8 Kasım 2008

Kapitalizmin Krizinin Depremi

Kapitalizmin krizi şiddetini artırdıkça ,burjuvazinin ve kaderini kapitalizme bağlayan “sol”cu geçine reformistlerin paniğe kapılmalarının dozajı da yükseliyor . Burjuvazi ve onun ideologları , kapitalizmin tüm işçi ve emekçilerin bugününü ve geleceğini kararlatması karşısın da isteseler de , istemeseler de sosyalizmin alternatif bir sistem olarak gündeme gelmesini ve tartışmaların merkezin de yer almasını önleyemiyorlar .(1)

Çünkü ekonomik krizlerini olmadığı , insanların her gecen gün yoksullukla yüz , yüze kalmadığı , gelecek korkusu yaşamadığı ,işsizliğin , evsizliğin ,açlığın , çaresizliğin bulunmadığı sosyalist sistemin (bir dönem le sınırlı da olsa) varlığını sürdürmesi gerçeği karşısın da , ekonomik krizlerin, açlığın , işsizliğin ,çaresizliğin ,gelecek korkusunun nedeni olan kapitalizme karşı sosyalizmin tekrar aranmasını yadırgamamak gerekiyor .

Örneğin : iki Almanya’nın birleştirilmesi sonucu DDR yutulmasının yıl dönümün de , bir dönem DDR de yaşayan doğu Almanyaların ,birleşmeden sonra doğan veya o dönem de çocukluk günlerini yaşayan “ yeni nesil “ dahi DDR döneminin özlemlerini çektiklerini açıkça ilan etmekten çekinmemeleri karşısın da , “refah toplumu Federal Almanya” nın soyguncu burjuvazisi ne yapacağını bilemez hale gelebiliyor.

Doğu Almanlar , batı Almanya burjuvazisi tarafından aldatıldıkların yüksek sesle söylüyor ve burjuvazi tarafından modernin köleler haline getirildiklerini ileri sürüyorlar

Doğu Almanyalılar ,”DDR de tüm insanlar sosyal olarak entegre olmuşlar idi , birleşik Almanya ise her kes işsizlik tehditti ile karşı ,karşıyadır”, “ her an işini kayıp etme korkusu için de yaşama ile , dilencilikle , evsizlikle birleşmeden sonra tanıştık “ , “DDR de parasız eğitim, parasız ve ailenin parasına bağlı olmayan kaliteli yüksek okul ve üni eğitimi vardı “ , “ çok güzel organize edilmiş parasız sağlık hizmetleri vardı , herkesinin çok düşük kira fiyatları la oturduğu evleri vardı , en işsizlik vardı , nede evsizlik “ diyerek sosyalizmin kazanımlarını henüz tasfiye edemeyen bürokratik kapitalist DDR bile doğu Almanlar tarafından şiddetle özlenir konumundadır .

Sosyalizm , sadece bir döneme sosyalist sistemin nimetlerinden yararlanma fırsatların yakalayan insanların özlemi le sonucu kapitalizme karşı alternatif sistem olarak öne çıkmıyor , dünya kapitalizmin durmadan yarattığı artan ve gizlenemeyen yoksulluk , “tarım krizi “ ile açların isyanları sosyalizmi, kapitalizmin karşısına çıkarıyor .

Şimdi ise ,kapitalizmin ana üstü ABD de başlayan ve dalga ,dalga kapitalist dünyayı sarana ekonomik kriz , “kapitalizmin sonumu? “ , “ kapitalizmin sonu geldi mi ?” sorularının ortaya atılmasına vesile oluyor. Bu soruları ortaya attanlar ve hararetli bir tarz da tartışanlar ise Marksistler değil ,burjuvalar ve onların sadık temsilcileridir .

Tüm güçleri ile ekonomik krizin , kapitalist üretimden kaynaklanmadığın ispat etmek için kendini paralayanların ümitsizliğini görmek burjuvazinin ayrı bir dramı olsa gerek . 1998 ve 2001 yıllarda ortaya çıkan ekonomik krizlerin nedeni “gazino kapitalizmi “ gösteriliyordu . Yani “Borsa kumarbazları “ borsa oyunlar ile sözde kapitalist ekonomiyi krize sokuyorlardı!. Şimdi ise krizin sadece “finans krizi” olduğu öne sürülemiyor , çünkü bu krizin üretim krizi olduğunun gizlenmesi imkansız . Bu durum karşısın da bu sefer de krizinin nedeni olarak “menajerlerin hırsları” gösteriliyor .

Menajerlerin kar hırsları la hareket etmelerini önlemek için finans ve bank sektörünün devleti kontrolü altına alınması ve bir döneme göklere çıkarılan neo-liberal ekonomik politikalara son verilmesi isteniyor ve de böylece devletleştirmeler yeniden burjuvazinin ekonomik-politikasının temel taşları oluyor. (2)

Bu günkü ABD de başlayan ekonomik kriz , bir önceki krizlerin devamı olduğu ise bir gerçektir .Nasıl 1998 ve 2001 yılların da patlak veren ekonomik krizler, üretimden bağımsız sözde finans krizi değildiler ise , bu kriz de kapitalist üretimin meydana geliş biçiminin dışın da ortaya çıkan ,ondan bağımsız bir finans krizi olmadığı daha da belirgindir .Hiç bir zaman (savaşlar dışın da ) kapitalist üretim biçimine tekabül etmeyen , buradan kaynaklanmayan “finans krizi “ ortaya çıkmaz , çıkmasına da imkan yok .

Burjuvazi ,kapitalist üretim biçiminin ekonomik krizlerin nedeni olduğunu göz ardı etmek için “finans krizi “ laflarının ortaya atarak kafaları karıştırsa da , gerçeklerin üstünü örtemiyor. ”Finans krizi “ görüşlerinin toplumu geçici olarak yanılta bilmesinin nedeni , kapitalizmin ekonomik krizinin ilk önce borsalar da ve banklar da , daha doğrusu finans sektörün de başlamasından dolayıdır .

Marks ,160 sene önce, ekonomik krizin ilk önce borsa ve bankalarda başladığını ve başlayacağını tespit etmişti . Ekonomik krizin dünyayı sarması karşısın da ABD ve AB ülkelerin de ki burjuvazi ,hiç çekinmeden olaylar “Marks’ın görüşleri doğrulanıyor “ dediği dönem de dahi Türkiye’nin “anlı,şanlı iktisat profesörleri “ tv ekranların da boy göstererek , krizin sadece finans krizi olduğun ve “gazino kapitalizminin “ ekonomiyi krize sürüklediğini öne süre biliyorlar .

Oysa George W. Bush , iktidara gelir gelemez , 1970 ,80 yılların da bas gösteren ekonomik durgunluk karşısında , üretim kısarak rantiyeciliğe yönelmeyi öneren Milton Friedman’ın görüşleri doğrultusunda izlenen ve 2000 yıllarına kadar sürdürülen ekonomik-politikalar da köklü değişiklikler yaparak işe başladı .Çünkü “Monetarizmin “ isimi verilen ekonomik-politik uygulamalar , kapitalizmi bulanımdan kurtarması bir yana daha fazla çıkmaz soktu .

Milton Friedmen , Keynes’in , Devletin ekonomiye müdahale etmesini ve yatırımlara girerek krizin kapitalizm yıkıma götürecek siyasi krize dönüşmesinin önlenmesi önerilerinin tam tersine , devletin ekonomiye müdahalesinin ortadan kaldırılmasını , faizlerin yükseltilmesi ile yatırım girişimlerinin engellenmesini ve yüksek faizler yollu la rant elde edilmesini ve de böylece ,tekelci kapitalist işletmelerin aşırı üretim bulanım sonucu iflas etmelerinin , önüne geçilmesini sağlayacağını iddia ediği ekonomik politikanın yürürlüğe koymasını istiyordu . Keynes , kriz dönemin de işsizliğin,yoksulluğun ,sefaletin artışının önlenmesi ile sosyalizm için mücadelenin zayıflatılacağını öne sürer iken , Friedman , yine tam tersine burjuvaziye işsizliği artışından korkmaması gerektiğini öğütlüyordu .

Friedman’ın , Monetarist ekonomik –politik önerileri doğrultusun da harekete geçen dünya burjuvazisi ve burjuva hükümetleri , işçi ve emekçileri tam anlamı la ateş çemberinin içine attılar .

1970ler de başlayan dünya kapitalizmin krizinden en fazla etkilenen ve ekonomisi çöken “gelişmekte olan ülkeler “ diye adlandırılan Türkiye gibi dünya metropollerinin kenar ülkeleri idi . Bunlar , ekonomilerini yürüte bilmek için uluslararası tekellerin ve gelişmiş kapitalist-emperyalist devletlerin kredilerine muhtaç durumdalar idi .(3)

Friedman , bu durumu önceden tespit ve “teorisini” de buna göre tanzim etmişti ve de uluslararası sermayeye , emperyalist-kapitalist devletlere, Keynesciliği bırakın , aşırı rant elde etmek için faizleri yükseltip hareket geçin ve iflastan kurtulmanın başka yolu yok diyerek yol gösteriyordu.

Bu ekonomik –politikanın uygulanması sonucu , gelişmiş kapitalist ülkeler de geriletilen üretim, işsizliğin birden , bire büyük boyutlara çıkmasına neden oldu . Ama işsizliğin artışı la bu ülkeler de sosyal patlamaların ortaya çıkmasına neden olmadı ,Çünkü kapitalist Sovyetlerin varlığına rağmen , burjuvazi sosyalizm korkusunu üzerinden atamamıştı ve bunun için de işçilerin var olan sosyal ve ekonomik hakların ortadan kaldırmak amacı la saldırıya geçmekten çekiniyordu .

Dolayısı la ,bu var olan sosyal ve ekonomik haklar sayesin de , işsizlerin yoksullaşması önemli ölçüde önlendi . Ve böylece burjuvazi emperyalist sömürüden elde ediği aşırı karların bir kısım’ını işçilere ve küçük mülk sahiplerin dağıtmaya devam etti .

Ama uluslararası burjuvazinin esas hedef seçtiği , Türkiye gibi emperyalistlerin yeni sömürgesi ülkeler de ki işçiler ve emekçiler idi . Uluslararası burjuvazi ve emperyalist-kapitalist devletler , yeni sömürgeler de ki uzantısı tekelci sermaye le birlikte , uluslararası kapitalizmin krizini acımasız bir tarz da bu ülkelerin işçi ve emekçilerinin , yoksullarının sırtına bindirdiler .

Bu ülkeler de ki işçilerin ve emekçilerin ,bu korkunç sömürüye karşı direnişe geçmeleri , askeri faşist diktatörlüklerin şiddetini giderek artıran acımasız terörü le bastırıldı . Bu dönem de , Türkiye’de, Latin-Amerika ülkelerin de , uzak-doğu ülkelerin de askeri faşist diktatörlükler iktidarlar da idi .

Uluslararası bankalardan ve emperyalist-kapitalist devletlerden yüksek faizli bol kredi alan bu ülkelerin burjuvaları hızlı bir tarzda sanayilerini geliştirerek , kar amacı la dünya pazarların da boy göstermeğe başladılar .

Sovyetlerin dağılması la “yeni pazarların” ortaya çıkması bunların da iştahlarını kabartmıştı . Çok geçmeden kapitalist ekonomiye egemen olan anarşi kanun , meçhul Pazar için üretim, sermayenin nerede kar varsa oraya hücum etmesi , aşırı üretim bunalımını tekrar ortaya çıkmasına vesile oldu .

Uzak –doğu ülkelerinin ve bunlar ile sık ekonomik ilişki içinde olan Japonya’nın ,Latin –Amerika ülkelerinin tabii ki Türkiye’nin ekonomisi çöktü . Bu ekonomik çöküş sonucu ayaklanan işçi ve emekçiler ,(4) iktidar olan faşist askeri diktatörlükleri ardı ,ardına devirdiler, Gerek uzak-doğu ülkelerin de , gerekse Latin Amerika ülkelerin de ayaklanan kitleler , aşırı rantlar elde edilmeyi amaçlayan Friedman’ın Monetarist ekonomik –politikaları işlemez hale getirdiler.

1994 ve 2000 yıllarının ekonomik krizleri, Uluslararası burjuvazinin , yere ,göğe sığdıramadığı , “Asya kaplanlar “ diye ad taktığı ,uzak doğu ülkelerinin , gelişmiş kapitalist ülkeler haline geldikleri iddialarının bir masal olduğunun tüm çıplaklığı la ortaya çıkardı .

George W.Bush’un izlediği ekonomik –politik hat

Yukarda ,da değindiğim gibi George W.Bush tam bu dönemde iktidara geldi .Zaten gelmeden önce , uluslar arası bankaların ellerinde biriken muazzam rant gelirlerinin tekrar rant elde etmeğe yönelttirilemeyeceğini görerek , yatırıma yönelik “yeni bir ekonomik-politikayı” yürürlüğe koyacağını vaat ediyordu .

Aslın da George W .Bush , sermayeye “yağmurdan kaçar iken , doluya tutulmasının” yollarını açıyordu ve ekonomik krizi kapitalizmin ana merkezlerine taşıdı .

Uluslararası bankaların ve tekelci sermayenin vergilerini en asgari düzeye çekti . Faiz oranlarını periyottuk şekilde düşürerek , rantın değil, kar’a yönelmenin önünü açtı . Böylece yatırımlara yönelmeyi de teşvik etmiş oluyordu .

George W.Bush’,uluslararası mali sermayeye muazzam bir kar kapısını artına kadar açmıştı . Tekelci sermaye ,uluslararası bankalar aracısı la en fazla kar alanı olarak görülen konut inşasına yöneldiler . Trilyon dolarlık kar etme alanı olarak görülen konut inşasının başına üşüşen uluslararası bankalar ,5, 6 sene sonra arz , talep arasında bir dengesizliğin ortaya çıkmasına , aşırı üretim bunalımına yeniden meydana gelmesine neden oldular .

Burada başlayan ekonomik kriz , bir birine bağlı ve bir ,birlerinin pazarı olan diğer ekonomik sektörleri de etkileyerek ekonomiyi durgunluğun ve çöküşün içine itti .

Şimdi dünyayı saran ekonomik “depremin” nedeni kısaca budur . Bu durum karşısın da kapitalizmin savunucuları , bu ekonomik krizin sorumlusu olarak gözlerini kar hırsı bürümüş menajerler gösteriyorlar .

Bir taraftan kar ve aşırı kar için üretimi ekonominin motor gücü olarak görülecek , kar için kırkan kırana serbest rekabetin zorunluluğu kabul edilecek , diğer taraftan menajerlerin kar hırsı la (ki kar hırsı dahi demiyorlar , ne olduğu beli olamayan hırstan bahsedip ,duruyorlar ) hareket etmesinden yakınılacak! . Dün ekonomik krizin “suçlusu “ spekülatörler idi , bugün menajerler oldu . Ekonomik krizden kapitalizmin ekonomik kanunlarının hiç “suçu “ yok! .Hep “suçlu kapitalist ekonomiyi yönetenler, kapitalist ekonomik kanunlara göre hareket edenler .!

Oysa kar hırsı olamasa idi , burjuvazinin (5) rakiplerini alt etmesine, pazarlarını ele geçirmesine , zor yollu la pazarlara egemen olmak için savaşlara , emperyalist paylaşım savaşlarına ihtiyaç olmazdı . Kar hırsı kapitalist ekonominin dinamizmi ve bir zorunluluğudur. Ve de insanın özünde olan bir özellik de değildir.

“Menajerlerin hırsı” rizikolu alanlara yatırım yapmaya yol açtığının ileri sürülmesi , kapitalist üretimin gerçekleşme niteliğini göz ardı etmekten başka bir amaç taşımıyor .Çünkü kapitalist üretim kar amacı la ve meçhul bir pazar için üretilir .Bunun için isterse banklar devletin elin de veya denetimin de olsun , herhangi bir yatırımın rizikolu olup , olmadığı önceden kesin olarak tespit edilemez .

Zaten devletin kontrolü olmadan da , bankaların yatırıma girişeceği alanların ve kredilerinin rizikolu olup olmadığı sıkı bir tarz da denetleniyor ve bu görevi yerine getirecek “ulusal” ve uluslararası denetim mekanizmaları mevcuttur .İMF , bu görevi yerine getirmesi için kurulmuş bir örgüttür .Uluslararası bankaların, İMF’nin sıkı ve titiz denetim sonucu krediler verdiği biliniyor . Bu görevi yerine getiren sadece İMF dahi değil ,bu alanda faaliyet gösteren bir çok uluslararası örgütler var . Kaldı ki , tekelci sermayenin üzerin de kontrolü kapitalizmin bugünkü aşamasın da “ulusal devletlerin “ yerine getirmesine de imkan yoktur. Çünkü bugün , sermaye tam anlamı la uluslararası çapta faaliyet gösteriyor ve sermaye istediği alana , istediği şekilde gire biliyor.

Örneği ;ABD de “rizikolu yatırım “ diye adlandırılan inşa sektörüne ,Almanya’nın ve AB ‘ne üye ülkelerin ve diğer kapitalist ülkelerin de bankaları da , muhtemel karları baylaşmak amacı la yatırım yapmışlar idi .Bu yatırıma giren arasın da Deutsche Bank, Commerzbank gibi “özel teşebbüse” ait Bankaların yanı sıra , “devlet bankası “ niteliğin de ki eyalet Bankaları da vardı . Kısacası devlet , bankalar üzerin de denetim kurarak “rizikolu yerlere” yatırım yapılmasını önleyemez .

Dün devletin ekonomiye müdahalesine karşı “savaş açanlar” ,bugün devletin ekonomiye müdahalesini istiyorlar . Burjuvazinin ideologları , ekonomik krizin nedeni kapitalist üretim biçiminin olduğunu inkar etmek için “bin dereden su getiriyorlar “ ve bir,birleri ile çelişen görüşleri piyasaya sürüp,duruyorlar .

Kapitalist ekonomi krize girmesi le felaket ortamlarının oluşması karşın da , burjuvazi ve kaderinin kapitalizmin geleceğine tabi kılan sözde ekonomistler ,hemen “ne var ki bundan önce de kapitalizm ekonomik krizlere girdi ama kapitalizmin sonu gelmedi , krizden sonra kendini yenileyerek daha da güçlendi” nakaratın tekrarlayarak ,sözüm ona kapitalizmin yıkılmazlığını ispatlamış oluyorlar! .

Bu görüşlerinin kanıtı olarak ta , kapitalist üretim ilişkileri ilerici niteliğini henüz kayıp etmediği tekel öncesi kapitalizmi dönemi de orta çıkan ekonomik krizlerden sonra kapitalizmin daha da güçlenerek , gelişmesi gösteriliyor .

Engels’in , Marks la birlikte (o dönemi de) kapitalizmin ekonomik krizinin sosyalist devrime yol açacağını düşünmüştük ,ama henüz toplumun sosyalizme geçmesi için gerekli olan objektif koşullarının tam olarak olgunlaşmadığını göremedik , sosyal-pratik yanılgımız kanıtladı dediği doğrudur .

Oysa Lenin ,tekelci kapitalist dönemi için , kapitalist üretim ilişkiler , ilerici özelliklerini yitirerek , tarihsel olarak miadını doldurduğunu , üretici güçlerin gelişmesini engelleyen en temel üretim ilişkilerini temsil ediğini ve de sosyalist devrimin objektif koşullarının ((tamamen) olgunlaştığını tespit etti . Lenin’in bu tespiti ekim devrimi ve diğer sosyalist toplumların doğuşu la da sosyal pratik tarafın dan da kanıtlandı .

Bunun için tekelci kapitalist dönem de , “kapitalist ekonomi güçlenmek ve daha gelişmek için krize girer ” demek tam anlamı la bir safsatadır .(6)

Tekelci kapitalizmi dönemin de ortaya çıkan her ekonomik kriz sonrası ,kapitalizm güçlenme ve “yenilenme “ dönemine girmiyor , tam tersine ölümüne doğru biraz da yaklaşıyor . Çünkü çağımızın temel çelişkisi , üretici güçler ile kapitalist üretim ilişkilere arasındaki antagonist çelişkidir . Üretici güçler ile uyum halinde ve onun gelişmesine hızlı bir tarzda olumlu etkiler de bulunacak olan , sosyal karakter de ki (yani sosyalist) üretim ilişkileridir .

Çünkü kapitalizm dönemin de üretici güçler sosyal üretimi gerçekleştirir ,ama bu üretimin mülk edinmesi bireyseldir . Kapitalizm gelişip büyüdükçe bu çelişki de daha da olgunlaşır ve dolayısı la kapitalist üretim ilişkileri , üretici güçlerin gelişmesinin önüne engel çıkarı (7) İşte bu çelişki yok edilmeden üretici güçlerin serbestçe gelişmesinin önü açılamaz .

Neo-liberal dönem ile birlikte kapitalizmin yakın aralıklar ile ekonomik krize girmesinin temel nedeni son tahlil de budur .(8)

Kapitalizmin her gecen gün ömrünü tükettiği dönemde ,ortaya çıkan ekonomik krizlerin kapitalizmin “kendini yenileme isteğin den doğduğunu” öne sürmek ve kanıt olarak 17.,19. asırlar da patlayan ekonomik krizleri örnek göstermek “ züğürt tesellisidir”

Gündem de ki ekonomik krizinin kapitalizmin sonunun geldiğini kanıt olmadığın göstermek için ,”çok zeki “ burjuva ekonomistleri , 17.yüz yıl da Hollanda da lale soğan’ı ticaretinin ve 19.yüz yıl da Amerika da demir yollarının inşasının yol açtığı aşırı üretim bunalımı sonrası , kapitalizmin hız bir tarz da gelişip ,modernleştiğini öne sürerek krizden “korkmamak , paniğe kapılmamak gerektiğini “ ileri sürüyorlar .

Kapitalizmin ekonomik krizi kapitalizmin kendini yenilemesi demekse , o zaman örnek olarak 1929 krizi niye öne sürülmüyor , sorusunun cevabı burjuva hilesinin tüm çıplaklığı la ortaya çıkarıyor .

Kapitalizm ,1929 ekonomik krizi sonrası Hitler “yarattı” ve emperyalist savaşın çıkarılmasına neden oldu . Emperyalist savaşın sondan kapitalizm, yerini sosyalizm’e bırakmaması tamamen sübjektif nedenlerden dolayı idi . Ama buna rağmen ve tarihsel olarak kısa sayılacak bir dönemi de kaplasa, kapitalist dünyanın 1/3 ne sosyalizmi egemen oldu . Sömürgelerin kurtuluş mücadelesi kapitalizmin egemenliğine büyük darbe indirdi . ve bu olaylar , kapitalist-emperyalist pazarların daralttı ,ama ne var ki , kapitalizm revizyonizm tarafından kurtarılarak yeniden dünya ya egemen olması sağlandı .

Fakat , neo-liberalizm dönemi ile birlikte , bir,biri ardı sıra patlak veren ekonomik krizler burjuvaziyi yeniden çıkmaza soktu . Özellikle Latin-Amerika da ekonomik krizin siyasi krizlere yol açması sonucu patlak veren Latin- Amerika işçi ve emekçilerinin isyanı ve inisiyatifi ele geçirmesi emperyalist-kapitalist sisteme darbe indiriyor , onun pazarlarının daralmasına yol açıyor .

Kısacası tekelci kapitalizm dönemin de ortaya çıkan her kriz kapitalizme darbe vuruyor , onun yenilenip ,güçlenmesine değil , ölüme doğru yol almasına hizmet ediyor .

Partinin Keynesçiliğe Sığınması Beyhude Bir Çabadır

Her ne kadar Spiegel Online yazarı Christian Reierman , “kapitalizmin eleştirici Lafontain gibileri finans krizin nedenini Pazar ekonomisin de arıyorlar “iddiasını öne sürüp “krizin nedeni Pazar ekonomisi değildir “ diyerek Lefontain eleştirse de, Lefontain ve Links(sol) partinin diğer merkez yöneticilerinin 29 eylül de yayınladığı “acil programa” da ki görüşleri ile ondan farklı düşünmediklerini de açıkladılar ! . Çünkü Links (sol) parti , aşırı üretim krizinin kapitalist ekonominin niteliğinden doğduğunu kabul etmiyor . Tam tersine hükümetlerini izledikleri neo-liberal politikaların “aşırı üretim” bunalımına nede olduğunu öne sürüyor. Links (sol) partiye göre , yıllardan beri ihracat sektörü desteklendi , işçilerin ve emekçilerin satın alma güçleri aşağıya çekilerek, iç Pazar daraltıldı ,işçilerin ve emekçilerin tüketim talepleri kısıtlandı ve bu da aşırı üretim sonucu “finans krizinin” ortaya çıkmasına neden oldu . .

Buna kanıt olarak , ucuz iş –gücü elde etmek için uygulamalara sokulan neo-liberal politikalar gösteriliyor . Gerek ABD de , gerekse AB ne üye ülkeler de iş gücünü daha ucuza elde etmek için işçilerin var olan ekonomik ve sosyal hakları bire,bire ortadan kaldırıldığı doğrudur ve bu ekonomik-politikaların önemli boyutlara çıkan yoksulluğun artışına da neden olduğu , emekçilerin, işçilerin yoksullaşması sonucu tüketim taleplerinin azaldığı da yine doğrudur . Ama bu ekonomik-politikaların esas amacı artı-değer sömürü oranın yükselterek sermayeyi güçlendirmekti . Çünkü sermaye, kar, rant ,faiz ancak artı-değer oranı yükseldikçe artar , Tabii ki sermaye büyüdükçe , yeni pazarlara doğru yönelmesi ,kapitalist ekonominin kanunlarının bir zorunluluğudur .Kapitalizm ortaya çıkmasından beri ,sermaye hiç bir zaman iç pazarla sınırlı bir faaliyet için de olmadı , olmasına da imkan yok Bunun için sermayenin,iç Pazar veya dış Pazar ayrımına göre hareket etmesine de söz konusu değil ve de bunun , (kapitalizmin ekonomik kanunlarına göre) kesinlik le maddi bir temelli yoktur . Sermaye nerede kar varsa oraya yönelmek zorundadır .

Sermayenin varlığına yani kapitalizme son vermekten yana olmadıkça , sermayenin hangi pazara yönelik olarak faaliyet göstermesinin tartışması sadece işçileri yanılgıya sürüklemek amacını taşır .

Links(sol) parti merkez yönetiminin ve Keynesçilerin en temel yanılgısı ise , kapitalist üretimin , ferdi tüketim maddelerinin üretimden (esas olarak) bağımsız gerçekleştirildiğini kabul etmemeleridir .

Kapitalist üretim , kar amacılı anarşik ve adeta üretim için , üretim niteliğindedir ve de esas olarak ferdi tüketim maddelerinin üretimini gözetlemez ve ondan “ bağımsız “ gerçekleşir . Kapitalistler, Pazar da hem alıcı, hem satıcıdır, Kapitalist Pazar ilişkisi ,esas olarak kapitalistler arası arz ve talep ilişkisi şekillin de cereyan eder .Kapitalist pazarın işleyişin de ve genişlemesin de ferdi tüketim maddelerinin üretimi tali rol oynara . Ve de arz ve talep arasın da ki denge veya dengesizlik, yine kapitalistler arası ilişkilerin sonucu da ortaya çıkar. Dolayısı la ,aşırı üretim bunalımını kapitalistler arası Pazar ilişkisi belirler .

Şimdi esas olarak kapitalist Pazar ilişkisinin dışın da yer alan bir sınıfın (yani işçi sınıfının) tüketim maddelerinin üretimi , ekonomik krize veya istikrara nasıl etkisi olsun ki ? . Hayır , tüketim noksanlığı , aşırı üretimin ortaya çıkmasına nedeni değil . Kapitalizm de ve tüm sömürücü toplumlar da sömürünün varlığından dolayı , tüketim noksanlığı kalıcıdır ,sabittir ve devamlıdır . Eğer işçilerin ve emekçilerin sürekli olan tüketim noksanlığı aşırı üretim krizinin nedeni olsa idi , kapitalist ekonomi sürekli kriz için de yaşaması gerekirdi . .

Engels’in , Anti –Düring kitap’ın da , da vurguladığı gibi ,tüketim noksanlığı feodal sistem de,de vardı ,ama feodalizm de aşrı üretim bunalımının ortaya çıkışı söz konusu bile olmadı .

Kapitalizmi de “talep yetersizliğini” ( burada taleple , işçi ve sömürülen emekçilerin tüketim maddelerine olan talebini kast ediyorum) ortadan kaldırmak ancak iş –gücünün meta olmaktan çıkarmaya, artı- değer sömürüsünü ortadan kaldırmaya , kapitalizme son vermeğe bağlıdır

Aşırı üretim bunalımının ,ferdi tüketim maddelerinin üretiminin ve tüketiminin kısıtlığı nedeni ile ortaya çıkmadığını ısrarlı bir tarzda izah etmeye çalışmamız da ki amaç , kapitalizmin ekonomik krizinin her hangi politik uygulamalara bağlı olmadan , iradi dışı ortaya çıkan bir olgu olduğunu kanıtlamaktır.

Kapitalizmin ekonomik bunalımının nedeni kapitalist üretim biçimidir . Eğer bunun tersi olsa idi , yani işçilerin ve sömürülen emekçilerin tüketim noksanlığı kapitalizm de aşırı üretimin ortaya çıkmasına neden olsa idi , bu durum da kapitalist üretim biçimine son vermeden , kapitalizm koşulların da bu çelişki çözüle bilinirdi . Arz fazlalığın dan ileri gelen ekonomik kriz , talep fazlalığı yaratarak ortadan kaldırılamaz . Çünkü kapitalist Pazar da , kapitalistler arasın da arz ve talep arasında bir denge var , kar hırsı bu dengeyi bozuyor. Ekonomi , durgunluk ve çöküş dönemine girerek yeniden arz ve talep arasında ki dengenin kurulmasını sağlar .(9) Bunun için , kapitalizm aşırı üretim bunalımı ,kendiliğinden ortaya çıkar ve kendiliğinden ortadan kalkar .Bu aşırı üretim bunalımını ,1- durgunluk 2- çöküş 3-toparlanma 4- yükselme dönemleri olarak 4 devrelidir .

Kısacası , arz ve talep arasındaki “dengesizlik” , üretimin durgunluktan çöküşe girmesi ile yerini toparlamaya ve yükselmeye bırakarak , yeniden “dengenin” oluşmasını sağlar . Bunun için kapitalizmin ekonomik krizi hiç bir zaman sürekli olmaz ,ama kapitalizmi geliştikçe , merkezleştikçe, üretimin sosyal karakter ile mülk edinmenin özel karakteri arasındaki çelişki keskinleştikçe, krizlerin arasın da ki süreler kısalır .

Gerek ABD ve gerekse AB kriz sonucu batan bankaları ve tekelci şirketleri kurtarmak için trilyonlarca doları ,euro’yu gözden çıkardıklarını ilan ediyorlar .Bunun ekonominin krize girmesini önleme tedbirleri olduğunun öne sürüyorlar . Aslın da bu yaptıkları la ekonominin krize girmesini önleyemezler (ki krizi önlemek isteye bağlı değil ). Bu şekilde hareket etmelerinin nedeni ,iflasın eşiğinde olan bankalardan mevduat sahiplerinin paralarının panik içinde çekip , birden , bire piyasanın çökmesine engel olmaktır .Bunun için devlet sözde mevduat sahiplerine güven verme amacı la atraksiyonlara girişiyor . Bu atraksiyonlar la , borsa simsarları devreye giriyor , borsa da suni bir tarz da hisse senetlerinin değerlerini (kısa bir süre için de olsa) artırıp , ekonominin düzlüğe çıkmaya başladığı izlemeni vererek , sözde paniğin önüne geçmeye çalışıyorlar .

Böylece ekonominin krize girmesinin veya çıkmasının siyasi bir sorun olduğu izlemeni verip, ekonomik krizin sorumlusunun kapitalist üretim biçimi “olmadığını “da göstermek istiyorlar. Ama , ne ek talep yaratarak , nede burjuva hükümetlerin ekonomiye müdahalesi le, kapitalist ekonomik krizi önlene bilinir , ve de nede krizden çıkma sağlana bilinir .

Eğer Keynesçilerin iddia ettiği gibi, işçi ve emekçilerin satın alma güçlerini artırarak , ek talep yaratılması la arz fazlalıklarının ortadan kaldırılması mümkün olsa idi , burjuvazi , ekonomik kriz karşısında bu yapmakta bir an bile tereddüt etmezdi .

İMF , şimdiye kadar , krizle birlikte bankaların 1 trilyon euro zarar ettiklerini açıkladı . Links (sol) partinin aşırı üretim gidererek ekonomiyi krizden kurtarmak için Almanya’da, işçilerin satın alma gücünün yükseltilmesi ile 57 milyar euro’luk ek talep yarata bilineceğini öne sürüyor . Burjuvazi trilyon tutarın da euro zarar edeceğine , 57 milyarlık ek talep yaratarak , hem zararını önledi ve hem de iflastan kurduruldu . Şimdi ,Burjuvazi “geri zekalımıdır ki” bu imkanı elinin tersi ile itiyor .

Kaldık ki ,Keynes ( başka yazılarımda da vurguladığım gibi) ekonomik kriz sonucu milyonlarca işsiz kalan işçilerin , devrim yolu la proletarya diktatörlüğünün kurulmasının önlemek için ,devletin ekonomiye müdahale ederek üretici olmayan alanlara yatırım yaparak, işsizliği önlemek için “ek talep “ yaratılmasını öneriyordu .(10)

Links (sol) parti , Keynes gibi , 1929 kriz dönemi de işsizliğin artışının büyük boyutlara çıkması karşısın da “ek talep yaratma “ önerisini gündeme getirmiyor .Şimdiye kadar neo-liberal politikalar karşı mücadele de doğru bir tarz da öne sürdüğü talepleri , krizi önlemenin de yollu olarak da gösteriyor .

Links (sol) partinin merkez yönetimi , ekonomik krizi “ önlemeyi amaçlayan programları la” neo –liberalizme karşı mücadele de öne sürülen talepleri kapitalizmin yıkılmasının bir aracı olarak değil, yaşatmanın bir aracı olarak gördükleri hiç bir tereddütte yer bırakmayacak tarz da belirginleştiriyor .

Links (sol) partinin neo-liberal politikalara karşı formüle ettiğin talepler için mücadelenin kriz dönemleri için de geçerli olmadığının öne sürmek yanlıştır , ama bu talepler için mücadele kriz dönemin de daha güçlü bir tarz da , kapitalizmi tasfiye etmenin, sosyalizmin kurmanın araçları haline getirmeyi esas alan bir politik çizginin oluşturulması şarttır .

Bu taleplere ilave olarak , kapanan ve işçileri işten atan , fabrikaların ve Bankların işgal edilmesi ve yönetimleri ,işçilerin ve işçiler tarafından seçilen işgal komitelerinin eline geçmesini savunmak zorunludur ..

Bu devrimci bakış açısı la ancak ekonomik krizden işçiler “kazançlı” çıkabilir.Ekonomik krize karşı mücadele sosyalizmin zaferi ile henüz sonuçlanmasa da , Latin-Amerikanın bir çok ülkesin de doğan ortamı, Avrupa ülkelerin de, de sağlanarak ve burjuvaziye önemli darbeler indirerek , sosyalizm mücadelesin de çok önemli mesafeler alına bilinir . yeter ki devrimci bir bakış açısına sahip olusun ve kapitalizmin restorasyonun dan vazgeçilsin .

(1) Tabii ki Türkiye hariç . O “cennet de yaşayan bir ülke” ,orada ne kapitalizmin çıkmazı var! ,ne yoksulluk ,açlık ! Bunun için sosyalizmi,kapitalizmi tartışması onlar ilgilendirmiyor.! özellikle “sosyalistlerini”

(2) Neo-liberalizm ile başlayan devletin ekonomiye müdahalesini ortadan kaldırmayı amaçlayan politikalara karşı devletçiliği savuna revizyonist görüşlerin neye hizmet ettiği de bir kez daha açığa çıktı .

İster özelleştirmeleri , isterse devletçiliği esas alan politikaların olsun tümü , burjuvazinin ve kapitalizmin hizmeti de işlevlerini yerine getiriler .

Ama revizyonistler , özel teşebbüse ve özelleştirmeler karşı (sanki devlet , burjuvazinin değilmişçesine) burjuva devletinin işçilere ve yoksul emekçilere ait olduğu izlenmeni yaratarak ,sömürülenleri aldatmaya ,kendi devletlerini kurma mücadelesinden alıkoymayı çalışmaktalar .

Neo-liberal politikaların taraftarları burjuva ideologlarının , devletin ekonomiye müdahalesini ve devleştirmeleri “sosyalizm “ diye lanse etmesi , revizyonistlerin burjuva devletini savunmalarını haklı çıkarmaz . Tam tersin bu tutum sadece burjuvazini hilesi gerçekmiş gibi algılanmalara yol açar .

Soruna özel mülk edinmenin biçimleri arasındaki farklılar açısından yaklaşılamaz . Çünkü, mülkiyetin burjuva devletinin eline geçmesi , toplumsal mülkiyetin var olduğunu veya meydana geldiğini göstermez . Toplumsal mülkiye , burjuva devletinin zor yolu la parçalanıp, dağıtılıp yerine proletaryanın demokratik diktatörlüğünün kurması la ancak gerçekleşe bilinir. İşçi ve yoksul emekçilerin kontrolü altında olmayan , bizzat işçiler tarafından yönetilmeyen üretim ,sosyal mülk edinme şekilline dönüşemez .

İşin en ilginç tarafı ise , burjuvazinin derinleşen kriz ile birlikte devletçileştireme politikasına geri dönmesi yokmuşçasına, “ekonomik krize “ özelleştirmelere yol açtığı iddiasının öne sürülmesidir . Sosyal pratiğin şimdiye kadar izlenen politikaların yanlış olduğunun kanıtlanması ,revizyonist görüşleri piyasaya sürenlerin içine sinmiyor . Hala, özelleştirmelere karşı mücadeleyi ,krize karşı sözde formüle edilen taleplerin içine yerleştirile biliniyor ,

(3) Bu yazımda da tekrar etmek zorunda kaldığım , bu düşüncelerin benim bir çok yazımda mevcuttur . Bu tekrarların okuyucular için sıkıcı geldiğini farkındayım . Bu sıkıcı tekrarlar için okuyucudan özür diliyorum

(4) Tabii ki Türkiye hariç.Hala , İMF programının yürürlükte olduğu tek ülke Türkiye’dir.

(5) Tekelci dönem ile birlikte burjuvazi üretimden koptuğu için , işletmelerini menajer isimi verdikler profesyonel uzmanlar kanalı la yürütüyorlar ve bunların bir çoğunu da mülkiyetlerine ortak ediyor veya aile şirketlerin mensuplarını maaşlı menajerler olarak çalıştırıyorlar .

(6) Bir burjuva ideologunun , kapitalizmin yıkılmazlığının savunmak için isteyerek ve insanları aldatma amacı la bu gibi görüşleri ortaya atması , teselli bulmaya çalışması , nazar dikkatte alınmaz ve es geçilir.

Ama “işçilerden yana olduğunun “ iddia eden , hata sendikacılara “yol gösteren” birileriymiş gibi hareket edenler , ekonomik krizin burjuvaziyi dahi karamsarlığın içine ittiği , “kapitalizmin son geldi mi ?” tartışmasını yapmaya zorladığı bir dönem de , bu görüşleri ortaya atabiliyorlarsa , demek ki bunlar , işçilerin sosyal kurtuluşları için mücadele etmesini istemeyen sahte işçi dostlarıdır .

(7) Üretici güçlerin gelişmesi ,üretim ilişkilerine bağı bir olgu değil , yanı toplumsal gelişmenin dinamizmi üretici güçlerdir. Başka bir değişle üretici güçler toplumsal gelişmenin tayin edici gücüdür ve üretim ilişkilerinin değişmeye uğramasını sağlar . Bir tarihsel dönem de üretici güçler ile uyum halin de olan, onun gelişmesini etkileyen üretim ilişkileri , üretici güçlerini gelişmesi sonucu gericileşir ve üretici güçler de , kendisi ile uyum halinde olan yeni üretim ilişkilerini yaratır ve eskiyenle çelişki içine düşer . Sınıflı toplumlar da bu çelişki antagonist ( uzlaşmaz ) çelişkidir ve ancak şiddet yollu la çözüle bilinir ve devrimi olmasının kaçınılmaz kılar .

Tarihsel olarak gericileşen üretimi ilişkileri , üretici güçlerin gelişmesini engellese de , üretici güçler gelişmesine devam eder ve yeni toplumun doğuşunun maddi temellerini hazırlar . Bazılar , kapitalizm de üretici güçler gelişti , bilim ve teknik döneme girildi , nasıl olur da kapitalist üretim ilişikleri gerici ve üretici güçlerin gelişmesinin engelleyen bir rol oynadığı iddia edile bilir ? diyor . Evet , bilim ve teknik döneme girildiği doğrudur , üretici güçler gerici kapitalist üretim ilişkilerine rağmen bu gelişmeyi sağladı ve kapitalizm yaşama devam etmesine rağmen sağlaya bilecek . Ama bu üretici güçlerin gelişmesini esas olarak kapitalist üretim ilişkileri tayın etmiyor , bu insanın durmadan yeni şeyler üretme ihtiyacın dan , gelişme yarata bilme yeteneğinden doğuyor .Burjuvazi ise bu gelişmeleri kendi karına dönüştürüyor ve insanlığın hizmetin de olmasının önlüyor.

(8) 1929-1930 ekonomik krizinden sonra kapitalizm,1965 ler kadar tekrar aşırı üretin bulanımı la karşılaşmadı .Oysa şimdi hemen , hemen 4 sene bir aşırı üretim bulanımı la karşı ,karşıya kalıyor .

(9)Kapitalizmin ekonomik krizi , doğal afetlere, özellikle depremlere benzer .Bunlar nasıl insan iradesinin dışında bir olgular ise , kapitalizmin ekonomik krizi de bu özelliktedir .Pazar ekonomisin de (Pazar ekonomisi kapitalizm öncesi de vardır ) her meta son tahlil de kendi kulanım değerlerine göre mübadele edilirler . kapitalist kar ekonomisi ,metalar arası var olması gereken bu mübadeleyi hiçe sayar ve değişim değerine ,yani kar’a göre mübadeleyi icat eder , ama buna rağmen , metalar yine Pazar da bir sürü çalkantılardan sonra kulanım değerlerine göre mübadele edilir . İşte kapitalist Pazar da ki kar amaçlı mübadeleler nedeni ile ortaya çıkan sorunların neticesin de , arz ile talep arasında ki denge bazen bozulur . .

(10) Keynes’in bu görüşlerine göre hareket eden ABD Başkanı Roosevet ve Hitler oldu . Özellik le Hitler , üretici olmayan alanlara ,yani yol yapımına ve inşa alanlarına , silah sanayisine yatırım yaparak işsizliği azaltı .

Ama sosyalizm tehlike olarak görmeyen diğer burjuva devletleri, Keynes’in bu önerilerine göre bir ekonomi-politika izlemediler , özellik le İngiltere