20 Mart 2012

Dünya “İmparator’u” Amerikan burjuvazisinin sonu.


       Dünya  “İmparator’u” Amerikan burjuvazisinin sonu.
Doğu Avrupa ve Sovyetlerdeki devlet kapitalizmden, liberal kapitalizmine geçişle birlikte Amerikan’ın” burjuva kalemşorları” artık kapitalizmin tarih sonu olduğunu, kapitalizm ve burjuva demokrasinin ilelebet yaşayacağını ilan etmekten çekinmemişlerdi.  
Aradan geçen 20 sene sonra geriye dönüp baktığımızda, burjuvazinin sevincinin “kursağında kaldığını” rahatlıkça göre biliyoruz. Çok geçmeden, kapitalizmin, savaş, üst, üste patlak veren ekonomik kriz, durmadan artan işsizlik ve yine durmadan artan yoksulluk, açlık, çaresizlik demek olduğu tekrar ortalığa serildi.
İkinci emperyalist savaş sonrası dünya kapitalizmi üzerinde kurduğu, siyasi, askeri ve ekonomik hegemonyasıyla, kendini “dünya imparator’” ilan eden ABD’nin burjuvazisi, (ABD  kast ederek) sınıf farklılıklarının yok olduğu! ,herkesin refah içinde yaşadığı, yoksulluğun, işsizliğin ortadan kaldığı! ,bir topluma geçtiklerini! İleri sürebiliyordu.
Her ne kadar, ırk ayrımcılığı devam etse de, siyahla ırk ayrımcılığı yüzünden ikinci vatandaş statüsünde yaşamlarını sürdürseler de ABD; artık yıkılmaz kapitalist refah devletinin örneğiydi!
Dünyanın diğer ülkelerinin vatandaşları, “erişilmesi güç olan Amerikan refah toplumunu” özlemiyle yanıp, tutuşuyor ve Amerikan’ın refah toplumu! Gibi bir toplumda yaşamanın hayaliyle kendilerini avutup, duruyorlardı.
“Amerikan refah toplumun” özlemi içinde olan ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Celal Bayar ve Menderes, “bizde küçük Amerika olacağız” laflarını dillerinden düşürmüyorlardı. Ama neo-liberal dönemle birlikte  yüzündeki tüm maskelerini çıkaran dünya burjuvazisi, işsizliği, yoksulluğu, açlığı ve gerici savaşların tahribatlarını daha güçlü  bir tarzda ve  yeniden ortaya çıkardı.
Kendi elleriyle besledikleri ve  komünizme karşı savaşta vurucu öncü güçler olarak kullandıkları, dinci gericileri ve geri kalmış toplumların milliyetçilerini bahane ederek, Afganistan’ı, Irak’ı kana buladılar.
Böylece, burjuvazinin ”savaşsız, sömürüsüz” refah toplumuna geçildiği iddialarının bir palavradan ibaret olduğunu tekrar açığa çıktı.
Burjuvazinin “tek kutuplu dünya” lafları herkesin ağzında sakız olmuştu. ”Tek kutuplu dünya ‘la “ABD burjuvazisinin tek başına dünyaya egemen olması kast ediliyordu. Ama dünyanın yeni” imparatoru” ABD’nin üzerine oturduğu “zemin” ise durmadan kendi mezar kazıcılarını yaratan ve ölüm çağında yaşayan kapitalizmdi. Kapitalizm; kendini mezara götürecek olan  çelişkiler yumağını bağrında taşır.
Nitekim, Sovyetlerin ve doğu-Avrupa ülkelerinin liberal kapitalizme geçmeleriyle birlikte genişleyen kapitalist pazarlara egemen olmak isteyen burjuvaların aralarındaki  giderek şiddetlene ekonomik rekabet, bir yandan kısa aralıklı  aşırı üretim krizine yol açarken,  diğer  yandan  daha fazla  ucuz iş-gücüne ihtiyaç duyulmasının ortamını yaratarak, yoksulluğu, işsizliği, açlığı dünya çapında çığ gibi büyümesine neden oldu.  
Özellikle insan yaşamının vazgeçilmez gereksinmesi olan tarım ürünlerinin üretim alanları  tahrip edildi ve tarım   ürünlerinin piyasa   fiyatlarının belirlenmesini   spekülatörlere   terk edildi. Ve Böylece  açlık tehlikesinin dünyayı sarmaya başladı.
1997-1998 ve 2000-2002,uzak-doğu ve güney Amerika krizi diye adlandırılan dönemlerde ABD ekonomisinin bu krizlerden daha az etkilenmiş görünmesine rağmen, köşeye sıkıştığı gizlenemiyordu.
George W. Bush, ABD ekonomisini sıkışıklıktan kurtarmanın yolu olarak, spekülasyon oyunlarıyla ellerinde triyonlar tutarında dolar biriktiren bankaların (dolayısıyla Holdinglerin),  üretim için yatırımlara girmelerini teşvik adına,  vergilerini görülmemiş oranda aşağı çekti.  George W. Bush’un bu ekonomik politikası, ABD ekonomisini sıkışıklıktan kurtarması biryana, daha da derin bir ekonomik krizin içine girmesine yol açmaktan başka işe yaramadı.
2007 başlayan ekonomik kriz, Amerikalı işçileri, emekçileri yoksulluğun girdabına doğru sürükledi.
Nitekim 2011’lerin sonlarına girdiğimiz dönemde, Kuzey Afrika başlayan, işçilerin, emekçilerin, yoksulların isyanının ABD’ye sıçramasının önüne geçilemedi.
4 Ekim 2011 günü Amerika merkez bankası şefi  Ben Bernanke, ekonomik durumun daha da kötüye gittiğinin, işsizliği daha da artacağının “müjdesini” veriyordu. ABD’de 2011 yılını ilk yarısında ülke iç üretimin, bir önceki yılla göre %1,0 oranında gerilemişti.
Ve yine ABD’nin tanımış ekonomisti Nouriel Roubini, 2008 yıllında başlayan ekonomik krizin yeni krizlere doğru yol alarak daha da derinleşmeye devam edeceğini ve ABD’nde ve Avrupa’da ekonomik  krizin derinleşmesinin önüne geçilemeyeceğini açıklıyordu.  
ABD Maliye bakanı Timothy Geithner; Avrupa borç krizi ABD’nde etkileyeceğini, ekonomik krizinin daha şiddetlendireceğini itiraf etmekten kendini alıkoyamıyor ve borç krizinin ABD ihracatını daha da gerilettiğini de beyan ediyordu.
ABD’de, enflasyon kriz öncesine göre artarak % 6 seviyesine çıkmış. Yoksulların sayısı, Obama döneminde, 2,6 milyon artarak 46,2 milyon kişiyi bulmuş. Yoksulluk oranı; 2008 de %14,3 oranındayken, 2011 de   %15,1 çıkmış. 49.9 milyon (nüfusun %19,3 oranına tekabül ediyor)kişi sağlık sigortasından yoksunmuş. Bu oran bir yıl öncesine göre 1 milyon kişi olarak daha artmış.
ABD “imparatorluğunun” üzerine oturduğu kapitalist rejimin “sallantısından” en fazla etkilenen ve çalışarak yoksullaşan işçiler, işsizliğin girdabında açlıkla mücadele eden yoksullar isyan bayrağını çekerek, aynen Mısır’daki gibi alanları işgal etmeğe başladılar.
1929 ekonomik krizinden beri ilk kez ABD’de işçiler, sömürülenler, kapitalizme karşı başkaldırıyor.
Tekelci kapitalizmin Finans merkezinin bulunduğu New York’taki Wall Street caddesi, 12 bin işsiz tarafından işgal edildi ve bankaların iktidarlarına, “sosyal adaletsizliğe”  ve de kapitalist sisteme karşı isyan bayrağı açıldı.  
4 ekim 2011 Çarşamba günü burada başlayan isyan (aynı günde)  ABD’nin dört bir tarafını sarmakta gecikmedi.
Philadelphia,Baltimore,St.louıs,Chiogo,Seattle ve Lon  Angeles deki   ayaklanmalar, Perşembe günü  ABD’nin başkenti Washington’a sıçradı.
Eylemlerin ilk günlerinde mücadeleden yanaylarmış gibi  tavır takınan burjuva sendikacılar, kapitalizme karşı sloganların mücadeleye egemen olmaya başladığını  görür, görmez, (eylemlerin başladığı Çarşamba günün akşamı), başta  ABD’nin en fazla üyeye sahip sendikası  AFL-CIO, Doccupy olmak üzere, Wall Street eylemini desteklemekten vaz geçtiklerini açıkladılar.
Aslında  bu tavırlarını  nedeni, eylemleri destekleme bozları takınarak  mücadeleyi yatıştırmada başarılı olamayacaklarını anlamalarıydı.
New York Times gazetesine açıklamadan buluna, AFL-CİO sendikasının sözcüsü ve Otomobil sendikasının başkanı, sorunun sistemde değil, onun işleyişindeki yanlışlarda olduğunu  öne sürerek, kapitalist sistemin düzeltilmesi istemini gündeme taşıyor ve  eylemleri desteklemediklerini açıklıyordu.
Ve böylece ABD’deki sendikacıların da zengin burjuvalar ve kapitalizmin ateşli savunucuları oldukları bir kez daha kanıtlanıyordu.
Ama, tüm bunlara ve polisinin hemen saldırıya geçmesine rağmen eylemlerin aralıksız sürmesinin önüne geçilemedi.
4 ekimde başlayan ve sokak işgallerinin yanı sıra, öğrencilerin okulları işgal etmesiyle genişleyen eylemler, 3 kasımda Califonia eyaletinin Oaklanda şehirdeki ABD 5. Büyük limanı   20 bin gösterici tarafında işgal edilmesi ve tüm denizcilik faaliyetinin durdurmasına ve  limanın kapanmasına yol açtı. Bu eylemler, mücadelenin daha sertleştiğinin ve sertleşeceğinin göstergesiydi.  
Bu, Oakaland’da uzun süre sonra yapılan en büyük eylemdi. Sendikalar yasal gerekçelerin arkasına gizlenerek grev çağrısı yapmamalarına rağmen ,çok sayıda çalışanlar da eyleme katıldı.
3,4 kasımda yine ABD’nin farklı şehirlerinde “Wall Street’i eylemleri” düzenlendi. Bu eylemlere de polis saldırarak yüzlerce göstericiyi tutuklardı. Ama aynı günlerde, Bostan’da üniversite öğrencilerinden ve sendikalı işçilerden oluşan kalabalık grubun, Amerikan merkez bankası önünde toplanarak, öğrenci borçlarını proteste edilmesinin önüne geçilemedi.
Ve yine, Philadelphia ise ABD en büyük iletim şirketin Comcast’in binasında oturma grevi yapanlara polis acımasızca saldırıyor ve önüne geleni tutukluyordu.
Bu eylemler de yer alan sol grupların hedefinde; ekonomik krizin yükünü işçi ve emekçilere yüklemek için amansız saldırı kampanyası başlatan  cumhuriyetçi partinin içindeki faşizan  “tea party” vardı.
Obama’nın seçimlerde kitlelere verdiği ekonomik vaatlerin hiç birini yerine getirmemesinin  sonucunda yapılan ara seçimde, seçime katılma oranları düşmüş ve  Senato’da demokrat partinin  çoğunluğu kayıp etmesine yol açmıştı. Ve durum, cumhuriyetçilerin çoğunluğunu ele geçiren “Tea party” adlı parti içi gruba yaramıştı.  
Obama, Devletin 14 trilyonluk borcunun  birkaç sene içinde 4 trilyonluğunun ödenmesi için, bankların, tekelci holdinglerin süper zenginlerin vergilerinin biraz yükseltilmesini,  Senato’da çoğunluğu ele geçiren cumhuriyetçiler tarafından  başlangıçta  kabul etmediler. Daha sonra ise,  1,5 trilyon dolar tutarında işçi ve emekçilerin ekonomik ve sosyal haklarının kısıtlanması şartıyla yasaya onay verdiler.
Ve  Obama, bunu  kabul etti ve yasayı  çıkardı. Sosyal hakların kısıtlanmasının baş suçlusu görülen  Tea partisi, ayağa kalkan  eylemcilerin   baş hedefi oldu.
Amerikan demokrat parti, sözde eylemleri hakkı gördüklerinin açıklamasına rağmen, Cumhuriyetçi parti eylemcilere karşı açıktan saldırıya geçmekte, onları kararlamakta gecikmedi.
Cumhuriyetçi partinin başka adayı Herman Cain, eylemcileri “Amerikalı olmamakla” suçluyordu.
Burjuvaziye göre “Amerikalı” olan sadece burjuvalar ve kan emici sömürücülerdir. Her zaman burjuvazi, sömürüsünü, acımasız baskısını göz ardı etmek için milliyetçiliğe dört ele sarılmaktan geri durmaz.
Bu burjuvalarda aynı şeyi yapıyordu. Açlığa, artan yoksulluğa başkaldıranlar, yine milliyetçi söylevlerle hemen etkisiz kılınmaya çalışılıyordu.      
Ama kapitalizme karşı isyan edenler, milliyetçi görüşlere birim vermeyeceklerini hemen gösterdiler.
Kapitalist sistemden yana olan burjuva sendikacılara rağmen işçiler, “savaşa hayır, bankaları devletleştirilsin, kapitalizme ölüm, yaşasın sosyalizm” sloganlarıyla harekete geçmişlerdi.    Özelikle çeşitli şehirlerdeki tüm mitinglerin hedefinde kapitalizm vardı.
Ve “sosyalizm yendiğini” iddia eden ve bu işi “başaran” olarak gösterilen Reagan heykellerini diken burjuvazi, ABD’nde de işsizliğin, savaşın, ekonomik krizlerin nedenlerini   ve kapitalizm kaçınılmaz alternatifinin  sosyalizm olduğunu göz ardı edemiyor. Her gecen gün daha da saldırganlaşmasının nedeni de bu.
Ama burjuvazinin milliyetçi nutuklarını ellerinin tersiyle itten isyan edenler, acil taleplerini etkin kılmak için tüm ABD de (özellikle) okullar ve belediyeler başta olmak üzere işgallerin genişletilmesi için harekete geçiyorlardı.
Bu eylemlerin yanı sıra, her hafta sonu kitlesel eylemleri organize ederek,  sosyal kısıtlamalara son verilmesi, 1,5 trilyonluk sosyal kısıtlamalar hemen kaldırılmasını ve bunların  yerine işyerlerin açılmasını talep ediyor ve bu taleplerin kabul edilmesine  kadar eylemlere devam edilmesi çağrısını  yapıyorlardı.
 Bankaların, tekelci kurumların ve süper zenginlerin vergilerin hemen yükseltilmesi, derhal savaşlara son verilmesi ve askeri harcamaların hemen en aşağıya çekilmesi. Askerlere sendika kurma hakkının tanınması ve demokratik haklar verilmesi, finans diktatörlüğüne son verilmesi de eylemci kitlelerin acil talepleriydi.
“Biz %99 uz” sloganıyla hareket edenler, kapitalist sistem son verilerek, “demokratik sosyalizmin” kurulmasının ve insanları gereksinmelerini karşılana yeni toplumun inşa edilmesinin, esas amaçları olduğunu da gizlemiyorlardı.
ABD ‘indeki bu başkaldırı, aynı zaman da sömürülenlerin, yeniden sosyalist sistemin arayışına girdiklerinin(hem de  kapitalizm ana merkezin de,)   somut kanıtıydı.
Lenin’in, ekim devrim sırasında kitlelere yaydığı  “yaşasın dünya sosyalist devrim” sloganı, yenide dünya işçi sınıfının baş talebi oluyor. Yaşasın dünya sosyalist devrimi.


     
  

Hiç yorum yok: