21 Şubat 2006

Türkiye’nin AB'ne girişi



Türkiye’nin AB ne tam üye olmak için adım atması, egemen sınıflar ve onların siyasi temsilcileri arasıda tartışmalara yol açtığı gibi „sosyalist!“ geçinerler arasıda da hızlı “çatışmaya” neden oldu ve oluyor. “Sosyalist” grupların büyük çoğuluğu,Türkiye’nin, AB’ne üye olmasına karşı bir tavır alıyorlar. AB’ne girilmesinden yana olan ÖDP ‘nin dışındaki,”sosyalist”lerinin AB ne karşı oluşlarının gerekçeleri hemen hemen aynı. Şu veya bu şekilde AB’ne karşı olarak öne sürdükleri alternatif sistem, kapitalist-emperyalist sistem içinde çözümlerden öteye geçmediği gibi,emperyalizm’in yeni sömürgesi statüsüne tabi kılınan Türkiye’yi “bağımsız bir ülke” olarak lanse edip,AB ne girmesile birlikte “Bağımsız ülke” konumunu yitirerek,AB nin sömürgesi olacağını ileri sürmekten sarfınazar etmiyorlar.
Oysa Türkiye, Emperyalist kapitalist ülkelerin yeni sömürgesi bir ülkedir.Türkiye’nin yeni sömürge oluşun sürecine bir göz attığımızda gerçek tüm çıplaklığıla ortaya çıkıyor. Türkiye’nin 1950 öncesi ekonomik,siyasi,sosyal yapısının incelenmesini şimdilik bir yana bırakarak, 1950 sonrasının ele aldığımızda “bağımsız Türkiye”nin ne mene bir şey olduğu kolayca anlaşılmaktadır.
2. emperyalist savaş sırasıda,Türkiye!nin egemen sınıfları,Hitler faşizm’ini utangaç bir tarzda desteklemekten çekinmediler.Özelikle, Hitler’nin, Sovyetler’e saldırısı, Türkiye egemenlerini sevince boğdu. Faşizm’in “Sovyetleri tasfiye etmesi” yanı başlarındaki komünizm “belasın”dan kurtuluşla eş anlamlıdı.Türkiye burjuvazisi, dört gözle Sovyetlerini ortadan kalkmasının bekler iken tam tersi oldu ;Sovyetler,Hitler faşizm’ni tarihin çöp sepettine attı.
II. emperyalist savaş öncesi,Türkiye burjuvazisi sözde Sovyetlerle, iyi ilişkiler içinde olan kapitalist ülke bozlarına bürünmüştü.Ama, ülke içinde “komünistler”e, demokratlara, ilerici insanlara göz açtırmıyorlardı. Türkiye’nin Sovyet “dostluğu” zoraki ve sahte idi.Batı.kapitalizm ile aralarının düzeltikce, Sovyetlerden uzaklaşıp, kapitalist dünyala bütünleşiyorlardı.(1) Savaş, Türkiye burjuvazisinin Sovyet düşmanlığını tüm çıplaklığıla ortaya çıkarmıştı.Artık savaş öncesi gibi,Batı kapitalizm ile Sovyetler arasıdaki at oynatma politikalarını sürdüremez konuma gelmişlerdi.
“Sovyetler bizi tehdit ediyor” bahanesinin arkasına sığınıp, Kapitalist dünya ile tam kaynaşmanın yollarının aramaya başladılar.Emperyalist-kapitalistler, başlangıçta Türkiye’ye hemen kollarının açmadılar, her istediklerini yerine getirmeye hazır olduklarını anladıktan sonra, Türkiye’yi”içlerine” aldılar.Türkiye,Kore’ye asker gönderip,emperyalist saldırganlığa kattılarak NATO’ya üye olma hakkını kazandı ve ona “komünizme”karşı dünya kapitalizm’ini savunmada kalkan görevi verildi ve Türkiye’nin ekonomik,politik ve sosyal yapısı, emperyalizmin, dünya sosyalizm’e karşı oluşturduğu “yeni” stratejisine göre şekilendirildi. Burjuvazi,anti-komünizm’i kendine (tam anlamıla) bayrak edindi,Burjuva-demokrasinin egemen olduğu ülkerdeki devletler başta olmak üzere, tüm dünyadaki burjuva devletleri gericileştiridi, faşizmin egemen olduğu yerlerdeki varlığı muhafaza edildi.Türkiye’de ise, göstermelik “çok partili döneme” girilerek,faşist diktatörlük dahada pekiştirildi.”Komünizm”e karşı mücadele temel poltika haline getirildi.Komünist görüşlerin yayılmasını, komünist partisinin işçileri ve yoksul emekçileri örgütlemesini engelemek için faşist baskıların yanısıra,işçi ve emekçi kitleler, anti-komünist temelde örgütlendiler,Kemalizm ile çatışma içinde olan dinci –gericiliğin faliyeti ve örgütlenmesi serbest bırakıldı.Bunlarlada yetinilmedi,faşist ırkçılık yeniden diriltildi.”çok partili dönem”in partileri, Türkiye’nin en ucra köşelerine kadar örgütlenip,emekçileri kontroları altına aldılar.
Başta ABD emperyalizm’i olmak üzere emperyalist ülkeler,Sovyetlere karşı (kendileri için ilk siper olan) Türkiye’ye yönelik yoğun bir ekonomik desteğe girişerek keselerinin ağızını açtılar.Türkiye burjuvazisi emperyalist “bağışlar” sayesinde birden bire zengileşmeye başladı. Emperyalist “bağışlar”la beslenen rantiyeci,asalak egemen sınıf tabakaları oluştu, Türk ordusunun tüm donatım, subayların maaşları,emperyalistler tarafından karşılandı.Türkiye’nin dört bir tarafına NATO ve Amerikan üstleri ile donatıldı,Amerikan askerleri ülkeye yerleşti.Türk ordusunun emir –kumanda zinciri emperyalist ordulara bağımlı hale getirildi.. Baştaki hükümetler ve devlet, emperyalistler tarafından yönetilecek şekilde yeniden organize edildi.
Türkiye özelikle,ortadoğuda emperyalizm’in vurucu güçü haline geldi ve Sovyetlerin desteklediği “Arap milliyeciliğinin”gelişmesini durdurma görevi Türkiye’ye verildi. Bunun karşılığı olarak,Emperyalistler,yardımı sadece “bağış”larla sınırlı bırakmadı,,uzun vadeli,düşük faizli borçlarla,Türkiye ekonomisi desteklendi ,dolayısıla, Türkiyede sanayileşme gelişti, tarım üretimi, kapitalist pazar için üretime dönüşerek ,sanayi tarım ekonomisine geçildi. Sosyalizm korkusundan ötürü, sanayinin kilit sektörleri devletin elinde kalmasına özel bir önem veriliyordu,çünkü devlet, gelişen kapitalizm karşısında,artan işsizliği gidermek için (kardan tavizler vererek) istihdam alanları oluşturuyor, işçi üçretlerini yükseltmede (nisbi olarak) daha cömert davrana biliyordu.
Bu politika, işçi sınıfının kapitalizm’e yönelik mücadelesinin gelişmesini yavaşladığı gibi,ekonomik hakların kısıtlı kalmasınada yol açıyordu.
Emperyalist burjuvazi ve iç gericilik, buna benzer politikayı tarım ekonomisi içinde geçerli kıldılar. Devlet, Tarım üretimini, düşük ve uzun vadeli kredilerle, sübvansiyonlarla destekliyor, küçük ve orta-boy tarım üretimini yaşamasını sağlıyarak,tarımda sınıflaşmanın yavaş ilerlemesile,sınıf çatışmasının keskileşmesinin önüne geçiyordu.“Karma ekonomi” adı verilen devlet sektöler ile (yerli veya yabancı) özel-teşebbüsün iç,içe geçtiği(devlet sektörünün ağır bastığı) ekonomik- politikanın esas amaçı,Sosyalizm’in gelişmesi karşısında, kapitalizm yaradığı çelişkileri yumuşatmak ve kapitalizmin yaşamasını sağlamaktı.Özelikle 1950 sonrası da,bu ekonomik politika Türkiye’de de egemen kılındı.



1960 sonrası Sovyetlerin, kapitalizm’e geriye dönüşüle,Sosyalist devletler ile kapitalist devletler arası çatışmanın sona ermesi.



1957 lerden itibaren Sovyetler ,kapitalizm’e geri dönerek, ideolojisinde ve politikasında köklü dönüşümler yaptı.Sovyetlerdeki bu değişiklik ,emperyalist –kapitalist devletleri de “yeni döneme” uygun”yeni” politik ve stratejik tesbitler yapmaya zorladı.Artık emperyalist-kapitalistler,Sosyalizm karşısında,tavizlerle de kapitalizm yaşatma politikalarına son vermeğe,neo-liberelizm’e doğru adım atmaya başladılar.Sosyalist devletlerle,emperyalist-kapitalist devletler arasındaki çatışma yerini,(Sovyetlerin emperyalist-kapitalist bir ülke haline gelmesile birlikte)emperyalist devletler arası çatışmaya bıraktı.Kapitalizm’in, Sovyetlerde ve doğu Avruba ülkelerindeki egemenliği, sınıf farklılaşmalarını ve sınıf çatışmalarının yeniden dirilti.
Emperyalistler arası dünya pazarlarının yeniden paylaşım çatışması, ekonomik ve siyasi yayılmacılığı geliştirdi.Emperyalist-kapitalistler arası rekabetin şiddetlemesi, 1970 lerde dünya kapıtalizm’i yeni bir aşırı üretim bulanımının içine itmekten geri kalmadı.Emperyalist-kapitalist dünyadaki değişiklikler,Türkiye’yi derinde etkiledi.1957 den itibaren emperyalistler, Türkiye’ye yönelik cömertliklerine son vermeğe başladılar;bağışlar azaldı, uzun dönemli,düşük faizli borçlar, yerini,kısa dönemli ve yüksek faizli borçlara bıraktı.Tamamı ile dışa bağımlı sanayi ve tarım ekonomisinin, emperyalist borçlar ve bağışlar olmadan işlevini sürdürememesi,Türkiye ekonomisini kısır döngünün içine itti.
1960 lardan itibaren, Türkiye,İMF’nin ve Dünya-bankasının kapısının önüden ayrılamadı.Devlet sektörüne dayanarak sınıf çatışmalarının yavaşlatma politikası,(Emperyalist yardım azalmasından dolayı devletin bu yükü kaldıramamasıla), iflas etti. Özelikle,1960 ları sonlarına doğru başlayan Türkiyenin ekonomık krizi 1980 lerde doruk noktasına çıktı. Demirel’in “devlet 50 sent’de muhtaç durumdadır!” açıklaması, Türkiye’nin sürüklendiği çıkmazı hangi boyutlara tırmandığının somut göstergesidi.Türkiye burjuvazisinin, neo-liberalist ekonomık-politikayı uygulamaya sokmaktan başka hiç bir çıkar yolu yoktu.Uluslar arası Banklar ,borç para vermek için İMF kanalıla dayattığı koşuların kabul edilmesini zorunlu kılmıştı Sonuda,Türk devleti,24 ocak 1980 de İMF’nin programını kabul ediğini ilan etti 25 seneden beri bu program,.İMF’nin kontrolu altında yürütülüyor..
Türkiye burjuvazisinin,Emperyalist çelişkilerden yararlanarak varlığının sürdürme döneminin son ermesi karşısında yeni arayışlar içine girmesi kaçılımazdı.Türkiye hiç bir dönem emperyalistler için vazgeçilmez önemli sömürü alanı olmadı.Ne öyle zengin hammadde kaynaklarına ve nede emperyalist sermayeyi doğrudan yatırımlara cezp edecek altyapıya ve yetişmiş elemana sahiptı.Türkiye burjuvazisi “bizim önemli stratejik konumumuz var, hiç kimse bizden vazgeçemez,”diyerek rantiyeci, iç piyasaya yönelik rekabeti ortadan kaldıran güçlü bir tekelci bir ekonomik inşa etmişti. 1980’lerden emperyalistlerin zırnık koklatmıyacaklarının anlamaya başladılar,ellerinde var olan tek varlıkları, ucuz iş-güçüne(2) dayanarak maliyetinini altında (ama kalitesiz)mallarının ihraçına yönelmek zorunluğudu.(Son dönemde gelişen turizm sayeside biraz nefes alına biliniyor.)(3)
Türkiye burjuvazisi,25 seneden beri ekonomiyi “düzlüğe!” çıkarmak için çırpınıp duruyor.Ama çırpıntıkça daha da patağa batıyor.Neo-liberalizm dönemine girildikten sonra, ekonomik krizler dalga dalga bir birini takıp ediyor.Yani, neo-liberalizm Türkiye’yi ekonomik krizden kurtarıp düzlüğe çıkarmadığı gibi,daha büyük ve şiddetli krizlerin içine itti. 1985 lerde başlayan Sovyetlerin dağılma sürecine girmesi ve dağılması,doğu Avrupa ülkelerinin,Sovyetlerin egemenliğinden çıkarak ,devlet kapitalizm’den, klasik liberal-kapitalizm’e geçişi, Türkiye’yi daha da büyük bir çıkmazın içine soktu.Türkiye burjuvazisi, her ne kadar “komünizm bitti,bize içinde yeni pazarlar doğudu” çığlıklarıla yeri, göğü inletsede, gerçek böyle değildi,Türkiye burjuvazisi hiç beklemediği bir durumla karşı karşıya kalmıştı ve yeni döneme hazırlanmamıştı.Cumhurriyetin kuruluşundan itibaren,ilk önce Sosyalist-Sovyetlerle, Emperyalist-kapitalist ülkeler arasıdaki çelişkiden yararlanarak kapitalist ekonomisini geliştirip yaşatmaya çalışan, 2. emperyalist savaş sonrası dünyanın 1/3’ne sosyalizm’in egemen olması ,Çin, Hindistan, Endonezya ve diğer uzak-doğunun sömürge ülkelerinin siyasal kurtuluşlarına kavuşmasıdan sonra emperyalist-kapitalistlerle tam kaynaşarak, kendisini yeni çelişkilere göre şekillendiren ve buradan beslene, Türkiye’nin Sovyetlerin dağılmasıla aşmaza girmesi kaçınılmazdı.Artık emperyalistlerin “gözdesi ülke” konumunu yitirmişlerdı.Her ne kadar Batılı emperyalistlere ,”bizim stratejik konumumuz daha güçlenmiştir,orta Asya’ya,Kafkaslara,orta-doğuya yayılmanız için bize yine muhtaçsınız”sözlevler ile seslendilersede,çok geçmeden bunun boş olduğunu gördüler. Emperyalistler bu numaraları yutmadılar.
Örneğin; Sovyetlerle çatışma dönemide, kendilerini en fazla destekleyen Avrupa’nın muhafazakar partileri,Türkiye’yi ellerinin tersile bir kenara itmekte, Türkiye’yi tecrit etmekten çekinmemekte.Türkiye,ABD emperyalizm ile Saddam arasıda patlak veren çatışmadan en fazla sevinç duyan ülkelerin başında geliyordu,”eski güzel günlerin”geriye geldiğini zanediler.Hemen “bu savaştan bu kadar zarar gördük” yaygarısıla,1.Körfez savaşından yararlanmaya çalıştılar ama yine umduklarının bulamadılar.2.Körfez savaşından ise,ABD emperyalizm kendine yeni” müttefikler”bulduğu için de tam bir hayal kırıklığı yaşadılar.
Türkiye’nin egemen burjuvazisi,neo-liberal döneme uygun bir mevzilenmenin arayışı içindedir.Emperyalistler arası çelişki,Sovyetlerin var olduğu dönemdeki boyutlarda değil. Eski”Batı-blok”unun arasındaki çatlaklıklar büyümesine rağmen,tam karşı karşıya geldikleri söylenemez. ABD emperyalizm’i,Sovyetlerin boşaltığı yerlere sızmaya çalışan AB’ne fırsat vermedi, ama onlarının ekonomik egemenliklerini yaymalarınada engel olamıyor veya engel olmuyor.ABD emperyalizm,orta-doğuya,orta-Asya’ya egemen olmak için Türkiye’ye ihtiyaç duymadı ve duymuyor;çünkü buralara askeri egemenliğini de tesis etti.Bu durum,Türkiye’yi “eski güzel günlere dönme ümitini” boşa çıkarıyor ve neo-liberal ekonomik-politikayı izlemekten başka çıkar yol bırakmıyor.
Neo-liberalizm,kapitalizm’in tüm iç yüzünü açığa çıkarıyor.Burjuvazi,tüm kapitalist ülkelerde sosyal hakları yok ediyor,işsizlik “refah toplumu” diye lanse edilen kapitalist- batı ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada artıyor,yoksullaşma “refah toplum!”unu derinden sarsıyor.Kapitalizm’in açlığın,işsizliğin,yokluluğun caresizliğin tek kaynağı olduğu tüm çıplaklığıla ortaya çıkıyor ve doğal olarak işçiler ve yoksullaşanlar,kapitalizm’e karşı harekete geçiyorlar.
Türkiyedeki devlet-kapitalizm, yukarda da değindiğimiz gibi,yeni sömürgeciliğin temelinde oluşturulmuştu ve emperyalistlerin desteğile varlığını sürdürüyordu.Emperyalistler, desteklerini çeker çekmez “devlet kapitalizm”de çöktü.(4) Gerek,AB’ne üye ülkelerde,gerekse Türkiye’de neo-liberalizm’in ortaya çıkardığı işsizliğin,yoksullaşmanın artışına karşısıda alternatif olarak,neo-liberalizm önceki dönem gündeme getiriliyor.Neo-liberalizm’in ulusal-devletlerin ortadan kalkmasını hızlandırması,”refah-toplumunu”kuran ulusal-devleti savunanları harekete geçiriyor.(4a). Neo-liberalist politikala gerçek yüzü açığa çıkan kapitalizm’i şirin göstermek için, sadece neo-liberalizm’i hedef gösteriyorlar. Avrupa faşistlerinin dilinden”egemenlik Brüksel’e bırakıldı”lafları da düşmüyor.



AB’ne girilmesi le Türkiye’nin “Ulusal bağımsız”lığının kayıp edeceği iddiası



Türkiye burjuvazisinin,Sovyetler’le Batı-emperyalizm arasıdaki çatışmadan yararlanma avantajını kayıp etmesi,kısa dönemli ve yüksek faizli borç bataklığından çıkamayıp iflasa sürüklenmesi, onu yeni arayışlar için girmeye zorladı.Dünya ölçeklerine göre çok ucuz iş-güçüne sahip olmanın verdiği imkanlardan yararlanan,.Özal, ABD’ye veAB’ne”biz, kredi istemiyoruz ihraç mallarımızın önüdeki kotaları kaldırın”diyerek Pazar arıyordu,bu Pazar arayış onu AB’ne aday üye olma baş vurusuna kadar götürdü,.Türkiye’nin, (yukarda izah ettiğimiz gibi) yeni sömürge yapısı ortadaken ,AB girmesile sözde”bağımsızlığını”yitireceğini ileri sürmek, gerçekleri gizlemekten başka bir anlama ifade etmiyor.AB’ne girme ile “ülkenin bağımsızlığını” tartışma konusu yapmak ve bunu gündeme getirmek, Türkiye gerçeğini göz ardı etmeği amaçlar.
Reviyonistler, Türkiye’nin yeni sömürge oluşunun inkar edikleri gibi ,birde “yurt-sever”liği propagandasını öne çıkarıyorlar ve “yurt-sever”likle, enternasyonalizm’in çelişmediğini, işçi sınıfının hem yurt-sever, hemde, enternasyonal olabileceğini ileri sürmekten geri durmuyorlar.
Oysa, yurt (arapçası vatan) ulusal pazarı ifade eder,daha doğrusu “yurt”la ulusal kapitalizm kast edilir. Kapitalist-pazarın oluşmadığı,geri, feodal veya göçebe toplumların demokratik-devrim aşamasında bulunmasıdan dolayı, kapitalizmin gelişmesiden,geri toplumsal ilişkilerin tasfiyesiden çıkarı olan işçi sınıfı,(ki bu ülkelerde işçi sınıfı ya cılızdır veya yeni yeni oluşmaktadır) kapitalist pazarın oluşumudan yanadır ve bu dönemde,kendi sınıf taleplerinin değil,burjuvazinin talepleri için mücadeleye katılır.Ama bu durum, işçi sınıfının yurt-sever olduğunu, kapitalist Pazarın oluşumunu amaçladığını göstermez,çünkü,demokratik-devrim işçi sınıfı için amaç değil sosyalizm’e geçmenin bir aracıdır.Aslıda,işçi sınıfı,kapitalizm’i ortadan kaldırmak için kapitalizm’in gelişmesinden yanadır ve bunun içinde kapitalist gelişimin önüdeki engellerin kaldırılması için çapa harcar.
Revizyonist TKP, “yurt-sever”lik çığırtkanlığı la, işçi sınıfının ulusal devlet yana olduğunun,Marksistlerin devlet düşmanı değil aksine,“devletçi”olduğunu iddia edebiliyor.Kanıt olarakta,Marks’in,Almanya’da feodalizm’den, kapitalizm’e geçiş dönemde feodal-beyliklerin yerine merkezi ulusal devlet’ten yana tavır almasının gösteriyorlar.Tabiki Marksizm,her zaman,tarihsel olarak ileri bir toplumu, geri bir topluma tercih ederler ve feodalizm’e karşı kapitalizm savunurlar,çünkü kapitalizm’e geçmeden sosyalizm’e geçişe imkanı yoktur.(7)
Feodal parçalanmışlığa karşı,kapitalist merkeziyeciliği savunmak,merkezi büyük devletlerden yana olmak,devletçilikle bir ilişkisi yoktur.Marksizm,Sömürünün,baskının aracı olan devlet’e düşmandır.Anarşistlerle,Markizm devlet konusudaki ayrılığın, devlet’e düşman olup, olmama la hiç bir ilgiside yoktur.Marksizm de devlet’e”düşman”dır.Anarşistler, devletin şartlar oluşmadan ortadan kalkmasının savunur iken,Marksistler,devlet’in toplumun tarihsel bir sürecinde doğduğunu , ortadan kalkmasınında,tarihsel bir sürece tekabül etmesi gerektiğini ileri sürdüler ve kapitalizm”den komünist topluma geçişteki, ara aşama sosyalizm’de devlet’in var olması gerektiğini,ama bu devlet,devlet’in ortadan kalkmasının şartlarının hazırlıyacak olan,Lenin’in dediği gibi,aslıda devlet olmayan,proleterya diktatörlüğüdür. .Revizyonistler,devlet-kapitalizm’den, yani kapitalizm’den yana olmalarını örtbas etmek için Marksistlerin “devlet düşman”ı olmadıklarının sözüm ona ispat etmeğe yelteniyorlar.
Marksizm, ne ulusal devletlerden yanadır, nede ulusal devletlerin ortadan kalkmasını istememezlik eder,tam tersine ulusal devletler ortadan kalkmadan, dünya sosyalist devriminin gerçekleşmesine imkan yoktur.Dünya sosyalist devriminin zafer ile kesin kurtuluşa kavuşacak olan dünya proleteryası, yurt-sever değil aksine enternasyonaldır.Yurt-severlik, milliyeciliktir ve burjuvazinin kendi pazarını,diğer burjuva devletler karşı savunmasını ifade eder,daha doğrusu kapitalist sömürüyü yaşatmakla eş anlamlıdır. Komünist manifesto’da, proleteryanın vatan yoktur la kısaca bular ifade ediliyor(8) vatanı olmayan bir sınıf nasıl vatan- sever(yurt-sever)olur?.Avrupa’daki devletler, ulusal haklarından,ulusal bağımsızlıklarıdan vaz geçerek gönüllü olarak AB’ne katılıyorlar ve ulusal kapitalizm,yerini uluslar-arası kıta kapitalizm’ne,ulusal devletlerde yerini Kıta kapitalist devlet’e bırakıyor.Kıta kapitalizm’in oluşumu, dünya proletayasının lehinedir,çünkü,dünya sosyalizm’inin kurulmasına daha uygun koşullar hazırlar.
AB, aynı zamanda neo-liberalist bir ekonomik-politikanın esasları üzerinde oluşuyor,Burjuvazi’nin isteği doğrultusuda, AB organlarının aldığı kararları üye ülke hükümetleri yürürlüğe sokuyor ve işçi sınıfının sosyal ve ekonomik hakları birer, birer ortadan kaldırılıyor,işsizlik,yoksulluk artırıyor..Türkiye’nin “ulusal devletin egemen”liğini ,AB’ne devretme diye bir sorunu yoktur.Yani aynı sorunlarının Türkiye için geçerli olmasının objektif koşulları bulunmuyor,çünkü Türkiye’de, ne ulusal kapitalizm, nede “ulusal burjuva devlet”i egemen oldu. Uluslar-arası emperyalist tekellerin,sermaye ihracı temelinde ve doğrudan uzantısı olarak oluşturulan dışa bağımlı komprador kapitalizm ve bağımlı devlet, “ulusal kapitalizm!”,”bağımsız devlet” diye yutturulmak isteniyor.Oysa bu kamprador kapitalistler,uluslar-arası tekellerin, daha az kar getiriyor diye boşaltdığı alanlara yöneliyor ve sanayisini bu temelde inşa ediyor. Bu sanayinin ham maddeleri, aramaddeleri,teknolojisi emperyalist-kapitalist ülkelere bağımlı durumdadır ve bu sanayi, tüketim maddelerinin üretimle sınırlandırılmıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerin az kar getiriyor diye, terk ediği ürünlerin üretimini,(iş-güçünü fiyatının çok ucuz olmasından dolayı) çok daha düşük maliyetle gerçekleştirip,ihraç ediliyorlar.
Bu komprodor kapitalizm korkunç bir sömürü ağı ve diktatörlük oluşturmuştur.Bir yandan doğru dürüst,ekonomik ve sosyal haklara sahip olmayan, karın tokluğuna çalıştırılan milyonlarca işçi,diğer yandan bir iş bulup karnını dahi doyuramıyan milyonlarca yoksul,aç ,her işi, en kötü şartlarda dahi kabul etmeye hazır yığınlar. Böylesine sömürge ülkede, revizyonist TKP “Oysa yakın tarihe ilişkin bildiklerimiz,bu tek sesli korodan yükselen işbirlikçi namelere üzerinde yaşadığımız toprakların hiç de yabancı olmadığını gösteriyor.1919 yılında’en iyi çözüm mandayı kabul etmektir’diyerek asılmak için’ingiliz sicimi’ni öneren’mütareke basını’nın temsilcilerini anımsamakta kesinlikle zorlanmıyoruz” görüşler ile Türkiye’nin AB’ye girmesile bağımsızlığını kayıp,”manda”cılığı kabul edilebileceğini ileri süre biliyor. Demeki ya”bağımsız Türkiye”, yada AB gibi bir ikilemle karşı karşıyayız!.Sovyet revizyonizm’i, “kapitalist olmayan yola sosyalizm’e geçiş” tezleri,Mao’culuk, 3 dünya görüşleri ile,komprador burjuvazinin egemen olduğu ülkeleri,”bağımsız ülke”ler olarak lanse edip,emperyalistlere karşı cephe oluşturmaya yeltenerek,emperyalizm’in yeni sömürgeciliğini inkar ediyorlardı.Revizyonist TKP,Doğu Perincek’le birlikte bu görüşleri yeniden diriltmeğe çalışmakta ve Emperyalist-kapitalizm’e karşı sosyalizm tek alternatif olduğu gerçeğinin anlaşılmaması için,komprador-kapitalizm,”ulusal-kapitalizm”olarak lanse edip,emperyalizm karşı, ulusal-kapitalizm için mücadelenin esas alınmasını talep ediyor.
Emperyalizm’i, kapitalizm’den soyutlanarak,kapitalizm’in en üst aşaması değil, salt siyasi saldırganlık olarak gösteriyor.(9)TKP yıllardan beri savundukları ve yaydıkları bu görüşlerle Marksizm’in işçi sınıf hareketine egemen olmasının önünü kesti ,milliyetçiliğin işçi sınıfı üzerideki etkinliğinin diri kalması için özel çapa harcamaktan geri durmadı.Kısmi siyasi bağımsızlığı sağlayan,başından itibaren emperyalist-kapitalist ülkeler bağını koparmıyan,özellikle ekonomik bağımlığı koruyan, kurtuluş savaşı ve bunun şekilendirdiği Kemalist burjuva milliyetçiliği, işçi sınıfının ideolojisimiş gibi ele alındı,onun burjuvazinin egemeliğinin aracı olduğu göz ardı edildi.(11) Gerek ABD emperyalizm’ne, gerekse AB emperyalizm’ine karşı,alternatif olarak, sosyalizm değil, Kemalist “ulusal-kapitalizm” öne sürüldü ve sürülüyor.”Ateş”li Kemalist-milliyetçi ajitasyonlarla, “vatan,millet” nutuklarıla,(burjuvazinin yıllardan beri komünistlere yönelik olarak dillinden düşermediği) vatan-hayını küfürleri le”ulusal kapitalizm”in savunulması göklere çıkarılıyor.
“Türkiye’nin yönetimini doğrudan Brüksel’e devretmeye uğraşanlar...”diyenlere TKP yol gösteriyor;”Kaderimizin Brüksel’de,Berlin’de,Paris’te ya da Londra’da tayin edelimesine izin vermeyeceğiz”Peki,şimdiye kadar Türkiye nereden yönetiliyordu?Kimi kandırıyorsunuz?Emperyalist burjuvazinin uzantısı,komprodor burjuvazinin egemenliğindeki yönetimi,emperyalistlerden “bağımsız!” bir yönetim gibi lanse ediliyor,ve bunun “Brüksel devrine karşı çıkılıyor!,bu “vatan-sever”lik karşısında insanın gözleri yaşarıyor! Aslıda,şimdiye kadar Washington elinde olan Türkiye’nin egemenliğini, Brüksel’ devretilmesine itiraz eden TKP, Washington tayin ediği “kaderinin”,Brüksel’e,Berlin’e Paris’e ve Londra’ya terk etmek istemiyor!
İlk önce, sınıflar üst bir yönetim ( yani devlet) kavramı ortaya attılıyor,sonra bu yönetimin devri tartışma konusu yapılıyor.Reviyonizm,her zaman sınıflar üst “devlet” görüşün yaygınlaştırmaya çalıştı ve devleti, hangi sınıf ele geçirise,o sınıf çıkarına işlev görebilecek bir kurum olarak gösterdi.(11) Devletin niteliğini inkar etti.“Brüksel’e devredilmek istenen Türkiye’nin yönetim” tanımı la tüm sınıfları kapsayan bir yönetim varmış gibi hareket ediliyor.Oysa Türkiye’de yönetimde olan sınıfı,Komprador tekelçi burjuvazidir.Şimdi bu sınıf devletinin yönetimini “Brüksel devretmesi veya devretmemsi” işçi sınıfını,yoksul emekçileri niye ilgilendirsin?!Aslıda,”biz, komprador burjuvazimizin yönetimden memnunuz,Komprador burjuvamız,bize zülüm etsede,12 eylül gibi eşine ender raslanan,faşist saldırılarda bulunsada,1,5 milyon insanın göz altına alıp,işkenceden geçirsede,400,500 bin devrimciyi zindanlara doldursada,100 lerce devrimciyi işkencele öldürsede, 17 yaşıdaki genç komünistleri başta olmak üzere, 40 üzerinde devrimciyi sudan bahanelerle idam etsede,100 lercesini zindanlarda diri,diri yaksada,gizli faşist çeteler örgütleyip,gözüne kestirdiğini sokak ortasıda kurşuna dizdirsede,işçilerin var olan sosyal ve ekonomik hakların ortadan kaldırsada,25 seneye yaklaşan faşist saldırılarına aralıksız devam etsede,bu yönetimin hiç kimseye devredilmesini istemiyoruz” denilmek isteniyor.(13)
TKP,AB’nin Avrupa kapitalizm’nin dünya egemeliği stratejisinin bir projesi olduğunu,bunun içinde kapitalist,emperyalist Avrupaya güç vermemek gerektiğini öne sürüyor. Her şeyden önce, AB “sratejik bir proje” değil başka bir değişle,1. ve 2. emperyalist savaş dönemide dünya’ya egemen olmak için emperyalist devletlerin aralarında kurtukları stratejik ittifaklarla (bu, “stratejik proje” le ifade ediliyor) bir ilgisi yok. AB,ulusal devletlerin gelişen kapitalizm ile birlikte,kıta devletine dönüşmesidir.Tabiki,AB,emperyalistir ve dünya hegemonyası peşinde koşuyor ve Türkiye’nin AB girmesi ile (bazıları bunun tersini iddia etsede)Avrupa emperyalizm’nin güçleneceğide doğrudur.Ama Bu bakış acısı tamamen emperyalistler arası çatışmaya göre soruna yaklaşmakdır.Kapitalist Türkiye, AB’ne girmese,Emperyalist,kapitalistlere “güç vermekten gerimi duracak? Veya,emperyalist,kapitalist güçlerin içinde yer almıyormu?. Sovyet emperyalizm ile çatışma dönemide,Batı-emperyalist,kapitalist blok içinde yer alıyordu (ve almaya devam ediyor),şimdi ise bölüne Batı-kapitalizm içinde kendine yer arıyor;ABD’yi terk ederek,AB’ye yanaşıyor.AB’ne katılmasa, ABD emperyalizm’ine güç vermiyecekmi? Veya vermiyormu?.Türkiye’in AB’ye girmesinin karşıtı, ne emperyalist-kapitalist sistemi içindeki tercihlere göre tesbit edilir,nede kapitalizm karşı olmadan AB’ye karşı olunur
Bazıları,ne AB, nede ABD sloganıla,sözde AB’ne girilmesine karşı çıkıyorlar. Peki alternatif nedir sorusuna “bağımsız ve demokratik Türkiye”dir diye cevap veriyorlar.”bağımsız –demokratik Türkiye” kast edilen kapitalist Türkiye’dir.Şimdi,bir taraftan kapitalizm’i yaşattacaksın,diğer tarafdan, hem AB’den, hemde ABD’inden ekonomik ,siyasi bağımsız olana bileceği iddiasını ortaya attacaksın.Gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkelerden “bağımsız kapitalist ülke” savının,( sosyal- pratik tarafından) gerçek olmadığı kanıtlandı.Buna rağmen hale bu görüşlerle emperyalizm’den bağımsız kapitalist ülke olabileceği ileri sürüle bilmektedir.Emperyalist-kapitalizm’den ekonomik ve siyasi olarak bağımsızlaşma ançak ve ançak proletarya diktatörlüğü altında sosyalist ekonomiyi inşa etmekle, mümkün olabilir.Bunun dışındaki öneriler boş laftan başka bir şey ifade etmiyor.
Sosyalist-Sovyetler dönemide,emperyalist-kapitalist ülkelerin sömürgesi altında olan ve henüz sosyalizm aşamasına geçebilecek kadar kapitalist ekonomisinin geliştirmemiş,ve dolaysıla, işçi sınıfının sömürge ülkeye karşı mücadelede önderlik edebilecek kadar bağımsız bir sınıf konumuna gelememiş, ulusal burjuvazinin önderliğinde(ki bunlar küçük-burjuva kesimleridi ve çoğunluğuda kapitalizm’in az gelişmişliğinden ötürü,sınıf farklılaşması oluşmadığı, büyük burjuvazi dahi ortaya çıkmadığı) sömürge ülkelerde kurtuluş savaşları verilmekte idi.Kapitalist sömürgeciliğe karşı verilen bu halkların ulusal kurtuluş mücadelesi,Dünya proleter-devriminin yedek güç olarak,kapitalizm’e geçmeden (ve sosyalist devletin yardımıla) sosyalizme geçilebileceğini,ileri süren,Lenin “Dünya proleteryası ve ezilen halklar birleşin” sloganını ortaya attı.1917 ekim devriminden sonra sömürgeler sorunun gündem alan,Lenin, aynı zamanda,Sosyalist devleti kuşatma altına almaya çalışan emperyalist-kapitalist devletleri zayıflatarak,kuşatmayı yarmaya çalışıyordu.
Emperyalist –kapitalist ülkelere karşı,ezilen ve sömürülen,Asya,Afrika,Latin-Amerika halklarının verdikleri mücadele hiç bir zaman bir ayniyet göstermedi.Bazı sömürge ülkelerde,kapitalizm’in gelişmişliğine bağlı olarak, proleteryanın, kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkarak,kendisi için bir sınıf konumuna gelmesi ile devrimci ulusal kurtuluş mücadelesine,siyasi,örgütsel ve ideoljik önderlik yapabilme yeteneğine erişmesi,ulusal kurtuluş savaşının kesintisiz olarak sosyalizm’e geçişin koşullarını yarattıyordu. Sömürge ülkelerin burjuvazisi, Emperyalistleri, emperyalizm’e karşı ulusal kurtuluş savaşını, sosyalizm’e geçişin bir kaldıracı olarak ele alan proleterya’ya tercih etti.Proleteryanın ulusal kurtuluş savaşında, devrimin önderi bir güç olarak sahneye çıkması,ulusal burjuvaziyi, emperyalistlerle ittifaka itti. Emperyalistleri, ( yerli egemen sınıflarının hakimiyeti altında )sözde siyasi bağımsızlığa sahip devletler oluşturup,Kolonyalizm’e son verek, yeni sömürgeciliği oluşturdu. Eski sömürge ülkelerin çoğunluğu, yeni sömürgecilik yolula emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olmaya devam ettiler.Diğer kesimi ise,sosyalist devletin yardımıla,emperyalist-kapitalist ülkelerin egemenliğine son verip,uluslar-arası kapitalizmden koparak, Sosyalist ülkele sıkı işbirliği yapan,sosyalizm’e kurmak için çapa harcayan ülkelerdi (Çin,Vietnam ve benzerleri)
Sovyetlerin, emperyalist- kapitalist bir ülke haline gelmesi ve hegemonya peşinde koşması, M.L’in sömürgeler sorununa ait görüşlerinin ve pratiğinin kökten değişikliğe uğratı.Artık,sömürgecilikten kurtuluşu amaçlayan, ulusal kurtuluş savaşlarının sosyalizm’e geçişin kesintisiz bir aşaması olmasının kaçınılmaz şartı, proleteryanın ideolojik,siyasi, örgütsel(başka değişle sınıfsal) önderliği bir kenara atıldı.(14) Burjuvazinin önderliğinde,sosyalizm’e geçişi amaçlamıyan, sözde,“anti-sömürgecilik” Sovyet-emperyalizm’in hegemonya alanlarının genişlemesine hizmet ediyordu.Sovyet revizyonistlerinin bu görüşleri,Mao’culuğun 3 dünya görüşler ile,dahada güçlendirildi.Mao’culuk,Sovyetlerin ve Batı kapitalist-emperyalist ülkelerin,işbirlikçisi gerici sınıflarının (çoğu faşist rejimler ile işçi ve emekçileri eziyordu) egemenlikleri altındaki ülkelerin,emperyalistler karşı “ulusal ekonomi!”lerine sahip çıkıp,”ulusal” bir politika izliyebileceklerini iddiasını ortaya attı.Aslıda Çin, bu politika la Sovyetlerin ve Batı-emperyalistlerin,egemenliği altıdaki ülkelerde etkinlik kurmayı amaçlıyordu ve sonuda işi, Vietnam’ı, silahlı saldırıla egemenliği altına almaya kadar götürdü.
1985 sonrası ,Sovyet birliğinin dağılması,,Çin’in, emperyalist- kapitalist devletlerle kaynaşması,Vietnam’in, dolu-dizgin, neo-liberalist ekonomi-politikala, kapitalizm’i geliştirmesi,Kamboçya’da,Laos,da “komünist!”ler le ittifak kurdukları iddia edilen “ulusal burjuva”ların saf değiştirerek!,emperyalist-kapitalist kampa katılmaları,”ulusal kurtuluş” mücadelesini, Dünya proleter devriminin yetek güçü olmaktan çıkardı. Zaten,”Ulusal kurtuluş savaş”larının proletarya devriminin yedek güçü olmasını, Sosyalist Sovyetlerin varlığı ve varlığını sürdürmesi belirliyordu.
Bugün emperyalizm’e karşı sözde “ulusal kurtuluş savaş”ı diye lanse edilen mücadele, gericiler arası çatışmanın ta kendisidir.Artık “ulusal kurtuluş savaş”ı da proleterya’nın önderliği ve sosyalizm’e geçişin vazgeçilmez koşullu olarak ele alınması bir yana,”ulusal burjuva” önderliği dahi aranmıyor.Tüm bunların nedeni,sosyalizm’e ve Marksizm’e,Leninizm’e duyulan güvensizliktir.Oysa M.L ,düne göre bugün dahada güçlenmiştir;çünkü günümüz dünyasında kapitalizm’in egemen olmadığı,proleteryanın kendisi için bir sınıf konumuna erişmesinin objektif koşullarını olgunlaşmadığı,hemen, hemen hiç bir yer kalmamıştır.Dünya burjuvazisi güçlendiği gibi dünya proletaryasıda güçlenmiş ve dünya sosyalizm’in kurulmasının objektif koşulları daha olgunlaşmıştır.Ve böylece,emperyalizm’e karşı savaş la kapitalizm’e karşı savaş bütünleşmiş, daha doğrusu ayniyetleşmiştir.Bunun için AB’nin de alternatifi “ulusal kapitalizm”değil,sosyalizmdir.



AB ve demokrasi sorunu

Türkiye’nin, AB’ye üye olma sürecine girmesile,AB’nin tekelci burjuvazisinin dayatması sonucu, burjuva demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesinin,Türkiye’nin komprador tekelci burjuvazi tarafından da desteklenmesi, burjuva demokrasi’si konusuda yanlış düşüncelerin açığa çıkmasına vesile oluyor.Tekelci burjuvazi, burjuva-demokrasi ile egemenliğini sürdüre bilmesi,(16)bir türlü anlaşılmıyor. Burjuva demokrasi’nin gerçekleşmesi, bir amaç olarak ele alındığı için, demokrasi ile tekelci burjuvazi yan yana getirilmek istenmiyor. Lenin,Emperyalizm ile burjuva demokrasinin bir birini red ediği görüşlerinin yanlışlığını “emperyalist-ekonomizm “isimli kitapıda açıkladı.Lenin’in bu doğru görüşleri,(Tekelci burjuvazinin, faşizm’e karşı bazen burjuva demokrasiden yana tavır alması la) sosyal-pratik tarafından da çeşitli kere kanıtlandı.Bunun için AB’nin “Avrupa kapitalizminin dünya egemenliği stratejisini bir’projesi’olduğu gözden..” kaçırılmasada,onun burjuva demokrasi ile bir arada yaşıya- bildiği bir gerçektir; Ama, buna, “...insanlığın ilerlemesinden yana olan herkes olumlu yanıt” vermiye bilir.Çünkü,kapitalizm ve onun üst yapı kurumu olan,burjuva demokrasi tarihi olarak miadını doldurmuştur.Burjuva demokrasinin,ne gerçek demokrasi(proletarya demokrasi) ile bir ilgisi var, nede esas olarak,kapitalizm ve burjuva demokrasisi “ınsanlığın ilerlemesi”ne bir katkıda buluna bilir;Çünkü,artık,kapitalizm’den sosyalizm’e,burjuva demokrasinden,proletarya-demokrasisine geçiş çağıdayız.
“Kopenhag Kriterleri” adı altında formüle edilen burjuva demokrasinin, (toplumun tarihsel ilerleyişine göre);alternatifi,proletarya demokrasidir.Gündemine,proletarya demokrasini almayan,işçilere ve yoksul emekçi kitlelere,proletarya demokrasisi için mücadeleyi hedef olarak göstermiyenler,burjuva demokrasine, bir matahmış gibi dört ele sarılmaları yadırganamaz.Devamlı,feodalizm’den, kapitalizm geçiş çağında yaşıyormuşuz gibi demokrasi sorununa yaklaşılmakta ve burjuvazinin,demokrasi için mücadeleyi,”geminin bordasından denize attığından”bahsedilmekte.Oysa bu izah, feodal toplumdan ,kapitalist topluma geçiş dönemide,proletaryanın,burjuva demokrasi için mücadelesi ile hem ekonomik haklar ,hemde (siyasi olarak örgütlenip )sosyal ve siyasi kurtuluşu için mücadele etmesi karşısında,sınıfsal varlığının tehlikede göre burjuvazi,kapitalizm öncesi gerici sınıflarla uzlaşarak,burjuva demokrasisi için mücadeleden vazgeçmesi koşullarında ve proletaryanın, sosyalist demokrasiye geçmek için burjuva demokrasini tamamla görevinin zorunluğudan dolayı vede henüz burjuva demokrasinin miadını doldurmadığı dönemde (Lenin tarafından)yapılmıştı.(17)
Tekelci burjuvazi, burjuva demokratik devlet biçim ile egemenliğini sürdüre bilmektedir.Tekelci burjuvazi, sınıf mücadelesinin bazı koşullarında,burjuva demokrasi ile egemenliğini sürdürümez duruma geldiğide ise faşizm’e baş vurur. Proletarya,bu koşullarda,proletarya demokrasi için mücadelesini,burjuva hak ve özgürlüklerin savunulmasıla birleştiri ve burjuva demokrasiden yana olan burjuva kesimleri le anti-faşist cephe kurar.
Şayet, AB’nin Tekelci burjuvazisi,Türkiye’ye,”var olan burjuva demokrasiye”karşı faşizm dayattıyorsa,Emperyalist AB’ne karşı mücadele,faşizm’e karşı mücadele ile birleşir ve dolayısıla, anti-emperyalist “yurt-sever cephe!” ile anti-faşist cephe bir bütünlük arzeder.TKP,AB’ne karşı anti-faşist cephe değil,anti-emperyalist”yurt-sever” cephe kuruyor.Çünkü AB,”Kopenhag Kriterleri” adı verilen burjuva demokrasini,12 eylül faşizm ile daha da gericileşen faşist diktatörlüğün yerine geçirilmesini istiyor.Şimdi,tartışılması gereken,burjuva –demokrasimi?,faşizm’imi?dir.”Biz AB’nin dayattığı burjuva demokrasiden yararlanırız,aynen 12 eylül anayasasıdan yararladığımız gibi” demekle,12 eylül faşist anayasa’sı ile “Kopenhag Kriterleri”aynı içerikte olduğunu iddiası ileri sürülmuş olunur.Bu zaman,AB’nin “emperyalist proje”olduğu gerekçesinin arkasına gizlenmeden,Kopenhag Kriterlerinin, faşist devlet biçiminin formüle edilmesi başka birşey olmadığını iddia etmek gerekir. Oysa, bu iddianın sahip TKP,bırakın Kopenhag Kriterlerini,burjuva demokrasi olarak görmemesini,12 eylül faşist anayasasının ön gördüğü,devlet biçimin dahi “burjuva demokratik rejim” diye dört ele sarılıp,12 eylül faşizm’in karşı mücadeleyi gündemden çıkarmıştır.
AB’ne girip girmeme,emperyalizm’e karşı olup veya olmamala bir ilgisi yoktur.Çünkü (yukarda da defalaca vurguladığımız gibi)AB’ne girme sorunu emperyalist-kapitalist sistem içindeki esas olarak siyasi bir değişikliğe tekabül eder.Türkiye emekçilerini ve işçilerini,AB’ne girme sorunula ilgisi,ekonomik değil ,siyasidir,başka bir değişle,emperyalist-kapitalizm’den’ bağımsızlaşma değil ,Burjuva demokrasi veya faşizm tercihdir sorun.Burada tartışılması gereken,Türkiye’nin AB girmesi için dayattılan koşullar,faşizm’i zayıflatarak, burjuva demokrasinin yerleşmesini sağlayıp,sağlamadığıdır.
Cumhuriyetin ilanda itibaren,1961 anayasıla, sağlanan,yarı- burjuva demokratik rejim dışında, burjuva demokratik devlet biçiminin hiç bir zaman egemen olmadığı,devamlı gerici ve faşist diktatörlüğün hakim olduğu bir ülkede,AB’ne girme sürecinin başlamasıla, faşizm zayıflaması,işçi ve emekçilerin,özelikle,faşizm’in amansız ve insafsız saldırıları altında yaşamaya mahkum edilen Kürt halkının biraz nefes alması niye “anti-empeyalist “ bozlara bürünerek küçümseniliyor, bu gerçeğin niye inkar ediliyor.Özellikle, 12 mart 1971 ve 12 eylül 1981 faşist askeri darbeler ile faşist diktatörlüğü yeniden, yeniden biçimlendiren generalların devletin üstündeki etkinlikleri, AB ‘ne girme sürecinin başlamasıla zayıflamıyormu?.
Bunun için,Generallar ve Türk ordusu, onun sivil yardakcıları, Türkeşci faşistler, Deniz Baykal,v.s, AB’ne, faşist rejim tasfiye edilmeden girilmesini istiyorlar.”eğer AB, faşist diktatörlüğü,tasfiye etmemizi istiyorsa, devletin egemenliğini AB’ye bırakmıyalım” diyorlar ve” stratejik konumuzdan ve ABD ile AB arasıdaki çatışmanın keskinleşmesiden dolayı, AB bizi içine almaya mahkumdur.Bu zaman niye, faşizm’in zayıflatılmasına göz yummarak,devletin işçiler ,emekçiler, özellikle Kürt halkı üzerideki hakimiyetinin yitirmesine göz yummalım?,AB’de bizi üye olarak kabuletmiye bilir ,dolaysıla devlet hakimiyetimizi kayıp edeceğiz” görüşlerini ileri sürüp duruyorlar.AB’ye girme sürecinin başlamasıla,şimdiye kadar Kürt halkının ayrı bir ulusa mensup olduğunu inkar eden,Türk egemen sınıfları ve onu her soydan faşist,gerici siyasi temsilcileri, istemeden ve zoraki, Kürt’lerin ayrı bir ulus olduklarını kabul etmeleri,onun ulusal hakları konusuda,şu veya bu ölçüde adım atmaları,tabiki Kürt halkın, AB’ye yönelik bir sempatisinin doğması yol açtı ve bu doğaldır.
AB’nin,Kürt halkının ulusal sorunun tam çözemiyeceği, partikte bunu, tam gerçekletiremiyeceği doğrudur. Bunun için, Ulusların kaderini tayın hakının kulanılması, Kürt ve Türk,daha doğrusu, Türkiye proletaryasının sınıfsal çıkarı doğrultusuda , dillerin ve ulusal hakların tam eşitliğini amaçlayan sosyalizm için mücadele temelinde(Ki bu, teorik olarak kapitalizm koşullarında da gerçekleşe bilir) gerçekleşecektir.Bunun için, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakının gerçekleşmesinin sosyalizm için mücadeleye tabi kılınması bir zorunluluktur.Ama emperyalist-kapitalizm koşullarında ulusal sorun şu veya bu ölçüde çözümü,çeşitli uluslara mensup işçi ve emekçilerin burjuvazinin sömürüsüne karşı verdikleri mücadelenin birliğini güçlendirdiğide diğer bir gerçektir.
Nitekin,12 eylül faşizm’in Kürt halkına yönelik azgın ırkcı saldırısı sonucu,Kürt halkının silahlı mücadeleye girişmesi ile birlikte,ezen ve ezilen ulus arasıdaki çelişki,sömüren ve sömürülen sınıflar arasıdaki çelişkiyi ikinci plana itti.Ezen ve ezilen ulus milliyetçiliği siyasi çatışmalara damgasını vurdu.AB’ne aday üye olma ile başlayan süreçteki siyasi değişikler,Abdullah Öçalan, ezilen ulus milliyetçiliğine ve Kürt egemen sınıflarına karşı açıktan tavır alıp, bunların, Kürt halkının ulusal hareketin üstünde etkinlik kurma gayretlerini boşa çıkarması,Kürt ve Türk halkının (AB’ne katılan) bir devlet’in çatısı altında birliğinden yana siyasi mücadelenin önçülüğünü yapması,istensede ,istenmesede,ulusal çelişkinin ön planda olmasını gündemden kaldırıp,sınıf mücadelesini giderek ön plana geçmesine neden oluyor.(19)
Kürt halkının ,AB dayanarak ulusal demokratik haklarını genişletme hareketi,aynı zamanda Türkiye’deki burjuva demokratik haklarında genişlemesine yardım ediyor.Kürt halkıla,faşizm karşı, burjuva demokrasini genişletilmesi mücadelesi için birlik kurulacağına ve kurulan birlik daha güçlendirileceğine,TKP revizyonizm’in sözde”yurt-sever”liğine birim verilerek, Türkiye’nin olmayan “bağımsız”lığının savunup, AB karşı kapitalizm’den soyutlayan “antı-emperyalist”lik taslanarak, faşizm’ karşı,burjuva demokrasinin genişletilmesi hareketi karşı vurdum duymaz bir tavır takınılıyor.
Bugün Türkiye’nin acil gündeminde olması gereken,anti-faşist cephedir.Burjuva demokrasi den yana tavır alıp,yıllardan beri halkı kasıp,kavuran,generalların yönlendirmesi altıdaki faşist diktatörlüğü tasfiye etmek acil bir görevdir.AB’nin şahsında, şimdilik anti-faşist cephe, kapitalizm’den soyutlanan”anti-emperyalist cephe”le birleşmiyor.(ama bu,AB’nin emperyalist olmadığını göstermez) Çünkü,AB, şimdilik faşizm desteklemiyor,burjuva demokrasiden yana tavır alıyor.Tabiki,antı-faşizm,işçi sınıfı ,yoksul emekçiler için bir amaç değil,tam tersine burjuva demokrasi dahi olmak üzere burjuva devletini, tüm biçimler ile ortadan kaldırmak yerine,proletarya demokrasinin kurma mücadeleside bir araçtır. (20) Proletarya,hiç bir zaman burjuva devlet biçimlerideki değişikliğe göre,stratejik hedefler belilemez,Tam tersine, devlet biçimlerine karşı mücadeleyi,burjuva devletini ortadan kaldırma mücadelesine tabi kılar,O,faşizm karşı mücadelesini,burjuva devletini zor yolula,parçalayıp, dağıtıp,tasfiye ederek,proletarya demokrasini kurma hedefine tabi kılmaya çalıştığı için,tümü ile, burjuvaziyi ve kapitalizm’i karşısına alır.Bu mücadele sürecinde, faşizm’e karşı olan burjuva kesimleri,anti -faşist mücadeleyi salt burjuva demokrasinin kurulmasıla sınırlamaya çalışılar iken,proletarya, mücadeleyi,burjuva devletini yıkarak,proletarya diktatöryasını kurmaya kadar götürür. Ve mücadelenin kesintiye uğramasına razı olmaz.Ama, Şartlar gereği ve mücadele platformudan şaşmadan da(siyasi güçsüzlüğüden ötürü) faşizm karşı, burjuva demokrasisden yana tavır alır,Çünkü,burjuva demokrasi proletaryanın,siyasi olarak örgütlenmesine,proletarya devrimi için hazırlanmasıda,büyük kolaylıklar ve imkanlar sağl
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)1980 öncesi;Sovyet emperyalizm’in desteğini alarak ,askeri darbele, iktidara gelmeği amaçlayan “sol Kemalistler!” kurtuluş savaşı sırasıda, Türkiye’in, Sovyetlerden gördüğü yardımı övüyor ve Sovyetlerin, Türkiye’nin “dost”u olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan geri durmuyorlardı, diğer taraftan da (tarihi örneği ile),Sovyet dostuğunun” komünizm”in Türkiye’ye egemen olmasına yol açmadığının propagandasına ağırlık vererek burjuvaziyi yatıştırmaya çalışıyorlardı.1985 leden sonra, Sovyet kapitalizm’nin tasfiye edilmesile birlikte,”Türk ordu”sunun faşist baskılarını,(her şart altında) destekleyen,ona sahip çıkan “sol Kemalistler!” ,Sovyetlerin desteğile iktidara gelme umutlarını yitirmenini sonucu “ağız değiş”tirdiler.”Sovyetler,kurtuluş savaşı sırasıda bize yardım ediler ama, bizde Çanakkale zaferi ile 1917 devriminin gerçekleşmesine yardım ettik!” diye biliyorlar.Güya, Fransızlar, İngilizler,Çanakkale savaşının kazansaymış, 1915 yılında,Çarlık Rusya’sının yardımına koşacaklarmış, Çarlık Rusyası’da Almanların karşısıda zor durumda kalmıyacakmış,1917 devriminin şartları olgunlaşmıyacakmış!. Sivri-zekalı Kemalist,Ekim devrimini,emperyalistler arası savaşın yaratığı,yıkımda,açlıkta,sefaletde,aramıyor,Çarlığın yenilgiside arıyor!.Oysa, Sovyetler, sadece Çarlık Rusya’sıda ortaya çıkmadı,Almanya’da,Macaristan’da ve Avrupa’nın bir çok ülkeside Sovyetler kurulmuştu.
Birincisi:Çanakkale savaşı, emperyalistler arası paylaşım savaşının bir parçasıdı ve Osmanlı topraklarının işgal edilmesini, Osmanlı devletinin teslim olmasını önlüyemedi. İkincisi: 1918 de Osmanlı teslim olduktan sonra, İngiltere, Fransa gibi Çarlık Rusyası’nın müttefiki ülkeler, boğazları geçerek Çarlığın imdatına kolayca yetişe bilirlerdi. Aynı zamanda 1918 ler, Rusya’da iç savaşın keskinleştığı yıllara tekabül ediyordu. Nitekin İngilizler, Fransızlar, Boğazları kulanarak ,Çarlığın generallarına,silah yardımı başta olmak üzere her türlü desteği sunmaktan geri durmadılar .İngilizlerin, Fransızların, proleterya devrimine, askeri müdahalede bulunamamalarının nedeni, bu ülkelerdeki Proleteryanın burjuvaziye karşı ayaklanmaları ve Rusyadaki proleterya devrimini açıktan desteklemeleri ve burjuvazinin kendi ülkelerinde patlak verecek proleterya devriminden korkmalarındandı.Aslıda”sol! Kemalist”lerin bu iddialarında gerçek olan emperyalistler arasım savaşın proleterya devrimine yol açtığıdır.Ama onlar Çanakkale savaşının emperyalistler ve gericiler arası bir çatışma değilde,sözde”ülkeyi düşmana karşı savunma “olarak göstermeye yelteniyorlar. “Çanakkale savaşının Rusyadaki devrime yardım etti”görüşleri,burjuvazinin nankörlüğünü somut kanıtıdır. Türkiye burjuvazisi,Sovyetlerinin,kurtuluş savaşına yardımına minnet duyacaklarına “ne var bizde onların devrimine yardım ettik”diyerek gerçekleri çarpıtıyorlar.

(2) Türkiye,dünya’da iş-güçü ihraç eden ülkelerin başında yer alıyor.Sadece Avrupa’da 5 milyona yakın Türkiye’li işçi var

(3)Sovyet egemenliğine son verlimesiden sonra emperyalist Tekeller,uluslar arası banklar,doğu Avrupa,Rusya,orta-Asya devletlerine yönelik milyar dolar’lık doğrudan yatırımlarla,devlet işletmelerinin satın aldılar.Çünkü bu ülkeler emperyalistlerin aşırı karlarını gerçekleştirecek,hem alt-yapıya,hem yetişmiş elemanlara ve hemde zengi hammadde kaynaklarına sahip olduklarından dolayı emperyalistler için cazip yatırım alanlarıdır. Türkiye hiç bir dönem böyle bir konumda olmadı.Satışa çıkardıkları devlet işletmelerinin hemen hemen hiç birine dışardan alıcı bulamadı. Emperyalistler her dönem Türkiye’ye yönelik sömürüsünü rantiyecilik yolula gerçekleştirmeyi yeğledi.

(4) Gelişmiş kapitalist ülkelerde,esas olarak “devlet- kapitalizm”den liberal-kapitalizm’e’ geçiş gibi bir süreç yaşanmadı,çünkü devlet işletmelerinin ekonomideki yeri önemli değildi.Esas olarak ekonomi, Holdinglerin ,özel bankları elinde idi, özelikle ABD de “özelleştirme” gibi bir sorun gündem gelmedi, çünkü buna gerek yoktu.

(4a) AB’ne üye ülkelerde “sosyal-devlet”in yaratıcısı! ulusal devlet’i savunanlar,“aşırı sağcı” diye lanse edinen faşistlerdir

(5) Ama hiç bir faşist ve sağcı grup,ne AB’den çıkalım diyor ve neden AB’ne karşı bir talep öne sürüyorlar.Çünkü Tekelçi burjuvazinin siyasi hareketleri oldukları için Kapitalist AB’niden yanalar

(6) Avrupa’da hiç bir “sosyalist grup” AB karşı çıkarak ulusal devlet’i savunmadıklarını da belirtelim.

(7)Lenin’in Sosyalist devletin yardımı ve desteğile,göçebe toplumların,kapitalist aşamaya geçmeden sosyalizm’e geçe bileceğini ifade eden “kapitalist olmayan yoldan sosyalizm’e geçiş tezi bir istisnadır.

(8) 1970 önçesi,Yurt-severlikle sözde enternasyonalizm’in çelişmediğini görüşünü ortaya attan Mihri Belli idi,o,”yurt-sever”subaylarla darbe peşinde koştuğu için,”yurt-sever subaylar”ı ürkütmemek için “yurt-severlik ile enternasyonalizm çelişmez” görüşlerini ortaya atıp,Kemalizm hep diri tuttu.

(9) TKP’liler, AB’ne karşı olmayı,aynen ABD’ye karşı olma gibi ele alarak kapitalizm’den soyutlayıp,kapitalizm’e karşı mücadele etmeden,emperyalizm’e karşı mücadele edilebilirmiş gibi sözde “yurt-sever cephe”kurmaya yelteniyorlar. İşte TKP’nin “yurt-sever cephe”platfromu:”Emperyalist ülkelerle kurulmuş her türlü bağımlılık ilişkisinin sona ermesi için,

AB’ye üyelik sürecinin derhal durdurulması,Gümrük Birliğin’ne son verlimesi ve tüm AB kurumlarından çıkılması için

Başta NATO,İMF ve Dünya Bankası olmak üzere,emperyalizmin tüm askeri,siyasi,ekonomik ve kültürel kuruluşlarıyla tüm bağların koparılması için

Ülkemizin her tür yabancı askeri varlıktan arınması için

Ülke sınırları dışında bulunan tüm askerlerimizin geri getirilmesi için

Bölgemizdeki tüm halklar arasında barışa kardeşliğe ve eşitliğe dayalı ilişkilerin kurulması için

Uluslararası tekellerin ülkemizdeki tüm varlıklarının kamulaştırılması için...... ” herkesi “yurtsever-cephe!”ye çağrıyor. TKP’nin bu platfromu tümüle sahtedir;çünkü,”ulusal- kapitalizm” yaşatarak,ne NATO,İMF,Dünya Bankasıdan, nede emperyalizmin tüm askeri...v.s kuruluşlarından bağların kopartılmasına imkan vardır.Dikkat edilirse emperyalizm salt “dış olgu” olarak ele alıyorlar ve emperyalizm yeni sömürgeciliğini inkar ediyorlar.Hem kapitalizm’i yaşatacak,hemde uluslararası kapitalizm ile bağlarının koparacak! Bunun imkan varmı?Revizyonist TKP,hale Sovyetler’in yaşadığının zanediyor,Sovyet-emperyalistlerine egemenlik alanı bulmak için Batı-emperyalizmiden arındırılmış kapitalist ülkeler arıyor.”Bölge halklar arasıda barışa,kardeşliğe ve eşitliğe dayalı ilişkilerin kurulması” talepi yine sahtedir;çünkü 3 dünyacılığın yalanı olan bu görüşler objektif gerçekleri inkar ediyor.”Bölge halkları” denilen ülkelerin tüm kapitalist ülkelerdir,kapitalizm’in doğası gereği rekabet içerir ve bunlar, bir birleri üzeride egemenlik kurmak, bir birlerinin pazarlarını ele geçirmek için çatışıyorlar ve aynı zamanda kendi ülkelerideki,işçi ve emekçilerin üzeride korkunç baskı uyguluyorlar.

TKP’nin “yurt-sever cephes”ine katılacakların başında, aynı görüşleri şu veya bu şekilde savunan,Erbakan’ın dinci gericileri, Doğu-Perinceğin “Kızıl-elma bloku” geliyor. Ama bunlar, “komünist!” TKP ile aynı platfrom’da bir araya gelmeleri mümkün değil ,çünkü bunlarının anti-komünistliği “anti- emperyalistlik!”lerinden ağır bassar.TKP revizyonistlerine düşen görev, “komünist!”maskesini bir yana atarak ,doğasına uygun olan “yurt-sever” yani burjuva kimliğine göre hareket etmektir.

(10)1971 hareketi,askeri darbeciliğe karşı tavır alarak Kemalist milliyetçiliğe ( aynı zamanda onun işçi sınıfı hareketinin içine sızdırmaya çalışan 50 senelik TKP reviyonizm’ine) karşı ideolojik savaş açtı.Hem kendisini Kemalist milliyetçiliğin etkilerinden kurtarmaya çalıştı,hemde, Kemalist milliyetçilik le gölgelenen,Marksizm’in gerçeğinin açığa çıkmasına çapa harcadı.Özelikle THKO- TDKP hareketi 1971 sonrası bu konuda önemli mesafe aldı ve Kemalist milliyetçiliğin işçi sınıfı hareketi üzerideki etkiliğini kırmaya çalıştı.Mao’culuğa ve onun 3 dünya görüşlerine karşı verilen ideolijik mücadele, Kemalist milliyetçiliğin etkiliğini dahada zayıflatı.12 eylül faşist darbesi ile Türkiye “sosyalist” hareketin çok büyük kayıplar vermesi ve”sosyalist” kisveli,kapitalist Sovyetlerin dağılmasılada, anti-Marksizm’in şah kalkması,Kemalist milliyeciliği ve 3 dünyacılığı yeniden dirilti.TKP, (eskiden olduğu gibi) yine reviyonist,Kemalist milliyetçisi görüşler ile diğer “Marksist”lere yol gösteriyor;kapitalizm’den soyutlanan “anti-emperyalist” görüşler, Kemalist milliyetçiliği yine revaç haline getirdi. Leninist aşamalı,kesintisiz devrim teorisi,yerini Menşevik aşamalı devrim görüşlerine bırakmış!. “Bağımsızlık ve demokrasi” sosyalist devrim için bir araç olmaktan çıkarılarak amaç haline getirilmiştir.

(11) Revizyonist Sovyetler,askeri darbelerle, Batı-emperyalistlere bağlı gerici sınıfların devletlerini ,ele geçirip Sözde “ulusal-devlet”lerle emperyalizm’i kuşattacaklardı!. Ama tam tersi oldu; Sovyetlerinin egemen olduğu “anti-emepyalist devletler!”in etkinliği altındaki ”ulusal-kapitalizm!” gelişerek,Sovyet kapitalizm’inden çok daha güçlü olan gelişmiş kapitalist ülkelerle ekonomik ve siyasi bağlarını güçlendirdiler ve Sovyetlerin etkinliğini kırdılar.Sovyetlerin,az gelişmiş kapitalist ülkelere hakim olma hareketi,M.L’,in devlet konusudaki görüşlerini “etkisiz” hale getirdi.Devlet, sınıflar üst bir kurum olarak lanse edildi ve devlet, hangi sınıf ele geçerir ise o sınıfın çıkarına hareket edecek bir mekanizma olarak gösterilmek istendi ve böylece devletin gerçek niteliği göz ardı edildi.Oysa Marksizm,devletin emeğin gaspın sağlayan,bunu için var olan, baskı ve terör örgütü olarak tanımladı.Devletin fonksiyonu sömürüyü gerçekleştirmektir.Bu devlet,sözde emekçilerin, işçilerin eline geçmesile,nasıl gerçek niteliğinin dışında bir işlev görebilirdi?.Sovyetlerin “ulusal-devlet”leri, (diğer kapitalist devletler gibi) işçi ve emekçileri sömürmeyi baş görev edinmesinin yanı sıra işçilere,emekçilere hiç bir siyasi,ekonomik,sosyal hak tanımıyan, burjuva demokrasini dahi inkar eden zorba diktatörlüklerdi.İran’daki Mollaların diktatörlüğü bunun en vurucu örneğinden birini teşki ediyor.Sözüm ona “anti-emperyalist!”olarak gösterilen Mollaların gerici diktatöryası,işçi ve emekçiler üzeride azgın bir zorbalık kurmasının yanı sıra,çeşitli uluslara mensup halkları zorla asimile etmeyi amaçlayan bir polıtıka izliyor.

(12) Türkiye’de 12 eylül faşist askeri darbenin, benzerleri Şili’de,Arjantin’de,Yunanistan!da da gerçekleşti. Türkiye’nin dışındaki diğer ülkelerdeki,darbeci faşist generallardan hesap sorudu ve darbeciler tutuklandı.Şili’liler 35,40 senedir,Augusto Pinochet’nin peşini bırakmıyorlar,ama Türkiye’de Evren, villalarda,kuş sütüle besleniyor.12 eylül generelları ve o dönemin faşist celatları,köşeyi dönen, Türkiye’nin zenginleri haline gelerek,lüks hayatlarını yaşıyorlar.Böylesine bir ülkenin aydını “Türkiye’nin yönetimi Brüksel devrediliyor” laflarını sarf etmeleri niye yadırgansınki!?

(13) İşkenceyi durdurun diyen Avrupalılara, Evren “ bizim iç işlermize hiç kimse karışamaz,biz müstemleke ülke değiliz, biz mantacılığı red etmiş bir milletiz, hiçkimse bize emir veremez”diyordu ve “ülkenin bağımsızlığın!,yönetimin devredimezliğini!” gözü gibi koruyordu! AB karşıtı sözde”anti-emperyalistik”laflar edilmesi,Evren’in bu söylevlerini hatırlatıyor.Emperyalist-kapitalist ülkelerin aşırı rant elde etmek için, İMF kanalı la dayattılan (24 ocak 1980 ilan edilen) programı,silah zorula yürürlüğe sokacak,buna itiraz edenlere eşine neder rastlanacak tarzda şiddet uyguluyacak,”ya bu kadar zülüm ,işkence yeter”diyenlere karşıda “biz sömürge ülke değiliz,hiç kimse bizim iç işlerimize karşamaz”laflarıla “bağımsız”cılık taslanacak.TKP, işte,Evren’in bu “anti-emperyalist”liğini savunuyor.

(14)Lenin’in ,Stalin’in Emperyalistler karşı verilen kurtuluş savaşında,proleterya önderliğinin zorunluğunu aramadığı öne sürülmekte ve buna ,Türkiye’nin Kemalist burjuvazinin öndeliğindeki kurtuluş savaşının,Afkan Emir’nin İngiliz emperyalizm’e karşı mücadelesinin, Lenin’in tarafından desteklemesini kanıt olarak gösterilmektedir.Türkiye’de emperyalist işgala karşı kurtuluş savaşına başlaması sırasıda,Kemalist burjuvazinin dışında,Türkiye proleteryasının ve yoksul köylülüğün, siyasi ve örgütsel olarak kurtuluş savaşına önderlik edebilmesinin koşulları(başlangıçta zayıfta olsa) vardı.Kemalist burjuvazi,Mustafa Suphi önderliğindeki (yeni kurulmakta olmasına rağmen işçi sınıfı la bağları olan)komünist partisini,küçük-burjuva siyasi hareketlerini silah zorula dağıttı ve önderlerinin katedi..Kemalist burjuvazi tarafından Mustafa Suphi’nin komünist partisinin tasfiye edilmesi,Lenin’in önderliğindeki Bolşevikleri,Türkiye Kurtuluş savaşına karşı Hayırhah bir tavır almaya itti.Oysa başlangıçta,Bolşeviklerin yardımıla ,M.Suphi ve arkadaşları Çarlık Rusya’sına esir düşen Türkiye’lileri,örgütlüyü,silahlandırarak, işgala karşı mücadele etmeğe hazırlamışlardı, (Kemalistlerin,komünistler le ittifak yapacaklarmış gibi pozlara girmeleri karşısında,Bolşevikler,bunlara maddi yardımda da bulundular) Kemalistlerin,komünistleri tasfiye etmesinden sonra,Sovyetler le, kemalistler arasıki ilişki sıcaklığını kayıp etmesine rağmen, sürdü;Çünkü Bolşevikler, emperyalist kuşatmaya karşı, Kemalist burjuvazi ile emperyalist işgalcıler arasıdaki çelişkiden yararlanmak istediler.

Afkan Emir’nin desteklenmesine gelince,Afkanistan, Sosyalist sovyetlerin desteği ve yardımıla, Kapitalist olmuyan yoldan sosyalizme geçme koşularına sahipti.Lenin,bunun için onun İngilizlere karşı mücadelesini destekledi,ama Emir’nin mücadelesi kısa sürdü,İngiliz’ler kısa sürede onu devirip,iş-birlikçilerini iş başına getirdi.Bu iki “istisna” Leninizm’in emperyalistlere karşı verilen ezilen halkların kurtuluş savaşında, Proletarya önderliğini ve ulusal(siyasi)kurtuluşla,sosyal kurtuluşun birleştirilmesinin zorunluğunu, bir ilke meselesi olarak ele almadığını göstermez.

(15) Bir dönem komünizm’e karşı beslenen,örgütlenen,dinci-gericilik, Sovyetlerin dağılmasıla birlikte, emperyalistler tarafından terk edilmeleri,verilen imtiyazları geri alınması karşısında,ABD emperyalizm ile çatışmaya girmesi,”emperyalizm’e karşı kurtuluş savaş” olarak görüle biliniyor.Bu bakış açısı,3 dünyacılığı dahi geride bırakıyor.

(16) ki burjuva demokrasi’si devamlı demokrasi denilerek genel bir demokrasi tanımına yer veriliyor

(17) Şimdi böyle bir dönemde yaşamıyoruz ,demokrasi sorununda ,işçi sınıfının gündemide olması gereken proletarya demokrasidir.Gerek,Paris-Komün’i ,gerekse Sovyetler,proletarya demokrasinin sosyal-pratikteki örneklerdi.Ama tasfiye oldular.Paris komün’in niye tasfiye olduğu,Marks,Engels,Lenin tarafından açıklığa kavuşturuldu.Ama Sovyetlerin niye tasfiye olduğu,henüz yeterice açıklığa kavuşturlumuş değil.Bu görev yerine getirileceğine,Burjuva demokrasisinin nimetleriden dem vurulup,duruluyor.

(18) Sovyetlerin çökmesine le birleşen Türkiye’nin bu dönemi, Marksizm’e duyulan güveni sarsıntıya uğratıp,milliyetçiliğin(bir dönemde olsa) egemenliğine vesile oldu.Oysa 12 eylül faşizm’i,Türkiye işçi sınıfının grev ,toplu-sözleşme,sendika kurma hakını ortadan kaldırarak,işçilerin ve emekçilerin alabildiğine yoksullaşmasının ortamın yarattı.İşçi ve emekçilerin, 12 eylül faşizm’ine duydukları kin ve öfke,ulusal çatışmanın gölgeside kalarak,giderek yatıştı.

AB’ne giriş süreci,12 eylül faşizm’in, işçi ve emekçiler için ön gördüğü statüde değişikliğe yol açmıyor.AB burjuvazisinin bunun değiştirilmesine yönelik hangi bir talepi olamadı,Çünkü,AB burjuvazisi,Türkiye’deki ucuz iş-güçünün varlığıdan, yoksullaşmadan alabildiğine kar elde edebiliyor.

(19) Burjuva demokratik hak ve özgürlüklerin daha da genişletilmesi için, Abdullah Öçalan’ın önderliğindeki hareket,milyonlarca Kürt emekçisini demokrasi mücadelesine seferber edebiliyor..Abdullah Öçalan’nın, Kürt milliyeçiliğinide hedef alması,bu hareketin zayıfladığı,etkisini kayıp ettirdiği konusuda yapılan spekülasyonları,2005 Newruz kutlalamalarının görkemi karşısıda tuzla buz oldu.

(20) Ve anti-faşizm, Türkiye’nin bugünkü ekonomik,sosyal yapısı gereği,bir ara devrim aşamasına tekabül etmiyor

SAYFA 2

Hiç yorum yok: