı uğruna,ABD’den onay alarak Kuveyt’i işgal etti.Ve ABD için de, Saddamı tasfiye etmek için fırsat doğdu. ABD”,bir taşla iki kuş vuruyordu”, bir yandan Sovyetlerin boşaltığı yerleri- ekonomik güçleriyle- ele geçirmeye çalışan, petrol bölgelerine egemen olmak istiyen AB ‘ne üye ülkelerin amaçını boş çıkaracaktı, diğer yanadan, özellikle-askeri olarak- güçlenen Saddamı tasfiye edecekti.ABD, bu amaçına erişmek için şimdi de ikinci Körfez savaşını başlatı.

Yeniden Kolonizm dönemi

Emperyalist- kapitalizm ,ekim devriminin zaferiyle kurulan sosyalizm karşısında sömürgelerini de kayıp etme tehlikesiyle baş başa kalmıştı. Ekim devrimi, dünya proleteryasına ezilen, acımasızca sömürülen, sömürge ülkelerin halklarına kurtuluş yolunu gösteriyordu.Ekim devrimi, sömürge halklarını uyandırdı, sömürgeci emperyalist ülkelere karşı mücadeleye itti.Emperyalistler, sömürge halkların kurtuluş savaşlarını askeri saldırılarla ezmeğe çalıştı,ama çok kez başarılı olamadılar.Asyanın,Afrikanın, daha doğrusu dünyanın dört bir yanına dağılan sömürge ülkelerin bir çoğu ulusal kurtuluşlarına kavuştular. Emperyalistler, ezilen,sömürülen halkların kurtuluş savaşlarını durduramıyacağını anlayınca sömürgeciliğin biçimini değiştırmek zorunda kaldı.

Kolonizmin yerine yeni-sömürgeciliği (Neo kolonizmi) devreye soktu.Kendilerine, ekonomik,siyasi,askeri olarak bağlı olan, emperyalist sermayenin doğrudan uzantısı olarak sömürge ülkelerde oluşturulan, işbirlikci burjuvazinin ve toprak ağalarının egemenliğinde kurulan “bağımsız-devlet!”ler yoluyla sözde “ulusal-bağımsızlık” sağlanmış olundu!.Emperyalistler, bu kukla devletler sayesinde, sömürge ülkelerin sosyalizme geçmelerini önlemeye çalıştılar.(7)

Sömürge ülkeler, kolonizm döneminde doğrudan sömürgeci ülkenin siyasi ve askeri idaresi altında idiler ve onun sömürge valisi tarafından yönetiliyorlardı. Yenı sömürgecilik döneminde ise işbirlikçisi sınıfların iktidarı söz konusudur. Sosyalizme karşı, emperyalist cephede yer alan, yeni sömürgeci ülkelerin egemen sınıfları, emperyalistler arası manevra yapabilme imkanına sahipler.(8) Kolonizmle, neo-Kolonizm arasındaki en önemli farklılık sömürge ülkenin egemen sınıflarının, bir emperyalist bloktan veya devletten diğerine doğru kayabilme şansına sahip olmasıdır.Halkların, Kolonizme karşı mücadelesi sonucu ortaya çıkan yeni-sömürgecilikte, “ulusal” motiflerin ön planda tutulmasına önem verir .Emperyalist devletler, sömürge ülke burjuvazisinin bu kaypaklığından önemli zararlar görüyorlar ve çeşitli kere o,ülkedeki siyasi ve ekonomik hegemonyalarını yitirmekle baş başa kalabiliyorlar.Emperyalist burjuvazinin,sömürge ülkelerdeki ulusal kurtuluş savaşlarının, proleteryanın dünya sosyalist hareketiyle birleşerek, sosyal kurtuluş yolunda ilerlemesinin karşısında yapacağı başka bir şeyi de yoktu.

Sosyalist ülkelerin tasfiyesi üzerine, emperyalistler,neo-liberalizm dönemiyle birlikte, sosyalist dünyanın varlığından ve sosyalizmin ilerleyişinden dolayı- ve de kapitalist sistemi yaşatmak için- zorunlu olarak yürürlüğe koydukları bir sürü uygulamalardan vaz geçiyorlar. Dünyayı yeniden düzenleme adı altında yeniden Kolonizm –tabii ki günün koşullarına göre eski biçimde bazı değişikler yaparak- uygulamaya sokuyorlar.Bunun için emperyalistler,Sovyetlerin ve doğu- blokunun dağılmasından sonra ,”hep birlikte” dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan gerici bölgesel savaşlardan yararlanarak buralara müdahale ettiler ve askeri olarak bu bölgelere egemen oldular. Sözüm ona,bu savaşlara, askeri müdahalelerle son verip “huzur içinde bir dünya” yaratıyorlardı!.Bu müdahalelerden- tabii ki- en karlı çıkan, NATO ülkelerini de peşinden sürükleyen,- ABD emperyalizmidir ve dolayısıyla da, yeniden Kolonizm dönemini başlatmanın öncülüğünü yapıyor. Şimdi de, emeperyalistler kendi aralarındaki rekabette en kilit yerlerini kolonileştiriyor.

Irak’ın kolonileştirilmesi

Irak , Afganistan gibi kolonileştiriliyor. Ama emperyalistler, Afganistan’daki gibi birlikte hareket etmiyorlar. Çünkü, Irak’ın petrolleri henüz ,ABD’nin petrol tröstlerinin eline geçmemiştir. Orta-doğunun diğer ülkelerindeki petroller ise ABD’nin petrol tröstlerinin egemenliği altındadır. ABD 1. Irak savaşıyla birlikte askeri güçlerini bu ülkelere yerleştirdi ve Arap Şeyhlerini, Krallarını ve petrol tröstlerini askeri koruma altına aldı . ABD’nin askeri koruması altında olmayan , bu bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olan İran ve Iraktır. Bu ülkeler ise AB ile en sıkı ilişkiler içinde olan, ABD’nin petrol tröstlerinin tekelci girişimlerinin yolunu kesen, ABD ‘nin, petrolu kullanarak AB’ ini köşeye sıkıştırmasına –kısmen de olsa- engel olan ülkelerdir ve özellikle ABD’nin istemediği”petrol üreten ülkelerin birliği” OPEC’ in varlığını ve faaliyetini korumaya çalışan ülkelerdendirler.

Oysa, ABD, AB ile kıyasıya bir rekabet içindedir.Almanya tek başına 640 milyar Euro –hemen hemen 700 milyar dolar eder- ihracat yapıyor.Almanya, bu ihracatının Avrupa’nın dışında 1/3’ini ABD’ye yapıyor. AB’nin toplam ihracatı ,ABD’ ninkinin çok üstündedir. ABD kendi pazarlarını dahi AB ‘ine kaptırmış durumdadır. ABD, bu yıl 1 trilyon dolar ihracat yapmasına rağmen ihracatla, ithalat arasındaki ilişkide açık veriyor.-yani ihracattan daha fazla ithalat yapıyor- Ve yine ABD, AB ‘ine üye ülkelere göre –özellikle Almanya’nın, dünyanın en güçlü bankalarının eline geçirmesi nedeniyle- rant yoluyla emperyalist sömürüyü gerçekleştirmekte geri kaldı. Direk sermaye ihracatında da, AB’nin çok gerisinde yer alıyor.

İMF ye egemen olan güç AB dir.(9)ABD’nin elindeki Latin-Amerika pazarları dahi AB’nin egemenliğine girmeye başladı.-yukarda da belirtiğimiz gibi- Doğu-Avrupa ve Rusya pazarlarına egemen olan AB’dir. AB –özellikle Almanya- uzak doğu ve Çin pazarlarını ele geçirmeye çalışıyor.Sessiz ve derinden giden bu rekabet karşısında geri kalan ABD saldırıya geçti. ABD, güçlü olduğu petrol bölgelerini tamamen ele geçirerek, AB’nin üstünlüğüne son vermek istiyor.Bunun için Irak yeniden kolonileştiriliyor.(10) Sıra İran’a geliyor. Irak savaşı, salt ABD emperyalizmin, Irak petrollerini ele geçirip, petroldan daha fazla kar sağlamakla sınırlı bir girişim değil.Yani –bazılarının ileri sürdüğü gibi-sadece, ABDinin petrol tröstlerinin dünya petrollerinden daha fazla gelir elde etsin diye , Irak işgal edilmiyor. Petrol, kapitalist üretimin gerçekleşmesinin temel hammadesidir.(11)Bu maddenin, fiyatında artış veya azalış, petrolun arzında bir azalış v.s petrole bağımlı ülkelerin ekonomilerini derinden etkiliyor, çok kez ekonomik krize sürüklüyor.1973’ lerdeki petrol boykotu sırasında, emperyalistlerin “petrol bölgelerini ele geçirelim” tezini ortaya atmaları boşuna değildi. İşte, ABD ve İngiltere, kapitalist üretim için böylesine stratejik öneme sahip hammadeyi ele geçirip, AB ülkelerini dize getirmeye ve onların ekonomik üstünlüklerine ve giderek gelişen pazar hakimiyetlerine son vermek ve geriletmek istiyorlar.

ABD ve İngiltere için sıra İran’a geliyor.İran bugün, AB ile en sıkı işbirliği içinde olan petrol ülkesidir.Afganistan’ın işgali ile birlikte İran doğudan kuşatılmış durumdadır. Kuzeyinde bulunan Azerbaycan, ABD emperyalistlerinin egemenliği altına girmiştır-ABD’nin petrol tröstleri Azerbaycan petrollerinı ele geçirmişlerdir- İran’ın petrol bölgelerinde yaşayanlar, Şii mezhebine mensup Araplardır.Ve yine İran, çeşitli ulusların ve dinlerin,mezheplerin yaşadığı, - ülkedeki nüfusuna göre azınlıkta olan- Farslar, iktidarı ellerinde tuttukları yetmezmiş gibi, bir de diğer ulustan halklara ulusal baskı uyguluyorlar ve zorla asimile etmeye çalışıyorlar.İran Şahı’nın yerine geçen Mollalar aynı politikayı uygulamaya devam ediyorlar.ABD emperyalizmi, Irak’ı ele geçirdikten sonra İran’ı dört bir taraftan kuşatma altına alıyor.İran’ın karışık iç yapısı ve Molların diktatöryasına duyulan tepki ve hoşnutsuzluk sonucu, ABD orayı, Irak’taki gibi bir askeri saldırıya dahi gerek duymaksızın ele geçirebilir. Irak’ın işgalinin, ABD ‘ye İranı ele geçirmede büyük kolaylık sağlayacağı açıktır.ABD için, İran’ın ele geçirilmesi, Azerbaycan’a ve petrol ve doğal-gaz kaynaklarına sahip diğer”Türki cumhuriyetler” diye adlandırılan ülkelere askeri olarak da egemen olmasının yollarını açacaktır.

Irak savaşı sırasında, AB ve Birleşik- Milletler’deki gelişmeler

AB ‘nin bazı üyelerinin,ABD ve İngiltere’den yana tavır alması, AB “dağılıyor “ diye yorumlar yapılmasına neden oldu.

AB’den önce de, çeşitli kez emperyalist devletler arası esasını siyasi ve askeri birliklerin oluşturduğu bolklaşmalar ortaya çıkmıştı.Diğerlerini bir yana bırakırsak,bunun en vurucu örneğini, 2.emperyalist savaş sonrası; ilk önce Sosyalist dünyaya , daha sonra sosyalist dünyanın tasfiyesinden sonra ortaya çıkan Sovyet emperyalist-kapitalistlerinin oluşturduğu doğu blokuna karşı, batılı emperyalist-kapitalist devletlerin kurdukları NATO ve diğer ekonomik ,siyasi örgütler teşkil ediyor. AB, bu gibi emperyalist devletler arası birliklerden nitelik olarak farklıdır ve bu bir türlü kabul edilmiyor. AB, Avrupa’da, kapitalist ekonominin gelişmesi sonucu büyüyen ekonominin, ulusal devlet tarafından yönetilemiyeceği boyutlara erişmesi sonucu ortaya çıkmıştır.Yani AB, maddi bir olgudur,daha doğrusu emperyalist-kapitalizmin “yeni” bir aşamasıdır. Avrupa kapitalizminin gelişmesi sonucu ortaya çıkan bu ekonomik birlik, giderek siyasi ve askeri birliğe doğu yol alıyor.Dahası “Avrupa-devleti” doğuyor. AB olgusu karşısında ulusal-devletler giderek işlevsiz hale geliyor-,”ulusal kapitalizm”ve “ulusal devlet” yanlısı neo-naziler de bu gelişmeye karşı çıkıyorlar-ABD, Avrupa burjuvazisi ile sosyalist dünyaya karşı birlik kurmuştu. Sosyalizm tehlikesi karşısında bunları koruması altına almıştı. Avrupalı siyasetçilerin, bugünlerde, ABD ‘ne minnet duygularını dile getirip,” bizi Stalin diktatöryasından kurtardınız”demeleri boşuna değil.Avrupa burjuvazisi, 60 yıla yakın bir süreç boyunca ABD ile sıkı bir ekonomik,siyasi,askeri işbirliği içindeler. O,dönemde komünizmle mücadele, dünya burjuvazisinin temel göreviydi ve en büyük düşman komünizimdi. ABD bu mücadelenin direğiydi ve “en büyük yük “ onun omuzlarında idi. Avrupa siyasetçilerinin hemen hemen tümünü ABD yönlediriyordu.CIA bunu başarıyla yerine getiriyordu.Özellikle askeri kesimler, daha fazla ABD’nin etkisi altında idi.

Irak’a karşı savaşa hazırlanan,ABD, 1. Körfez savaşında olduğu gibi AB’ nin yanında yer almasını istedi.1. Körfez savaşında, AB’nin güçlü ülkelerinin, Fransa’nın, Almanya’nın ABD ile birlikte hareket etmelerinin nedeni; henüz ABD ile aralarındaki çelişkinin bugünkü kadar keskinleşmemiş olması ve Sovyetlerin dağılmamasıydı.(12) Almanya, 2. Körfez savaşının henüz sıcak bir tarzda gündeme gelmediği sırada, ilk kez ABD’ne açıktan karşı çıkarak ”Birleşik Milletler kararı olsa dahi, Irak’a karşı savaşta yer almayacağını” ve Irak savaşına karşı olduğunu ilan etti. (13) Schröder,bu politikasını “Alman-yolu” diye ilan etmesine rağmen, onu Fransa ve diğer AB üyesi ülkelerle birlikte tesbit ettiği biliniyordu. ABD’ye karşı oluşturulan bu tavıra karşı, ABD emperyalistleri boş durmadı. AB üyelerinden taraftar edinme uğraşısına girdiler.Bu konuda, AB üyesi olan İngiltere’nin politikasını ayırmak gerekiyor.Çünkü, İngiltere başından itibaren , AB’ ile tam olarak bir ekonomik kaynaşma sağlamadı.ABD ile ekonomik ilişkilerinden ötürü, AB’ne de zor kabul edildi. Fransa, İngiltere’nin üyeliğini iki kez veto etti.Bu dönemden sonra bile İngiltere, AB’ nin, ne Schengen, ne de Maastricht anlaşmalarına -tamamen- katıldı. Avrupa para birliğine katılmadı, Avrupa merkez bankasına girmedi, ekonomisinni bu bankanın yetkisinin altına girmesini kabul etmedi. EURO’yu kendi ülkesinde tedavüle sokmadı. Bugün İngiltere, iki arada kalmış durumdadır. Bu ekonomik ikicilik, politakısına da yansımaktadır. Bunun için de, Irak’a karşı saldırıda ABD ile birlikte hareket ediyor. Ama AB üyesi olduğu için ABD gibi, tam AB karşıtı bir politika izlemiyor.ABD, İngiltere’nin dışında, AB üyesi İtalya’yı ve İspanya’yı yanına almayı başardı. İtalya’nın, İspanya’nın Irak konusunda farklı politik ayrılıklarının nedeni, AB’ nin henüz tam siyasi ve askeri birliğinin sağlanmamasından dolayıdır. (Siyasi birliğin tam sağlanması süreci ise devam ediyor).

Bir devlet de, içinde bile önemli politik farklılıklar ortaya çıkabiliyor. Ama bu durum o devletin parçalanma süreçine girdiğini göstermez. Kaldı ki,Italya ve İspanya’da güçlü burjuva muhalefet partileri – ki bunlar iktidar adayları partilerdir- hükümetlerinin ABD yanlısı politikalarına karşı çıkıyorlar. Almanya’da ise tam tersi bir muhalefet söz konusudur ve CDU,CSU, FDP ise ABD’ nin Irak politikasını destekliyorlar.Bunların çoğu, tam maddi temeli olmayan,o,günün siyasi atraksiyonlarıdır. AB’nin, ABD ‘den ayrışması hale geçiş aşamasına tekabül ediyor.ABD emperyalizmine göre Doğu-Avrupalılar, AB’ nin yumuşak karınıdır. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in, ”Doğu- Avrupalılar bizi destekliyor, siz yaşlı Avrupasınız” demesinin , ABD ile bugün hükümette olan Doğu- Avrupalı politikacılar ve partiler arasında,sovyetler döneminde kurulan, CİA kanalıyla gizli ilişkilerden faydalanma fırsatının doğması nedenindendir.Bunun yanısıra diğer bir neden, AB ile doğu Avrupa ülkeleri arasında henüz yeterince ekonomik bütünleşmenin sağlanamamasıdır.Doğu –Avrupa ülkelerindeki ekonomi, AB’ ine üye ülkelerin egemenliği altında olmasına rağmen, ABD’nin eline geçebilecek pazarlar olma vasfını koruyor. Doğu-Avrupa ülkeleri, ABD emperyalizminin askeri gücünün, AB ülkelerinden çok güçlü olması nedeni ile, Irak sorununda ABD yanlısı bir politika izliyorlar.Çünkü bunların halen en korktukları ülke Rusya’dır. Rusya’nın askeri güçleri karşısında ABD’ ne sığınımak zorunda kalıyorlar. Aslında, AB ile ABD arasında Doğu-Avrup’ya egemen olma mücadelesi devam ediyor. ABD, esas olarak siyasi araçlarla, AB ise ekonomik araçlarla Doğu –Avrupa’ya egemen olamaya çalışmaktalar. AB, bu konuda önemli yol aldı ve ABD’ nin çok önüne geçti.

“AB dağılıyor” görüşlerini yaygınlaştırmaya çalışan bir diğer burjuva kesimleri ise”tek kutuplu dünya kuruldu” tezini savunup emperyalistler arası çelişkiyi inkar eden,kapitalizmin zayıflıklarını göz ardı ederek, herkesi ABD’ne boyun eğmeye çağıranlardır.(14) Irak sorununda, ABD ile AB arasındaki çatışmanın önemli olmadığını, ABD’ nin, AB’ ni dağıtacağını, sonradan da olsa, Fransa’nın da Irak savaşına katılacağını iddia ediyorlardı. Bunların esas amacı, emperyalist- kapitalist sistemin zaaflarını gözardı ederek kapitalizme boyun eğmekten başka bir çıkar yolun olmadığı görüşlerini yaygınlaştırmaktır.Bu düşünceyi savunan, ABD yanlısı Türk egemen sınıflarının sözcüleri, sözde “bilim adamı” ekonomistler, emekli generallar, siyaset uzmanları v.s lerin yanısıra, ABD emperyalizminin güdümünde koloni “Kürt” devleti kurulmasını isteyenlerdir. Oysa,- gerçek ne kadar inkar edilirse edilsin-ABD emperyalizminin egemen olduğu” tek kutuplu dünya” ne kurulmuştur, ne de emperyalistler arası çelişki sona ermiştir.ABD emperyalizmi,dünyaya egemen olan tek güç olması bir yana, Sovyetler döneminde var olan Batı-Avrupa üzerindeki egemenliğini dahi yitirmiştir. ABD’nin- Irak sorununda-AB ile çatışmasındaki hırçınlığının nedenide, Avrupadaki hegemonyasını kayıp ettiğinden dolayıdır.

2.emperyalist savaş sonrasından beri, ABD ilk kez Avrupa burjuvazisini beşinden sürüklüyemiyor.Bu döneme kadar, ABD emperyalistlerinin her saldırgan politikasını, Avrupa burjuva devletleri desteklediler.(15) Onunla hep birlikte “müttefikler olarak” hareket ediler. ABD’nin, şimdiye kadar her dediğini kabul ettirdiği Almanya, Avrupadaki en sadık müttefikiydi. Ama şimdi ABD’ ne karşı oluşturulan cephenin öncülüğünü yapıyor.Tüm bunlar, emperyalistler arası çelişkinin keskinleştiğinin göstegeleridir.

Irak sorunu vesilesiyle, ABD ile AB arasında çıkan çelişkide AB dağılmıyor, aksine,siyasi ve askeri birleşmelerini üst boyutlara çıkarmak, ABD’nin AB’ ni karıştırmasının önüne geçmek için daha yoğun çaba harcamak gerektiğini ilan ediyor. Schröder,”AB, askeri olarak birleşmek ve güçlenmek zorunda” olduğunu dile getirmekte geri durmuyor.

Irak sorununda, Birleşik- Milletler’de olup bittenleer bir göz attığımızda; ABD emperyalizminin dünya üzerindeki siyasi etkiliğinin zayıfladığını görebiliyoruz. Irak sorununda, ABD emperyalizmini destekleyen tek bir Latin-Amerika ülkesi çıktı. O da Kolombiya .(16) Hatta, ekonomik birlik kurduğu, Kanada’nin, Meksikanın dahi desteğini alamadı.

Birleşik- Milletler şimdiye kadar, ABD emperyalizminin saldırganlığına uluslararası yasallık sağlamaya çalışan bir örgüttü. ABD şimdiye kadar tüm barbarlığını “Birleşik –Milletler kararlarıy”la gerçekleştiriyordu. Kore’yi, işgal etmek için “birleşik-millietler ordusu” kurmuştu. ABD emperyalizmi,Birleşik –Milletler kararı olmaksızın yaptığı saldırganlıklarına sonradan Birleşik- Milletler kanalıyla, sözde hukuklik kazandırmaya çalışmıştır.ABD,Irak sorununda Birleşik- Milletleri hiçe saymıştir. Çünkü,komünizme karşı, dünya burjuvasinin örgütü olarak kurulan Birleşik- Milletler, artık “komünizm korkusu” ortadan kalktığı için gerekli fonksiyonunu yerine getiremiyor.Kendniden önceki milletler cemiyeti gibi, emperyalistler arası diplomatik çatışmanın merkezi olmak üzere. Birleşik- Milletlerin Irak sorununda oynadığı fonksiyon, burjuva hukukunun içyüzünü ortaya çıkarmıştır. Burjuva hukukunun, kendi çıkarına hizmet ettiği müddetçe kıymet-i harbiyesi vardır .

Irak savaşında Türkiye’nin izlediği politika

Türkiye, 2.emperyalist savaş sonrası,komünizme karşı, emperyalist-kapitalist ülkelerin kalkanı görevini layıkıyla yerine getiriyordu. Bu dönemden itibaren,Türkiye,ekonomisini,siyasetini, askeri güçlerini yeni görevine göre tanzim edildi.Türkiye aynı görevini,sosyalist sovyetler birliğinin yerine geçen,emperyalist-kapitalist sovyetler karşıda sürdürdü.Ama artık gündemde olan emperyalistler arası çatışma idi. Türkiye , Komünizme karşı mücadelede, sovyetlerin desteğinide yanında bulur iken,emperyalistler arası çatışmada,batı kapitalist-emperyalist blokun içinde yer alıyordu.Emperyalist-kapitalist devletler,2.emperyalist savaşın sonundan,1960’a kadar geçen süreçte, komünizm karşı Türkiye’ye ayrı bir önem verdiler.Türkiye’nin egemen sınıflarını özel olarak dolarlarla beslediler.Türkiye’nin ekonomisi,siyaseti ve askeri kuruluşları bu beslemenin temelleri üzerinde inşa edildi. Türkiye’de,- esas olarak- rantiyeyle yaşayan, burjuvazi ve toprak ağası egemen sınıf türedi.Türkiye burjuvazisi, ekonomik olarak müşkül durumda kaldığında ,ABD emperyalizmi başta olamak üzere emperyalistlerin kapısını çaldı. Sovyet emperyalizmiyle çatışma döneminde ,batı-emperyalistleri artık ekonomik olarak karşılığı olmayan “yardımlarda” bulunmamaya başladı. Emperyalist besleme üzerinde inşa edilen rantiyeye dayanan ekonomi, yüksek faizli emperyalist borçlara kendini adapte etmek zorunluğuyla başbaşa kalması,onun devamlı bir ekonomik kriz içine yuvarlanmasına neden oldu.Ama bu duruma rağmen, Türkiye yine emperyalistler arası çelişki sayesinde yüksek faizli de olsa borç bulabiliyordu.

Sovyetlerin dağılması, sovyetlerle ,batı-emperyalizmi arasındaki çatışmanın sona ermesi,Türkiye,emperyalist savaş sonrası izlediği ekonomik- politikayı- tam anlamıyla- açmaza soktu. Kendini emperyalistler arası çelişkiye göre adapte eden ve emperyalistler arası sıcak çatışmadan yararlanarak yolunu bulan Türkiye,”yeni dünya düzeni!” karşısında, şaşkınlığın içine düşmüştü. Her ne kadar, emperyalistlere,”bizim jeo-politik ve strateji önemimiz azalmamıştır” laflar etmesine rağmen, eski konumunu yitirdiğinin kendisi de farkında idi.(17) Köşeye sıkışan Türkiye,1991 yılına- Saddam sayeside,-“eski günlere geriye dönüş”ün fırsatını yakaladığını zanetti. Özal,-vakit geçirmeksizin- ABD’ nin yanında yer aldı.”ABD, Irak’ı işgal edecekti, Türkiye de ABD ile birlikte Irak’a girerek Musul ve Kerkük petrollerinı kontrolu altına alacaktı” Özal’ın yanlış hesabı Bağdat’tan döndü. Özal, bu hedefine yurt içinden gerekli desteği bulamamasının yanı sıra, ABD emperyalizminin –o dönemde – Irakı tamamen işgal gibi bir düşüncesi yoktu.George W.Bush ABD başkanı olmasıyla birlikte, ABD’ nin saldırgan bir politika izleyeceği açığa çıktı .George W. Bush, birinci hedefinin Irak olduğunu ilan eder etmez, Türkiye gericiliği hareketlendi.Özalın amacının gerçekleştırilmesini hararetle savunmaya başlandı.Özal politikasının doğrudan uzantısı olan, AKP nin 3 kasım seçimlerini kazanması, Irak savaşı çıktığında, Özalın Irak politikasının -güçlü bir tarzda- takip edileceği anlaşıldı.Oysa,1.Irak savaşından 12 sene geçmişti ve ABD nin Irak savaşındaki- Türkiyeyle ilgili de- bakış açısında önemli değişiklikler meydana gelmişti. Kuzey Irak’ın Kürt bölgesi, ABD’ nin tam kontroluna girmişti.ABD,Irak’ın Arap bölgesini ele geçirme savaşı için, Kürtleri özel olarak hazırlamakta idi. ABD’ nin,Musul ve Kerkük petrol bölgelerinin, Türkiyenin veya Irak Kürtlerinin kontroluna verme bir niyeti yoktu.Türkiye ve Irak Kürtleri kendi kendilerine “gelin güvey”oluyorlardı.

Oysa ABD emperyalizminin Irak’I işgal ettikten sonra, buralardan çekip gitmeye hiç niyeti yoktur. Irak ve diğer petrol bölgelerini bizzat kendi askeri güçleriyle yönetmek istiyor.Ama Türkiye egemenleri böyle düşünmüyor.”ABD bir gün nasıl olsa çekip gidecek,savaşdan yararlanarak buraları biz elimize geçirelim ,biz olmadan kuzey-cephesi açılamaz , ABD’nin bize muhtaç olmasından yararlanalım” düşüncesiyle, hareket ediyorlardı.Çok geçmeden gerçeği öğrendiler.Oysa, George W.Bush,iktidara gelir gelmez , Irak işgalini gündemine alarak, Kürtlerin de içinde yer aldığı,Irak muhalifini toplamış ve Türkiyenin Kuzey Iraka girmesine izin verilmeyeceğini ilan etmişti. Talabani, 1 sene önce “ ABD’ den söz aldık, Türkiyeyi, Irak topraklarına sokmayacaklar” diye açıklamalarda bulunuyordu.Ama,Türkiye egemenleri, ABD’ nin sadık müttefiki olmanın avantajına güvenerek, “Kürtlerin yerine kendilerini tercih edeceklerini” sanıyorlardı. ABD’ nin tercihini kazanmak için de “kuzey cephesi açılmazsa bu savaş pahalıya ve çok askeri kayıplara neden olur” görüşlerini yaygınlaştırmaya çalışarak sözde ABD yönetimine yol gösterme bahaneleriyle, onları etkilemek istiyorlardı.Irak savaşının gündeme gelmesiyle birlikte Kuzey cephesinin açılması için, ABD ile pazarlığa oturdular. Sözde ellerindeki çok güçlü kozlarıyla istediklerini alacaklardı!.Türkiye egemenleri,”Irak savaşına direk katılmayız, askerlerimizi sizin kumandanız altına vermeyiz, kuzey Irakı kontrolumuz altında tutalım,size lojistik destek sağlayalım” görüşleriyle Kerkük,Musul bölgesini ele geçirme hesaplarını yapıyorlardı. Bunun için de Kürtlerin silahsızlandırmalarını ve devre dışı tutulamalarını da vazgeçilmez şart olarak ileri sürüyorlardı. Emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmayı kendine meslek edinen,(18)bir emperyalist kamptan ,diğerine kaymaya hazır olan,Türkiye egemenleri,AB’ne kayma tehdidiyle, ABD’ ye göz dağı vermekten de geri durmuyordu.ABD emperyalizminin yöneticileri, Türkiye egemenlerini çok iyi tanıdıkları için, onların bu atraksiyonlarına prim vermediler.ABD emperyalistleri, Türkiyeden,Kuzey Iraka asker sevketmeden,Türkiye’de lojistik alanlar oluşturmadan da “kuzey-cephesini “ açacağını bildiği için, Türkiye’nin tüm isteklerini geri çevirmekten sakınmadı.ABD’ nin bu tavırı karşısında,-sonradan bin pişman olsalar da- “büyük kozunu!” pazarlık masasına sürdü ve Irak’a,ABD askerlerinin sevkini kabul etmeyen tavırlarına “demokratik içerik!” kazandırma adı altında, 2.tezkereyi, TBMM’de kabul ettirmediler. 2. tezkerenin mecliste kabul edilmemesi tamamen Genel-kurmayın isteği doğrultusunda idi.TBMM “halkın savaşa karşı olmasından etkilenerek 2. tezkereyi kabul etmediği “ görüşleri tam bir safsata ve halkı kandırmaya yönelik bir aldatmacadır.Türkiye’nin Irak savaşına katılmamasını istemek, Türkiye’nin kuzey Irak’ı işgal etmesine karşı çıkmak, emperyalistler arası çatışmada, yeni Enver paşa macerasının yaratılmasına karşı durmak tabii ki doğrudur, ama bu, ABD emperyalizminin, Türkiye’nin kuzey Irak’ı işgaline izin vermemesinden dolayı, 2.tezkerenin red edildiği gerçeğinin gözardı etmeyi gerektirmez(19).

2.tezkerenin mecliste red edilmesi holdingleri telaşa düşürdü. Esas gelirlerini rantiyeden sağlayan,büyük bankalar dört gözle bekledikler, ABD’ den gelecek, dolarların gelmeyeceği anlaşıldığında,hükümete karşı bayrak açmaktan geri durumadılar.Holdinglere ve bankalarına göre, önemli olan ABD’ den gelecek paralardı. ABD’ nin Irak işgali konusuda, milli-güvenlik kurulunun aldığı kararları yürürlüğe koyan hükümetin politikası ve TBMM’ nin ortaya koyduğu tavırla, Holdinglerin izlenmesini istediği politikası arasında en küçük bir farklılık yoktu. Holdingler, kuzey Irakın işgal edilmesine diretilmesine karşı çıkıyorlardı. Çünkü, ABD’ nin bunu kabul etmeyeceğini bildikleri için, beklenen dolarların gelmiyeceğinden korkuyorlardı. Türkiye’nin hava sahasının açılması karşısında, ABD’nin para vereceğini açıklaması, pişmanlık içinde olan hükümeti, holdingleri ve esas kazançlarını rantiyeden sağlayan Holding –bankalarını rahatladı.

Türkiye, Irak’ın, ABD tarafından,işgal edilmesi gündeme gelmesiyle birlikte, emperyalistler arası çelişkinin keskileşmesi sonucu ,AB’ine girmeyi, ABD’ nin stratejik müttefiki olmaya tercih ediyor.Emekli general Çelik Bir, “Amerikayla komşu oluyoruz “ diyerek sevinç gösterisi yapmaktan çekinmiyor.AB, generallarinin statüsünü değiştirmek istiyor.12 eylülden beri iktidarın esas gücü generalların elindedır.AB’nin, Amerikancı generalları iktidar uzaklaştırmasını istemesi,generalleri daha fazla ABD’ ine yaklaştırıyor.Tüm bunlar,egemen burjuvazinin çıkarı gereği,Türkiye’nin emperyalistler arası çelişkin odağında yer almasına neden oluyor.

Irak savaşının karakteri

Irak savaşı, emperyalistler arası bir çelişkinin ürünü olarak ortaya çıktı.(20) ABD emperyalizmi, İngilizleri de yanına alarak, Irak’a saldırdılar. Savaş, tüm çirkefliğiyle sahneye çıktı ama, savaş karşıtlığı adı altında, savaşı, esas kaynağı kapitalizmden soyutlayarak, sözde Irak savaşına karşı çıkılıyormuş gibi bir yaygara koparılıyor. Kiliseler, Vatikan,Müslüman din adamları,hata Türkiye’nin generalleri “savaş”karşıtı olarak ortaya çıkıyorlar..Antı-komünizmi kendine bayrak edinen, kapitalizmi savunmak için her türlü yolla başvuran, Polanyadaki, Walesa isimli işçi bozuntusunun önderliğindeki liberal-kapitalizme geçişi amaçlayan ayaklanmayı destekleyen, Vatikanın, “savaş karşıtı” olarak sahneye çıkmasının tek bir nedeni vardı.O da,savaşın gerçek niteliğini gözardı ederek halkları aldatmaktır. Günümüzün modası,”savaş karşıtlığını”pasifist düşünceler yönlendirmektedir.Pasifizm,savaşın gerçek nedenlerini göz ardı ederek,savaşın kötülükleri konusunda ahkam kesmektedir.Savaşı ,iradi bir unsur olarak lanse etmektedir.Bu pasifist savaş anlayışına,revizyonistlerde, özel katkılarda bulunmuştur.Kruşcevci modern revizyonizm,savaşın nedeni olarak, burjuva devlet yöneticilerinin “şahin kanatının” ve silah tekellerinin izlediği politikayı göstermişlerdi Kruşcevci revizyonistler,tarihin çöp sepetine atıldıkları halde,hale görüşleri yaygınlığını koruyor.Irak savaşı vesilesile ortaya atılan çeşitli pasifist “savaş karşıtı” görüşler, burjuvalar arası savaşa karşı olan milyonlarca insanı etkiliyor.Bu pasifist “savaş karşıtı” görüşleri islamcılarda savunmaktadır.Bunlar göre, Irak islam ükesidir,”islam,islama karşı savaşmaz”.Oysa islam tarih,islamın, islama karşı savaşlar tarihidir.Hıristiyan, yada,musevi dinleri, islam dini kadar kanlı bir tarihe sahip değiller. Çünkü,tek tanrılı dinlerden devlet olarak örgütlenen ve iktidar için savaşlar veren tek din, islamdır.Irak,islam dinine mensup insanların bir birlerini kırdığı,en kanlı savaşların cereyan ettiği yerdir.Saddamın saldırdığı, 8 sene savaştığı,İran,hıristiyan bir ülkemidi?.Yoksa,Halepcede, zehirli gazlarla öldürülen 5 bin Kürt,”hıristıyanmıdı?”Sovyet işgalinden sonra ,Afkanistanda,iktidar için uzun seneler,bir,birlerile savaşlar,islamlar- hemde sünni mezhepine sahip olanlar- değilmidi?, Türkiyede,1980 öncesi,Kahraman-Maraş’ta,Çorum’da,Sıvas’ta,sünni mezhepine mensup faşistlerin katettikleri aleviler,”hıristiyanmıydı?”.Yakın tarihde Sivas’da otelde kıstırılıp diri, diri yakılan,aleviler “hıristiyanmıydı?”İslam motiflerile,Irak savaşına sözde karşı çıkanlarında tek bir amaçı var,o da günümüzdeki savaşın gerçek kaynağı kapitalizmi göz ardı edip,empeyalistler arası çatışmanın ürünü olan Irak savaşına karşı çıkanların, kapitalizmi hedef almasını önlemektır.Savaşın gerçek nedeni kapitalist sömürünün yarattığı antagonist çelişkilerin varlığıdır.Proleteryanın ve sömürülen ,ezilen yoksuların burjuvaziyi ve kapitalizm yıkıp,siyasi ve sosyal kurtuluşlarını sağlamayı amaçlayan devrimci savaşlarını bir yana bırakırsak ,burjuvalar ve gerici sınıflar arası savaşlar ve çatışmalarda, kapitalist ekonomi kanunları tarafından belirlenmektedir.Burjuvalar arası rekabet, daha fazla kar hırsı,burjuvaların bir birlerini yok ederek büyümelerinin zorunluğu, pazarların şiddet yolulada yeniden ,yeniden paylaşmanın zorunluğu v.s, savaşların ortaya çıkmasının tek nedenidir.Kapitalizm yok edilmeden ne savaşlar ortadan kaldırıla bilinir, nede bu gerici savaştan hiç bir çıkarı olmayan yoksulların, masum çocukların ölmesi önlene bilinir. Bu düşüncenin karşısına, hemen “kapitalizmin yıkılması gündemde olmadığına göre,nasıl olsa emperyalistler ve gericilee arası savaş çıkacak diye savaş karşı mücadele etmiyelimi” sorusula pasifist savaş düşüncesinin haklılığının sözde kanıtlanması çıkarılıyor.Tabiki, bir Marksistin, burjuvalar ve emperyalistler arası savaşlar karşı çıkması esas görevidir.Hata,burjuvalar ve emperyalistler arası barışı, burjuvalar ve emperyalistler arası savaşa tercih edilir ve çekinmeden gerici savaş karşı, gerici barışı savunulur.Emperyalistlerin her zaman savaştan yana, emekçilerin,proletaryanın, yoksuların, hata Marksistlerin barşıtan yana olduğu görüşleri, pasifizmin bir safsatasıdır.barışı ve savaşı sınıfsal içeriğiden koparılarak ele almak sadece burjuvaziye hizmet eder.Ne sınıflar üst barış ve savaş var, nede sınıf çelişkilerinin dışında barış veya savaş olur. Burjuvaların ve emperyalistlerin bir kesmi o günün somut koşularında, gerici savaş karşı, gerici barışı savunurlar.Maksistler,o somut durumda,burjuvaların ve emperyalistlerin bir kesminin, gerici savaş karşı, gerici barışı savunması durumunda ne” bunlar barışı savunmuyor, halkı aldatıyor” demogojisine baş vurur,nede kapitalizmi hedef almaksızın mücadelesini salt”barışı” savunmakla sınırlar ve nede mevcut barışı sınıfsal içeriğinden soyutlayarak ele alır.1.Emperyalist savaş dönemide,Lenin,emperyalist savaş ve barış konusuki görüşlerile bu konulara açıklık getirmişti.Lenin, pasifist savaş ve barış düşüncelere karşı mücadele etti. Onun doğru görüşleri sosyal-pratik tarafından kanıtlandı.Irak savaşı vesilesile,savaş ve barış kavramların ele alan “Marksistler!” Leninin düşüncelerini bir yana attıp,müslamanlarla birlikte, pasifist düşünceleri yaygınlaştırmaya çalışmakta sakınmıyorlar.

Iraka saldırı, emperyalist yeni bir savaşın ip uclarını veriyor

ABD ve İngiliz,emperyalistleri,AB emperyalizmini,Rusyayı v.s bir yana itterek,birleşik Milletleri hiç sayarak, Iraka saldırması, petrol bölgelerine silah zorula egemen olmaya çalışması karşısıda,silahlı güçleri, ABD emperyalizmden geri olan ve geri oldukları için Irak saldırısını önlüyenmiyen,emperyalistlerde hızlı bir tarzda silahlanmaya,silah güçlerini geliştirmeye itiyor.AB içinde Almanyanın ve Fransanın öncülüğünde hemen, vakit geciktirmeksizin “Avruba savunma birliğini” oluşturulmaya çalışılıyor.Bunun için 29 nisanda, Almanya ,Fransa Belçika,Lüksemburg, “Avruba savunma birliğini”- EVU- inşa etmek için özel bir toplantı yapacaklar.ABD saldırganlığına karşı oluşturlan Almanya ,Fransa,Rusya arasındaki itifakı dahada geliştirmek için, 11 nisan Cuma günü Petersburgda, Putin, Chirac ve Schröder bir araya geldi. Irak saldırısı,emperyalistler arası rekabeti, ve çatışmayı dahada hızlılandırıyor.Emperyalistler arası savaşa karşı olan ve emperyalistler arası savaşlardan çok çeken, dünya halkları,dahada korkunç bir savaşın eşiğindedir.Dünya proleteryası, dünya halkları bu gerici savaşı ançak ,devrimci savaşa dönüştürerek önlüye bilirler.Emperyalist savaşı önlemenin başka bir yolu yoktur. Burjuvalar arası rekabetin varlığı, her şeyin kar elde etmek için üretilmesi,burjuvazinin kar hırsı, burjuvazinin durmadan daha fazla ve geniş pazarlara ihtiyaç duyması -dünya pazarları baylaşıldığı için- pazarların yeniden baylaşılmasının zorunluğu, emperyalistler arası barışı geçici, savaşı kaçınılmaz kıllıyor.Emperyalist-kapitalist sistem var oldukca, emperyalistler arası savaş önlenemez, diyen Marksist düşünceleri yeniden doğrulanıyor.

Yavuz Yıldırımtürk

(1)Emperyalist yayılmacılıkta, siyasi yayılmacılık daha avantajlıdır ve emperyalist egemenliği kolayca sağlar.2. emperyalist savaş sonrası güçlenen,ABD emperyalizmi, siyasi egemenliğinin arkasından, ekonomik egemeliğini tesis etmiştir. Askeri müdahaleler, askeri darbeler v.s yolula sömürge ülkeleri egemenliği altına almıştır. Bunun için ABD emperyalizmi diğer rakiplerini alt etmek için, çetin ekonomik rekabeti bir yana bıraktı ve tercih etmedi.Bu durum, savaş sonrası ekonomisi tahrip olan diğer emperyalist ülkelerin sıçramalı gelişmeler göstererek ABD ekonomisinin önüne geçmesini sağladı.

(2)AB, ABD emperyalizmini NATO kozunu boşa çıkarmak için „Avruba –ordusu”nu NATO dan bağımsız bir tarzda kurmanın yollarını arıyor ve kurmayada başladı.

(3) Emperyalist- Sovyetler, batılı emperyalist-kapitalist ülkeler ile hegemonya mücadelesine giriştiği için, etkinlik kurduğu Arap ülkelerinde, Arap ordularının güçlenmesi için özel çapa harcadı. Batı- emperyalistler ise İsrael’i silahlandırdılar. Böylece,yıllardan beri süre gelen İsrael, Arap çatışmasının doğmasına neden oldular.

(4)Bu arada, İsrael ile iki kez savaşan Arap ülkeleri her iki savaşı kayıp ettiler.Bu savaşlara katılan Arap ülkelerinin bir kesimi,Sovyetler bağlıdı,diğer kesim ise Batı kapitalist ülkelere.Ama bunlar,İsrael’karşı bir cephe kurmuşlardı.

(5)Sovyetler, bu ülkeleri etkisi altına alamadı.Batılı emperyalistlerin hegemonyası altında olan,bu Arap ülkeleri, petrol sayeside çok zengin ülkeler haline geldiler. Diğer yoksul Arap ülkelerine yardım dahi ettiler.Böylece Arap milliyeçiliğinin etkisini azaltılar. Şeriat hükümlerine göre iktidarlarını sürdüren Arap kralları ve şeyhleri ,petrol sayesinde güçlene konumları gereği,Arap milliyetçiliğine karşı,şerıatı öne sürüp Arap halklarını etkilediler.Bir yandan gelişen Arap milliyetçiliği karşısında salanan iktidarlarını korular iken,diğer yandan Batı kapitalist-emperyalist ülkelerin tümArap ülkelerine egemen olmalarının koşullarını oluşturdular.

(6)Saddam, İran’a saldırarak ve 8 sene savaşı sürdürerek, İran devriminde, Mollaların İran tam egemen olmalarınıda sağlamış oldu. Mollalar, bu savaştan yararlanarak İran devriminde önemli rol oynuya, Şahın diktatöryasına karşı yıllarca mücadele eden , demokratları, sosyalistleri ezdi,dağıtı ve tasfiye etti. Böylece, Şah diktatöryasının yerine Mollaların şeriat diktatöryasına geçilmesini’de sağlamış oldu.

(7) 2. emperyalist savaş sonrası Türkiye ,tipik emperyalizme bağımlı kukla devlet konumuna erişmiştir.Türkiyenin- 50 seneye aşkın- bu ekonomik, siyasi yapısının varlığına rağmen hale onu “ulusal- bağımsız devlet” görerek “ulusal bağımsızlığı koruma” demogojisile propaganda yapmak,halkı “ulusal bağımsızlığı” korumaya çağırma,- tek kelmele söylersek -emperyalist egemenliği ve sömürüyü, her şeyler ile emperyalistlere bağımlı sınıfların egemenliğini gizlemekten başka işe yaramaz.

(8) ) Bu manevralarının adıda “ülkenin menfatı” “ulusal çıkarlar” olmuş!

(9) Son dönemde, AB ye üye ülkeler, bu durumu açıkca ilan etmekten çekinmediler.

(10)Bilindiği gibi, Irak,Osmanlı devletinin sömürgesi altındaidi.1. emperyalist savaş sonrası, Osmanlı sömürgeciliğiden ,İngilist sömürgeciliğine geçti.

(11)İkinci,Arap devletler ile İsrael arasıdaki savaş sırasıda,ABD ve Avrubalıların İsrael desteklemeleri sonucu ,Arap ülkeleri petrol boykotuna başlamalarıla, özelikle Avruba ülkelerinde, hemen üretim krizi başladı ve üretim durma noktasına gelmişti.

(12)Batılı emperyalistler,Sovyetler dağılmasa, sosyalizm “geri dönüşün” gerçekleşe bileceğini düşünüyorlardı.Bunun içinde henüz, ABD hegemonyasına karşı çıkamıyorlardı.Buna rağmen Fransa, Almanya, 1.körfez savaşına gönülsüz katıldılar.Fransa,Saddamın, Kuveyt işgaline son vermesi için çok uğraştı ve bu şekilde ABD nin petrol bölgelerini askeri işgal altına almasını önlüyerek, ABD nin bahanesini elinden almak istiyordu.Ama “kabadayı Saddam” dinlemedi,ABD nin eline koz verdi ve ona askeri güçleri ile petrol bölgelerini işgal etmesine firsat verdi.1. Körfez savaşıdan zararlı çıkanların başta Fransa ve Almanya geliyor. Çünkü, bunlar, Iraktaki, ekonomik ve siyasi etkinliklerini kayıp ettiler ve sıra İrandaki etkinliklerine geldi.Tabi buda, emperyalistler arası çatışmayı keskinleştiriyor.

(13)Schröderin bu politikasi seçim menavrası olarak adlandırıldı.Bazıları,-pasifist savaş karşıları gibi,sınıflardan bağımsız her türlü savaş karşı olma görüşlerini savundukları için- savaşı iradi bir unsur olduğunu zanediyor.Bunun için emperyalistlerin,emperyalist-barıştan yana olamıyaçaklarına inanıyorlar.Schröder,emperyalist çıkarı gereği,Afkanistandakı savaşa katıldı, Irak savaşına katılmadı ve karşı çıktı.Bu, Schröderin, ne pasifistler gibi, savaş karşıtı olduğunu gösterir, nede onun aslıda Irak savaşından yana olduğu görüşleri doğrular.

(14) Bunların çoğuluğunu, bir dönem sovyet emperyalizmini “sosyalist” diye lanse eden revizyonistler oluşturuyor. Kürt burjuvazisini, ABD emperyalizmini güdümüde bir devlet kurması canı gönülden destekleyen bu kesim,ABD nin” tek kutuplu dünyanın” tek egemeni olduğunu ileri sürmekteler.

(15)Tabiki, AB nin,ABD yi şimdi desteklememesinin, onun saldırgan emperyalist karakterinin değiştiğini göstermez. O,menfatı gereği, Irak sorunuda emperyalist savaşa karşı, emperyalist barışı savunuyor.

(16)Kolmbiyadaki hükümet,halkı silah zorula sandık başına götürüldüğü ve bu şekilde dahi %50 altında seçmenin oyunu kulandığı seçimlerde işbaşına gelen ABD kuklası faşistlerin kurduğu hükümetidir.

(17)Türkiye, Sovyetlerin dağılması sonuçu Türki-cumhuriyetlerin bağımsız devletler olarak ortaya çıkması vesilesile, bunlarla bizim “kan bağımız var”,bizimle işbirliği yaparsanız, bu ülkelerin pazarlarına kolayca girebilirsiniz gibi laflarla emperyalistleri “kandırmaya” yeltendisede, çok geçmenden ,emperyalistlerin böyle aldatmalara karınlarının tok olduğu anlaşıldı.

(18)Sovyet emperyalistlerile, batılı emperyalistler arasıdaki çelişkiden yararlanıp,kredi alan, Sovyetlere,fabrikalar inşa ettiren tek NATO ülkesi Türkiyedi.

(19) ).Burjuva parlamentosunun faksiyonun ve niteliğinin bilen “bir marksistin!” “ halkın temsilcileri, halkı sesine kulak verin “ gibi, çağrılar yapması ve 2. tezkere red edidikten sonrada,” halkın sesine kulak verdiniz, uluslar alanıda itibarınız artı “gibi görüşleri dile getirmesi ,burjuva-parlamenter avanaklıktan başka hiçbir şeyi ifade etmez.Bir takım gerçekleri saptırmak için ortaya çıkan, islamcı burjuva şarlatanlarla aynı görüşleri yaymaya çalışmak, halkın parlamentoya güven duymasını sağlamakla eş anlamlıdır.İslamcı burjuva şarlatanlar, parlamentoda,AKPnın çoğunluğu sağlamasıla,parlamentonun “niteliğinin” değiştiğini, halkın sesine kulak veren, parti liderlerinin sultası altında olmayan,kişilikli insanların millet-vekili seçildiğini ileri sürerek “islam idelojisinin”etkisinin güçlülüğünü sözde kanıtlamaya çalışıyorlar.eğer,ABD, Türkiyenin kuzey Irak girmesine izin verse idi,2.tezkere meslisten yine red oyumu alacakmıdı?kesinlikle hayır.TBMM, Irak savaşına karşı olduklarından dolayı 2. tezkereye red oyu vermediler. Bu savaştan istedikleri ganimetleri elde edemiyecekleri için red oyu verdiler. AKP de 2.tezkereye red oyu verenlerin büyük çoğunluğu MHP kökenli faşistlerin olduğu bilinmektedir.

(20)Irak savaşı vesılesıle ortaya atılan diğer bir görüş ise,”ve Irak halkı açısından ise, Saddam ne denli “diktatör” olursa olsun ulusal ve haklı bir savaştır.Saddam sorunu,kuşkusuz kendi kaderini özgürce belirleme hakkına saygı gösterilmesi gereken Irak halkının sorunudur.Bütünü ve tarafları emperyalist ülkeler açısından ise savaş, emperyalist ve haksız bir savaştır” Saddamın diktatörlüğünü dahi kabul etmeyen, Saddamın diktatörlüğünü tırnak içinde gösteren, bu görüşün ortaya attığı”Irak halkının kendi kaderini özgürce belirleme hakına saygı gösterme” lafları gerçekleri ört bas etmekten başka bir işe yararmıyor.Çünkü, Ulusun bile değil, halkın kendi kaderini özgürce belirleme hakının var olması o,toplumun,bırakın burjuva devrim aşamasında olmasının, sosyalist devrim aşamasıda olduğunun gösteri ve dolayısıla Saddamda, “sosyalizmi” amaçı doğrultusunda savaşan “ulusal kurtuluş önderi”olup çıkar.Oysa, Irak toplumunun ortaya serilen sosyal yapısınında gösterdiği gibi, Irak,aşiret ilişkilerinin egemen olduğu, en keskin mezhep çatışmalarının var olduğu bir ülkedir.Feodal bağımlılık ilişkilerinin egemen olduğu bir ülkede,bırakın “halkın özgür iradesinden”,ulusun özgür iradesinden bile bahsedilemez.Saddam, bir aşiretin lideri olarak diğer, aşiretler üzerinde diktatörya kurmuş feodal bir beydi. Saddamın aşireti, petrol zenginliğini ele geçirip saltanatını kurmuştu.Feodal kişisel bağımlılık ilişkilerinin egemen olduğu bir toplumda, bireylerin, burjuva anlamda bile “özgür” olmasına imkan yoktur.Irakta, bugünde aşiretlerin iktidar mücadelesi varlığını sürdürüyor.İşgalcı, ABD ve Ingilist emperyalistleri, burjuva demokrasisi konusunda yaptıkları demogojik propagandaya rağmen Irak’taki Saddamın aşireti dışındaki diğer aşiretlere dayanarak, onlarla işbirliği yaparak, egemenliklerin pekiştirmeğe çalışıyorlar ve” feodal-demokrasi” kurma peşinde koşuyorlar. Aynısını Afkanistandada yaptılar.ABD ve Ingilist emperyalistlerinin Irakı işgal etmesi vesilesile ortaya çıkan savaş, emperyalistler ve feodal- gericiler arası bir gerici savaştır.Bir savaşın,emperyalistler açısından gerici, Saddam açısında ise ilerici olmasına imkan yoktur. Çünkü, bir savaşın gerici veya ilerici olup, olmadığı savaşın taraflarına göre belirlenemez,-zaten,bir savaşda çarpışan taraflar var olur- savaşanların sınıfsal karekterine göre belirlenir. Eğer,emperyalizm karşı verilen savaşa ilerici sınıflar önderlik ediyorsa ve daha ileri bir toplusal düzeni kurmayı amaçlıyorsa,bu savaş haklı, ilerici bir savaştır. Haklı ve ilerici bir savaş, gerici sınıflara karşı olur.Savaşın “ulusal” karakter’de olması onu ilerici ve haklı kılmaz ,çünkü gerici sınıflarda ulusal “bağımsızlık mücadelesi” yürütebilir.Ve yine gerici bir savaş, süreç içinde ilerici bir savaşa dönüşe bilir ama aynı anda o savaşın, hem emperyalistler arası bir savaş ,hemde haklı bir savaş olmasına imkan yoktur.Saddamın önderliğinde bir savaşın haklı ve devrimci olması için,Saddamın “devrimci bir sınıfın temsilcisi” olması gerekir.Aslıda bu iddia ediliyor.Saddamın gericiliği, gaddarlığı,- hiç kimsenin inkar edemiyeceği kadar- açığa çıktığı için devreye, iş olsun ve göz boyamak için “Irak halkı” sokuluyor.Bir Marksist, gerici savaşların devrimler ve devrimci savaşlara yol açtığını bildiği için gerici savaşı haklı kılmaya çalışmadan , onu nasıl devrimci savaşa dönüşeceğini inceler ve onun uğruna mücadele eder.Lenin,” ya devrimler gerici savaşları önler,veya gerici savaşlar devrimlere yol açar”diyor.Emperyalistlerin,Iraka karşı savaş açması karşısında, savunluması gereken,ne Saddamdır, neden onun aşiretine dayanan diktatöryasıdır.Emperyalist işgala karşı mücadele,Irakı Feodal ilişkilerin tasfiyesi temelide, Irakın demokratlaşmasını hedefile birleştirilmesi zorunludur.Irakın yoksul emekcileri, feodal aşiretlerin bağımlığından kurtulmalı, “özgür vatandaş”statüsüne kavuşmalıdır. Irak emekçilerinin çıkarının gözeten ,bu sınıfları temsil eden bir siyasi örgütlülük yoktur.Iraklı işçiler,ne siyasi örgütlenme hakına ,nede sosyal ve ekonomik haklara sahiptir.Saddamın aşiret diktatöryası,işçi sınıfına hiçbir hak tanımadı.Iraklı işçilerin, ne sendika kurma, nede toplu sözleşme ve nede grev yapma hak var.Emperyalizme karşı savaş, iç gerici sınıflara karşı demokrası mücadelesile birleştirilmedikçe”Irak halkı” gibi laflar boşlukta kalır ve egemen sınıfların diktatöryasını ört,bas etmeğe yarar.Bir savaşın haklılığını belirleyen onun ilerici olmasıdır. Haklı savaşların her zaman haksız ve gerici bir tarafı olur ve “haksızlığa”, gericiliğe karşı savaşılır.


Hiç yorum yok: