25 Kasım 2009

Almanya'daki seçimler ve göstergeleri

Almanya’daki seçimler ve göstergeleri.
Uluslararası kapitalizminin krizinden en fazla etkilenen ülkelerin içinde yer alan Almanya’daki seçim dönemi burjuvaziyi oldukça tedirgin ediyordu. Çünkü kriz, “kapitalizmin yıkılmaz kalesi” addedilen,Sovyetlerin özelikle doğu-Almanya’nın tasfiyesiyle sosyalizme karşı ebediyen zafere kazanıldığı! ileri sürülen “Almanya kapitalizmini”
korkusunu üzerinden attığı sosyalizm tehdidiyle yeniden karşı,karşıya bırakmıştı.
Oysa burjuvazi, sosyalizm tehdidinin tamamen ortadan kaldığını zannederek, Almanya’daki işçilere ve emekçilere emperyalist karlarından verdiği bay oranını düşürmekten ve Almanya’da,da ucuz iş-gücü piyasası yaratarak,yoksulluğun yeniden doğmasına neden olmaktan çekinmemişti ve çekinmiyor.
Ama 1929 ekonomik krizinin bir benzerinin 2007-8 yıllarında patlak vermesiyle kapitalizmin ölüm döşeğinde olduğu gerçeğinin açığa çıkması , Alman burjuvazisini “tatlı rüyasından” ne yazık ki ! uyandırdı.Yüksek sesle “kapitalizmin sonumu geldi” tartışmasına balıklama dalmaktan dahi kendini alıkoyamadı.
Çünkü 1929 ekonomik kriz burjuvaziyi ve kapitalizmi tasfiye edilme aşamasına getirmiş ve Almanya’ da komünistlerin ( yani KPD’nin) işçi ve emekçiler üzerindeki ideolojik,siyasi örgütsel egemenliğini üst boyutlara çıkarmıştı ve de bu durum,kapitalizmi savunan sosyal-demokrasinin işçi ve emekçiler üzerindeki siyasi ve örgütsel etkisinin kırılmasına da yol açmıştı.
“ Savaş sonrasının en büyük kriz” olarak nitelendirilen günümüzdeki ekonomik kriz, burjuvaziye hep 1929 dönemini hatırlatıyor ve o günleri yeniden yaşanacağı korkusuna kapılmasına neden oluyor.
Bunun içinde hemen batan bankaları “kurtararak” paniğin ortaya çıkmasının önü kesilmek istendi.
1929 da,da baş vurulan bu ekonomik-politikalar,fabrikaların kapamasına, işsizliğin artmasına çare olmadı ama toplumsal paniği şimdilik önledi ve krizinin toplumda büyük boyutta his edilmesinin (geçicide olsa) önü kesildi.
Ne yazık ki günümüzde, kapitalizmin krizinden yararlanarak işçi sınıfı hareketini sosyalist devrim amacına doğru yönlendiren, ne KPD gibi bir parti var,nede onun siyasi,ideolojik ve örgütsel etkisi altında hareket eden güçlü işçi sınıfı hareketi.
Günümüzdeyse , Doğu-Almanya’daki bürokratik kapitalizm’in alternatifi olarak, “demokratik sosyalizm’i” adı altında “sosyalleştirilen kapitalizm’i” öne süren DDR’li revizyonistlerin uzantıları “sosyalistlik” adına iş başındalar.
Burjuvazinin neo-liberal ekonomik politikasına karşı,neo-liberalizm öncesi “sosyal devlet”e ve “refah-toplumuna” geriye dönülmesini isteyen DDR’li revizyonistler, sosyalizm’e karşı kapitalizm’i savunan ve uzun dönem sosyal-devlet ve sosyal-Pazar ekonomisi politikasını izleyen sosyal-demokratların neo-liberal politikaya dört ele sarılması karşısında, onların yerine geçmek amacıyla “sosyal Almanya”,”sosyal Avrupa ” sloganıyla yol çıkmışlardır.
Tabii ki “sosyal Almanya”yı veya “sosyal Avrupa”yı sözde kurma mücadelesi burjuva demokrasine,yani parlamenter mücadeleye tabi olmak zorunda!.Çünkü revizyonistlere göre “sosyal-Almanya”ya geriye dönmek parlamentonda sağlanacak çoğunluğun bağlıdır.Bunun için parlamenter mücadeleyi kendileri için vazgeçilmez temel siyasi mücadele alanı olarak seçmişlerdir.
Parlamento dışı mücadeleyle,parlamenter mücadelenin birleştirilmesinden dem vurup duruyorlar, ama parlamento dışı mücadelenin, ortaya çıkması ve gelişmesi için hiç bir örgütsel, siyasi çalışmaya girişmiyorlar.Tek amaçları, bürokrat-burjuva sendikacıların ekonomik talepleri elde etmekle sınırlı ve kesinlikle sermaye zarar vermemeye özen gösteren eylemlerini parlamenter mücadeleye tabi olmasını sağlamaktır. Yani parlamento dışı mücadeleyi, parlamenter mücadeleye tabi olarak ele alınıyor ve böylece seçimlerde “oy avcılığı” siyasi mücadelenin esasını belirliyor.
Peki, DDR’li revizyonistlerinin öncülük ettiği bu siyasi ve ideolojik mücadele başarılımı? “Sosyal-Almanya’yı” geri getirmede işçi ve emekçilerden yeterli destek alıyor mu?. Veya aldı mı?;kesinlikle hayır, çünkü burjuvazi bir yandan sosyalist sistemin bürokratik kapitalizme dönüşmesini istismar ederek,diğer yandan emperyalist sömüründen elde ediği karlardan ülkesindeki işçi ve emekçilere bay vererek “refah toplumunu” oluşturması, batı-Almanya’da sosyalizm ve Marksizm düşman anti-komünist toplumsal bir temel yaratabilmişti.Bunun için doğu-Almanya kökenli bir parti, SPD’den ayrılanlar ile birleşmesine rağmen, batı-Almanya’nın anti-komünist duvarlarını yıkmayı henüz başaramamıştır.
Batı-Almanya burjuvazisinin emperyalist sömürüden elde ediği karlardan işçilere ve emekçilere pay vererek, kapitalizmin doğal olarak yarattığı açlığın ve sefaletin önüne geçip, güçlü bir işçi aristokrasi ve (sömürülen dünya ülkelerindeki işçilere ve emekçilere göre)çok imtiyazlı “işçi ve emekçi” tabakası oluşturması, işçi sınıfının ve emekçilerin sosyalizm sınıfsal kurtuluşları için bir umudu olarak görmesini (geçici bir süreyle sınırlıda olsa) engelleye biliyor.
Burjuvazinin, sosyalist ülkelerin tasfiyesinden sonra “sosyal-devleti” savunma politikasından vazgeçmesine rağmen sosyal devletin varlığına tamamen son vermemesi,sosyal-devlete geriye dönüle bilineceği umudunun diri tutulmasını sağlıyor ve bunun için neo-liberal politikalara,ekonomik krize rağmen batı-Almanya’da ki anti-komünist toplumsal temelin güçlü bir tarzda sarsılmasının önüne(şimdilikte olsa) geçile biliniyor.
Bunun için 1929 krizin bir benzeri olduğu iddia edilen bugünkü ekonomik kriz döneminde,Almanya’da ve Avrupa’da 1929 krizinin yarattığı manzaraları göremiyoruz .Yani işsizler, açlık ve sefalet içinde sokakları doldurmuyor ve kapitalizme karşı isyan duygularıyla kendiliklerinden (henüz ve güçlü bir tarzda) harekete geçmiyorlar.
Sadece bu kriz döneminde Almanya’yı ele alırsak;neo-liberal politikalar ilave edilen krizin etkileriyle işçilerin ve emekçilerin yaşam standartlarını çok aşağı çekmesine, grev ve toplu sözleşme hakları olmayan taşeron firmalara bağlı işçilerin ücretleri,kadrolu işçilere göre çok düşük düzeyde tutulmasına,işsizlik parasının ödeme süresinin kısaltılmasına, bir sürü sosyal haklar ortadan kaldırılmasına,işçileri zorla ve düşük ücretle çalışmaya zorlayan yasalara,asgari ücretin dahi kabul edilmemesine rağmen şimdilik hiç kimse aç ve evsiz kalmıyor.Devlet krizi döneminde işsizlik parası alamayanlara sosyal-yardım adı altında en asgari düzeyde yaşam standart’ı sağlamakla sınırlı şekilde, ev kirasını ve yiyecek,giyecek v.s parasını veriyor.
Ama sosyal yardım alanların sayısı çığ gibi büyüyor.1 seneyle sınırlı işsizlik parası alanların tümü sosyal yardım almaya gönderiliyor ve yine iş bulamayan gençler verilen sosyal yardımlarla uyutuluyor.Böylece açlık sınırındaki yoksullaşma her gecen gün artmaya devam ediyor ama açlık ve sefalette henüz ortaya çıkmıyor.
Almanya’da ekonomik krizin işsizlerin sayısını (DGB’nin verdiği rakamlara göre) bir sene içinde 3.258 milyon artırmasına, 2 milyon işçi ise ,”işyeri garantisi verilerek” kısa çalışma adı altında 2 seneye kadar ücretlerinin %60’nı (işsizlik parası kadarını) almaya razı edilip, evlerine gönderilmelerine rağmen çalışan (yani istihdam edilen kadrolu ) işçilerin sayısı,işsizlere ve taşeron firmalarında çalışan işçilere göre çok daha fazladır.İşsizlerin, taşeron firmalar ait işçilerin sayısı hızlı bir şekilde artmasına rağmen henüz tüm işçilerin %15, 20 oranına tekabül ediyor.
Gelişen koşullara göre değil, bugünkü duruma göre hareket eden revizyonistler, sosyal-demokrat partinin rolünü üstlenerek,kapitalizmi ile bağlarını koparma aşamasına gelen işçilerin bu “azınlık kesimlerini” dahi kapitalizmi ile yeniden kaynaştırmanın yollarını arıyorlar ve buna uygun politik taktikleri devreye sokuyorlar.Bunun için ekonomik krizin belirtileri ortaya çıkar çıkmaz, krizin nedenleri olarak kapitalizmin değil de,hükümetin izlediği politikaları gösterip, sosyal-devleti yeniden diriltecek taleplerin öne çıkararak, kapitalizmin hedef haline getirilmesinin önü kesmeye çalışıldı.
“Ekonomik krize karşı alternatif program” adı altında yayınlanan neo-liberal politikaların karşıtı talepler, sosyal-devleti güçlendirme amacından öteye geçmemesine özen gösterildi.
Seçim programları da bu görüşlerin ışığında hazırlandı. Bu metinde ekonomik krizin kapitalizmin niteliğinde kaynakladığı kabul ediliyor görünmesine rağmen, sosyal-devleti kurma amacına ters gelen ve kapitalizm hedef alan taleplerin gündeme getirilmesine karşı çıkılmaktan çekinilmedi.
Ekonomik krizine karşı işçilere (seçimlerde oy vermeden öteye) bir mücadele yolu gösterilmiyor. Burjuvazinin saldırılarına karşı işçilerin grevlere ve direnişlere hazırlanması için hiç bir çapa harcanmıyor. Parlamenter yolunu dışında ortaya koyulan somut eylem planı yok;çünkü sosyalizm diye bir amaçları olmadığından dolayı kapitalizmi yıpratmayı düşünmüyorlar.
“Sosyal devlete” dönüş mümkün mü?
II. emperyalist savaş sonrası batı ve doğu Almanya oluşturulan “sosyal devletler” arasında nitelik farklılıkları olduğu göz ardı edilemez. Çünkü “sosyal-devlet” batı-Almanya’da, burjuvazi tarafından (kapitalizmi koşullarında) emperyalist sömürüye dayanarak inşa edilirken,doğu-Almanya’da sosyalist devletin doğal niteliği gereği kendiliğinden var oldu.
Doğu-Almanya’da (kısa bir döneme tekabül etse dahi), kapitalizme son verilerek,işçi gücü meta olmakta çıkarılmış, üretimin Pazar ve kar için üretilmesine son verilip,işçi ve emekçi kitlelerin tüketimini gözeten üretime geçilmiş ve böylece kapitalizmin neden olduğu işsizliğe,açlığa, evsizliğe, sefalete son verilmiş , herkesin rahatça yaşamını sürdüre bileceği bir ortamın doğmasını sağlayan sosyalist sisteme geçilmişti.
Stalin’in ölümünden sonra revizyonistler, bürokratik-kapitalizm’i (devlet- kapitalizmi) inşa etmelerine rağmen devletin sosyal yapısına son vermeye hemen cesaret edememişlerdi; çünkü onların dünya işçi sınıfını uyutmak için “sosyalist” maskeye ihtiyaçları vardı.
Aslında “sosyal-devlet”, sosyalist devletin kurulmasının gereksiz olduğunu sözde kanıtlamak için burjuva siyasetinin ekonomiye müdahalesinin bir ifadesidir.Ama kapitalist ekonomiyle sosyal-devlet bir uyum içinde değil,çelişki içindedirler.Sosyal-devlet, kapitalist ekonominin gelişmesinin önünde bir engeldir. Kapitalist ekonomiye rağmen siyasi müdahale ile sosyal devletin inşa edilmesi, kapitalist sömürüye karşı çıkan sınıfları yatıştırmayı da amaçlar.
Kapitalizm’in genişleyerek gelişen ekonomik sistem olmasından dolayı artı-değer sömürü oranının artırılmasının zorunluluğu, ucuz iş-gücünün ve işsizliğin var olmasına neden olur.Dolayısıyla, herhangi bir kapitalist ülke burjuvazisinin ,kapitalist pazarlarda rakiplerine karşı yeterli rekabet gücüne sahip ve pazarlara egemen olması, esas olarak artı-değer oranın artırılmasına bağlıdır. Başka türlü sermaye var olamaz ve büyüyemez.
Bunun için kapitalist ekonominin yasaları gereği kapitalist, rakiplerini alt edecek sermaye gücüne sahip olmak zorundadır. Oysa emperyalist sömürüye dayanmayan “sosyal-devlet”, artı-değer oranının artırılmasına ve dolayısıyla burjuvazinin sermayesini büyüterek, istediği rekabet gücünü elde etmesine engel çıkarır. Bu durum burjuvaziyi “sosyal-devletle” devamlı çelişki içine sokar.
Bir yandan toplumda,burjuva devletinin “sınıflar üstü “ bir mekanizma olduğu intibasını yaratma çapaları ,diğer yandan, devletin kısmen ”özerk” niteliğinin varlığı, burjuvazinin siyasi temsilcilerini kapitalist ekonominin yarattığı sefaletin önlemek amacıyla ekonomiye müdahale etmek zorunda bırakır.
Burjuva devleti,bir yanda kapitalist ekonominin işleyişini devam ettirme ve diğer yandan doğası gereği onun yarattığı sefaleti ortadan kaldırma sorunlarıyla baş,başa kalır.
Devlet bu çelişkiyi sözde çözmek için başlıca iki siyasi yol seçer; ya sosyal-devleti inşa eder veya bunu inşa etme kudretine sahip değilse, faşist zorbalıkla sefalete karşı mücadele eden işçi ve emekçileri sindirerek,sefil yaşamın sürdürülmesini sağlar.
Gelişmiş kapitalist ülkelerin devletleri “sosyal-devleti” kurma imkanına sahiplerdi;çünkü bunlar aynı zamanda emperyalist devletlerdir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki burjuvazinin demagojik propagandasına rağmen, sosyal-devlet, kapitalist ekonominin niteliğinin doğal bir sonucu değil, emperyalist sömürünün eseridir.Başka bir değişle,sosyal-devlet emperyalist sömürü sayesinde burjuva devletinin ekonomiye müdahale etmesi sonucu oluşturulur.(1)
Neo-liberal dönemle birlikte burjuvazinin gelişmiş kapitalist ülkelerde var olan “sosyal-devletin” varlığına son vermesinin temel nedeni ,Sovyetlerin , etkinliğindeki ülkelerin ve doğu-Avrupa’nın dünya pazarlarına dahil edilmesiyle burjuvazinin, pazarlara egemen olmak için yeniden kıran,kırana bir rekabetin içine girmesinin zorunluluğunun doğmasıydı.
Böylesine bir rekabet ortamı, sermayenin bir önceki döneme göre daha da güçlenmesini şart koşuyor.
Bu koşullar, sömürge ülkelerden elde edilen aşırı karların dahi burjuvazinin rekabet gücünü artırmada yetersiz kaldığını gösteriyordu.
Dolayısıyla,sosyalizmin kırıntılarının dahi tasfiye edilmesiyle rahatlayan emperyalist burjuvazi, “kendi ülkesinde” de ucuz gücü piyasasının yeniden diriltmek için kollarını sıvadı ve emperyalist sömürüsünden “işçilerine ve emekçilerine” verdiği payı düşürmek için teşebbüse geçti.(2)
Ama neo-liberal politikalar dünya pazarlarında burjuvalar arası rekabet kızıştırırken,diğer yanda işçi ve emekçilerin yoksullaştırmasını korkunç boyutlara çıkardı. Kıran,kırana rekabet ve burjuvazinin kar hırsı bir,biri ardı sıra ekonomik krizlerin ortaya çıkmasıyla daha da
yoksullaşan yeni sömürge ülkelerin halkları, özellik güney Amerika halkları,kapitalist-emperyalist sömürüye karşı harekete geçerek, sömürüye dur demeğe başladılar ve emperyalist blokların,devletlerin sömürülerini en asgari düzeylere doğru çekmeğe çalıştılar ve çalışıyorlar.
Diğer yandan,tekelci kapitalizmin gelişmesi emperyalist ülkelerin bloklaşmalarını üst boyutlara doğru tırmandırıyor ve Pazar paylaşım mücadelesini kızıştırıyor.
Kısacası bir yandan yoksullaşan sömürülen ülkelerin işçilerinin ve emekçilerinin kapitalist sömürüye karşı başkaldırıları sonucu azalan emperyalist sömürü,diğer yanda emperyalist bloklaşmaları ve aralarındaki rekabetin gelişmesi, özellikle ardı arkasına patlak veren kapitalist aşırı üretimi yarattığı kaçınılmaz ekonomik krizler,emperyalist burjuvaların,sömürülen ülkelerden elde edikleri karlının bir kısmını kendi ülkesindeki işçilere ve emekçilere vermesini imkansız hale getiriyor.Ve böylece sosyalizmin karşıtı ve “sömürüyü ortadan kaldıran alternatif” sistem olarak lanse edilen “sosyal-devlet” ve “refah toplumu” tarihe karışıyor. Bunun için Almanya’da,da burjuvazi ve kapitalizm savunan partiler ucuz iş gücü piyasası yaratmaktan vazgeçmeyecekler ve de isteseler de vazgeçemeyecekler.
“Sosyal –Avrupa”,”sosyal-Almanya” maddi temeli olmayan boş bir lakırdıdan öte hiç bir şeyi ifade etmiyor ve etmeyecek.
Günümüzün koşullarında, ya sosyalizm, ya kapitalizm’in dışında başka bir alternatif yoktur.Bu gerçeği görmeyen, “işçi ve emekçilerin çıkarı “adına kapitalizmi restore ederek yaşatmayı kendilerin için siyasi amaç edilenlerin yanılgılarını sosyal-pratik adım başı gösteriyor ve göstermeye devam edecek.
SPD gerçeği
SPD’nin b u seçimlerde %23 oranda oy alması .(ki bu şimdiye kadar katıldığı seçimlerde aldığı en düşük oy oranıdır) onun neo-liberal politikalardan vazgeçip , “sosyal.devlet” politikasına geri döneceğini umutlarını yeşertmişti.
Oysa SPD,izlediği politikalar sonucu ilk kez seçimlerde oy kayıp etmiyordu.
SPD,kapitalizmin savunması ve yaşatılması gündeme geldiğinde, işçileri ve emekçileri karşısına almaktan zere kadar tereddüt göstermemiş bir parti olarak tarihe geçmiştir.
Schröder ve onun politikasının destekleyen SPD, ucuz iş-gücü piyasası yaratma politikalarının kendilerine oy kayıp ettireceğini biliyorlardı.Ama Schröder “Alman sermayesinin” varlığını sürdürmesinin ve AB’ni arkasına alarak dünya pazarlarına egemen olmasının ancak Almanya’da ve AB’de ucuz iş-gücü piyasası yaratılmasına bağlı olduğunun farkındaydı ve bunu “Alman kapitalizmi” için “varlık,yokluk” sorun olarak görüyordu.
Alman sosyal-demokratları, 1914 de “Alman kapitalizm” için emperyalist savaşın gerekliği gündeme geldiğinde hemen savaşı kredilerinin lehine oy vermişti ve seçimlerde yine bugünküne benzer şeklide oy kayıp ettikleri halde, izlediği politikadan bir adım dahi geri dönmemişti.
O dönemde SPD’den ayrılanlar (ve özellikle SPD gençlik örgütü) Rosa Luxsemburg ve Karl Liebkneceht önderliğinde KPD’in kuruluşuna katıldılar ama, SPD yoluna devam etti ve Weimarer cumhuriyetinin kurulmasını gerçekleştirmekten, ,Rosa Luxsemburg ve Karl Liebknecht önderliğindeki işçi sınıfının ayaklanmasını bastırmaktan, Rosa’yı ve Karl Liebknecht katletmekten (zere kadar) tereddüt göstermedi.
SPD, Hitler faşizmine karşı KPD’le birlikte anti-faşist cephe kurulmasına yanaşmadı. Kapitalizm savunan Hitler’i, sosyalizm savunan KPD’ye tercih etti ve faşizmin iktidara gelmesi için elinde geleni ardına koymadı.
Hitler faşizm tasfiye edildikten sonra açıkça sosyalizme karşı kapitalizmden yana tavır aldı.1966’da yeniden patlak veren kapitalizmin ekonomik krizi karşısında, “sosyal ve demokratik hakların savunucusu” pozlarında hareket ederek işçi ve emekçileri aldatıp,1945 beri “birlik partilerine” karşı ilk kez oy çoğunluğunu sağlamasına rağmen,kapitalizmin “müşkül durumda “ olduğunun his eder,etmez CDU,CSU ile hemen “büyük partiler hükümetini” kurdu.SPD’nin tarihi işçileri ve emekçileri aldatma politik manevralarıyla topludur.
SPD, devamlı kapitalizmin durumuna ve temsil ediği işçi aristokrasi tabakasının çıkarına göre politika izlemeği kendisi için vazgeçilmez ilke haline getirmiştir.
Alman sosyal-demokratları 1914 öncesi,Marksist ve devrimciydiler ama I.emperyalist savaş sırasında emperyalist burjuvazisini destekleyerek,Marksizm’den ve devrimden koparak reformist bir burjuva partine dönüştüğü biliniyor.
SPD, tüm bunlara rağmen (bir dönemle sınırlıda olsa) ”Marksist bir parti” olduğu iddiasını sürdürmekten de vazgeçmedi ama,proletarya diktatörlüğüne karşı çıktı,burjuva parlamenter rejiminin diktatörlük olduğunun inkar edip, onun “sosyalleştirilmesinin” ifadesi olan “demokratik sosyalizm” kavramının arkasına gizlenerek “sosyalist” olduklarını öne sürebildiler.
Stalin’in ölümünden sonra Sovyetlerde başlayan ve eski sosyalist doğu-Avrupa ülkelerine doğru yayılan kapitalizme geriye dönüş,bürokratik diktatörlüğe geçiş, SPD’nin lafta savunduğu Marksizm’den ve “demokratik –sosyalizm” hedeflerinden vazgeçmesi için “bulunmaz” fırsat yarattı.
Nitelim,1958 Godesberger kongresinde SPD, “sosyalizm karşısında, kapitalizmin zafer kazandığını” ileri sürerek, “sosyalizme” gerek olmadığını iddiasıyla, ”demokratik sosyalizm” kavramıyla formüle edilen programın yerine , “sosyal-Pazar ekonomisi” tanımıyla ifade edilen program kabul ettiler.
Sovyetlerin ve doğu –Avrupa ülkelerinin devlet kapitalizminden, özel teşebbüsçü kapitalizme geçmeleriyle birlikte SPD, “sosyal-Pazar ekonomisi” programını savunmaktan da vazgeçip, neo-liberal politikalara adapte oldu.
1998 yılında yeşille birlikte hükümeti kuran Schröder,2003 Hamburg kongresinde “Agenda 2010”isimli programı SPD’ye kabul ettirdi ve böylece “sosyal-Pazar ekonomisinden” neo-liberalizm’e geçişi tamamlattı..
SPD’nin 27 eylül 2009 seçimlerinde aldığı ağır yenilgiden sonra yaptığı kongre, tarihine yakışır tarzda cereyan etti.Schröder döneminde tespit edilen ve izlene politikalardan “geriye dönüş” olamayacağını “dosta, düşmana” gösterdi.
Ve böylece SPD, seçim yenilgisiyle “sosyal-devlet” politikasına geriye döneceğini umut eden “sosyalist” geçine reformistleri de hayal-kırıklığına uğratmış oldu.

SPD’den ayrılanların hedefleri
SPD’nin tarih sürecinde içinde iki kez kendilerinden ayrılanların kurdukları partiler, siyaset arenada güçlü bir tarzda yerlerini alabilmişlerdir.
I.emperyalist savaş sırasında (yukarda da vurguladığınız gibi)II.enternasyonal oportünizmin öncüsü bir parti olarak harekete etmeye başlayan SPD’den ayrılan Rosa Lüxsemburg ve Karl Liebknecht önderliğinde kurulan KPD ve 2003 Hamburg kongresiyle “sosyal Pazar ekonomisi” politikalarından vazgeçip, neo-liberal politikaya dönüşle birlikte çıkarılan Hartz yasaları karşında kurulan WASG isimli partinin, PDS (demokratik sosyalist parti)le birleşerek Linke(sol) isimli partide bir araya gelmeleri.
SPD’den ayrılanların ideolojik farklılıkları ve amaçları tespit ediğimizde birincisi: SPD’nin terk ediği Marksizm’in yollunda yürüyerek,sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü kurma mücadelesine kararlı bir tarzda devam ederken, ikincisi,kapitalizm ve burjuva demokrasine savunan SPD’nin terk ediği ”sosyal-Pazar ekonomisi” diye formüle edilen politikaları sürdürmeğe çalışıyor ve burada kapitalizmi tasfiye ederek sosyalizm kurma diye bir amaç yok.
KPD, izlediği Marksist-Leninist ideolojik ve siyasi çizgi sayesinde 1929 kriz döneminde, gerek işçi sınıfı hareketinde,gerekse seçimlerde SPD’yi etkisiz hale getirip, ondan daha güçlü parti haline gelirken,Linke(sol) parti 2007 de başlayan ekonomik kriz döneminde aynı başarıyı gösteremedi. 27 eylül 2009 seçimleri bunun önemli göstergelerinden birisidir.
Ekonomik kriz döneminde baştaki hükümet, tekelci burjuvazinin çıkarı doğrultusunda (açık bir tarzda) politikalar izlemesine rağmen,şimdiye kadar federal parlamenton seçimlerine katılmanın en düşüğü %70 oranı bu seçimlerde ortaya çıktı. Bir önceki federal meclis seçimlerine göre bu seçimlerde,nüfus artışına göre artması gereken seçmen sayısı 4.308.232 olarak azalmış ve 62 milyon küsur seçmenden,19 milyon küsuru bu seçimde ya oy kullanmamış veya geçersiz oy vermiş.
Bu rakamlar, Almanyalıların önemli bir kesiminin kendi sorunlarının parlamento platformunda çözüleceğine inanmadığını gösteriyor. Buradaki pasif direniş aynı zamanda Linke(sol) partinin parlamentarizm mücadelesine de bir tepkinin ifadesidir.
CDU/CSU( sağcı muhafazakar partiler ) bir önceki seçime göre 1.979.055 oy kayıp etmiş.SPD’nin kayıp’ıysa bir önceki seçimlere göre 6.205.822 oydur
Bir önceki seçime göre oylarını, Grüne (yeşiller)802.871,FDP 1.664.879 ,Linke(sol parti) 1.035.960 artırmış. (3)
Görüldüğü gibi CDU/CSU ve SPD’nin (aynı zamanda hükümetteki partiler) birlikteki oy kayıpları 8.184.877 ken, parlamentoda yer alan muhalefet partilerin aldıkları oylardaki toplam artışı 3.503 730 dur.
SPD’nin kayıp ettiği oylardan Linke (sol) parti ancak 1/6’ni alabilmiş.
Linke (sol) parti Almanya genelinde %12 yakın oy alırken, doğu -Almanya’daki oy oranı % 28’lere kadar çıkardı.Ve yine bir önceki seçimlere göre doğu-Almanya’da 3.sıradaki partiyken,bu seçimlerde CDU’la hemen ,hemen aynı oranda oy alarak 2.sıradaki parti konumuna erişti.
Linke (sol) parti için doğu ve batı Almanya arasında oy farkının bu kadar olmasının nedeni;doğu- Almanyalıların sosyalizm özlemlerinin her gecen gün daha da artmasından dolayıdır.
Almanya’nın doğusu ve batısı arasında büyük bir uçurum var.Doğuda İşsizlik ve yoksulluk büyük boyutlara doğru tırmanıyor. Doğu Almanlar, batı-Almanya tekelci burjuvazisi tarafından aldatılmanın öfkesi içindeler.DDR döneminde işsizliğin,evsizliğin,sefaletin olmaması batı-Almanya burjuvazisine duyulan öfkeyi her gecen gün daha da artırıyor.
Linke(Sol) partinin “doğu-Almanya kökenli” parti olarak lanse edilmesi,doğu-Almanyalıları bu parti etrafında toplanmaya itiyor. Ama Linke(sol) parti, izlediği siyasi ve ideolojik çizgisiyle doğu-Almanyalıların sosyalizm duydukları özleme cevap vermedikleri gibi, DDR bir bütün olarak karalayan batı-Alman burjuvazisiyle birlikte hareket etmekte sakınca görmüyor.(5)
Kapitalizm, her gecen gün gerçek yüzünü göstermesine rağmen, Linke (sol) partinin yönetiminde çoğunluğu elinde tutan DDR kökenli revizyonistler, sosyalizmin, kapitalizm karşı alternatif sistem olarak öne sürülmesine engel çıkarıyorlar ve özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla insanın insan tarafından sömürülmesine son verile bileneceğini inkar ediyorlar.Neo-liberal ekonomik- politikaların kapitalizmin doğal niteliğinden kaynakladığı gerçeğinde hareket edenler, tekellerin özel mülkiyetlerinin kamulaştırılmasını (yani devletleştirilmesini) gündeme getiriyorlar.Linke(sol)parti içindeki sosyalistlerin bu çıkışlarından rahatsız olan burjuvaziyi “sakinleştirmek” görevi Linke parti yöneticilerine düşüyor! ve hemen “ Biz özel mülkiyete,özel teşebbüse karşı değiliz “açıklamalarını yapmakta zaman kayıp etmiyorlar.
Oysa neo-liberal ekonomik-politikaların yarattığı yoksulluğunu,işsizliği ve sefaletin önüne geçmek ancak Tekelleri hedef almakla mümkündür.Sadece tekellerin vergilerini yükselterek onlar etkisiz hale getirilemez.Onlar mülkiyetten arındırmadan yoğunlaştırdıkları sömürü,işsizlik ücretlerin durmadan düşürülmesi ve yoksullaşma durdurulamaz.

Sonuç Olarak
Almanya’da seçimler sonrası, burjuvazinin neo-politikaları daha da kararlıkla sürdüreceği anlaşılıyor.Neo-liberal politikaların takipçileri tekelci burjuvazinin ve işçi aristokrasinin partilerinin hiç biri izledikleri politikalarda vazgeçmeye niyetlerinin olmadığı açığa çıkıyor. Bu seçimlerin ortaya çıkardığı bir diğer gerçekse, neo-liberalizme karşı mücadelenin parlamenter sistemin içine habis edildikçe, herhangi bir başarılı adımın atılmasının imkansız olduğunun anlaşılmasıdır.
Almanya’nın bugünkü koşullarında Linke(sol) partinin federal parlamentoda çoğunluğu sağlamasına imkan yoktur. Bu bilindiği için Linke(sol) partide, Grüne ve SPD ile birlikte hükümet kurmanın hesapları yapılıp duruluyor.
Fakat Linke(sol) parti sadece, neo-liberalizm’e karşı öne sürdüğü taleplerinden vazgeçip, politikasından taviz verdiği zaman SPD’le ,bazı eyaletlerde hükümet kurabiliyor. (6)
Gelişmeler neo-liberal ekonomik politikaya karşı öne sürülen talepler, ancak işçilerin,okuyan gençliğin grevleri,boykotları ve direnişleriyle elde edile bilineceğin gösteriyor. www.yyildirim.de.vu



..............................................................................................................................................
(1) Sosyal-devletle,kapitalizmin arasındaki çelişkinin vurucu örneklerinde biri, bürokratik-kapitalizmin egemenliği altına giren Sovyetlerde ve doğu-Avrupa ülkelerinde görüldü.Bu ülkelerdeki burjuvazi, sosyalizmin kırıntısı olarak muhafaza edilen “sosyal-devleti” ortadan kaldırmadan,işsizlik ve ucuz iş gücü piyasası yaratılmadan kapitalist ekonominin daha gelişemeyeceğini,ekonomik tıkanıkların açılamayacağını gördü ve devlet-kapitalizminden, liberal-kapitalizme geçiş yaptı.
(2) Bunun için Almanya’da,da ilk önce işsizliği azaltmak için kurulan, ama yeterli kar elde edemedikleri için “zarar eden” ve devletin sübvansiyonlarıyla yaşatılan işletmelerin varlıklarına son verildi.
Batı-Almanya’nın doğu-Almanya’yı yutması sonucu, doğu-Almanya’daki işletmelerin büyük bir çoğunluğu kapatıldı.Çünkü bunların hiç bir kapitalist pazarda kar elde edebilecek işletmeler niteliğinde görülmedi.
Batı-Almanya’da yine devletin sübvansiyonlarıyla yaşatılan devlet işletmeleri özelleştirildi. Devlet sübvansiyonları için harcadığı ve özelleştirmelerle elde ettikleri paraları uluslararası pazarlarda faaliyet gösteren Holdinglere ,özellikle bankalara aktardı. O dönemde İş başında olan Kohl hükümeti izlediği bu ekonomik-politika işsizliği birden bire üst boyutlara tırmandırdı. Bu ekonomik-politikayı izleyen ve işsizliği büyük boyutlara çıkaran,CDU,CSU ve FDP hükümetine karşı işsizliği azaltmak vaatleriyle SPD-Grüne (yeşiller)seçimlerde çoğunluğu sağlayarak hükümete geldiler.
1998 de burjuvazinin vergilerini düşürerek onları yatırımlara teşvik edip,sözde yeni iş yerleri açılarak işsizliği azalacağı iddiasıyla hareket eden Schröder,Kohl hükümetinin burjuvazinin dünya pazarlarına egemen olmasını sağlayacak olan rekabet gücünü artırmayı amaçlayan politikalara devam etmekten başka bir şey yapmadı ve “Alman tekellerini” gerek AB’nde, gerekse dünya pazarlarında en güçlü uluslararası tekeller olmalarının yollarını açtı, ama işsizlik azaltılması bir yana, daha da arttı.
”Alman burjuvazi”sinin ele geçirdiği ekonomik gücünü muhafaza edebilmesi ve geliştirmesi Almanya’da,da ucuz iş gücü piyasasını yaratmasını zorunlu kılıyordu.Bu iş ancak burjuva sendikacıların örgütü SPD yapabilirdi ve Schröder bu görevi cesaretle üzerine aldı.İşsizliği azaltma adına,işsizlerin en düşük ücretli işleri kabul etmek zorunda bırakan yasaları, o dönemin muhalefet partileriyle birlikte yürürlüğe koydu.Ve Almanya’da,da yoksullaşmanın kapılarını ardına kadar açtı.
(3) Piraten (korsanlar) ismiyle kurulan doğru, dürüst bir amaç taşımayan ve gençlerden oy alan parti bile %2 oranla 845.904 oy alabildi.
(4) Batı-Almanya’da sol parti ancak 5.sırada yer alabiliyor.
(5) Doğu-Almanyaların sosyalizme duydukları özlem,doğu-Almanya’yı Gorbaçov’dan 4 milyar € (eu)satın alan Batı-Alman burjuvazisini müthiş tedirgin ediyor. Bunun için bu sene doğu ve batı Almanya’nın birleşmesinin yıl dönümünü daha “görkemli” şekilde kutlanması için tüm propaganda mekanizmalarını hareket geçirdiler.DDR’in bürokratik diktatörlüğünü bahane ederek, sosyalist dönemi ve sosyalizm kararlamak için yoğun propagandalara giriştiler.Günlerce basın-yayın organları bu iş “hakkıyla” yerine getirmeye çalıştı.Ama Doğu Almanyalılar, bu seçimlerde,de Almanya’nın birleşmesi kendilerini yoksulluğun pençesine atmakta başka bir iş yaramadığının farkında oldukların gösterdiler.Burjuvazinin demagojik propagandası doğuluların sefalet için itildiği gerçeğinin üstünü örtemiyor.Doğu-Almanyalılar sosyalizmi? Kapitalizmi? sorusuna cevaplarını vermişlerdir.BBC, bile “Almanya’nın birleşmesinin yıl dönümü” vesilesiyle yaptırdığı araştırmada, “Almanya’nın birleşmesinin” kapitalizm zaferi olarak görülmediğini ilan etmek zorunda kaldı.
(6) En yakın örnek Brandeburg eyaletinde kurulan SPD-Linke(sol) hükümetidir.Burada Linke parti neo-liberalizm ihtiva eden hükümet programını kabul ediği için hükümete katılabildi. Bundan önceki CDU-SPD hükümetinin programının aynısı, SPD-Linke hükümetini programı olarak kabul edilmiştir

Hiç yorum yok: