31 Temmuz 2009

II.BÖLÜM

II. BÖLÜM

Faşist hareket sadece MHP olarak görülüyordu. Sivil faşistlerin güçleri abartılarak,devletin faşist biçimi göz ardı ediliyordu.
12 mart faşizmin amacı, devrimci hareketleri “ ezmenin ” yanı sıra,ordu içindeki 27 mayısının devamı olan “sol” kesimleri,özellikle sosyalist genç subayları tasfiye etmekti.
9 Mart “sol cunta hareketinin” başarısızlıkla sonuçlanması,”sol kesimin temsilcisi” olarak lanse edilen Faruk Güllerin ve Muhsin Batur’un,faşist generaller ile anlaşmaları,Faşist generallerin Ordu’ya tam egemen olmalarının kapısını araladı.
Nitekim, Faik Türün isimli faşist generalin eline büyük bir fırsat geçti. Ne kadar, sosyal-demokrat,”solcu” sosyalist subay varsa hepinin tasfiye etti ve faşistlerin orduya tam egemen olmasını sağladı.
Sadece orduya değil devlete egemen olan bu faşistlerin diktatörlükleri “faşizm” olarak görülmüyor, onu yerine bu devlet biçimi “faşizmi tehlikesine” karşı “demokrasi” adına savunulması isteniliyor.
Kaldı ki, dünya sosyalist işçi sınıfı hareketinin en temel yanlışlığı,faşizmi kapitalizmden soyutlayarak,burjuva demokrasini savunmasıydı.Faşizmin tekelci kapitalizmin bir devlet biçim olduğunun gösteren Lenin’in görüşleri yokmuşçasına hareket edilerek,faşizmi tekelci burjuvazinin bir kesiminin en saldırgan ve gerici iktidar biçim olarak lanse edilmesi,burjuva demokrasini ve kapitalizmi savunan revizyonist partilerin eline önemli bir silah verdi. Faşizme karşı mücadele sosyalizm amacıdan koparıldı.Böylece,faşizme karşı mücadelede revizyonist görüşlerin etkinlik kurmasının ortamı hazırlandı.
Oysa, O dönemde gerek dünya da ,gerekse özellikle Türkiye’deki kapitalizmin hangi çıkmazla karşı,karşıya olduğu incelenseydi,her şey daha kolayca anlaşılacaktı.
Böyle bir yolu izlememelerini nedeni 1971 hareketinin öne sürdüğü görüşlerin reddiydi.
Sadece 1971 hareketinin işçi,emekçi ve gençlik tarafından bağırlarına basılan önderlerine sözde sahip çıkmak,ama onların görüşlerini ret ederek reformist yolu takip etmek,kapitalist dünyadaki gelişmeleri takip etmeyi de gereksiz kılıyordu!.(8)
Burjuvazi, 2.emperyalist savaş sonrası gelişen kapitalizmin “şahsalı” dönemini geride bırakıp,1966’larda yeniden kapitalizmin ekonomik kriz ile baş başa kalmıştı.Özellikle Avrupa’da,Latin Amerika’da kapitalizmin kriz ile birlikte uyanan ve mücadeleye giren işçiler emekçiler ve gençlik dünya burjuvazisini köşeye sıkıştırıyordu.
Kapitalist krizin nedeni “Pazar darlığında“ arayan burjuvazi, devletin ekonomiye müdahalesinin serbest rekabetin önünü kestiğini ve Pazar darlığına yol açtığının öne süren Milton Friedman’in görüşlerini, “kurtuluş reçetesi ” olarak ele aldı.
”Serbest rekabetle” amaçlana ,mali sermayenin( finans kapitalin) rant elde etmesi için tüm kapılarının ardına kadar açılmasıydı.
Tabii ki her zaman olduğu gibi,emperyalist-kapitalist sistemin kuyruğuna yamana “gelişmekte olan kapitalist ülkeler” de kapitalizmin ekonomik krizi en üst düzeyde kendini göstermişti.
Türkiye , emperyalist-kapitalist sistemin kuyruğuna yamanan ülkelerin önde gelenlerindendir. 2. emperyalist savaş sonrası,sosyalist sisteme ( sonradan da Sovyet bloğuna) karşı emperyalist-kapitalist sistemin bekçilik görevini üslenmesi, onun emperyalistlerin bağışlarıyla ve ucuz kredileriyle yaşamını sürdürmesini sağlamıştı.
Sovyetlerin kapitalizme geriye dönüşü ve kapitalizmin yeniden ekonomik krize girmesi,Türkiye’yi tam anlamıyla çıkmazın içine soktu; çünkü para muslukları kesilmişti. Ne eskiden olduğu gibi düşük faizli borç bulabiliyorlardı, nede ”cömert bağışlar” geliyordu.
Türkiye’de kapitalist ekonominin krizi her gecen gün daha derinleşiyordu.1974 Demirel’in MÇ hükümeti, “devlet 70 sentte muhtaçtır” lafları la iflas ettiklerini açıklamakta çekinmeyecek duruma gelmişti.
Krizden kurtulmak için emperyalist-kapitalist ülkelerin kapılarını aşındırmakta yorgun düşen Türkiye hükümeti, Sovyetlerden dahi “medet umar” hale gelmişti.
Dinçiler ise, ekonomik krizden kurtuluşu, şeriatçı petrol zengini Arap ülkelerinde arıyorlardı.
Ama Türk devletinin ve burjuvazisinin borç para için çaldığı her kapı yüzlerine kapanıyordu.Çünkü Uluslararası mali sermaye ekonomik krizden daha fazla rant elde etmeden iflasta kurtulamayacaklarını görüyorlardı.
Bunun içinde borçlarını dahi ödemeyen “gelişmekte olan ülkelere”,çok yüksek faizli borçlar karşılığında, mevcut borçların erteleneceğini, ve yeni krediler açıla bilineceğini vaat ediyorlardı. Alınacak olan borçların yüksek faizlerinin ödenmesi, ancak işçi ve emekçileri korkunç bir sömürü çarkı içine almak gerçekleştirile bilinirdi.
Ama ne var ki,1971 hareketini de etkisiyle de uyana,artan sömürüye karşı mücadeleye girişen işçi ve emekçiler, devrimci hareketlerinin yardım ve önderlikleriyle her gecen gün direnişlerini daha da üst boyutlara çıkararak, sömürünün yoğunlaştırılmasına karşı çıkıyorlardı.
Demirel, bu “çıkmazdan kurtulmak” için “MÇ” hükümetleri ile “anti-komünist cephe” kurdu ve sivil faşistleri silahlandırarak, direne işçilerin,emekçilerin ve devrimcilerin üstüne saldırttı.
Sivil faşist çetelerin saldırıları, işçileri,emekçileri ve devrimcileri sindirmeleri bir yana, tam tersine işçilerin , emekçilerin ve gençliğin mücadelesinin daha da kitleselleştirmesini sağlamakta başka bir işe yaramadı.
1977 seçimlerinde, Demirel’in “anti-komünist” cephesinin “ülkeyi bölüp,kamplaştırdı” görüşleri ve “sol” söylevlerle harekete geçen Ecevit %42 oy alarak hükümeti kurdu. Reformist politikalarıyla, işçileri,emekçileri ikna edip, ulusalar arası mali sermayeden borç para alma umuduyla emperyalist devletlerin ve İMF’in kapısına dayana Ecevit eli boş döndü.
Ecevit,Uluslararası mali sermayenin borç için öne sürdüğü koşulların çok ağır olması karşısında reformist söylevleri ile uyuttuğu işçi ve emekçilerin karşısına çıkmaya cesaret edemedi.
Ve Böylece CHP hükümeti döneminde,de ekonomik kriz daha da derinleşti.Diğer yanda ,da reformist Ecevit hükümetinin iflasının açığa çıkması, 1977’ler den itibaren “tırmanan faşizm ve 3 dünya” reformist görüşlere karşı çıkan 1971 hareketinin takipçilerini (doğru siyasi taktikler sonucu) önemli siyasi güç olmalarını sağlıyordu.(9)
Ecevit’in iş başına gelmesi ile birlikte burjuvazi, generallerin iktidarı ele almasından başka çıkış yolun kalmadığını tespit ederek,askeri darbenin hazırlığına girişti.Sivil faşist çeteler artık ordu tarafından yönlendirilerek,darbeye ortam hazırlamaları için seferber edildi.
1977 yılda bu gelişmelerin olacağını belirledik.Bunun için de “genel grev” çağrısını gündeme getirerek, darbeye karşı işçi ve emekçilerin ayaklanmasını ve silahlanmasını amaçlayan bir bakış açısını egemen kılmak için yolla çıktık. Çünkü burjuvazi,faşist saldırıları gerçekleştirmeden,işçileri, emekçileri sindirmeden,uluslararası mali sermayenin yüksek faizli borçlarının ağır koşullarını yerin getirmeden ,ekonomiyi krizden çıkamayacağını görüyordu. Bunun için küçüğüyle,büyüğüyle burjuvazi askeri darbenin peşine düşmüşlerdi.Türkiye’nin en büyük Holdingleri,askeri darbe tezgahının içinde yer almıştı. (10)
Burjuvazinin ekonomik ve siyasi saldırılarına,emekçilerin devrimci kitlesel saldırıyla cevap vermesinin dışında başka çıkış yollu yoktu.
Uluslar arası burjuvaziyle birlikte,Türkiye burjuvazisi, işçi ,emekçi ve gençlik kitlelerinin önüne ya teslimiyet veya savaş ikilemini koymuştu ve1976-77 den itibaren bu dayatma ile işe başlandı.
Ecevit’e hükümet kurdurarak, onun çıkmazını gösterip,askeri darbeden başka çıkış yolunun olmadığını kanıtlamak istiyorlardı. Ve bunu başardılar.
Peki darbe “kaderimiydi”,önlenemezimiydi? Veya Türkiye devrimci hareketi askeri faşist darbe karşısın da bu ölçüde darbe yemesi kaçınılmazımıydı.? Kesinlikle hayır;eğer başından itibaren Türkiye’nin devlet yapısına ve ordusunun niteliğine göre ideolojik,siyasi ve örgütsel Marksist- Leninist bir çizgi izlenseydi, Generaller ne darbeye teşebbüs edebilirlerdi, nede darbeleri bu ölçüde başarılı olabilirdi.
İlk önce revizyonist TKP ‘nin işçiler üzerindeki burjuva uzlaşıcısı siyasi ve ideolojik etkisi tasfiye edilmeliydi.TKP, işçi sınıfını devlete ve orduya karşı seferber edilmesinin önündeki en büyük engellerinden biriydi.Sıkı yönetim kumandalarıyla anlaşarak,yasal grevleri gündeme getirip,işçilerin faşizmin genel saldırı tehlikesini görmemesini sağladılar.
Durmadan işçilerin genel greve hazır olmadığını ileri sürüp durdular.
Oysa o dönemde,Adanalı işçiler “HK” ve dev-yolun çağrısıyla iki kere “yasa-dışı” bölgesel greve gitmişti.İzmir’de Tariş ve Gültepe eylemleri burjuvaziyi tedirgin etmişti.1979 ara seçimlerin de izlenen “seçime boykot” taktiği başarıyla sonuçlanmış ve Türkiye’de ilk kez seçime katılma,o gün kadar görülmemiş oranda düşük çıkmıştı.
Tüm bunlara rağmen,işçi sınıfının mücadele örgütü DİSK’e egemen olan TKP işçilerin genel greve hazır olmadığını ileri sürerek ve sıkı yönetim kumandalarıyla anlaşıp,yasal grevler ile işçileri uyuttu ve sınıfın mücadelesinin devrimcileşmesinin önünü kesti.
TKP’nin tepeden inme tarzda DİSK’e egemen olması, onun işçilerin mücadeleci kitlesel örgütü olma özelliğinin kayıp olmasına neden oldu.1970 öncesi işçiler, devletin örgütlediği sarı-sendika Türk-iş’ten ,DİSK geçmek için fabrikaları işgal edip, polislerle,ordu birlikleriyle çatışarak, patronları DİSK’i tanımaya zorluyordu. İşçilerin DİSK’e geçmek için yürüttükleri mücadele,Türk-iş’i dağılmaya sürüklemiş ve DİSK’in büyüyüp, gelişmesinin önü alınamamıştı.
Demirel hükümeti, bu gelişmeyi önlemek için 15,16 haziran hareketinin patlak vermesine neden olan yasayı çıkarmıştı.
TKP, DİSK’in yönetimin ele geçirir geçirmez, işçilerin mücadelesiyle DİSK geçme hareketine son verip,Türk-iş bağlı sendikaların DİSK’e katılmasının yollunu açtı. Ve böylece, mücadeleyle işçilerin birleşmesinin yerini, bürokrat sendika yönetimlerinin birleşmesi aldı.
TKP’ye karşı oldukların ileri süren ama Sovyetlerin emperyalist bir ülke olduğunun kabul etmeyen, (hata onu sosyalist gören ) 1971 hareketinin takipçisi olduklarını iddia eden gruplar,”işçi sınıfına egemen olma” adına sendika bürokrat yönetimlerinde yer kapmaktan öte bir amaç taşımadıkları gibi, ordunun genel saldırısına karşı kitleleri ayaklandırmanın ilk adımı olan genel-grev taktiğini desteklemeleri bir yana,açıkça karşı çıkmaktan geri durmadılar.
Faşist generallerin darbe hazırlıklarını ayan beyan açığa çıktığı dönemde bile ( ne yazık ki) TKP’nin ve diğer “sol” grupların, faşizmin genel saldırı tehlikesi karşı duyarsız tutumları değişmedi.
Generaller ile sıkı,fıkı ilişkiler için de olan TKP ve onunla birlikte yürüyen “sol” gruplar darbe olacağını önceden haber alarak, özellikle DİSK’li işçileri yüz üstü bırakıp ,12 eylül’e 1 veya 2 hafta kala Türkiye’den kaçtılar.
Faşizm karşısında Leninist örgütlülükten yoksunluk
Her şeyden önce “ideolojik ve siyasi çizginin ” doğruluğunu veya yanlışlığını ancak sosyal-pratik belirler.
Bunun için,İşçi sınıfının sosyalist devrimini amaçlayan bir Marksist örgütü başlangıçtan itibaren amacına uygun olarak örgütlenmek zorunluydu. İşçi sınıfının burjuvazinin iktidarına karşı mücadelesine siyasi,ideolojik ve örgütsel olarak kumanda edebilecek sosyalist parti, gerek işçi sınıfını ve gerekse kendisini,burjuvaziyle kıran ,kırana mücadeleye göre ve burjuvazinin her türlü saldırısını göğüsleyecek şekillinde örgütlenmesi gerekliydi.
Oysa, yukarda kısaca değindiğim “yeniden toparlama “adına siyasi ve örgütsel faaliyete girişenler, 1971 hareketinin devrimci yolunun inkar ederek işe başlamışlardı.
Faşizme karşı “demokrasiyi”,emperyalizme karşı “bağımsızlığı” savunmayı esas alan bir siyasi ve ideolojik çizgi izledikleri için faşist diktatörlük koşullarında Leninist illegal örgütlüğün zorunluluğunu görmek istemediler ve illegal görünümlü, legal bürokratik örgütlülüğü esas aldılar.
“Tırmanan faşizm” (ya da “faşizme geçit yok”) ve 3 dünya görüşlerinin ışığında belirlene siyasi ve ideolojik bakış acına uygu sözde illegal örgütlülük oluşturulmuştu. Devrim amacıyla örgütlenme, “şimdi silahlı mücadele biçimi esas değildir” bahanesini arkasına gizlenerek gerekli görülmemişti.
Oysa Lenin, devrim için örgütlenmenin niteliğini esas olarak mücadele biçimlerinin tayin etmediğini,mücadele biçimleri sınıf mücadelesi için de ve kendiliğinden ortaya çıkmasına rağmen, işçi sınıfının ve partisinin devrim amacına göre örgütlenmesinin zorunluluğunu açık bir tarzda vurguluyordu.
Sosyalist devrim amacına tabi tarzda örgütlenmenin , aynı zaman da sınıf mücadelesi için de ortaya çıkacak olan her türlü koşulla göre hareket edebilecek yetenekte olması ise kaçınılmazdır.
Bunun için örgütlenmenin niteliğini ve biçimini esas olarak belirleyen;ideolojik ve siyasi çizgidir.
Türkiye’de faşist diktatörlük koşullarında ve de işçi sınıfı içinde Leninist bir komünist partisi inşa edilmeden burjuvaziye karşı herhangi başarının elde edilmesi düşünülemez.
Şu veya bu şekilde direk fabrikalarda (sendika yönetimlerinin dışında) komünist parti adıla örgütlülüğe girişilmemişse, işçi sınıfının demokratik ve sosyalist devrimde öncü ve temel gücü olması sağlanamaz.
Türkiye’de böyle bir komünist partisi , Lenin’in “ Bir yoldaşa mektup” kitabın da izah ettiği şekilde inşa edilmesi zorunluydu.
Ama ne var ki ,devrimi hedeflemeyen bir siyasi hareketin “bir yoldaşa mektup”ta gösterilen şekilde bir illegal parti örgütünü inşa etmesi onun için lükstür.
Kapitalist sistem içinde restorasyonu ve burjuva demokrasini savunmayı hedefleyen siyasi hareketlerin kendi siyasi amaçlarına uygun tarzda ki örgütlülüğü ile işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesine kumanda etmesine imkan varımıydı?!(11)
12 eylül faşizm karşında Türkiye devrimci hareketinin en önemli çıkmazı budu.
Lenin ile Martov arasın da ki görüş ayrılığının ve Rus sosyal demokrat partisinin Menşevik ve Bolşevik diye bölünmesinin ( ilk başlangıçta) esas nedeni, partinin sosyalist devrim amacına göre örgütlenip,örgütlenmeyeceği tartışmalarının belirlediği bilinmektedir.
Lenin’in ısrar la üzerin de durduğu, işçi sınıfı içinde örgütlenmiş ve inisiyatifli, Çarlığın gerici diktatörlüğüne karşı her koşullu altına mücadelesini yürüte bilecek ve aynı zamanda işçileri örgütleyip mücadeleye sokabilecek , onlara süreç içersinde önderlik edebilecek ve de sosyalist devrimi gerçekleştire bilecek bir örgütlülüktü.
Komünist partinin inşa süreci
Dünya işçi sınıfının ( ve de özellikle Çarlık Rusya’sındaki işçi sınıfının) tarihi, devrimci komünist partiler kurulmadan önce işçi sınıfı mücadelesi için de grupların oluşturduğunu,daha sonra ise bunların komünist (veya sosyal demokrat,sosyalist) adıyla partileştiklerini gösteriyor.
Çarlık Rusya’sında işçiler arasında ilk önce “emeğin kurtuluşu grupları” inşa edildiği ve bir müddet geçtikte sonra “emeği kurtuluşu gruplarının” bir araya gelmesiyle “Rus sosyal demokrat partisinin “ kurulduğu biliniyor.
Oysa Türkiye de tam tersine Mustafa Suphi’nin M-L yolunun terk ederek yeniden kurulan TKP başta olmak üzere, “sosyalist”,”komünist” veya başka isimlerle kurulan partilerin hiçbirisi ilk önce işçi sınıfı içinde,fabrikalarda işçi gruplarının birleşmesiyle kurulmadı.Başka bir değişle, şu veya bu şekil de işçilerin mücadelesine öndelik eder duruma gelen grupların birleşeni olarak parti inşa edilmedi.Aksine bir grup sosyalist aydın bir araya gelip, partileştiler ve sonrada sözde işçileri partiye kazanmak için yolla çıktılar.
TKP’nin 1950 öncesi (kısa dönemli tütün işçiler için de ki örgütlenmesini bir kenara bırakırsak,) bu yolda hiç birinin doğru dürüst bir başarı elde edemediğini kolayca iddia edebiliriz.(12)
Türkiye,100 seneyi geride bırakan kapitalist üretim ilişkilerinin ve işçi sınıfının varlığına rağmen, fabrikalar ve iş yerleri temelinde( dolayısıyla işçi sınıfı içinde) komünist partisinin inşa edilemediği nadir ülkelerden biridir.Bugün dahi kendine “sosyalist”,”komünist” parti ismini takanların önünde “işçi sınıf için de komünist partisini inşa etme “görevi” duruyor.
Hale “işçiler içinde komünist veya sosyalist parti” nasıl örgütlenir sorusunun tartışması devam edebiliyor.
1971 hareketi, kapitalizmin ekonomik krizlerle daha da artan işsizliğe,açlığa yoksulluğa karşı “bir avuç insanın “ ölümü göze alarak başkaldırısı, ve silahlı isyanı idi. Bu isyan kapitalizmin girdabına itilen yığınlarda büyük bir sempati yaratmıştı. Bu isyan,yıllarca süren anti-komünizmin ahtapot gibi kıskacına aldığı toplumun zincirlerini söküp atmasının, ,”özgürleşmeye “ doğru adım atmasının ortamını sağlıyordu.
Anti-komünizmi bayrak edinen devletin, burjuvazinin ve onun faşist generallerinin ölüm tehditlerin hiç sayan, “evet ben komünistim, ben yoksullardan, iliğine kadar sömürülen aç bırakılanlardan yanayım,onların kurtuluşu için silah sarıldım,savaşıyorum” diyerek faşist diktatörlüğe meydan okunması,anti-komünizm etkisiz hale getirip, ülkenin dört bir yanından sosyalizm, komünizm sempatizanlarının ortaya çıkmasına vesile olmuştu.
”Ben THKO’luyum, ben THKP/C’ liyim “diyenler, ülkenin 4 bir tarafın da “kendiliğinden” örgütlü “sosyalist” gruplar şekilde ortaya çıkmış ve bulundukları bölgeleri siyasi egemenlikleri altına almaya başlamışlardı.
1971 hareketinin “örgütleri” adına onlara gidenler, bu örgütlükleri ülke çapında hemen merkezleştiler. Bu merkezleştirme, sempatizan örgütlerin kumandanı biçimsel merkeziyetçi bürokrat ”komünist” partisini veya adına ”parti” isimi takmayan sol grupları ortaya çıkardı
Oysa ,İşçileri içinde dahi bu örgütlerin sempatizan grupları “kendiliğinden” oluşmuştu.Özellikle DİSK’e bağlı bazı sendikalar kapılarının bu örgütlere açmış ve bunları bağırlarına basmışlardı.
Bu ortamdan yararlanacak örgütlerin başında THKO geliyordun.Çünkü “Denizin sempatizanları” daha çoktu. Bunun için özellikle gençler “Denizin örgütünü” bağırlarına basmaktan geri durmuyordu.
Bu potansiyeli, Marksist-Leninist proletarya partisinin kurmasının zemin olarak kullanma,Marksizm’in işçi sınıfı hareket ile nasıl kaynaştırmak gerektiği sorusunun da cevabıydı.
Ama “Silahlı mücadele şimdi esas mücadele biçimi değildir” denilerek, 1971 hareketinin “silahlı birlikle” şekillindeki örgütleme anlayış bir yana bırakılmış, bunun yerine 1970 öncesinin dev-genç’in örgütlenme biçimine tekrar geri dönülmüştü. (13)
Her şeyden önce 1971’lerden sonra Türkiye’nin dört bir tarafında uyanan emekçilerin, işçilerin ve gençliğin gelişen mücadelesini, dev-gencin izlediği ideolojik,siyasi çizgiyle ve örgütsel yapısıyla,sosyalist devrim amacına doğru yönlendirilmesine imkan yoktu.
Marksist-Leninist partinin en temel özelliğini, işçi sınıfı içinde inşa edilen partinin taban organlarının ideolojik ve siyasi olarak merkeze bağlıyken ,kendi alanında örgütsel faaliyetini inisiyatifli bir tarzda sürdüre bilme yeteneğine sahip olası belirler. Ve komünist partisine üye alma yetkisi işçi ve emekçileri içinde faaliyet gösteren,kitleler ile direk bağı olan taban organ elinde olması zorunludur.Ama ne var ki, böyle bir örgüt anlayışıyla hareket etmeğe yanaşılmadı.
Komünist bir parti işçi sınıfı içinde taban örgütleri asgari düzeyde inşa edilmeden kurulmaz ve kurulmaması gerekir. Eğer taban örgütleri işçi sınıfı içinde inşa edilerek komünist partisi kurulursa ,inisiyatifli faaliyet gösteren taban örgütlerinin var olması bir sorun olmaktan çıkar;çünkü parti, inisiyatifli faaliyet gösteren taban örgütlerin merkezleşmesi olarak doğar.
Oysa Türkiye’de tamam tersine işçi ve emekçi sınıflar içinde taban örgütleri oluşturmadan ve de fabrikalarda ve emekçilerin çalışma alanlarında yer almayan ”yönetici organlar” oluşturulur, ve bunlara sözde taban organları kurma adına sempatizanları yönlendirme görevleri verilir ve de “partiye üye alama” yetkisi de bunların elinde bulunur. “Yönetici organların görevi”, sempatizanları devamlı denetlemek, onlara “ yol göstermek” ve onlardan “partiye üye kazanmak” olarak belirlenir. Böylece hantal,emir –kumanda zinciriyle hareket etmekte öteye gitmeyen inisiyatifsiz “parti organlarının “ oluşması sağlanır. Böyle bir örgütlenme aynı zamanda örgütü faşist devletin terörünün “yemi” olmasını kaçınılmaz kılar ve de kıldı.
Faşist devlet, bürokratik “illegal örgüt”ünü tepesini ele geçirerek örgütü işlemez hale getire bileceğinin farkındaydı.
Lenin,gericiliğin bu amacını bildiği için,”Bir yoldaşa mektup” isimli yapıtında, bunun önlemlerinin nasıl olduğunun izah etmişti. Ama Leninin görüşleri illegal örgütlenmenin esas olarak ele alınmadı.
(Devam edecek )


..................................................................................................................................................
(8) Bugün reformist yolda kendilerini gizlemeden rahatlık la yürüdükleri için “Che’yi herkes seviyor ama, devrimci yolunda hiç kimse gitmiyor” diye biliyorlar.Yani gençlere “Che’yi, Denizleri, Mahirleri sevin ama,devrimci yollarını takip etmeyin” diyerek öğüt veriyorlar. 1973 sonrasın da, da aynı bakış açısıyla olaylara yaklaşıyorlardı ama kendilerini gizleyerek.
(9) Özellikle THKO’nun devam olan TDKP bu devrimci dönüşümünü yaparak,Maocu-Sovyetçi kamplaşmasını dağıttı, 3 dünya ve tırmana faşizmi görüşlerini ret ve mahkum etti. Mao Zedung düşüncesinin anti-Marksist olduğunu açıkladı. Bu tavır onların kitlelerin nezlinde prestij kazanmasına,siyasi olarak kitleselleşerek, güçlenmelerine yol açtı.
(10)Vehbi Koç’un ve Sabancı’nın generaller ile birlikte darbeyi tezgahladıklarını artık herkes tarafından biliniyor.
(11)Komünist partinin Lenin’in görüşleri doğrultusunda “nasıl olmalıydı? “sorusunun cevabının detaylı izahına bu yazımda giremiyorum;çünkü yazının amacının dışına çıkmak zorunda kalıyorum.Bunun için başka bir yazımda ne demek istediğim detaylıca açıklayacağım
(12) sendikacının bir araya gelerek kurduğu TİP, bu konu da bir istisnayı oluşturmaz.Çünkü TİP, Türkiye de bürokrat sendika örgütlüğünün dışın da, sosyalizmi amaçlayan bir parti olarak işçiler için de ne inşa edildi, nede buna gerek görüldü.Bürokrat sendika örgütlülüğe dayana ve seçimle iktidara gelmeği amaçlayan reformist bir TİP kurulmuştu.

(13) Dev-genç, FKF’nin devamı olasına rağmen örgütsel olarak ondan tamamen ayrı bir örgütlülüğe sahipti.
FKF,TİP tarafında kurulmuştu ve onun gençlik içindeki yan örgütüydü.Sadece,siyasi ve ideolojik olarak değil örgütsel olarak ta TİP bağımlıydı. TİP yönetimi,FKF yönetimini seçimler ile oluşturuluyor görüntüsü altında tayin ediyordu.Doğu Perinçek bizzat M.A.Aybar, tarafından FKF genel başkanı olarak atanmıştı.Doğu Perinçek, TİP’in izlediği siyasi çizgiye ters düştüğü için yine TİP yönetiminin isteği doğrultusunda “oylamayla” görevinden alındı.
Dev-genç Üniversitelerde “sosyalist ve devrimci genç”liğin kitlesel örgüt olmasına rağmen her hangi partinin veya grubun yan örgütü değildi. Fakülteler düzeyinde örgütlenmişlerdi ve seçimle yöneticilerini seçiyorlardı.Fakülte delegelerinin katıldığı kurultayla da “Devrimci gençlik federasyon” unun yöneticileri ve başkanı seçilirdi.
Fakültelerde ve Üniversitelerde devrimci gençliğin kitlesel örgütü Dev.genç’in dışında, Üni ve yüksek okul öğrencilerinin tümünü kapsadığı iddia edilen ,fakülte ve üniversite yönetimlerinin tanıdığı,fakülte talebe cemiyetleri, bu cemiyetlerin oluşturduğu ve üniversiteleri temsil eden talebe birlikleri , talebe birliklerinin Türkiye çapındaki üst organı ise talebe federasyonu vardı.
Fakülteler cemiyetlerinin ve üniversitelerin talebe birliklerinin çoğunluğu özellikle 1968 olaylarından sonra dev-gence mensup öğrencilerin eline geçti. Böylece bu örgütler, Dev-genç’in “yan örgütleri” konumuna düştüler. Dev-genç, izlediği siyasi ve ideolojik çizgisi ile sadece öğrenci gençliğin siyasi,demokratik talepleriyle sınırlı bir faaliyet gösteren “öğrenci örgütü” değildi;tam tersine ülkedeki iktidara,kapitalist-emperyalist sisteme karşı en önemli devrimci muhalefet hareketiydi. Amatör bir ”ruhla” işçileri,emekçi ve topraksız köylülüğü düzene karşı başkaldırıya sokuyorlardı.Dev-genç parti değildi ama “sosyalist parti” gibi siyasi ve ideolojik mücadele yürütüyordu.
1970-71 döneminde gruplaşmaların ortaya çıkmasıyla Dev-genç fonksiyonunu yitirdi.Soysal- pratik, Dev-genç benzeri örgütlülüğün işçi ve emekçilerin mücadelesine önderlik edemeyeceğini göstermişti. Sosyalist partinin yan örgütü olması gereken “Devrimci-sosyalist gençlik “ örgütü TİP’den kopartılmıştı,ama TİP’in siyasi ve ideolojik reformist çizgisinin ret eden Marksist-Leninist bir partinin kurulması ise “sol” askeri darbe beklentisinden dolayı hiç bir zaman gündeme dahi gelmedi.Böylece Marksist-Leninist partinin yan örgütü olması gereken sosyalist gençliğin kitlesel örgütü,tam anlamıyla belirsizliğin içine itilmiş olundu.
1971 sonrası dev-genç hareketinin olumsuz deneyi yokmuşçasına,”şimdi silahlı mücadele esas haline gelmemiştir” görüşleriyle toparlanma adı altında dev-genç dönemine geri dönüşmüştü. Tabi dev-gençte ayrılan grupların çoğu kendi dev-genç’ini oluşturarak.




.
.

11 Temmuz 2009

"Türkiye Sosyalist......."

“Türkiye sosyalist” hareketinin bu günkü durumunun nedenleri.
“Türkiye sosyalist “hareketinin 12 eylül faşist generallerin darbesinden bugüne kadar bir varlık gösterememesinin nedenlerini açıklığa kavuşturmadan sosyalist işçi sınıfı hareketinin, sınıf mücadelesinin de doğru dürüst bir etkisinin olamayacağı inkar edilemeyecek gerçektir.
Dünya işçi sınıfının ve emekçilerin mücadelesine baktığımız da, Sovyetlerin dağılması nedeni ile kısa sayılacak bir süreyi kapsayan bocalama döneminden sonra, işçi sınıfının politik mücadelesinin tekrar sınıf mücadelesine damgasını vurduğuna tanık olabiliyoruz. Burjuvazinin neo-liberal dönemle birlikte yoğunlaştırdığı sömürüsüne karşı işçi sınıfı, emekçiler sesiz kalmadılar ve mücadeleye giriştiler.
Latin-Amerikalı sömürülen işçi ve emekçilerin ayaklanması, gerek Latin-Amerika oligarşisini, gerekse bu militarist oligarşiye dayanarak, Latin-Amerikalı işçileri ve emekçileri açlığın ve yoksulluğun çıkmazına sürükleyen uluslar arası emperyalist-kapitalist burjuvaziyi köşeye sıkıştırıp, şimdiye kadar görülmemiş tarza kendi siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda mevziler kazandıklarını yine hiç kimse inkar edemez.
Latin-Amerikalı ve de tüm dünyalı yoksulların isyan bayrağı Che Guvera, bunun için ayağa kalkanlara, isyan edenlere (özellikle Latin-Amerika’da) yol göstermeye devam ediyor.(1)
Latin-Amerika’daki bu gelişmelerin bir başka benzeri “refah toplumu “ diye ilan edilen Avrupa’da,da yaşanmaktadır.
Avrupalı işçiler, burjuvazi tarafından “refah toplumu “ “sosyal devlet” veya “sosyal Pazar ekonomisi “ ninnileriyle uyutulmuştu.Burjuvazinin sosyalizm korkusunu üzerinde atıp, kapitalist sistemin ve ekonominin gereklerini (tam olarak) yerine getirmesi,işsizlikle yoksullukla yeniden karşılaşan işçileri “derin uykularından “ uyandırıp, kapitalizme karşı duydukları hayalleri yerle bir etti. Tüm bunlar işçileri kapitalist sömürüye karşı mücadeleye itiyor. Bu ortamdan yararlanan “sosyalist hareketler “ yeniden işçi sınıfı hareketinde mevziler kazandı ve kazanmaya devam ediyor.
Dünyanın bir çok ülkesinde işçi sınıfı ve sosyalist hareket canlanarak, sınıf mücadelesinde etkin bir tarz da yerlerini aldıklarını sosyal pratik kanıtlıyor.
Türkiye’deyse 12 eylül faşizmin yoğunlaştırılmasına ortam hazırladığı sömürünün katmerleşmesine, üst, üste patlak veren ekonomik krizin milyonlarca işçiyi ve çalışanı, birden bire işçisiz bırakarak açlığa mahkum etmesine rağmen, ne işçi sınıfının hareketinin, nede sosyalist hareketin sınıf mücadelesine ağırlığını koyamadığıysa bir başka acı gerçek olarak önümüzde duruyor.
Bunun nedeni 12 eylül faşizminin terörünün yaratığı, yılgınlık ve korkuyla açıklanamaz ; çünkü benzer faşist terörün daha şiddetlisiyle,Latin-Amerikanın sosyalistleri,işçileri ve yoksulları karşı,karşıya kaldılar.Ama faşizmden hesap sordular, faşist generallerin peşini bırakmadılar, burjuvaziyi köşeye sıkıştırıp generallerin tutuklanmalarını sağladılar, Şili halkı, Augusto Pinochet isimli faşistin peşini ölene kadar bırakmadılar ve Latin Amerikalılar yoğunlaşan sömürüye karşı sesiz kalmadıkları gibi sosyalizm için mücadelenin dünya işçi sınıfının sosyal-pratiğinde yeniden gündeme gelmesine öncülük ettiler.
Tüm bu gelişmelerin hemen ,hemen aynı ekonomik,siyasi ve sosyal yapıya sahip olan Türkiye’de cereyan etmediğini ileri sürmek,kesinlikle abatmış bir tespit değil.
İslam’ın “at oynadığı” orta –doğu ve Afganistan, Pakistan v.s gibi ülkelerle Türkiye’deki durumu aynileştirirsek yanılgıya düşeriz, çünkü İslam’ın egemen olduğu ülkelerde kapitalizm öncesi toplumların etkileri güçlü tarzda varlıklarını sürdürüyorlar . Bu ülkelerde Feodal, yarı-feodal ,kapalı tarım ekonomisinin egemen olmasından dolayı işçi sınıfının ekonomik ve siyasi hareketinin zayıflığı doğal karşılanır.
Ama Türkiye bu ülkeler ile aynı kategoriler içine koyulamaz,çünkü Türkiye’de kapitalizm egemendir ve bu kapitalizm uluslar arası kapitalizmle tam anlamıyla kaynaşmıştır ve onun bir parçasıdır.
İş- gücünü meta olarak satar tarzda ilişkiler içinde olan tarımda ve şehirlerdeki küçük üreticileri bir yana bırakalım,”modern-işçi” diye adlandıra bileceğimiz 10 milyonun üstünde işçi var.Buna rağmen işçi sınıfıyla kaynaşması gereken sosyalist hareket çok güçsüz durumdadır,hem de Türkiye işçi sınıfının büyük çoğunluğunun 21.yüz yıl da bile ekonomik haklarından yoksul oldukları halde.
İş sınıfının anti- kapitalist mücadelesinin güçsüzlüğü, kapitalizm öncesi toplumlar tarafından burjuva toplumuna devir edilen mezhepler ve dinler arası çelişkilerin ve objektif olarak burjuva demokrasi tarafından çözülmesi gereken ezen ,ezilen ulus arasındaki çelişkilerin sözde çözümlerini gündeme taşınmakta ve anti-kapitalist mücadelenin gelişmesinin önü kesilmektedir.
Böylece burjuvazi tarafından sömürülen işçi ve emekçiler, mezhep,din ve ulus farklılıklar temelinde bölünüyor ve bu farklılıklar temellinde ,kapitalizme ,sömürüye,açlığa işsizliğe karşı mücadele göz ardı edilip ,geri plana itiliyor.
Kapitalizmin zayıflatılmasına ve yıkılmasına karşı olan burjuvazinin uşakları “sol” veya “sosyalist “aydınlar ve yasal “sosyalist partiler “ bu işin müdavimliğini yapıyorlar.
Eğer, güçlü işçi sınıfının sosyalist hareketi var olabilseydi,özellikle Kürt ulusal sorununun anti-kapitalist mücadelenin gelişmesi sonucu sosyalizmin ve proletaryanın iktidarının kurulmasıyla çözümünün ancak mümkün olabileceğini savunan görüşler, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesine egemen olurdu. Kürt ulusal hareketinin,1980 öncesine göre sosyalist hareketlerden bu kadar güçlü olmasın esas nedeni, “sosyalist hareket “ diye ortaya çıkanların devrim yolunu terk edip reformizmin bataklığına gömülmelerinden dolayıdır.
O zaman “sosyalist hareketin “ bugünkü durumunu açıklığa kavuşturmak için onun tarihsel süreci içinde, özellikle 1971 ve sonrası izlediği çizgiye bakmak gerekiyor.
Hale sosyalistlerin tartışmasının gündemdeki sıcak yerini koruyan 1971 hareketinin kısaca hangi ortamda ortaya çıktığına ,Denizlerin idam edilmesi, Mahirleri katledilmesi sonrası sosyalist hareketin nasıl bir çizgi izlediğine bakmadan bugünkü sorunlara açıklık getirilemez.
Bugün siyasi mücadelede yer alanların, hemen, hemen(ister legal, isterse illegal olarak varlıklarının sürdürsünler)hepsi 1980 öncesi siyasi hareketlerin devamıdırlar.
Bugünkü reformist “sosyalist hareket” in tarihsel gelişmesi
“1971 hareketi” olarak nitelendirdiğimiz siyasi örgütlerinin hangi platformda ortaya çıktıkları bir çok kışı tarafından kendi bakış açılarına ve gerçek olmayan olayların yorumlarına göre ele alındığı unutulmadan soruna yaklaşırsak, işçi ve emekçilerin sınıfsal kurtuluşları kapitalizmi içinde restorasyon yoluyla mı? yoksa devrimle mi? gerçekleş bilinir sorusu, “sosyalistler” arası ideolojik , siyasi örgütlenme farklılıklarını belirleyen temel etkendi.
Sözde devrim savunanlarsa ,parlamenter yola işçilerin ve emekçilerin iktidara gelemeyeceği bahanesinin arkasına gizlenerek, “devrim” diye adlandırdıkları “sol” askeri darbeyle iktidara gelmeyi hedefleyerek,sosyalist devrime karşı çıkıp MDD’i savunmaktaydılar
1971 hareketi bu her iki önerilen iktidar yolunun kapitalizmin restorasyonundan öte bir amaç taşımadığını ileri sürdü ve demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki kesintisizliğin varlığı demokratik devrimi, sosyalist devrim amacına tabi kıldığını, sosyalist devrimin sadece bir aracı olduğunu öne sürerek, demokratik devrimin (mutlaka) proletaryanın önderliğinde gerçekleştirilmesinin zorunluluğunu vurguladı.
Bu bakış açısı,devrim sorununa Marksist -Leninist görüşlerin ışığında yaklaşıldığının temel göstergesi idi.
Bunun için esas hedef olarak, burjuvazinin militarist-bürokrat devletinin işçi sınıfının önderliğindeki işçi ve emekçi kitlelerin devrimci mücadelesiyle parçalanıp,dağıtılarak yerine proletarya diktatörlüğü altında sosyalizm inşa edilmesinin gerekliğini tespit etmiş ve sosyalizm kurulmadan işçi ve emekçilerin sömürüden kurtularak sosyal kurtuluşlarına kavuşmalarının imkansız olduğunu belirlemişti. Ve de bunun da ancak işçi sınıfının ve yoksul emekçilerin top yükün ayaklanması ve silahlı mücadeleye girişmesiyle gerçekleşe bileceğini savunmakta idi.
1971 hareketi Marksizm-Leninizm kendine rehber edinmek için yola çıkmıştı. Devrimci mücadelenin merkezine proletarya’yı yerleştirmiş , işçi ve emekçi kitleleri sosyalist devrim için ayaklandırmayı kendi için vazgeçilmez görev addetmişti.
Bunun içinde kendinden önce “sosyalizm” amacıyla siyasi hedefler ve stratejiler belirleme adına, Türkiye’nin ekonomik,siyasi ve sosyal yapısını söz de inceleyen, her iki revizyonist siyasi hareketlerin görüşlerini reddettiler.
Türkiye’nin gerçek ekonomik,siyasi,sosyal yapısını inceleyip,(tamamlanmasa da) doğru görüşler ortaya attılar.
Özellikle Mahir Çayan’ın ele aldığı doğru görüşler,ayrı örgütlülük içinde olan THKO’ lar tarafından da kabul edildi. Mahir, “Emperyalizm iç olgu haline gelmiştir” görüşüle Türkiye’nin ekonomik,siyasi ve sosyal yapısına en doğru bir bakış açısı getirdi.Mahirin bu görüşü; Türkiye’de “2. ulusal kurtuluş savaşı gündemdedir “ iddialarını “haklı” çıkarmak için Kemalizm’in bayrak edinilmesi amacıyla ortaya atılan “işbirlikçi burjuvazi” tanımına, emperyalizme karşı “milli burjuvaziyi”,milli kapitalizm’i” savunulmasına ve Kemalizm’in gerçek sınıfsal niteliğinin gizlenmeğe çalışmasına indirilen en önemli darbeydi.
Çünkü, kapitalist- emperyalist dönemle birlikte sermaye ihracının esas belirleyici olması uluslararası tekellerin girdiği ülkede kendini üretip,tekelci burjuvaziyi ve kapitalizmi yaratmıştı.
Bunun içinde emperyalizme karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadeleden kesinlikle ayrılamaz. Uluslararası tekelci burjuvaziye(emperyalizme) karşı mücadele ile iç gericiliğe karşı mücadele bir bütündü ve esas hedef alınması gereken iç gericilik , dünya ve Türkiye kapitalist toplumuydu.
Bu doğru görüşler, Şefik Hüsnü’nün TKP’i ele geçirmesinde itibaren ret edildi ve Kemalist Türkiye’nin “emperyalizme ve işbirlikçisi burjuva- feodal ve yarı-feodal sınıflara karşı” savunulmasını esas alan bir politika izlendi ve böylece sosyalist işçi sınıfı hareketinin gelişmesinin önü kesildi.
Yine bu durumu tespit eden Mahir ilk kez Şefik Hüsnü TKP’ni hedef aldı.Mahir,bürokrat sözde komünist parti örgütlenmesini cesaretle eleştirdi. ”Klasik parti örgütlenmesi” ismini verdiği bürokrat parti örgütlenmesini “hantal, emir kumanda zincirine bağlı, rapor alıp vermeden öteye geçmeyen, devrimci mücadeleye önder etmekten yoksun” örgüt biçim ve anlayışı olarak nitelendiriyordu. THKO bu doğru eleştirileri kabul ederek “Proletaryanın devrimci partisi,ancak işçi ve emekçilerin çetin,kıran,kırana mücadelesi içinde kurulur” görüşlerini savundu.
Türkiye’de Mustafa Suphi den sonra Marksizm’in- Leninizm’in devlet anlayışını ilk kez 1971 hareketi savunduğunun söyler isek abartmış olmayız.(2)
Ve yine Doğu Perinçekçilerin “Türkiye’de proletaryanın devrimde önderliğinin objektif koşulları yoktur” görüşlerine en önemli itiraz 1969 yılında yapılan FKF isminden DEV-GENÇ ismine geçildiği kurultayda Mahir tarafından yapıldı. Türkiye’deki kapitalist gelişme sonucu modern işçi sınıfının var olduğunun anlatarak,”sol cunta” peşinde koşan revizyonistleri mahkum edip, proletaryanın demokratik-devrimdeki mutlak önderliğini savundu.
Mahir ,daha sonra bu düşüncesine aykırı olarak “proletaryanın devrimdeki önderliği ideolojiktir “ görüşlerini ortaya atmasına rağmen, Hüseyin İnan’ın kaleme aldığı, Deniz’in ve Yusuf’un da ortak imzalarıyla çıkan “devrimin-yolu” broşüründe “devrimde proletaryanın öndeliği ideolojiktir” görüşlerine katılmadıklarını vurgulamış ve işçi sınıfı devrimdeki önderliğinin sınıfsal olduğunu ve kendi mücadele tecrübesiyle bilinçlenerek devrimin önderliğini ele almazsa, kapitalizmi tasfiye edilmesine,sosyalizmi kurmasına imkan olmadığının öne sürmüşlerdi.
1968 de sonra gelişen işçi sınıfının sendikal özgürlükler için mücadelesi ve onun doruk noktalarından bir olan 15,16 haziran eylemi,Türkiye’de işçi sınıfının devrim de önderliğinin objektif koşullarının olduğunun pratik cevabı idi.15,16 haziran eylemlerin bastırmak için ordunun saldırıya geçmesi ve sıkı-yönetim ilan edilerek,DİSK yönetimini ve işçileri askeri mahkemelerde yargılanması, “Kemalist ordunun” hangi sınıfın çıkarının savuna militarist bir kuruluş olduğunu açığa çıkarıyordu. O dönem de dev-gencini çıkardığı haftalık gazetede “ordu tarafsız olmalıdır “ çağrısına en sert itiraz,THKO ve THKP/C içinde örgütlenen gençlik kesimlerinden gelmiş ve gazetenin bu sayısını dağıtmayarak çöp kutularına atılması sağlanmıştı.
Tüm gelişmeler, Deniz’in de katıldığı Hüseyin İnan’ın ordunun ve Kemalist siyasi hareketinin burjuvazinin ve toprak ağalarının sınıfsal varlıklarına tekabül ediğini öne süren görüşlerin pratikle de doğrulanmasıydı.
Kemalizm’in sınıfsal niteliğini “küçük burjuva “ olarak tanımlayan TKP görüşlerine ilk itiraz yine 1971 hareketinden gelmişti ve Mahir de bu itirazlara katılarak, TKP’ in “Kemalizm’i küçük burjuva hareketi” olarak gösterilmesinin yanlışlığını açığa çıkarmak amacıyla Kemalizm’in “sağ ve sol” kanatlarının olduğuna dair görüşler öne sürdü.Mahir, bu görüşleriyle Kemalizm’in sınıfsal niteliğine tam açıklık getirmese de,Kemalizm’in küçük burjuva sınıfların hareketi ve “ulusal kurtuluşçuluk” olduğunun kabul etmediğini açıklıyordu.
Ve yine THKO, ordunun “reformist hareketin” olarak adlandırılan ve sol adına tüm grupların desteklediği 12 mart hareketine açıkta karşı çıktı ve Kemalist ordunun egemen sınıfların ordusu olduğunu, bu ordudan halk yararına hiç bir ilerici girişimin ortaya çıkmayacağını açıkladı.
1971 hareketinin yukarıda vurguladığımız görüşleri ve buna benzerleri ,onun kendinden önce tarih sahnesine çıkan “sosyalist hareketlerden” sadece mücadele biçimleri konusunda farklılıklarının olmadığını açıkça gösteriyordu.
Mahir, Cihan, diğer yoldaşlarını Kızıldere’de katledilmelerinden ve Denizlerin idamı dan sonlar ,özellikle THKP/C de başlayan ve THKO da içine alan (hapishane’de ve dışarıda geriye kalanlarda) reformizm’e geriye dönüş akımı başladı. 1971 hareketinin öne sürdüğü görüşlerin ve devrim yolunu takip etmenin “yanlış”,TKP ve onun uzantılarının görüşlerinin “doğru olduğunun” öne süren ve Kruşcevci modern revizyonist görüşler ile beslene “nedamet” dalgası ortalığı sardı.
Oysa 1971 hareketinin önderlerinden sonra geride kalanlar için en önemli görev, Marksizm-Leninizm’den kaynaklanan doğru görüşleri yine Marksizm-Leninizm rehber edinerek geliştirmek ve mücadele içinde Türkiye işçi sınıfının komünist partisini inşa etmektir.İşçi ve emekçilerin kitlesel mücadelesi silahlı mücadele aşamasına gelmeden silahlı mücadeleye hazırlıksız başlamanın yanlışlığının arkasına gizlenerek,”50 senelik TKP revizyonizm’ini “ aklamaya çalışmak sadece devrimci harekete egemen olan reformizm’e teslim olma anlamına geliyordu.
Nedamet getirmek için faşist ordunun mahkemelerinde nedamet getirdiklerini açıklamak için yarışa girip bir, birlerini çiğneyenlerin ihaneti karşısında büyük bir öfkenin ortaya çıkmasını sağlayan, Türkiye işçi sınıfın ,emekçi halkın ve özellikle gençliğin, Denizlerin, Mahirlerin, İ.Kaybakkaya’nın öndelik ediği açlığa ,yoksulluğa ve işsizliğe,sefalete karşı ölümü göze alan başkaldırıya duyduklar sempati ve”hayranlık”, nedamet dalgasından ekilenleri geriye adım atma ,(kendilerini gizleyerek) sözde ihanete karşı çıkma zorunda bıraktı.(3)
12 mart faşizmden sözde demokrasiye dönüş ve Ecevit CHP sinin seçimler de birinci parti olarak çıkıp,hükümeti kurarak “radikal solu” kazanmak adına çıkardığı aftan yararlananlar, 1971 hareketinin ortaya sürdüğü görüşleri ret ederek, “50 senelik “ (4) TKP’nin görüşlerine yeniden dört elle sarıldıkları halede,1971 hareketinin prestijinden yararlanıp , ona sempati besleyen,işçileri,özelikle gençleri örgütlediler.1971 hareketinin sempatizanlarını örgütlerine kazanmak için müthiş bir rekabet içine girmekten, biri,birlerine karşı güç kullanmaktan geri durmadılar.
Oysa,Cumhuriyetin kurulmasından beri Türkiye için dönüm noktasına tekabül eden, 1971 hareketinin yarattığı devrim sempatizanlığının topraktan bitercesine Türkiye’nin dört bir yanında ortaya çıkması , işçi sınıfının gerçek komünist örgütlü mücadelesinin inşa edilmesine çok uygu bir ortam hazırlamıştı.
Geriye dönüp baktığımızda, sözde 1971 hareketinin devamı olduklarının iddia eden ve bu hareketin yaratığı devrim sempatizanı insanları örgütlerine kazanma adına aralarında kıyasıya rekabetin ve bir,birlerini zorla tasfiye etmeye çalışmalarının esas nedeni ideolojik farklılıktan kaynaklanmadığını tespit edebiliyoruz.Çünkü bunlar Marksist- Leninist devrimi ret edip,reformizm’i kendilerine bayrak edinmişlerdi.(5)
Asıl da 1973-77 arası dönemdeki “siyasi ve ideolojik saflaşmalar” suni idi.O dönemde çıkardıkları gazetelere, pratikte izledikleri taktiklere baktığımız; bu iddialarımın ne kadar doğru olduğu anlaşılır.
1973 sonrası THKO ,Sovyetlerin ekonomik,sınıfsal ve siyasal yapısını incelemesi sonucu, onun kapitalist bir ülke olduğunu iddia eden görüşlerin doğruluğunu kabul etti.(6) Ama Sovyetleri, kapitalist dünyanın bir parçası olduğunu göz ardı edip,onu kapitalizmden soyutlayıp öne çıkarmak ve Batı kapitalizminin ileri karakolu Türkiye’de Sovyetleri baş düşman ilan etmek, Sovyetlerin hegemonyası altındaki pazarlara tam egemen olmak için yanıp tutuşan ve bu amacı doğrultusunda “anti-Sovyet kampanyayı” yürüten Türkiye’nin için de yer aldığı batılı kapitalistlerin hegemonya mücadelesin görmezlikten gelmek, (istenmese- de) gericiler arasındaki çatışmada taraf olmayı zorunlu kılıyordu.Tüm bunlar göz ardı edildi ve Sovyetleri ”sosyalist” gören insanları karşısına alıp, düşmanca kamplaşmanın ortaya çıkmasına sebep olundu.
Bu yanlışlarının temelinde Çin’in ortaya attığı ve kapitalist dünyada egemen olmayı amaçlayan “3 dünya” görüşleri yatıyordu.
Aslın da “3 dünya” görüşleri ilk kez ortaya atılmıyordu. Bunlar Marksizm’in- Leninizm’in emperyalist-kapitalist sistemle ilgili düşüncelerinin inkarıydı.
Kapitalist –emperyalist sistem, sanayi kapitalizminin gelişip, bir üst aşamaya yani tekelci kapitalizme (finans- kapitalizme ) geçişin ifadesidir.Ama revizyonizm, Leninist emperyalizm kavramının içini boşalttı, onun kapitalist içeriğini göz ardı ederek,(hiç bir zaman ulusal olmayan) ”ulusal kapitalizm”i sözde emperyalizme karşı savundu.Oysa,sanayi kapitalizm öncesi sömürgelere sahip olan Batı Avrupa Ülkeleri, Özelikle, İngiltere, ilk önce meta,sonra esas olarak sermaye ihracı la sömürge ülkelerde, kendi uzantısı kapitalizm ortaya çıkartılar ve kapalı tarım ekonomisinin egemen olduğu,feodal ve yarı-feodal sömürge ülkeler de kapitalist Pazar ekonomisinin geliştirerek, feodal sınıfları evrimci bir tarzda kapitalistleştirdiler.
Sömürgelerde ortaya çıkan ulusal kurtuluş savaşlarının ,Proletarya’nın öndeliğinde sosyalizmi kurma amacını taşımaması ve burjuvazinin önderliğin de cereyan etmesi, mücadeleyi siyasi bağımsızlığın elde edilmesi ile sınırladı.Sömürge ve yarı- sömürge ülkelerin büyük çoğunluğu “bağımsız devletlerini “ kurarak kapitalist dünyada yerlerini aldılar.
Sovyet devriminin, sömürgeleri ulusal kurtuluş mücadelesine girmeye teşvik etmesi ve ulusal kurtuluşu,sosyalizme geçişin bir aracına dönüştürmesi, emperyalist-kapitalist ülkeleri,kendi yarattıkları ve kapitalist sistemin bir parçası haline getirdikleri burjuva sınıfların egemenliğinde siyasi bağımsızlıkları ( bağımsız devlet olmayı ) tanımak zorun da bıraktı.
1980 öncesi Sovyetler ve Çin, batılı emperyalist- kapitalist ülkelerin egemen olduğu veya olmaya çalıştığı siyasi bağımsızlıklarına kavuşan eski sömürge ülkelerini kendilerine tabi kılmak için mücadeleye giriştiler. Bunun için de kapitalizmden soyutlana söz de emperyalizme karşı mücadeleyi ve burjuvaziyle ittifakı esas aldılar ve de sosyalizm için mücadeleyi sınıf mücadelesinin gündeminden çıkardılar.(7)
Türkiye’de kapitalizmden soyutlanan “emperyalizm” e (özelik le iki süper güce)karşı “Türkiye kapitalizmini” ve devletin bağımsızlığını savunmayı esas alan siyasi taktikler, sözde faşizme karşı “demokrasinin savunmasıyla “ birleştirildi. “Tırmana faşizm veya faşizme geçit yok” sloganıyla kurtuluşların devrim de arayan,işçileri,emekçileri, özellikle gençliği düzenin savunucusu haline getirdiler.”Tırmana faşizm veya faşizme geçit yok” görüşleri ve bunun ışığın da izlene siyasi taktikler, Türk devletinin niteliğini ve biçimini inkar etmekte öte bir amaç taşımıyordu.
(devam edecek)

..................................................................................................................................................
(1)Oysa yıllardır Che Guevara ve onun mücadelesi revizyonizm tarafından yere vuruldu.”Fokoculuk” la, “bireysel teröristlik” söz de karalandı. İşçi ve emekçilere devrimci yolun dışın da sınıfsal kurtuluşlarının olmadığının gösterilmesi, revizyonist “barışçıl geçişe “, burjuvaziye ve kapitalizme teslim olmayı öğütleyen parlamenter mücadeleye indirilen önemli bir darbe idi.Aynı zamanda “sosyalistlik “ adına burjuva egemenliğini savunan revizyonistlerin gerçek yüzlerini tüm çıplaklığı la açığa çıkarttı ve çıkarıyor.
(2)Mahir, “Aydınlık dergisin” de ayrılık çıkmadan önce,Aydınlıkta yazdığı bir yazısında,”devletin ne olduğunu” Marksist-Leninist görüşlerin doğrultusunda açıklamakta idi. Bu görüşlerin Aydınlık dergisi de çıkmasından rahatsız olan Doğu Perinçek tayfası, onun yazılarına sansür getirdiler ve Mahir’in yazıları,Doğu Perinçekçiler ayrıldıktan sonra serbestçe yayınlama fırsatını yakaladı.
(3) Sözde diyorum çünkü nedametçilerin 1971 hareketinin eleştiren tüm görüşlerinin ana kaynağının “50 senelik TKP”nin görüşleri oluşturuyordu.Tüm gıdalarının burada alıyorlardı.
(4) “50 senelik TKP “ tanımı o dönemde ki Şefik Hüsün’ün TKP ‘in yaşını göstermek için kullanıyorduk. Bu tanımı dönemine uygun olduğu için yine tekrarlıyorum.
(5) Kesinlikle işçi sınıfının iktidar hedefinin gözetlemeyen,ya sivil faşistleri, ya da kapitalist sistem içinde elde edilmesi mümkün taleplerin gerçekleştirilmesini hedef alan silahlı eylemler söz konusu idi.Dev-sol’un yürüttüğü mücadele bu iddialarımızın somut kanıtıdır. Çünkü bir yandan sosyalizmi çok önceden terk ederek, kapitalizme yeniden inşa eden Sovyetleri “sosyalist” görüyor ve onların devrimi ret eden görüşlerin de sahip çıkıyordu,diğer yandan,işçi ve emekçileri ayaklandırarak,iktidara gelme amacını taşımayan silahlı eylemleri esas alıyordu.
(6) Bu görüşün ortaya çıkmasın da benim de katkı oldu. Ve bu tespitin doğru olduğunu zaten sosyal –pratikte kanıtladı.
(7) Kapitalizmden soyutlanan emperyalizm’e karşı mücadelenin 3 dünya görüşleri le tekrar siyasi mücadelenin gündemine adapte edilesi, Doğu Perinçek’in arayıp da bulamadığı fırsatı. 1973 sonrası THKO, Sovyetlerin savunduğu ve Arnavutluk emek partisi dışın da ki komünist partilere kabul ettirdiği modern revizyonist düşüncelerin kaynağını aradığın da, Sovyetlerin kapitalist bir ülke olduğunun ve emperyalist politika izlediğin tespit ediğini yukarda vurguladım.
Mao’nun Çin’i de buna benzer düşünceleri savunduğu biliyordu.Ve Arnavutluk la ,Çin arasın da ki 3 dünya görüşleri le ilgili farklılık la ise ortaya çıkmamıştı.Doğu Perinçek, bu önüne çıkan fırsatı kaçırmadı,THKO ‘yu yeniden toparlamak için yola çıkanlar, önceden Doğu Perincekten ayrılan küçük bir Maocu grupla birleştikleri için de kolayca Doğu’nun tuzağına düşürdüler. ve hemen “anti-Sovyet “ cepheye “ateşli taraftar” olarak katılmakta gecikmediler. THKO, birden ,bire keskin Maocu olup çıktı.
TKP,hemen revizyonist niteliğini gizleyerek,siyasi ve ideolojik etkinliğini sağlamanın yolunu buldu ve vakit kayıp etmeden anti-Maocu ve Sovyet savunucusu cepheyi oluşturdu.
Oysa,”tırmana faşizm ve faşizme geçit yok” ve “anti-emperyalist” sloganları la formüle edilen siyasi taktikler, aynı ideolojik bakış açının eseri idi. bu her iki grupta 1971 hareketinin devrimci yolunu inkar eden, reformizm savunan siyasi ve ideolojik , örgütsel bir hat izliyorlardı. “anti-Sovyet,Maocu kamplaşma” sadece bu gerçeğin üstünü örtüyordu.

8 Temmuz 2009

Honduras Deneyimi

Honduras deneyimi ilerici hükümetlerin silahlı halk milislerini örgütlemelerinin gereğini gösterdi – Francisco Javier Angulo - - 08 Temmuz 2009
Honduras’ta yaşanan olaylar, Latin Amerika ve dünyanın tüm ilerici devlet başkanları için uyarı sinyali görevini görüyor. Herhangi bir silahlı gerici saldırıyı engellemek ve onu bozguna uğratabilmek için devrimci halk milislerini örgütlemek ve onları silahlandırmak varlığını sürdürebilmek için ertelenemez bir göreve dönüşmüştür.
Devrimci halk milisleri her yaş ve sosyal konumdan, ülkesinin politik ve sosyal gelişim sürecini, halk ve devrimci liderlerini koruma noktasında gerekli bedeli ödemeye hazır kadın ve erkek gönüllülerden oluşturulmalıdır.
Bu, halkından korkusu olmayan ilerici ve devrimci liderlerin yapması gereken bir görevdir. Halkın devrimci bilinç seviyesinin gelişimine paralel olarak devrimci halk milislerini ideolojik, politik ve savaşçıl açılardan silahlandırmak kaçınılmaz görevlerinden biridir. Bilinçli bir örgüt, örgütlü olduğu topluluk içerisinde, topluluk bileşenlerini dinleyerek ve tanıyarak kimlerin ne tür özelliğinin olduğunu, liderlerinin kalitelerinin ne olduğunu ve onların ilerici-devrimci sürece ne kadar bağlı olduklarını anlayabilir. Halkın kendisi yani komün, kimlerin kendisini devrimci bir şekilde yöneteceğini, kendisine ihanet etmeyeceğini ve onların hizmetinde olacağını bilir. Devrimci halk milislerinin savaşçıl donanımı, kendi kriminal misyonlarını yerine getirmek için çocuk, yaşlı, kadın demeden herkesi öldürmeye hazır bir şekilde özel olarak yetiştirilmiş birliklere ve yüksek teknolojik silahlara sahip sınıf düşmanı karşısında başarılı bir şekilde karşı koyabilecek kapasitede olmalıdır.
Devrimci ya da ilerici hükümetler, devrimci halk milislerini son savaş senaryolarına uygun tarzda modern ve denenmiş silahlarla donatmalı, çeşitli hava, deniz ve karadan saldırı kapasitesi yüksek güçlere karşı direnebilme yetisine sahip bir şekilde eğitmelidir.
Diğer taraftan ilerici ya da devrimci hükümetler için kitle iletişim araçlarının, BİRİNCİ DERECEDE ÖNEMLİ BİR SAVAŞ SİLAHI olduğu bilinci çok net olmalıdır. Bundan dolayı da düşmanın ve onun ittifaklarının ya da ortaklarının ellerinde tuttukları bu medya kuruluşlarını nötralize etmek bir zorunluluktur ki, bu nötralizasyonun anlamı tek tek ülkelerde darbeci ve gerici yayın yapanların sinyallerinin derhal kesilmesidir.
Bunu yapmamak intihar etmekle es anlamlıdır ve düşmana, kendi politik-askeri stratejisini dünya çapında koordine etmesi, dünyayı ve kendi halklarını maniple etmesi, halkları aklen silahsızlandırması ve herhangi bir enternasyonal dayanışmanın önünü alabilmesi için küresel iletişim ağını emrine sunmak anlamına gelmektedir. Kapitalist rejimin savunusu için kurulmuş SIP (Amerika Kıtası Gazeteciler Topluluğu) ve diğer emperyalist kuruluşların reaksiyonlarından çekinmemek gerekiyor; bu emperyalist uşaklar bugüne kadar, darbeci rejimin Honduras’taki basın özgürlüğü ihlallerini kınayan tek bir laf dahi etmediler.
Venezüella’da yapılması gereken, darbe yanlısı tüm gerici medya kuruluşları, silahlı Bolivarcı halk milisleri tarafından ele geçirilmeli ve halkın, devrimin hizmetine sunulmalıdır, aynı şekilde yerli ve yabancı tüm sponsor, işletmeci ve finansörlerin mal varlıklarına da el koyulmalıdır. Ayrıca bu süreç ile ilgili propaganda ve duyuru yapmak önemlidir. Çünkü kapitalistler için en korktuğu şey malını mülkünü kaybetmek olduğu için, herhangi bir darbe girişimini desteklemeden önce bu faktörü göz önünde bulunduracaklardır.
Güncel olarak Latin Amerika’daki ilerici hükümetlerin silahlı kuvvetlere sahip olduğu argümanını öne sürmek, Küba hariç, Bolivarcı Venezüella Devriminin üst düzey yöneticileri de dahil (Chávez’in de zaman zaman kabul ettiği gibi) bütün bu ülkelerin yüksek rütbeli askeri yöneticilerinin kapitalist sistemi savunmak için eğitildiklerini gözden kaçırmak olur.
ABD bağımlısı askeri yöneticilerin korktukları tek güç, onlara karşı koyabilecek, onları devirecek ve herhangi bir darbeci ya da istikrarsızlaştırıcı girişime kalkıştıklarında onları gerçekten cezalandırabilecek tarzda organize olmuş silahlı devrimci halktan korkarlar. Aynı şekilde, askeri yöneticileri darbe yapmaya teşvik eden ve kışkırtan oligarşik sınıflar ve onların medya araçları da sadece örgütlü halk gücünden korkarlar.
Eğer ilerici ya da devrimci hükümetler kendilerine sahip çıkacak halkı örgütlemeye ve silahlandırmaya kalkışmazlarsa, buna cesaret etmezlerse, bu ilerici hükümetler, kendilerinin takipçisi olanların devrimciliğine ve bağlılığına ikna olmamışlar demektir ve bunun anlamı onlar da takipçilerinden korkmaktadırlar.
Başkan Chávez, Honduras’ta yaşanan ve diğer yerlerde olabilecekler, sizin hükümetiniz ve Venezüella halkı için emperyalistler ve onların uşakları tarafından hazırlanan tatbikatlardır. James Petras’ın da dediği gibi, Honduras’daki darbenin arkasında ABD ve Pentagon tarafından yönetilen yüksek rütbeli askerler var.
Bu noktada Kolombiya isyancı gerilla hareketlerinin (FARC-EP ve ELN) savaşçı statüsünün tanınması ve bu güçlerin, Amerikamız’ın ilerici sürecine ve devrimci hareketlerine yönelik saldırıda emperyalizmin bölge karakolu pozisyonundaki narkoparamiliter Uribe hükümetine karşı koyuşta değerli ittifaklar olacağı unutulmamalıdır. Narko Uribe’nin Obama ile yaptığı görüşmeden sonra Venezüella devrimine karşı bir şeylerin gelişeceğini beklemek yanlış olmaz. Önümüzdeki süreçte, narkoparamiliterlerin, kamuflajı sağlanmış Kolombiya asker ve polislerinin karşı devrimci eylemleri yoğunlaştırmak ve emperyalizmin bu ülkelerdeki askeri planlarını içerden ve komşu ülkelerden hazırlamak için Venezüella ve Ekvator’a yoğun olarak sızacağını varsaymak yanlış olmaz…
Venezüella’daki Medya Kuruluşları Derhal Kamulaştırılmalıdır!
Tek vücut halinde ve bilinçli bir şekilde örgütlenmiş, ideolojik, politik ve savaşçıl olarak silahlanmış bir halk asla yenilmez!
(Latin Sitesinden alınmıştır.)