27 Kasım 2009

"Kürt Açılımının" Gerçek Yüzü

“Kürt açılımının” gerçek yüzü
Ekonomik krizin Türkiyeli emekçileri ve işçileri,işsizliğin, yoksulluğun açlığın girdabına atıldığı,bir milyonun üzerinde çalışanın işine son verilerek çaresizlikle baş başa bırakıldığı dönemde,bundan önceki ekonomik krizleri istismar ederek halkı kandıran AKP hükümeti kriz karşında sıkıştığı köşeden kurtulmak için birden bire “Kürt sorununun “ sözde çözümünü siyasi gündemi birinci maddesi haline getirdi.
Ekonomik krizin siyasi krize dönüşmesinden “ödü kopan” sosyalistler! hemen ve vakit geçirmeden burjuvazinin suni gündemine dört ele sarılarak,”pişmiş aşa soğuk su katmama” titizliğiyle “Kürt sorununun barışçıl” çözümünün yoğun propagandasına girişmede zaman kayıp etmediler.
Dünyanın dört bir tarafında kapitalizmin krizi karşısında işçiler ve emekçiler isyan halindeyken, Kapitalist dünyanın “parlayan yıldız “olarak lanse edilen Çin’de 100 binlerce işçi krizin yarattığı işsizliğe karşı isyan bayrağını açmışken , Güney Kore’de fabrikaları işgal eden işçiler burjuvazinin amansız saldırılarına karşı günlerce direndiklerine dair haberler Avrupa burjuva gazetelerinin dahi manşetlerinden aşağıya inmezken, Türkiye’nin siyasi gündemine kapitalizme karşı mücadele girmiyor ve girmemesi için büyük gayret gösteriliyor.
ABD emperyalizm, “savaşçıl dönemden barışçıl döneme “girdiklerini Güney Amerika ülkelerinde askeri darbeleri yeniden gündeme almasıyla gösteriyor.Buna rağmen, burjuva demokrasinin “aşığı” “Türkiye sosyalistleri” burjuva demokrasinin iki yüzlülüğünü ve sahteliğini görmezlikten gelerek “ burjuva demokrasi için mücadelelerine” büyük bir gayretle devam etmekten yılmıyorlar.
12 eylül faşist rejimini savunucusu burjuva siyasetçilerden, şeriatçılardan, emperyalist tekelci ve “İslamcı” burjuvaziden ”Kürt sorununu barışçıl çözümüyle “ demokrasinin “genişletilmesini” umutla bekliyorlar!.
AKP hükümetinin , devletin ve tekelci burjuvazinin “Kürt sorunun” sözde çözümü için kollarını sıvamasının nedeni açıktır ama hiç kimse gerçeği ne olduğunu açıklamak istemiyor.
Oysa ortada ne Kürt ulusal sorununun demokratik çözümü, nede bu sorunun çözümüyle “Türkiye’nin demokrasileşmesi” var.
İster ezilen ,istese ezen ulusa mensup olsun, burjuvazi kendi sınıf çıkarı için Kürt halkının ulusal sorununu istismar ediyor ve onu egemenliklerinin bir aracına dönüştürmek istiyor.
Obama’nın başkan seçilmesiyle orta –doğuda ABD emperyalizminin politikasında biçimsel değişikliklerin ortaya çıkacağı belliydi. ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesinin gündeme gelmesi ,Saddam İktidarına karşı cephe kuran Irak’ın Kürt feodal- burjuvazisiyle Arap egemenleri arasındaki petrol bölgelerine egemen olma çatışmasını yeniden su yüzüne çıkarıyor.(1)
Türkiye’nin egemenleri de, Irak’la ABD arasında “sıcak” savaşın çıkmasından itibaren kuzey Irak’ın Petrol bölgelerinin kontrolünü ele geçirmek için faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Bu amaçları uğruna politik taktiklerini değiştirerek bıkmadan, usanmadan çapalarını sürdürüyorlar
Türkiye burjuvazisi, Irak’taki çatışmalardan, mezhep ve ulusal çelişkilerden yararlanarak petrol bölgesine egemen olma sevdasına tutulan “yerli güçlerin” başında geliyor.
“Kerkük ve Musul petrol bölgeleri Osmanlınındı, emperyalistler hile ile bizden aldılar” lafları Türk faşistlerinin ve Osmanlının devamı oldukların ileri süren dinci gericilerin “dilinden düşmez”
Bunun için Turgut Özal ,ABD ile birlikte Irak’a girmek için Türk ordusunun saldırıya geçmesini istiyordu.Ordunun bu işe yanaşmaması ve baskılar karşısında dönemin genel kurmay başkanının istifa etmesi, Turgut Özal’ın hevesini kursağında bıraktı.Turgut Özal “bir koyup,üç alacaktı” ama Saddam’ın gücünü gözünde büyüten Türk ordusu bu işe girişemedi.
Turgut Özal’ın devam olduğunun ileri süren Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül hükümeti II. Irak savaşında ,da aynı amaçla yolla çıktılar.
ABD’nin Irak’ı işgal etmek için kuzeyden de askeri saldırıya geçmeyi planlaması, dinci hükümet için yıllardır rüyaların süsleyen Musul ve Kerkük petrol bölgelerine egemen olmanın adımıydı. Bunun için vakit geçirmeden ABD emperyalizm ile sıkı bir pazarlığa giriştiler. ABD’den Kuzey Irak’ın egemenliğini kendilerine bırakılmasını ve Kürtlerin silahsızlandırılmalarını istediler.
Irak Kürtleri ile ittifak içinde olan George.W. Bush hükümeti Türkiye’nin bu talepleri ret etti.Bunun üzerine dinci hükümeti, ABD askerlerinin Türkiye güzergahını kullanarak kuzey Irak’tan Saddam karşı saldırıya geçme planını pratikte geçersiz hale getirdi ve TBMM(Türkiye büyük millet meclisine) ABD’nin planını onaylatmadı.(2).
“Savaş meydanlarında büyük zaferler kazana kahraman “ Türk generallerinin “Irak’a kuzeyden girilmese ABD ordusu çok zayiat verir “ öngörülerinin tam tersine, ABD ordusunun sadece güney Irak’tan girerek çok az kayıpla Irak’ı işgal etmesi, Türk ordusunu ve dinci hükümetin ABD’ye karşı tutumlarından dolayı bin pişman olsallarda, ABD emperyalizminin kendilerine duyduğu güvene “büyük darbe” indirmiş oldular.
Diğer taraftan ,ABD’in de ,senelerdir kendilerine sadakatle hizmet eden dostlarını Kürtlere tercih etmesi, Türk generallerinin ve devletin çok zoruna ! gitmişti.
Bunun üzerine ABD’ne rağmen Irak’a egemen olmanı yolları aramaya giriştiler.Ellerinde ki en önemli koz Irak’ta yaşayan Türkmenlerdi. Birden bire Türk devletinin “Türkmen sevdası” ortaya çıktı. Kürtlere karşı Türkmenleri örgütleyip bölgede siyasi güç olmanın yollarını aradılar ve Türkmenleri silahlandırmaya başladılar.Tabii ABD’den de unutamayacakları çok sert tavır gördüler ve o meşhur “subayların başına çuval geçirme” olayı patlak verdi.
Bu sefer “yasa dışı yolları terk edip” Türkmenlere parti kurdurtarak Irak meclisinde söz sahibi olmaya yeltendiler,ama Türkmenlerin çoğunluğu ise Türk devletin değil, Iraklı Araplar ve Kürtlerle birlikte hareket etmeyi tercih ettiler.
Dinci Hükümet bu faaliyetlerini dahi yeterli görmedi. ABD ile aralarında çıkan çelişkileri gidererek “yeni dönemi başlatma “ adına Kürdistan’ın dışındaki Irak’ın bölgelerine Türk askeri gönderme teklifini George W Bush’ a sundular.Bush’un, “Iraklıları ikna edin, bizim için sorun yok” demesiyle hemen kolları sıvayıp,TBMM’den Türk askerlerinin Irak’a gönderme kararını çıkartılar.Ama Iraklı Kürtler, Sünni ve Şii Arapların hiç birisi Türk askerlerinin Irak’a girmesini,(Osmanlı dönemine geriye dönülmesini) istemediler.
Türk devletin Irak’ın işgaline yönelik politik taktiklerin işe yaramaması karşısında, PKK bahane ederek,Irak’lıları ve özellikle Irak’lı Kürtleri baskı altına almaya başladılar. “PKK’ı durdurun yoksa askeri saldırıya gececeğiz” tehdidini savurmaya başladılar.
2007 genel secimler öncesi bu tehditlerini üst boyuta çıkardılar.Genelkurmay ve onları ateşli bir tarzda destekleyen Faşist MHP ve CHP kuzey Irak’a saldırıya geçilmesi için yoğun bir kampanyaya başladılar. Dinci Hükmet ABD ile çatışmayı göze alamadığı için sesiz kalmayı tercih etti.(3).
2007 secimler sonrası bu “savaş çığırtkanlığına” AKP hükümeti de katıldı. ABD ve Irak devleti “ Tamam, sizin kuzey Irak’ı işgal etmek diye bir amacınız yoksa,PKK hedeflerine askeri saldırılar buluna bilirsiniz” diyerek izin verdiler. Niyetleri “üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek” olduğu için bu saldırılarından da bir sonuç alamadılar.
Bu arada ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesi gündeme gelemeye başlamasıyla Irak’lı Kürtler ile Araplar arasındaki petrol bölgelerine egemen olma çatışmasını yeniden diriltti.
Kürt feodal- burjuvazinin egemenliği altındaki kuzey Irak sözde Irak’ın federe bir bölgesi.!Ama Kürt egemenleri merkezi devlete karşı hiç bir sorumluluk his etmeden hareket ediyor. Uluslararası şirketler ile egemen oldukları bölgedeki Petrol ve doğal gaz çıkarılması ve işletilmesi konusunda çeşitli anlaşmalar yapıyor. Şimdi bu faaliyetinin içine Kerkük bölgesinde almak istiyorlar.
Irak merkezi hükümeti de sözde federe Kürt devletinin bu politikasına karşı çıkıyor. Böylece aralarındaki çelişki giderek keskinleşiyor.
Bir yandan Sünni ve Şii Araplara arasındaki kanlı egemenlik mücadelesi ,diğer yandan Kürt egemenlerinin petrol bölgelerine egemen olma sevdaları, Irak’ı 3 bölgeye bölünme aşamasına getirmiştir.
Bir dönem “Irak’ın toprak bütünlüğünde yanayız” görüşleriyle hareket eden Türk devleti şimdi Irak’ın bölünmesini teşvik ediyor. Türkmenlere dayanarak Irak’ta bir etkinlik sağlamayacağını gördükleri için şimdi de Kürt egemenlerine yanaşıp petrol ve doğal-gaz kaynaklarından pay almaya peşinde koşuyorlar.
Kürt egemenleri de ele geçirmek istedikleri petrol ve doğa-gazın Türkiye’nin dışında dünya pazarlarına sevk edemeyeceklerin görerek,onlarda Türk devletinin bu “sıcak ilgisini” boş çıkarmamaya çalışmaktalar.Esas olarak da Araplar ile Kerkük için girdikleri çatışmada Türkiye devletinin desteğine ihtiyaçları var.Bunun için kuzey Irak pazarlarını Türk firmalarına açıyorlar ve onları yatırım yapmaya çağırıyorlar.
Türkiye devleti ile Iraklı Kürt egemenleri arasındaki “sıcak gelişmenin ” önündeki engel ise hale edilmeyen Türkiye’deki Kürt ulusal sorunu. Bunun için Abdullah Gül,”Kürt sorununu çözmenin tam zamanıdır,konjonktür buna çok uygundur” laflarıyla “Kürt açılımını” gündeme taşıdı ve savaş karşı “barış” sloganıyla kampanya başlattılar.
Bu politika aynı zaman Obama’ın ve AB’nin de istekleriyle de örtüşüyor.
Bölgeye emperyalistlerin gölgesinde ve ona hizmet ederek uluslar arası petrol şirketlerinden “komisyon” almaya çalışan “yerli güçlerin” bölgeye egemen olma politikaları sayesinde Kürt halkının ezilen ulus statüsünün tasfiye olacağı ve dolayısıyla Türkiye’nin “demokrasileşeceğini” ileri sürmek tamamıyla Türkiye’nin ve çağımızın gerçeklerinin inkarıdır.
Emperyalist ve gericiler arası çatışma ve uzlaşmalardan ezilen ulus sorunun çözüle bilinir.Ama bu çözüm ulusal baskı altında olan sömürülen ezilen ulusun işçi ve emekçisi için ulusal baskının dahi ortadan kaldığına dair bir gösterge değil. Çünkü burjuva demokrasisi gericileşmiştir ve tarihsel olarak miadını doldurmuştur.Bunun için burjuva demokrasisi toplumun demokratlaşmasına tekabül etmez.
Örneği:ezilen Kürt halkının ayrı devlet kurma hakkı dahil olmak üzere kendi kaderinin kendisinin tayın hakkının gerçekleşmesi demokrasi mücadelesinin temelinde toplumun demokrasileşmesiyle ancak mümkündür. Bunun ilk şarttı Kürt halkının “Türk devletinin” çatısı altında yaşayıp, yaşamayacağına serbest iradesiyle karar vermesini sağlayacak demokratik bir ortamın doğması gerekir. Bu da ancak referandum yolluyla sağlana bilinir. Böylesine demokratik bir ortam da proletarya diktatörlüğü altına gerçekleşe bilinir.
Ama sözde demokrasi laflarıyla, toplumun demokrasileşmesinin gerçekleşmesi , ancak Kürt işçi ve emekçilerin ezilen ulus mensup olmaktan kurtaracak olan ulusal hak eşitsizliklerini ortadan kalmasını sağlayacak zeminini doğmasıyla mümkün olduğu göz ardı ediliyor.
Ezilen ulus statüsünde olan ve zorla asimile edilen Kürt halkına demokratik referandum yoluyla ayrı devlet kurmak isteyip, istemediği dahi sorulmuyor.
Emperyalistlerin isteği doğrultusunda silahlı çatışma içinde silahlı güçler arasında uzlaşmalar ile “Kürt ulusal sorunun çözümü” isteniyor. Böyle bir çözüm (ister ezen, isterse ezilen ulusal mensup olsun), işçi ve emekçileri sınıf çıkarına tekabül etmiyor.
“Kürt ulusal sorunun çözme” iddiasıyla uzun yıllardan beri silahlı veya silahsız mücadele yürüten siyasi hareketlerin hiç birisi “Kürt ulusal sorunun” Türkiye demokratik ve sosyalist devrimin bir parçası olarak görmediler.Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hep “ulusal sorunun” çözümünü emperyalist-kapitalist sistem içinde aradılar.
“Cumhuriyeti birlikte kurduk, şimdi bu cumhuriyeti demokrasileştirmemiz gerekir” lafları dillerden düşmüyor.
“Cumhuriyeti kuranlar” Türk feodal-burjuvalar ile Sünni Osmanlıyla çatışma içinde olan Kürt feodalleriydi. Şimdi burjuva demokrasisin dahi inkar eden egemen sınıfların bugünkü doğrudan uzantılarından “Türkiye’nin demokrasileştirilmesi” isteniyor.!
Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük engel, Faşist devlet, onun ordusu ve devletin savunuculuğunu gönül olarak üzerine alarak örgütlene sivil faşistler,Türk-İslam sentezinin unsuru dinci gericilerdir . Demokrasinin azıl düşmanlarından “ Kürt ulusal sorununun” demokratik çözümü bekleniyor.!
Dünya’nın hiç bir yerinde demokrasi düşmanı faşistlerin “demokratlaştıklarına ” şahit olunmadı.Faşizme karşı mücadele edilmeden, onları mücadele ile geriletmeden demokrasi adına bir adım dahi atılamayacak gerçeği herkesin gözü önündedir. Ve demokrasiye ihtiyacı olanlar ise Faşizm tarafından ezilen,sömürülen sınıflardır. Yani hangi ulusa mensup olursa olsun işçiler ve emekçilerdir.
Kürt halkının ulusal sorunun çözümü bir devrim sorunudur. Bu gerçek inkar ediliyor. İşçi ve emekçilerin sınıfsal kurtuluşlarının dışında Kürt halkının ulusal sorunun çözümü aranıyor.
Emperyalist-kapitalist sistemin çıkarı için orta-doğunun en güçlü devleti olarak yaşamının sürdüren,bundan dolayı emperyalist devletlerin desteğini alan Türk devleti bir anlamda bu güçlülüğünü Cumhuriyetin kurulmasından kısa bir dönem sonra Kürt halkını zorla asimile ederek “Türkleştirme” politikasından aldığı bilinmektedir.Türk devleti, varlığını bağımlı hale getirdiği bu politikasından zere kadar geri adım atmaz . Geri adım onun için bir “ intihar”dır. Şimdi Türk devletinden, onun faşist generallerinden, Türk devletini var eden Kürt halkın zorla asimile etmeyi amaçlayan politikasından vazgeçmesi isteniyor ve bekleniyor.
12 eylül faşizmin hedefi işçiler, emekçiler ve onların devrimci öncüleriydi. 12 eylül faşizminin “ demokrasisi” aradan geçen uzun yıllara rağmen bir tuğlasını dahi yitirmeden dip,diri ayakta duruyor.
12 eylül öncesi faşizme karşı mücadelesiyle güçlene ve işçi,emekçileri etrafında toplayarak eyleme sürükleyen sosyalist ve devrimci hareketlerin, Kürt ulusal sorununun çözümü için silahlı ve silahsız mücadele eden grubun dışındakilerin,eski güçlerinin çok gerisinde olması, Kürt halkının ulusal sorunun çözümünü faşist devlete ve faşizme karşı devrimin zaferinin dışında mümkün olmadığını objektif gerçekliği ortadan kaldırmaz.
Kürt halkının ulusal sorunun çözümünün Bolşevik devriminin sonun da ortaya çıkan benzer iktidarın kurulmasıyla gerçekleşeceğin inatla görülmek istenmiyor.Marksist- Leninist ideolojiği hedef alınarak, Diyalektik ve tarihi Materyalizm düşüncenin yerine sömürücü sınıfların ve sistemin savunucu idealist filozofların düşüncelerine dört ele sarılıyor. Maddenin tayin ediliciliğinin yerine iradeciliğin tayin edici olduğunun öne süren görüşlere sahip çıkılıyor. Sınıfların varlığı ve sınıf çelişkilerini inkar edilerek doğrunun ne olduğunun ortaya çıkması engellenmek isteniyor.
Siyasi gerçekler bir kez daha Türkiye işçi ve emekçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin dışında Kürt halkının ulusal sorunun çözümünün mümkün olmadığını gösteriyor.
Bunun için ulusal sorunun için mücadeleyi sınıf temeline oturtmak gerekiyor.12 eylül faşizminin açlığını,yoksulluğunu daha da pekiştirdiği işçilerin yoksul emekçilerin var olanlarının dahi yok edildiği sosyal ve ekonomik hakları için mücadele edilmeden, Kürt halkının zora dayana Türk devletinin faşist ve ırkçı asimilasyon politikasına karşı mücadele edilemez.Faşizme, sermayenin acımasız saldırılarına ve kapitalizme karşı sosyalizm amacıyla Türk ve Kürt ulusuna mensup işçiler ve emekçiler mücadeleye sokulmadıkça ve de bu mücadele esas alınmadıkça,ne Kürt halkının ulusal sorunun demokratik çözüm gündeme gelir, nede Türkiye demokrasileşir . Ne Türk ve Kürt ulusa mensup işçilerin emekçilerin birliği sağlanır ,nede faşistlerin ve faşist devletin ezen ulus ırkçılığıyla işçi ve emekçileri bölerek sömürme politikaları boşa çıkarıla bilinir.




...........................................................................................................................................
(1) Bilindiği gibi bir dönem Saddam’ın egemenliğinde ki Irak ve ona karşı ulusal başkaldırıya girişen Molla Barzani önderliğindeki Kürt feodal- burjuva ulusal hareketi Sovyetlere bağlıydı. Sovyetler, orta –doğuda kendi egemenliğine zarar veren bu çelişkinin “barışçıl” çözümü için devreye girerek,dosttu iki tarafı uzlaştırma yollarını aradı. Nitekim Saddam, Irak Kürdistan’ına çok geniş bir ulusal özerk tanıyan planı kabul etti. Molla Barzani, Kerkük petrol bölgesini içine alan “Kürdistan sınırında” ısrar etti. Molla Barzani’n bu tutumunu Sovyetler desteklemedi ve Saddam’dan yana tavır aldı. Talabani’de Sovyetleri dolayısıyla Saddam’ı destekledi.
Sovyetlerin “Saddam yanlısı” politikasına karşı ,Molla Barzani vakit geçirmeden ABD emperyalizmine yanaştı.ABD, orta-doğuda Sovyet egemenliğini zayıflatmak için “baba Barzani”yi destekledi. Iran şahıyla birlikte Molla Barzani hareketine para ve silah yardımında bulundular. Türkiye’nin de desteğiyle M. Barzani Saddam’ın kuzey Irak’taki egemenliğini kırdı.
II. Arap -İsrail savaşında ,batılı emperyalistlerin desteklediği İsrail’in savaşı kazanması ve bunun üzerine Sovyet yanlısı Abdünnasıl’ın ölmesi, Sovyet yanlılarının Mısır’da darbe ile iktidardan uzaklaştırılmalarının ortamını yarattı. Bu vesileyle Sovyetlere karşı olan Enver Sadat iktidarı ele geçirerek, ABD’ne yanaştı.Enver Sadat’ın İsrail’le barış sürecini başlatması aynı zamanda Kürt ulusal hareketin kaşısın da müşkül durumda kalan Saddam’ın, ABD’ ve Şah’la uzlaşmasının zeminini oluşturdu.
Saddam da ABD ve Iran Şahıyla anlaştı. Bu anlaşma sonucu ABD ve İran Şah’ı M. Barzani’ye verdiği yardımı kestiler. Barzani de , Irak ordularının saldırısı karşısında dayanamadı, Askerleriyle birlikte İran’a sığındı.
Saddam, tekrar kuzey Irak’ı egemenliği altına aldı ve Sovyet yanlısı Talabani’yi de bir kenara attı.
Kürt ve Arap egemenleri arasında Kerkük petrol bölgesine egemen olma çelişkisinin üstü örtülmesine rağmen bu güne kadar varlığını sürdürdü ve sürdürüyor
Bunun için Irak’taki Kürt ulusal hareketinin, ezilen bir ulusun kurtuluşunu amaçlayan bir siyasi hareket olmasından ziyade, petrol bölgelerine egemen olmayı amaçlayan burjuvalar arası egemenlik mücadelesiydi ve mücadelesidir.
(2) Dinci hükümetin bu saldırgan politikası ABD emperyalizmine karşı duruş ve” halk temsilcilerinin direniş” olarak lanse eden sosyalist geçine reformistlerin tavırı da “takdire şayandı “.....
(3) Kürt halkı bunların “savaş yanlısı olmadığına “ kanarak,2007 seçimlerinde AKP’ye oy verdi.

Hiç yorum yok: