25 Mayıs 2010

Kilicdaroglu Rüzgari

1980 darbesiyle birlikte acımasız sömürü çarkı için alınan, 30 senedir açlığı, işsizliği, çaresizliği katmerleştirilen, sindirilen milyonlarca yoksulunn yaşadığı Türkiye gibi bir ülkede, bu sorunları dile getirmeyi “sosyalist” diye geçinen birisinin “sıradan popülist partiye değişmek” diye nitelendirmesine ne demeli?..

Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte burjuvazinin, neo-liberal ekonomi-politikalara ve acımasız sömürüye karşı çıkanları “popülistlikle” suçladığını göz önüne aldığımızda “popülistliği” diline dolayan Evrensel gazetesinin “başyazarının” yıllardır izlediği ve ısrarla sürdürdüğü reformist çizginin, onu ve bu çizgiyi izleyenleri nereye sürüklediğini ibretle seyretmek insana istemese de “acı veriyor”.

30 senelik süreç sonucunda, nüfusunun yüzde 17’sinin aç olduğu itiraf edilen , “hiç bir çocuk aç olarak yatağa gitmeyecek” sloganını gündeme getiren, kimisi 20 milyon, kimisi 10 milyon dediği işçilerden ancak 500 bininin (bilemedin 700 bin) sendikalı olabildiği, geriye kalanların 12 saat, hatta 15 saat ve adeta karın tokluğuna çalıştırılan , üniversiteleri bitirenlerin yüzde 40’ının işsiz olduğu söylenen bir ülkede, bu ve buna benzer gerçeklerin dile getirilmesini neo-liberal politikacılar gibi “popülistlik” olarak tanımlayıp ve bunlardan daha önemli “demokrasi sorunları var” diyerek, acımasız sömürünün (istismar amacıyla dahi olsa), dile getirilmesinden rahatsız olanların tavrını; nasıl izah etmek gerektiği bir soru olarak karşımıza çıkıyor!..

“Ne var ki Kılıçdaroğlu bu konuşmasında; Kürt sorunu, laisizm sorunu, demokratik bir Anayasa talebi, Ergenekon Davası ve özgürlükler sorunu’ gibi, Türkiye’nin en önemli (a.ç.y) ve herkesin tavır almasının zorunlu olduğu başlıca sorunlar konusunda Baykal çizgisini eleştirilmediği gibi, ondan daha geri bir çizgiye çekileceğinin işaretlerini verdi” (24/5/2010 sayılı Evrensel gazetesinden İ.Ç’nin yazısından). Bu ifadeler, 30 senedir “demokrasi ve bağımsızlık” adına işçi ve emekçileri gerçek sosyal kurtuluş mücadelesinden alıkoyan ve onları burjuvalar arasın çatışmaların aleti yapan, sözde en önemli sorunların gündemden düşmesinin rahatsızlığının dile getirilmesinden başka bir amaç taşımıyor.

Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin önemli sorunlarının, “başyazarın” öne sürüdüğü sözde demokrasi sorunlarını değil, açlığı, çaresizliği, işsizliğin olduğunu dile getirdiği için, kapitalizmin sömürüsü ve ekonomik krizlerin altında ezilen milyonlarca insanımızın karşısına, Ecevit gibi sahte bir umut olarak çıkıyor ve bir coşku yaratıyor.

Kılıçoğlu’nun bu tavrı karşında “Evet, kapitalist sömürünün yarattığı dile getirdiğin sorunlar Türkiye’nin gerçekleri ama sen kapitalizmin ortaya çıkardığı açlığı, işsizliği yoksulluğu yine kapitalizm koşullarında çözülebileceğini öne sürerek yoksulları, çaresizleri, işsizleri kandırıyorsun. Ve de kapitalizm tasfiye edilmeden, sosyalist sisteme geçilmeden ortaya getirdiğin sorunların hiç biri yok olmaz” demek gerekirken, bunu yerine “Hayır Türkiye’nin önemli sorunları yukarda sıralananlardır” diye hareket edilbiliyor. Yıllardır “Türkiye’nin en önemli sorunları demokrasi ve bağımsızlıktır” laflarıyla, kapitalizme karşı mücadele engelleniyor ve sosyalizmin tek kurtuluş yolu olduğu göz ardı ediliyor. Şimdiye kadar “Türkiye’nin en önemli sorunları” adına siyasi mücadelenin gündemine getirilenlerin tümü burjuvalar arası çelişkinin ortaya çıkardığı sorunlardır.

Türkiye’de sınıf mücadelesinde kımıldamaların ortaya çıkması sonucu, Kürt ulusal hareketinin gerçek önderlerinin dahi “Kürt halkının ulusal sorunun çözümü Türkiye devrimine ve anti-kapitalist mücadeleye bağlıdır” dedikleri ve kendilerinin “Türkiye devrimci hareketinin bir parçası olarak doğduklarını” dile getirdiği dönemde Evrensel yazarı, Kürt burjuva çevreleri gibi, Kürt halkının ulusal sorununun emperyalist-kapitalist sistem içinde sözde çözümü adına çaba harcamaya devam ediyor.

Kapitalizmin ekonomik krizi, “Kapitalizmin sonu mu geldi?” sorusunu gündeme getirdiği dönemde, yalnızca neo- liberalist politikaları hedef almayı akılarına getirenler, kapitalizmin savunma içgüdüsüyle hareket etmekten başka bir şey yapmıyorlar demektir.

Evrensel gazetesi, AKP’nin gündeme getirdiği anayasa değişiklerine karşı sözde radikal bir çıkışla “demokratik anayasa” talebini öne sürerek halkın çıkarı doğrultusunda hareket ettiği izlenimini vermeye çalışıyor. Oysa burjuva devletini savunuyor. Çünkü anayasalar burjuva devlet biçiminin hukuk ifadesinden başka bir şey değildir. En önemlisi, kitlelerin mücadelesi sonuç olarak elde edilen demokratik, sosyal ve ekonomik hakların burjuvazi tarafından, istememesine rağmen, zorunlu olarak yasalaştırılmasının dışında, hiç bir demokratik hakkın salt yasalar değişikliklerle elde edildiğine sınıf mücadelesi şahit olmadı. Ve de mücadelenin dışında, burjuvazinin yasalarıyla gerçek anlamda hak elde edildiğine dair tek bir örnek dahi gösterilemez.

En demokratik burjuva devleti dahi emeği gaspını gerçekleştirmekle yükümlü bir terör örgütüdür. Militarist ve bürokrat devletin salt anayasa değişiklikleriyle demokratlaşacağını ve “halkın çıkarına tekabül eden hakların var olabileceğini” öne sürmek; gerçek anlamda burjuva devletinin niteliğini göz ardı etmekten, azınlığın, çoğunluk üzerindeki diktatörlüğü olduğunun inkârından başka bir şeye yaramaz. Kılıçdaroğlu, böylesine bir “demokratik talebi” gündeme getirmediği, açlığı, yoksulluğu gündeme getirdiği için “popülist” olup çıkıyor! Emperyalist-kapitalist sistem içinde ve kapitalist sömürünün ortadan kalkmasının dışında Kürt halkının ulusal sorununu çözmek isteyen Kürt burjuvaları da, Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin gerçeklerini dile getirmesinden rahatsız olduklarını hemen belli ettiler. Sözde, onun Kürt ulusal sorununu dile getirmemesinden şikayetçiler! Çünkü şimdiye kadar izledikleri politikalarla, Türkiye’de kapitalist sömürünün olmadığı intibasını vererek hareket ediyorlardı.

Kapitalizm ortadan kalkmadan ve sosyalist iktidar için mücadele edilmeden, Kürt halkının ulusal sorununun çözülemeyeceğini göz ardı eden politikaları egemen kılmışlardır. Ve de sosyalizme küfür ederek, kapitalizmin gerçekleri sosyalizm kaçınılmazlığını zorunlu hale getirdiğini gizlemeğe çalışarak. Bunun için “Kürt halkının maddi çıkarlar sağlayarak onun ulusal sorununun çözümünden uzaklaştırmasın” diyebiliyorlar.

Oysa kapitalizmin yarattığı acımasız sömürüye karşı mücadele etmeden, sermayenin egemenliğine son vermeden, Kürt halkının ulusal sorunu çözülemez. Kılıçdaroğlu’nun öne sürdüğü politikaya karşı, kapitalist sömürünün yarattığı yoksulluğun açlığın işsizliğin (şimdiye kadar yapıldığı gibi) üstünü örterek değil; tam tersine sömürü ortadan kalkmadan, kapitalizm yıkılmadan Kürt halkının ezilen ulus mensubu olmaktan çıkmayacağını gündeme getirmek gerekir. Ama bunun yerine, kapitalist sömürünün yarattıkları sorunlar tekrar ortaya getiriliyor ve kapitalizm koşullarında ulusal sorunun sözde çözümü gündemden kalkacak” telaşıyla Kılıçdaroğlu’na saldırmanın bir manası yoktur. Kürt burjuvazisinin şimdiye kadar izlediği, kapitalizm koşullarında ulusal sorunun çözümü çıkmazdır. Tabii ki kapitalizmin yarattığı sorunları ortaya seren Kılıçdaroğlu, bu sorunları kapitalizm koşullarında sözde çözüm önerileriyle halk kitlelerini kandırmaya, çözümsüzlük içinde kalmalarını sağlamaya çalışıyor.

Sanki Kılıçdaroğlu’nun ve “yeni CHP”nin, kapitalizmin yarattığı sorunları gerçekten çözümün istiyorlarmış gibi ifadelerle,”Bunlarla, Kürtleri kandıramasın” demek kapitalizmden yana olmanın itirafından başka anlama gelmez. Tüm bu siyasi tavırlar, Kılıçdaroğlu’nun izleyeceği politik taktiklere ve politikalara yönelik değil, onun kapitalizm yaratığı gerçeklerin su yüzüne çıkarmasından duyulan rahatsızlıkların dile getirilmesidir.



yyildirim1918@hotmail.com

Hiç yorum yok: