28 Ağustos 2006

İranlı bir grup üniversite öğrencisinin Hugo Chavez’e mektubundan
23 Ağustos 2006 -
Sayın Hugo Chavez,

Venezüella Devrimi’nin destekçileri olarak, İran’ı ziyaret ettiğiniz şu sırada İran rejimi ile ilişkinizle ilgili konularda size bilgi vermek isteriz.

İranlı işçiler 1979’da Şah rejimini devirdiler ama ardından iktidara gelen İslami rejimde hiçbir payları yoktur. 1980’lerde bütün sendikalar kapatıldı ve bütün işçi militanları ve solcular (istisnasız) tutuklandı, binlercesi idam edildi. Sol güçlerin sistematik olarak ortadan kaldırılması 1989’da tutuklu ve mahkumların hapishanelerde kitlesel olarak idamı ile doruğa ulaştı ve bu kitlesel idamlar emperyalist kitle iletişim araçları ve bütün ‘insan hakları’ örgütleri tarafından tamamen göz ardı edildi. Bu olayın önemi ancak, bu katliamların ve göz ardı etmenin, Dünya Bankası ve IMF’nin, İran ekonomisine yeni-liberal politikaların empoze edilmesiyle sonuçlanan İran’a büyük müdahaleleri ile aynı zamana rastladığı bilinince kavranabilir. Bu dönemden sonra, İran’da emekçi kitleler için felaket getiren ekonomik uyum politikaları başladı.

Sayın Başkan,
Venezuelalı işçilerin emperyalist şirketlerin yeni liberal politikalarının uygulanmasına karşı mücadelesi işçilerin devrimci direnişine yol açtı ve Venezüella’nın seçilmiş başkanı olarak siz, sık sık Güney’in Emperyalist yeni liberalizme karşı birliğinin gereğini vurguladınız.

Sizin söylediklerinizin aksine, İran’da kapitalizmin emekçi sınıfa karşı saldırısı, solun katledilmesinden sonra, günden güne ağırlaşıyor. Bir gün geçmiyor ki, devlet radyosu ve televizyonu, hepsi de özelleştirmeyi öven ‘ekonomik uzmanları’ erkana çıkarmasın; bu uzmanların tarzı Milton Friedman’ı bile utandıracak bir tarzdır. İslam Cumhuriyeti, kendi Anayasasının 44. maddesini açıkça ihlal ederek, kamu sektöründeki madenler, doğal kaynaklar, bankalar ve başlıca endüstrileri kapsayan büyük bir özelleştirme kampanyasına girişti.

Şimdi İran’daki işçilerin (size) sorduğu soru şudur: “Dünyanın en kapitalizm yanlısı ülkelerinden biri ile nasıl olur da Yeni Liberalizme karşı birleşmeye niyet edersiniz?”

İran’da özelleştirmenin empoze edilmesi ve çalışanların en asgari gelirden bile yoksun bırakılması baskı yoluyla gerçekleştirildi. Burada birkaç örneği dikkatinize sunuyoruz:

- 2003’de rejim üniversitelerin özelleştirilmesine girişti. Öğrenciler bütün ülkede büyük gösteriler yaptılar. Hükümet öğrencilere saldırmak için bütün güvenlik güçlerini seferber etti ve tutumunu değiştirmeyi reddetti. 2003’de binlerce öğrenci tutuklandı.

- Geçen yıl (başkent Tahran’daki) Vahid Otobüs Şirketi işçi sendikası, liderlerinden biri olan Mansur Osanlu’nun tutuklanmasını protesto için grev başlattı. Rejim bu işçileri ve ailelerini tutukladı. Hapishanelerde bu işçiler, eşleri ve çocukları dövüldü, hakarete uğradı. Osanlu hala hakkında dava açılmadan Evin Hapishanesi’nde tutuluyor ve birçok sendikacı şirket tarafından işten atıldı.

İran’da işçi sendikaları, işçi eylemleri yasaktır ve devlet sadece (resmi devlet sendikası-çn) Haneyi Karger (İşçi Evi) ve İslami Konseylerin işyerlerinde çalışmasına izin verir. Bu iki örgüt işçileri kontrol altında tutmak için devletin ajanları olarak çalışır. İşçi sınıfının herhangi bir kesimi, devletten bağımsız sendikalarda örgütlenmeye çalışınca güvenlik ve istihbarat örgütleri ile karşı karşıya kalır. Grev yasadışıdır ve greve katılan her işçi suçlu sayılır.

Sayın Başkan,

Venezuela işçi sınıfının kaderi bütün dünyadaki,özellikle de üçüncü dünyadaki işçilerin kaderine bağlıdır. Bir insan hem Venezüella işçilerinin destekçisi olup, hem de aynı zamanda İran işçilerinin trajedisini göz ardı edemez. Bu hata ilk planda Venezüella devrimine ve İran’daki işçilerle dayanışma içinde olmak isteyen ülkenizdeki emekçilere (zahmetkeşler) zarar verir. İran rejiminin devrimci olduğunu iddia etmek –ki bu sizin yaptığınız hatadır- Venezüella halkını kandırmaktır ve Venezüella halkını İran’daki asıl müttefiklerinin –İran işçi sınıfı- desteğinden yoksun bırakır.

Sayın Chavez,

İslami fundamentalizm geçen yüzyılda birçok solcuyu kandırdı. Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’daki karanlık diktatörlüklere verdiği destek kendisine utançtan başka bir şey getirmedi. Bu fundamentalistlerin görünüşteki ABD karşıtı tutumları eğer 20. yüzyılda bazı insanları kandırdıysa bile, bugün onların retorikleri ile anti-emperyalizm arasındaki fark herkes için açıktır. Kapitalizmin milyonlarca kurbanının gözlerini Venezüella’ya diktiği bir zamanda, emperyalizm için, bu ülkenin adını Suriye ve İran’la ilişkilendirmekten daha iyi bir hediye olabilir mi? Lütfen (İran cumhurbaşkanı Mahmud) Ahmedinejad’ı sizin denginiz olarak gösteren emperyalist propagandayı durdurun.

İran Üniversitelerinden Bir Grup Öğrenci,
Venezuela Devrimi için zafer umuduyla.

20 Ağustos 2006

Hizbullah lideri farklımı?


Sözde "Buch ve çetesinin ABD'nin dünya hegemonyasını yenileme stratejisi olarak benimsediği -medeniyetler savaşı-tezi,İslamcı dünyasında etkin,İslamcı güçler tarafından ve El Kaide,Taliban; Müslüman Kardeşler gibi etkin organizasyonlar ya da Saddam Hüseyin gibi devlet başkanları tarafından -Cıhad-,İslam'ın Batı medeniyetine karşı,İslam'ın zaferi için ayaklanması çağrılarıyla yanıtlamaya çalış"mışlar ve"dolayısıyla;bu güçler,batı emperyalizminin egemenliğini yenileme stratejisine karşı çıkıyor görünüyorken aslında o stratejinin öteki ucunu oluşturmayı,onlarla aynı platformda,Medeniyetler Savaşı platformlunda kalmayı aşamammışlar; Ama Hizbullah'ın lideri, bu platformu aşmışmış! ve hangi dinden olursa,olsun halkları "emperyalizm"e karşı hata "Hıristiyan Latin Amerika lideri olan Chavez"de savaşa çağırıyor'muş!
Her şey bir yana Chavez ,niye , dinsiz,Ateist olmasın ?. Kardeşi komünist olan ve kendisinin ,Venezüelalı en eski ve yakın dönemde ölen komünistinde en çok etkilendiğini söyleyen, "Latin Amerika lideri", "medeniyetler çatışması" safsatasının," çağımızın gerçeğiymiş gibi yutturmak amacıla "Hıristiyan Latin Amerika lider" diye lanse edilmek isteniyor.
Bu "farklı" Hizbullah lideri, bu sözde "anti-emperyalist "cephesine, ve yine niye, Ateistleri,Marksistleri,hata laikleri çağırmıyor! Ve yine günümüzün bu "anti-emperyalist lider!"in yalnızca bir tek "küçüktük" isteği var, o'da, Din afyondur diyenlerin, bu sözde "anti-emperyalist"cephede yer almamasıdır. Yani Marksistler bu"anti emperyalist!"cephede yer alamaz diyor.
Eh, çağımızın, emperyalizm ve proleter devrimler çağından "medeniyetler çatışması çağına dönüştüğü!" için,bu kadar "küçük bir istek"te geriye de çevrilmez ki!!.
"Buch ve çetesinin ABD'nin dünya hegemonyasını yenileme Stratejisi“ne niye ihtiyaç duysun ki? Sovyetlerin devlet-kapitalizm'i sistemi ortadan kalktı diye,kapitalizm'den, feodal dönenmemi? girdik ki; emperyalistlerde "yeni dönem"e,( yani feodal döneme) uygun olarak hegemonya stratejilerini değiştirmek ihtiyacını duysunlar. Başka türlü "medeniyiler, (yani dinler arası )çatışmanın gündeme gelmesine imkan varımı? Bu iddia ediliyor
Şarlatan, feodalizm'e "geri dönmek !" için boşuna yanıp tutuşan bir dincini,maddi hiç bir temeli olmayan"medeniyetler çatışması"safsatasına gülünüp geçilir,ama kendine "Marksist"diyen birisinin,idealizm'in,iradeciliğin, en ilke biçimini,nasıl ciddiye alırda, sayfalarca sözde "teorik" yazılarla, bundan siyasi sonuçlar çıkarıp, sınıflar arası çatışmanın merkezine yerleştirip,buna göre siyasi taktikler ve stratejiler belirlenmesini önere bilir!?.
Emperyalist-kapitalist liderler, her zaman somut ve maddi gerçekler üzeriden stratejilerini ve taktiklerini belirlerler. feodalizm'i çok gerilerde kaldığı dönemde, dinler arası çatışmayı egemenliklerinin "yenileme stratejisi" olarak belirlemek akıllarının ucunda dahi geçmez. Ve Buch'un da, hiç bir şekilde (bazı ajitasyonçu laflarının dışında) ne böyle bir taktiği,nede ABD'nin"hegemonyasını yenileme Stratejisi"oldu.Aksine,bu konuda bazı şeriatçıların iddialarını çürütmeğe çalıştılar ve çalışıyorlar .Çünkü din ve şeriat, emperyalist-kapitalist egemenliğe ve sömürüye engel değil, hiç bir zaman engel olmadı ve olamaz
Tek tanrılı dinler,feodal sistemin egemenliğini üst yapı kurumu olarak inşa edilmişti.Kapitalizm geçiş, tek tanrılı dinlerin devlet biçimlerini belirleme fonksiyonun tümüre uğradı. Çünkü, Tek tanrılı dinlere hepsi, Feodal üretim tarzının önemli özelliği olan, kapalı ekonomi,parçalanmışlık ve tekelcilik,demokrasi dışı despot devlet biçiminin egemenliğini belirler.
Feodal egemenler sınıflar(Krallar,Şahlar,Padişahlar) iktidarlarını "tanrı adına"gerçekleştirdiklerini iddia ettiklerinden ötürü, dinci örgütleri, dinci tabakaları, egemenliklerini ortağı yaparlar.Ve bazende dinci ulema sınıfı tek başına iktidara egemen olur
Serbest- rekabetçi kapitalist üretim ilişkilerinin tam egemenliği için, feodal üst yapı kurumlarına ve özellikle, dinin devleti biçimlendirme fonksiyonuna son vermesi kaçınılmaz bir zorunluluktu.Burjuvazi, bir yanda burjuva demokrasini,dini belirlediği feodal despotizm'in karşısına dikerken,diğer yandan,dinci sınıfları iktidardan uzaklaştırmak için laik sistemi, yani dinle, devlet işlerini bir birinden ayırıp, dinin devleti biçimlendirmesine son verdi(1)
Günümüzde,emperyalistlerin bazı şeriatçı güçler le çatışması, onun"egemenlik Stratejisi"ni yenileme ihtiyacından doğmuyor.Çünkü bunun doğmasının hiç bir maddi temelli yok.Emperyalistler yani,uluslar-arası tekeller tüm dünya pazarlarına egemen durumdalar.Latin Amerika'da son dönemde ortaya çıkan bazı cılız gelişmeler dışında, bugün uluslar arası Tekelleri rahatsız edecek,onları "hegemonya Stratejilerin"değişmeğe zorlayacak olan gelişmelerin ortaya çıkmadığı somut bir gerçektir.Bu bakımdan, Uluslar- arası Tekellerin emperyalist politikasını yürüten devletlerin "hegemonya stratejilerini" yenilemesi söz konusu değil.
Örneği ezilen ve sömürülen halkların, emperyalist sömürgeciliğe karşı mücadelesi, emperyalistleri,kolonyalizm'den,neo-kolanyalizm döneme geçmeğe zorlamış, emperyalistler,sömürge ülkelere göstermelik siyasi bağımsızlıkla vererek,siyasi ve ekonomik hegemonyalarını korumuşlardır. Bu durum "Batılı emperyalistlerin hegemonya stratejilerini yenilemesine tekabül ediği söylene bilinir,
Sovyetlerin dağılmasından sonra globalizm döneme girildiğine dayır düşünceler yaygınlaştırılmaya çalışıldı.Oysa, kapitalizm doğuşsudan itibaren global bir sistemdi. Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan globalleşmenin daha da gelişmesidir.Bunun için, Emperyalistlerin "globalleşme dönem ile birlikte hegemonya stratejilerini yenilemesine"gerek duydukları düşünülemez.
Sovyetlerden sonra, doludizgin ortaya çıkan burjuvazinin neo-liberal ekonomik -politikasıdır(ki, bu politika dahi 1970 ler ortaya çıkan ekonomik kriz sonucu, burjuvazi tarafından yürürlüğe koyulmuş ve süreç içersinde geliştirilmişti.) Bugün, dünya işçi sınıfının ve emekçilerin neo-liberalizm'e karşı mücadelesi, emperyalist burjuvaziyi "hegemonya stratejisini yenilme“ye zorlayacak boyutlara erişmediği yine somut bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Sovyetlerin egemen olduğu bölgelere,batılı emperyalistler,Sovyetler dağılmadan önce zaten sızmış,ve epeyce mesafe almışlardı,Sovyetler ve doğu-bloğu dağıldıktan sonlarda, buralara tam egemen oldular,aralarında çıkan küçük "çatışmalar"rağmen hep birlikte buraları hegemonyaları altına aldılar
Sovyetler'inde hegemonya peşinde koştuğu,orta-doğu ve Afrika, batılı emperyalistleri egemenliği altıda idi.Orta-doğuda petrol bölgelerine egemen olan emperyalistler,Sovyetler ile yürüttükleri hegemonya mücadelesinin ortaya çıkardığı küçük"pürüz"leri, bugünlerde gidermenin peşindeler . Orta-doğudaki bu pürüzler, emperyalistleri dünya üzerindeki "hegemonya stratejilerini yenilemeye itmediği ve itemiyeceği yine açık bir gerçektir.
En önemlisi ise "Hıristiyan emperyalistler!"i(2) "hegemonya stratejilerini yenileme" zorladığı iddia edilen İslam, gerçekten emperyalist -kapitalist sisteme karşımı? veya emperyalist -kapitalist sistemin dışında bir siyasi ve ekonomik sistemi ön görüyor mu!? veya İslam’ın ,yani şeriatın egemen olduğu toplumlarda,sömürünün ve özel mülkiyeti var olmadığı ,İslam devletin emeğin gaspını geçekleştiren bir devlet biçimi olmadığı öne sürüle bilinirimi? İslam(şeriat) bir ekonomik sistem değil ki.O aynı diğer tek tanrılı dinler gibi esas olarak siyasi ve ideolojik bir olgudur.
Aslıda, bunu inkar eden düşüncelerin amacı, emperyalistlisi-kapitalistleri stratejilerini yenilemeye zorlu yan, ekim sosyalist devrimin yerine, "İslam"geçirilmektir. Şimdi sosyalizm'in yerine, işçi ve emekçilerini önüne siyasal ve sosyal "kurtuluş umuttu!" olarak İslam sürülmek isteniliyor.
Oysa İslam, bırakın sosyalizm'in yerine geçmesini,kapitalizm'in üst yapı kurumlarınla bile çatışma içinde olan feodal üst yapı kurumudur.Zaten özel mülkiyetçi toplumların dışında, ön gördüğü bir ekonomik sistem söz konusu olmadığı gibi, toplumsal mülkiyetin azgın düşmanıdır. Sosyalizm düşmanı bir siyasi sistem nasıl sosyalizm'in yerine ,emperyalist-kapitalizm'e karşı bir alternatif sistem olabileceği iddia edile bilinir.
İslam'ın "batı medeniyet "diye nitelediği burjuva demokrasidir. Burjuva demokrasini,Hıristiyanlığın doğal bir uzantısıymış gibi göstermesinin tek nedeni, Hıristiyanlığı burjuva demokrasinin galip gelmesini önleyememesinden ötürüdür. Ona göre, demokrasinin galip gelmesini Hıristiyanlık önleyemedi, ama İslam önleyecek. Sorun budur;İslam’ın Hıristiyanlık bir çatışması söz konusu değil."Medeniyetler çatışması"diye dinler arası çatışma varmış gibi lanse edilmesi,İslam’ın esas olarak burjuva demokrasi la çatışma için olduğu göz ardı etme amacını taşıyor.
Son dönemde, batı Avrupa Hıristiyan politikacıların,burjuva demokrasinin Hıristiyan dinini bir unsuruymuş gibi lanse etmeleri,burjuva demokrasinin, feodalizm'in savunucusu Hıristiyan dinine, Kiliseye karşı verilen mücadele içinde ortaya çıktığı ve tek tanrılı dinlere karşı mücadele sürecinde içinde şekillendiği gerçeğini yok edemez.
İslam’ın "batı Medeniyeti“ne saldırmasının en önemli nedenlerinden bir,kapitalizm'in bağırdan çıkan işçi sınıfının, demokrasi mücadelesi içinde sınıf bilinççine varması ve Marksizm'in ortaya çıkması ve işçi sınıfına komünist topluma doğru yürüyüşünde yol göstermesidir.Şeriat,diyalektik ve tarih materyalizm etkinliğini, kapitalizm ve burjuva demokrasine bağlıyor ve bunları hiç af etmiyor. Komünizm nedeni olarak kapitalizm'i ve demokrasiyi gören şeriat bunun için de "Batı medeniyetini kendine hedef seçmiştir.
"İslam dünyası"denilen ülkelerin hepsinde şu veya bu oranda kapitalizmin gelişmesine sonucu işsizlik,yoksulluk,sefalet artmakta ve işçiler ve emekçiler en düşük ücretle, uzun süreli olarak çalıştırılmakta,(petrol zengini bir kaç"İslam ülkesi"nin dışındakilerin hemen hemen hepsinde durumu budur)ama buna rağmen,işçi sınıfına ve emekçiler hiç bir demokratik hak ve özgürlükler tanınmamakta.Şeriatçı veya yarı- şeriatçı diktatörlükler,burjuva demokrasini kırıntılarının dahi işlerlik kazanmasına imkan vermiyor.
Şeriatçı örgütler ise,gelişen kapitalizm karşısında,demokrasi, dolayısılar sosyalizm için mücadeleyi önlemek amacılı, işçi sınıfın bağımsız sınıf örgütlenmesine izin verilmemesi için çapa harcamaktalar.
"İslam Ülkeleri“nde, kapitalist gelişme, tamamen emperyalist sermayenin ihracı temelinde, feodal sınıfların burjuvalaştırılmalı şekilde cereyan ettiği için, etkili bir toplumsal bir demokrasi mücadelesi ortaya çıkmadı, daha doğrusu feodal bağımlık ilişkilerini parçalayan, aşiret ilişkilerini tasfiye eden,burjuva anlamda bireysel özgürlüğüne sahip vatandaş olma statüsünü tanzim eden burjuva demokrasini egemen kılmak amacılı, şeriatçı,yarı-şeriatçı despot diktatörlükleri yıkmayı hedefleyen demokrasi mücadele ortaya çıkmıyor. Ve yine bu ülkelerde,Şeriatçı örgütler, kapitalist üretim orta çıkardığı sorunlara karşı, feodal sistemi ve şeriatın tam egemenliğini alternatif bir düzen olarak öne sürüp,sözde kapitalizm yeriyorlar;bazen de,kapitalizm'e alternatif olarak"feodal sosyalizm" öne sürmekten geri durmuyorlar. Bunların tüm amacı sosyalizm'in, alternatif bir sistem olarak ortaya çıkmasını önlemektir.Bunun için en büyük düşmanları komünizm ve komünist örgütlerdir.
Emperyalist burjuvazi,şeriatın bu niteliğinden ötürü, onu komünizm'e karşı mücadelede en etkili müttefik güç yapmakta geri durmadı. Emperyalist Tekelci burjuvazi,demokrasiyi inkar eden gerici eyleminden ötürü(3),işçi ve emekçi sınıfların mücadelesine karşısında,feodal egemen sınıflarla, onun şeriatçı siyasi hareketler ile ittifakı esas aldı.
Emperyalistler, bugün şeriatın en etkin güçler ile bir çatışma içinde değil,aksine tam bir ittifak hallideler.Şeriat rejimlerinin egemen olduğu,Suudi-Arabistan, Körfez ülkeleri ve orta-doğunun diğer şeriatçı devletleri emperyalist-kapitalistlerin en etkin dayanakları ve müttefikleridir
Sözde emperyalizm'e karşı olduğu ileri sürülen İran'a gelince,İran'ın şeriatçı rejimi, emperyalistlerin desteği ve çeşitli yardımları ile ayakta kalmakta.İran,uluslar arası tekeller ile, özelikle AB la tam bir işbirliği içinde neo-liberal ekonomik-politikayı takip eder iken,işçi sınıfına,emekçilere yönelik saldırılarına aralıksız devam ediyor.İran'nın şeriatçı mollaları,tüm muhaliflerini tasfiye eder iken yanı başında emperyalistlerin desteğini gördü.(4) Mollalar,muhaliflerin tasfiye etmekte,en önemli gücünü İran,Irak savaşından aldı.ABD ve diğer batılı emperyalistler,hata Sovyet emperyalizm'i,İranın Mollalarının Saddam karşısında yenilmemesi için tüm güçlerin seferber etmekten çekinmediler.
ABD emperyalizm, Bir yandan Saddam'ı kışkırtıp, İran'a saldırtır iken,diğer yanda,İran'ın Saddam karşısında yenilmemesi için her türlü tedbiri almaktan,ona silah verip, silah satmaktan,bloke ediği paraları,el altından Mollalara iade etmekten geri durmadı.En önemlisi,savaşın sonlarına doğru,"Halkın mücahitler"isimli örgüt,silahlı ayaklanmaları,Mollaların iktidarının tehdit etmeğe başladığı sırada,Mollaların barış önerisini Saddam'a kabul ettirdi.Böylece,Mollalar,Saddam'a karşı savaşta kullandığı ordusunu,İran'daki silahlı isyanın üstüne sürerek,isyanı bastırıp,iktidarlarını sağlamlaştırdılar.
Tüm bu gerçekler dip diri ayakta durur iken,ABD'nin İran'ın şeriatçı rejimine karşı olduğu nasıl iddiası bir safsatadır.ABD'nin tek amacı,Mollalar ekonomik değil;(çünkü İran, Uluslar arası ABD kökenli Tekeller ile de sıkı bir ekonomik iş birliği içindedir)siyasi olarak (Şah dönemide olduğu gibi,) sıkı işbirliği kurmaktır. Ama,ABD, hale Şahçıları desteklediği,onları tekrar iktidara getirmekten vazgeçmediği için, Mollalar, ABD ile tam sıkı siyasi iş birliğine girmekte çekiniyorlar. ABD'nin Mollaları sıkıştırmasının tek nedeni, onları sıkı bir işbirliği kurmaya zorlamaktır.
ABD ile çatışma içinde olan şeriatçıların azınlık kesimi ise,ABD'in ve batılı Emperyalistlerin,Nato'ya bağlı ülkelerin, şeriatçı devletlerin tümünün her türlü yardımı la,ordularının kumandası,silahlandırılması ve eğitimi altında, Afganistan'da Sovyet emperyalizm'in işgaline karşı, oluşturulan şeriat ordusudur.Özelikle ABD'nin büyük çapası ve desteğinle, şeriat ordusunun,Sovyet emperyalistlerini Afganistan da yenilgiye uğrattı.ABD'nin Viatnam bozgununun bir benzerini Sovyetler, Afganistan'da yaşadı ve Afganistan'ı terk etmek zorunda kaldı. Bu savaş,Dünya gericiliği tarafından,şeriatın "komünizm!"e karşı kesin zaferi olarak ilan edildi.
Savaş sonrası,Afganistan da oluşturulan uluslar- arası şeriat ordusu,şeriat rejimlerinin egemen olamadığı,laik ve yarı- laik "İslam ülkelerin de,şeriat'ı egemen devlet biçimi haline getirmek için sefere çıktı.Şeriat göre ,laiklik,komünizm'in gelişmesine zemini oluşturuyordu. Bunun için Komünizm'in düşmanı şeriat,laikliği "İslam ülkelerin"de tasfiye etmek amacılı mücadelesini hızlandırdı.
Ama, laikliği yürürlüğe koyan "İslam ülkelerin!"nin tümü, emperyalizm'in yeni sömürgeleridir.Türkiye benzeri, laik sözde "demokratik"rejimlere sahip,faşist askeri diktatörlüklerin egemen olduğu "İslam ülkelerin!"de, işçi ve emekçilerin demokrasi ve sosyalizm için mücadelelerini ezmek için şeriatçı bir diktatörlüğe ihtiyaç olmadığı gibi,emperyalistlerin işbirliği yaptığı laik burjuvazinin yerine, şeriatçıların bu kesimini iktidar yapasın’a da gerekte yoktu.
Fakat tüm bunlara rağmen, Afganistan'daki şeriat ordusunun uzantılar;bulunduğu ülkelerde iktidara gelmek için siyasi mücadeleye giriştiler. İlk hedef aldıkları ülke,Fransan'ın,dolayısı AB emperyalizm'in egemenliği altında olan Cezayir'di.Cezayir'i iç savaş içine sürükleyen şeriatçılar,10 binlerce insanın ölümüne neden olduktan sonra geriye püskürtüldü. Bu, Sovyetler karşı kazanılan "zafer"den sonra şeriatçılar karşı indirilen en etkin ilk darbe ve aynı zamanda yükselen şeriatçı hareketlerin inişe geçişler ininde başlangıcı oldu.
Sovyetlerin dağılmasından sonra, Emperyalistler tarafından bir kenara attıran,burjuvazi’nin"radikal islam" diye adlandırdığı şeriatçıların bu kesimi,giderek emperyalistleri de kendine hedef seçti. Emperyalist sistem içinde ve emperyalistlerin güdümünde iktidar talep ide bulunan Şeriatçıların bu kesimi,emperyalistler de kafa tutması, onun "anti-emperyalist "ilerici bir konuma eriştiğini,gericilikten arındığını göstermiyor;aksine, sözde "emperyalist -kapitalist sistem"e karşı, kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliğini kabul etmesine rağmen, feodal üst yapı kurumlarını alternatif olarak öne sürüp,işçi sınıfı hareketine,sosyalizm'e,komünizm'e,burjuva demokrasine,laisizm’e karşı düşmanlığından ne taviz veriyor,nede geriye doğru en küçük bir adım atıyor.(5) Ama,Alıntısını yaptığımız yazıda artık (ne şekilde olursa,olsun)El Kaide'yi,Saddamcıları,Müslüman kardeşleri,Talibanı gerici görüyor ve emperyalistler ile çatışmalarını gericiler arası savaş olarak kabul ediğine göre,bu şeriatçı kesimin niteliği giderek açığa çıkıyor demektir.
Emperyalistler, İslamı,"ılımlı ve radikal İslam" diye bölmüyor, zaten şeriatçılar bölünmüş, Emperyalist burjuvazi ile çatışma içinde olmayan, İslam,ılımlı,çatışma içinde olanlar ada radikal deniliyor.İslam’ın birliğini savuna bir şeriatçı, Emperyalist-kapitalist sistem içinde ve emperyalizm'in güdümünde, şeriatçı güçler arasıdaki iktidar mücadelesini görmezlikten gelip,İslam’ı(yani şeriatçıları) emperyalistlerin böldüğünü öne süre bilir, ama bir "sosyalist"in niye,İslam’ın "radikal ve ılımlı" olarak bölünmesinden rahatsız olsun?gibi bir soruyu ortaya atmaya gerek yok; çünkü,işçi sınıfının siyasi,ideolojik,örgütsel önderliği ve işçi ve emekçilerin ittifakı temelinde, sosyalizm amacı doğrultusunda,anti- emperyalist, anti-kapitalist mücadelenin yerine, dinin, ideolojik, siyasi hegemonyası altında ve çeşitli dinlerin birliği temelinde sözde "anti-emperyalist mücadele" öne sürülüp, olumlanıyor Ve de dini motiflerle süslenen sözde "anti-emperyalist mücadele",ezilen, sömürülen sınıflar arası ittifakın değil, dinler arası ittifakın temelinde oluşuyor.Böylece sınıf farklılıkları göz ardı edilerek,dini temelde egemen ve sömürülen sınıfların çıkarının belirlediği"anti-emperyalist"mücadelenin oluna bilineceği empoze ediliyor.
Bu bakış açısı,kurnazca dini emekçilerin ideolojisi gibi lanse etmeye çalışıyor.Eğer bir işçi, bir yoksul emekçi,dinin ideolojik etkisi altında ise o,kişi halihazırda,kendi sınıf bilinççini kavramamış, egemen sınıfların bilinççinin etkisi altında demektir.
Sınıflı toplumlarda hangi sınıf üretim araçlarına sahipse, topluma egemen olan bilinçte,o sınıfın çıkarına hizmet eder.Ve işçi ve emekçiler sınıf mücadelesi içinde kendi sınıf bilincine varmadıkça, kaçınılmaz ve zorunlu olarak egemen sınıfların çıkarına tekabül eden bilinci kendi sınıf bilinçmiş gibi ele alıp, ona göre hareket ederler.
Sınıflı toplumlarda, egemen sınıfların ideolojik hakimiyetleri olmasa, bir gün dahi ayakta duramazlar, iktidarlarını kolay kolay koruyamazlar.Tek tanrılı dinler,feodal ve burjuva sınıfların etkin ve güçlü ideolojik silahıdır.Din egemen sömürücü sınıfların hizmetindedir,işçi ve emekçileri uyutup sömürünü devamın sağlar ve en temel fonksiyonu budur.Eğer birileri, "Müslüman işçiden","Hıristiyan işçiden" bahsediyorsa bininki, o işçi kendi sınıf bilinççinden yoksun,burjuva veya feodal egemenlerin ideolojisinin etkisi altında olan bir bilinçsiz bir köledir.
Din konusundaki bu gerçekler ortaya çıkmaması için, Dinin,"tanrı la insan arasıdaki bir ilişki miş" gibi ele alınıp,Lenin'in görüşlerinin çarpıtılmasına dahi yelten ilmiştir. Lenin'in,"din, tanrı la insan arasıdaki bir ilişkinmiş gibi kaldığı müddetçe,zararlı yok,Toplumlar ilerledikçe,üretici güçler geliştikçe,dinin toplumdaki etkisi kayıp olmaya yüz tutar " görüşleri, hiç çekinmeden "din, tanrı la insan arasıdaki ilişkidir" diye yorumlanarak,bilinçli bir tarza dinin egemen sınıfların güçlü bir silahı olduğu göz ardı edilip, dine karşı da diyalektik ve tarihi materyalizm düşüncesinin egemen olması engellenmek istenmiştir
Nitekim,Lenin'in,bilim ve teknoloji geliştikçe,toplumsal gelişme ilerledikçe,dinin toplumun üzerindeki etkisi kayıp olur, görüşleri,teorik ön görür olmaktan, pratik bir gerçeğe dönüşmüştür.Gelişmiş kapitalist ülkelerde bile, burjuva devletlerinin tüm çapalarına ,Kilisenin,gelişen toplumsal ilişkilere ayak uydurma girişimlerine rağmen, dine inanmama hızlı bir tarzda gelişiyor.Bu gelişmeleri burjuvazinin muhafazakar siyasetçileri,Kileseller dahi kabul ediyor.Almanya'da ve batı Avrupa'nın diğer ülkelerindeki "Hıristiyan"ismini kullanan partilerin oy kayıpının bir diğer nedeni olarak, yeni nesil içinde dine inanmamanın hızlı bir tarzda gelişmesi gösteriliyor.
Ve yine Lenin'in "açıktan din aleyhinde propaganda yapmayın"görüşünü tam tersine Enver hoca,Arnavutluk Sosyalist Cumhuriyeti’nde dini yasaklamış, Camileri, Kiliseleri kapatırmış,açıktan din aleyhine propagandayı serbest bıraktırmıştı. Niye "Enver Hoca yanlış yapmıştı,tanrı la insan arasıdaki ilişkiye karışmıştı" demiyorsun
Bugün kapitalist Arnavutlukta din yasağı kalkmasına ve Cami ve Kiliselerin tekrar açılmasına rağmen,dinin eski işlevini yerine getiremediği kabul ediliyor.Doğu Avrupa ülkeleri de hakeza aynı durumdadır.
Bugün dinin etkinliğini sürdürdüğü yerler,gelişmemiş,kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini etkin olduğu,Orta-doğu,Sovyetlerin etki alanının dışında kalan, Orta -Asya, ve Afrika ülkeleridir. Ve buralarda egemenliğini sürdüren ise İslam dinidir.
İslam,ateistliğin yaygınlaştığı,Kiliselerin başa çıkamadığı,Avrupa ülkelerinde dahi dinin etkinliğini yenide kurması için savaş vermekten geri durmuyor.
Şimdi,Marksizm'in din konusudaki görüşleri bir kenara atılıyor, egemen ve sömürücü sınıfların ideolojisi İslam dininin önderliğinde, sözde "anti-emperyalist ittifak ve mücadele" olabileceğini ileri süren görüşler olumlanıyor.
Bunun için, Evrensel gazetesinde Röportajı çıkan Hizbullah lideri, Enversel'in yazarları tarafından yarış halide övülmeğe devam ediyorlar.Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'la yapılan Röportaj,gerçekler ilişkisi olmayan Hizbullah'in propagandasını yapmaktadır.Güya İsrail'de ,askeri hedeflere raket atmış!.İsrail gericiler nasıl Lübnan'da, savaştan hiç bir çıkara olmayan sivillerin yaşadığı bölgeleri bombaladıysa,Hizbullah'da ayni şekilde İsrail'deki sivilleri bombaladı.Hizbullah liderinin"askeri bölgeleri bombaladık iddiası yalandır zaten bu yapaya gücü yetmez.
Haydi burjuva basın, İsrail'in sivil bölgeleri bombalandı diye yalan söyledi .Peki,İsrail gerici egemenlerinin saldırgan politikalarına karşı çıkan,İsrail'deki Marksist -Leninist parti, Arab devrimcileri ve sosyalistleri demi,İsrail le gidip savaşı yakınen izleyen ve İsrail saldırganlığına kesin tavır alan Avrupalı Marksist örgütler, Marksistler de mi yalan söyledi?.Ama Müslüman durur iken, Marksist'e kim inanır ki!..
Hasan Nasrallah'ın ırkçılığının kanıtı,İsrail devletinin Hizbullah'ın bombaladığı yerlere Arabları öne sürdüğü iddiasıdır.Haydi,İsrail devleti kendine yakışı bir tarzda ırkcı politikası gereği,Arablar öne sürdü diyelim;peki Arabların yerine sivil Yahudiler ölünseydi, Hiç bir sorun olmuyacakmıdı?.Yani Arab yerine suçsuz, savaştan hiç çıkarı olmayan, savaşa karşı olan Yahudi'nin de ölmesi isteniyor.Peki bu ırkçılık değil mi,bunun onaylamak ırkçılığı alkışlamak değil mi?
Kaldı ki Hizbullah lideri yalan söylüyor,İsrail hükümetinin, Hizbullah'ın bombaladığı ve en fazla tarip ettiği Hayfa'da Arabları savaşın önüne sürmesine gerek yok ki,çünkü Hayfa,İsrail'de Arabların en fazla yaşadığı,Arab nufüsünün en yoğun olduğu yerdir.Hizbullah'ın gerici dinci lideri suç üstü yakalanmış, bundan kurtulmanın çırpınışı içinde
Hizbullah'ın, İsrail saldırısına karşı direnmesi,ve bu direnişte başarı kazanması,hata İsrail yenilgiye uğratması bu savaşın gerici karakterinde en küçük değişiklik yapmaz. savaşın, gericiler arası savaş olduğunu gerçeğini göz ardı edemez.
1.emperyalist baylaşın savaşı sırasında, Osmanlı orduları,Çanakkale'de düşmanlarına karşı direnmiş,200 bin askerini kayıp etmesine rağmen düşmanı diğer emperyalist güçleri yenilgiye uğratması, bu savaşın, gerici emperyalistler arası baylaşın savaşının bir parçası olduğu gerçeğinde en küçük bir değişliğe yol açmadı ve Lenin,bu savaşın gericiler arası bir savaş olduğunu özel olarak vurguladı. Ama kendine "Marksist"diyen birisi Hizbullah'a direnişinden ötürü övgüler düzmekten geri durmuyor.Bu gerici savaşta hiç bir sınıfsal çıkarı olmayan binlerce emekçinin ölmesi,evlerinin, parklarının yerle bir olması "Marksist"i hiç ilgilendirmiyor,o Hizbullah'ın "zaferinin" peşinde koşuyor.
Bir an için şeriatçıların, İsrail'i,emperyalistleri,orta-doğudan söküp attıkların, iktidarların kurduklarını farz edelim;peki işçi ve emekçiler için ne değişecek,kapitalizm tasfiyemi olacak,işçilerin emekçilerin sömürülmesi sona mı erecek?. Tabi ki bunların hiç biri olmayacak.O,zaman niye işçi ve emekçiler çarpışan gerici güçleri hedef alıp,siyasi ve sosyal kurtuluşları için kapitalizm'i,her türden gericiliğin iktidarını tasfiye ederek,sosyalizm'in zaferi için mücadele etmesi? gericiler arası çelişkiden,gericiler arası çatışmada taraf olmaktan başka bir alternatif yokmu? Ama Lenin,ya devrimler gerici savaşları durdurur veya gerici savaşlar devrime yol açacak diyor.
Nitekim durmadan vurguladığım gibi Orta-Doğu'da da her iki gerici güçleri hedef alan işçi sınıfının Marksist hareketleri ortaya çıkıp,gelişiyor,sosyalizm'i işçilerin emekçiler kurtuluşu için gerçek bir alternatif olarak öne sürüyorlar.Peki Marksizm'in orta doğuda yeniden dirilmesi niye göz ardı edilerek şeriat'tan yana tavır alınıyor.?Bu görüş karşısında "ne var ki, Lenin'de Mustafa Kemal'i emperyalistlere karşı savaşta destekledi,Lenin, bu desteğinde ötürü Kemalist olmadıysa biz niye , Hizbullah'ı emperyalizm'e karşı savaşını destekledik diye Hizbullahcı olalım?"cevabı veriliyor.
Oysa Lenin'in, Kemalistleri desteklemesi le, Hizbullah'ın ve şeriatçıların emperyalistlerle çatışmasını desteklenmesi arasıda nitelik farkı var. Çünkü Lenin'in Kemalist Türkiye'nin işgale karşı verdiği savaşı desteklediği zaman,emperyalistler ve gericiler arası çelişki ve çatışma ,Ekim devrim ile birlikte yerini kapitalizm ile sosyalizm arasıdaki çelişkiye ve çatışmaya bırakmıştı;yani gericiler arası çatışma proletarya devrimine yol açmıştı.Ekim devriminin zaferi ile birlikte,özelikle Avrupa proletaryası,bir çok kapitalist ülkede Sovyetleri kuruyordu,kapitalizm tasfiye edip,sosyalizm'i kurmak için mücadeleye girişmişti.Emperyalist-kapitalist burjuvazi bu gelişmeler karşısında aralardaki tüm çelişki ve çatışmayı bir yana atıp,hep birlikte, birleşerek sosyalizm'i,proleteya devrimini tasfiye etmek için saldırıya geçmişti.Birleşen,aralarındaki çelişkiyi bir yana attan emperyalist burjuvaziye karşı,Türkiye'nin ulusal kurtuluş savaşı,Emperyalistlerin. Sovyetleri kuşatmasına ve onu tasfiye etmesine bir engeldi, bu anlamda Türkiye'nin kurtuluş savaşı,emperyalist -kapitalist gericiliğe karşı ilerici bir rol oynuyordu.Bunun yanı sıra,ekim devrimi Türkiye'nin kurtuluş savaşını derinde etkiliyor ve Türkiye'nin işgale karşı savaşı,sosyalizm'in Türkiye'de de egemen olmasının koşullarını yaratıyordu. Lenin; bu objektif koşulları gözeterek, Kemalistlerin, işgale karşı mücadelesini, sosyalizm doğru yol almayı önleyen girişimlerine rağmen emperyalist kuşatmayı zayıflattığı için destekledi.Yani gericiler arası çatışmanın taraf olmadı.
Her işgale karşı savaş doğal olarak ilerici ve devrimci olmaz.Savaş,siyasi mücadelenin doğrudan devamıdır. siyaset ise doğal olarak sınıflar tekabül eder.Eğer işgal ve işgale karşı mücadele, gerici sınıfların arasıda bir savaşsa, bu gerici bir savaştır. Bu durumda,sınıf bilinççine erişmiş proletaryanın görev bu gerici savaş karşı çıkmak,gerici savaşı durdurmaktır,durduramıyorsa,gerici savaşı devrimci savaşa dönüştürmektir.
İsrail ile Hizbullah arasındaki savaşta, her iki gericiliğe karşı çıkıldığında "gizli İsrail yanlısı"suçlanmasının gelmesini yadırgamak gerekir,Çünkü sözde"Marksizm" adına gericiler arası çatışmada taraf olunmayı alışkanlık haline getirenlerin, böylesine suçlamalarda bulunmaları yeni bir şey değil. Kenenski Hükümeti ve Menşevikler de,Lenin'i,emperyalistler ve gericiler arası savaşa karşı çıktığı için "Alman ajanlığıla"suçlamışlardı.Aynı tavır burada da karşımıza çıkıyor.(6)
Bugün,Orta-doğuda,şeriatın emperyalistler karşı mücadelede alternatif olamıyacağını belirginliye kavuşması,M.L düşüncelerin ve örgütlerin yeniden, emperyalist-kapitalizm'e ve Orta-doğunun gerici egemen sınıflarına karşı mücadelede önderlik edebilmesinin koşulları olgunlaşıyor.İzlenmesi,takip edilmesi,dayanışmaya girilmesi gereken bu gelişmedir.

Yavuz yıldırımtürk
www.yyildirim.de.vu








----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Özellikle Türkiye'de,şeriat’ın devlete egemen olması için çapa harcayan dinciler, laikliğin,dinin devlet iktidarını şekillendirilmesine son vermek olduğu gibi,devletinde dine karışmaması,dini yönlendirmemesi olarak yorumlamaya çalışmaktalar. Ve "devlet dinlere karşı tarafsız olmalı" görüşünü yaygınlaştırmak istenmekteler.Oysa, burjuva devleti, dinin üzerinde baskı kur masadı, dini yönlendirmeseldi,dincilere siyası iktidara gelmeleri için serbest çalışma imkanı tanısa idi;dini iktidardan uzaklaştırıp, laikliği egemen kılla bilir midi? Tabi ki hayır,Burjuvazi,feodal sınıflarla,dinle uzun dönemli mücadele sonucu onu iktidardan uzaklaştırıp,devleti biçimlendirmesine son verip,laikliği egemen kıldı.Ve burjuva devletinin din üzerideki baskısını sürekli hale getirdi. Başka türlü laikliğin egemen olmasına imkan yoktu.Bunun için" laiklik aynı zamanda devletin din karşısında tarafsızlığıdır" görüşler bir safsatadır ve tarihi gerçeklerle bir ilgisininde yoktur,
Emekçilerin ve işçilerin, laik ve anti-laik(yani şeriat)çatışmasında tarafsız olmalıdır çağrılar,laik ve anti-laik çatışmasının, işçi ve emekçileri "bölüyor" görüşler,sadece toplumların tarihsel ilerleyişini,ilerici ve gerici olan olguları göz ardı etmekten başka bir işe yaramaz.Her şey den önce,laiklik ve anti-laiklik kapitalizm koşullarında,ne, işçi ve emekçi sınıfları içinde var olan çelişkiden ve nede, burjuvazi(tabi ki burada feodal-burjuvaziyi,gerici burjuvaziyi kast etmiyoruz) ile proletarya arasıdaki çelişkiden doğar.Laiklik le Anti-laiklik arasıdaki çatışma, kapitalizm ile feodalizm arasıdaki çelişkiye tekabül eder.
Bunun için laik ve anti-laik çatışmasının işçi sınıfını ve emekçiler böldüğünü öne sürmek,işçi sınıfının, tarihsel olarak daha ilerici olan, sosyalizm'e daha yakın olanla,tarihsel olarak gerici,sosyalizm'e daha uzak olan olgular arasında fark görmemesini istemekten öte bir anlam ifade etmez .İşçi sınıfı tarihsel olarak ilerici olandan, devrimci olandan yana olmak zorundadır.Bunun için işçi sınıfı,laiklik le şeriat arasıdaki çatışmada kesin olarak laiklikten yana tavır almalıdır.Çünkü Laiklik bilimin, bilimsel sosyalizm'in ,materyalist düşüncenin egemen olmasına hizmet eder.
Ve yine,laiklik, burjuva demokrasi la bir arada bulunur iken,şeriat ise, burjuva demokrasi dahi olmak üzere her türlü demokrasinin düşmanıdır.Dolayısı la işçi sınıfı,her türlü despotizm'e,faşizm'e karşı demokrasiden(burjuva demokrasi dahil) yana olmak zorundadır. Nasıl ki,faşizm la, demokrasi arasıdaki mücadelenin, işçi sınıfını "Böldüğü“öne sürülemezse,laiklik la, şeriat arasıdaki çatışmada da böyle bir iddia ortaya atılamaz.
Şeriatçılar la, sözde laisizm’i savunan faşistler arasıda çatışmada dahi,faşistlerin,laikliği savunur görünmesinden dolayı,laiklik ,şeriata tercih edilmez.Her iki gericiliğe karşı savaşılır,Çünkü,faşistler gerçekten laikliği savunmaz ;12 eylül faşizm'i bunun en somut kanıtıdır.12 mart ve 12 eylül faşist darbeleri,şeriatçıların güçlenmesi için elinden geleni ardına koymamıştır.Tüm faşistler nerede iktidara gelmişlerse,laiklikten taviz verip dincileri güçlendirmişler ve iktidarlarına ortak yapmışlardır.Bunun için faşistlerin laikliği sahtedir.
(2)Emperyalist-kapitalizm'in Hıristiyanlığın bir unsuruymuş gibi ele alınması yanlıştır, "Budist Japonya"da,"dinsiz Sovyetlerde emperyalisti.Bir üst yapı kurumu olan dinin, ekonomik yapıyı belirlemesine imkan var mi? bilincin belirleyici olduğuna inanan şarlatan bir İslamcının "Hıristiyan emperyalizm"den bahsetmesi ciddiye alınırımı? bunun üzerine kapitalist-emperyalizm'e dini gömlek giydirilirimi!?
(3)Bazıları, Tekellerin gerici eğiliminden ötürü,burjuva demokrasi ile Tekelci kapitalizm bir arada bulunamazmış gibi bir sonuç çıkararak, burjuva demokrasinin, sosyalist demokrasi karşısında, tarihsel olarak gerici bir konumda olduğunu kavramıyorlar. Oysa burjuva demokrasi,miadını doldurmuştur.Bunun için emperyalizm ve proleter devrimler çağında burjuva demokrasi gericileşmiştir.Ama Şeriat la burjuva demokrasi arasıdaki çelişki,feodalizm ile kapitalizm arasıdaki çatışmaya tekabül eder ve dolayısılar burada burjuva demokrasi,feodal üst yapı kurumu olan şeriat göre tarihsel olarak ilerici konumdadır. ve yine Lenin'in vurguladığı gibi,emperyalist-kapitalizm ile feodalizm veya feodal kalıntılar arasıdaki çatışmada,emperyalist-kapitalizm tarihsel olarak ilerici konumdadır. emperyalist-kapitalist (yani tekelci kapitalist ) üretim ilişkileri,üretici güçlerin gelişmesini bir miktar engellemesine rağmen derinlemesine geliştiril.ve bunun için, emperyalizm'i feodal üretim ilişkilerini, feodal kalıntıları evrimcili bir tarzda da olsa tasfiye ederek, kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliğini sağlar;burada her şey rağmen, emperyalist-kapitalizm, ilerici bir rol oynar.Proletarya her koşulda,feodalizm'in ve feodal kalıntıların tasfiye edilmesinden,kapitalizm'in gelişmesinden yanadır;çünkü kapitalizm ne kadar gelişirse, sosyalizm'in maddi temelleri o kadar olgunlaşır.
Ama sorunun teorik olarak yukarda izah ettiğimiz şekilde olmasına rağmen, sosyal-pratikte bunun tam tersi cereyan eder;çünkü özelikle emperyalist burjuvazi,sosyalizm'in gelişmesine karşı,Feodal gericilik dahil olmak üzere ,tüm gerici güçlerle ittifak kurar ve demokrasiyi hedef alarak,feodal gericiliğin (tasfiye edilmesi bir yana)onun yaşattır ve korur.Feodal unsurlar la kurduğu ittifak sonucu,feodal üretim ilişkileri evrimci bir tarza tasfiye ederek,feodal egemen sınıfları (süreç içerside) kapitalist sömürü ilişkileri içine çeker iken,feodal üst yapı kurumlarını,burjuva demokrasine tercih eder;çünkü işçi sınıfının burjuva demokrasiden yaralanarak,sosyalizm için mücadelesini,feodal despotizm le,(Yani şeriatın biçimlendirdiği devletle),faşizm la önlemeğe çalışır.Çağımızın özelliğinden ötürü,emperyalist burjuvazini,feodal sınıflar la, feodal üst yapı kurumlarınla ittifakı esas,çatışması talidir. Yani proletarya devrim karşısında,gericiler arası ittifak esasdır
Bunun için "büyük orta-doğu projesiyle” orta-doğuya egemen olmak için ,burjuva demokratik diktatör yasını, despotizm'in,şeriatçı devlet biçimlerinin yerine geçirmek istiyor görüşlerinden hareketle,emperyalist-kapitalizm'e karşı,şeriatı , feodal egemenleri savunmaya kalmak külliyen yanlıştır.
Her şeyden önce emperyalistlerin,özelikle ABD emperyalizm'inin orta doğuya egemen olma diye ne bir amacı var, nede böyle bir sorunu;çünkü zaten ,askeri la,siyasi ve ekonomik güçler ile,yeni sömürgecilik sayesinde, dayandığı ve oluşturduğu feodal-burjuva komprador egemen sınıfların varlığınla çoktan beri orta -doğuya ve onun petrol bölgelerine egemen durumdalar.
Emperyalist burjuvazini orta-doğuya egemen olmak için burjuva demokrasine de ihtiyacı yoktur.Bunun için burjuva demokrasini, egemenliğini aracı haline getirmiyor.Sadece,şeriat karşı,burjuva demokrasiden,laiksizimden yanaymış gibi propaganda yapıyor ve sözüm ona, bu yolla orta-doğu halklarının sempatisini kazanmak istiyor.
Şeriatın egemen siyasi rejim olarak varlığını sürdürdüğü ülkelerde,demokrasi adına en küçük bir adım atmadığı gibi,Afganistan ve Irak'ta yeniden kurdukları devletleri, şeriatın hükümleri la şu veya bu şekilde biçimlendiriyor. Çünkü,Irak'ta ve Afganistan’daki,demokrasi adına ortaya sürülen yasaları ve seçme, seçilme hakkını belirleyen, feodal bağımlılık ilişkilerinin temel taşlarını oluşturan, aşiret ve din ve mezhep ilişkileridir. Bu sosyal ilişkilere uygun olarak oluşturulan sözde "demokrasi"nin burjuva demokrasi ile yakından uzaktan ne gibi bir benzenliği olabilir?.
Burjuva demokrasi, her şeyden önce, feodal bağımlık ilişkilerden kurtulmuş,(burjuva anlamda) bireysel "özgürlüğün" varlığını zorunlu görür.Feodal ilişkilerin belirleyici olduğu toplumlarda burjuva demokrasinin sözde olması kaçınılmazdır.
Emperyalistler,feodal ve yarı-feodal ilişkileri tasfiye etmeden veya tasfiyesine yönelmeden,Şii veya Sünni mezheplerini dayanağı olan,Arab,Kürt,Farsi aşiretlere dayanarak devlet kurarak,bir ülkede burjuva demokrasi egemen siyasi rejim haline getiremezler ve getirmiyorlar.Emperyalistlerin,feodal egemenlere dayanarak,orta-Asya’ya, orta-doğu'ya "demokrasi" getirdiklerini iddiaları yalandır.
Bugün emperyalistler,esas olarak, şeriatla,feodal-burjuva gericilikle, var olan ittifaklarını son erdirmemişlerdir,aksine yine orta-Asya’nın ve orta-doğunun işçilerine ,halklarına karşı, feodal-burjuva sınıfları ,onların siyasi egemenlik biçimlerini savunuyor ve desteklemeye devam ediyorlar.
Bunun için emperyalizm'in"büyük orta-doğu projesine karşı çıkıyor bozlarına bürünerek, "anti-emperyalist şeriatı!" savunmak için bahane aramaya gerek yok
(4) Şahçılar hariç,çünkü Şahçılar,Şah'a karşı kurulan ittifak tarafından tasfiye edildi
(5) Nitekim,yazımın başlarında alıntısını yaptığımız bu yazıda, ABD emperyalizm ile,El Kaide,Taliban,Müslüman kardeşler, ve Saddamcılar arasıdaki çatışmayı ("medeniyetler arası çatışmanın iki ucu"olarak yanlış tarzda nitelendirmesine rağmen)ilk kez gerici görüyor ve gericiler arası bir çatışma olduğunu kabul ediyor.Oysa şimdiye kadar,Irak’ta,El Kaide'nin,Müslüman kardeşlerin,Saddamcıların,işgalci emperyalizm'e ve "işbirliğici"dedikleri Şii Arap aşiretlerine ,Kürtlere karşı mücadelesini "yurt-severlerin" emperyalizm'e ve işbirlikçilere karşı "yurt-sever direnişi" olarak görülüyor, buna göre propaganda yapılıyordu.
Irak'taki sosyal pratik, adım başı bu savaşın gerici bir savaş olduğunu inkar edilemeyecek tarzda gösteriyor. Saddam la birlikte iktidarda olan Sünni Arab aşiretlerin,işgalle birlikte iktidarların kayıp etmeleri karşısında,Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şii Arab aşiretlerin iktidara gelmesi,Şiilere karşı katliam düzenlemesine neden oluyor.Arab aşiretleri arasıdaki iktidar mücadelesi,yoksul Şiilerin ve de Sünnilerin katledilmesine yol açıyor..Yoksul Şiilerin katledilmesini,"anti-emperyalist"savaş olarak gösterilmesini sıradan insanın "vicdan“ı dahi rahatsız ettiğinden dolayı,artık bu savaşın,gericiler arası savaş olduğu inkar edilemiyor.
(6) Hizbullah'ın lideri Röportajında nabızsa göre şerbet veriyor,"Denizden bahset, Türkiyeli devrimcilerin sempatisini kazannırsın"diye birileri kulağına fısıldamış. "Deniz Gezmiş,Filistin’e gelip İsrail'e karşı savaştı,o bizim yüreğimizdedir" diyor.Deniz yaşasaydı bugün 59 yaşında idi,Hizbullah'ın lideri ise şimdi. 46 yaşında,Deniz 19 yaşında Filistin’e gitmişti. Demek ki,Hasan Nasullah o dönemde 6 yaşındaymış Deniz'in Filistin’de unutulmaz bir mücadelesi olmadığına göre bu 6 yaşındaki çocuk,Deniz yüreğinde nasıl yaşatmış,anlaşılır gibi değil!
O,dönemde Türkiyeli devrimcilerin Filistinlerin Silahlı mücadelesine katıldıklar,İsrail karşı savaştıkları bir gerçektir.Ama o;zaman, Filistin hareketine egemen olan,anti-komünizm'i kendine silah edinen şeriatçılar değil,Filistinli devrimci demokratları,kendine Marksist diyen gruplardı.tüm bunlara rağmen, Deniz, Filistin’e savaşmak,silah eğitimi görmek için gitmedi,bir hafta,10 gün içinde gidip geri geldi. Tabi ki O,dönemde, şeriatçılar anti-komünistliklerinden ötürü,İsrail'i emperyalistleri destekler iken,Türkiyeli devrimciler,sosyalistler,Filistinlerin,Batılı emperyalistlere ve İsrail'e karşı mücadelesini destekliyor ve bu mücadeleye sempati duyuyor ve katılıyorlardı.

13 Ağustos 2006

Kemal Akbulut'u tanımak gerekirdi.
Kemal'in ölümüden tam 12 yıl geçti. 13 ağustos 1994 yıllında bir kalp krizi sonuda öldüğünü duydum. Kemal'in kalp krizi, bilinen kalp krizleriden bir değildi.
12 eylül'ün faşistleri onu işkencele felç etmişlerdi. Kars'ın Kaçmak köyüne bağlı Çargavur mezrasıda, adi bir faşist ispiyoncunun ihbarı yüzerine yakalanmış , onu yakalayan azıl faşist, MİT'ci bir üsteğmen'miş. Bu insanlık dışı yaratık, Kemal'i yakalar, yakalamaz feçi şekilde dövmüş , Askeri Cip'in arkasına bağlamış, Kars'a kadar sürüklüyerek getirmiş. İşkencesine Kars'ta da devam etmiş. Bu işkenceler sonucuda Kemal'in Kafatası zedelenmiş, beyin damarları her an patlayacak tarzda şişmiş, ve bir tarafı felç olmuş. Doktorların her an ölebileceğini söyledikleri Kemal,1994 kadar yaşadı, 13 ağustos 1994 günü, Dükkan'ın önüde oturu iken birden kalp'i durmuş. Çünkü balon şekilindeki beyin damarı en sonuda patlamıştı.
Kemal'e gizli örgütün "sırlar"ını almak için işkence yapılmamıştı.O, Kars'ta sosyalizm için mücadeleyi başlatan, ölümüne kadar bu yollundan dönmüyen,komünist bir sıra neferi, bir militan olduğu için ve intikam almak amacıla onu işkencele öldürdüler.
1962'lerde kurullan TİP, Kars'da da örgütlemek isteniyordu. Ama Kars'ta hiç kimse TİP'İ örgütlemeye cesaret edemiyordu.Çünkü,önceli "Milli emniyet"sonra "MİT" ismini alan bu gizli örgüt. uzun dönem Kars'da tam bir anti-komünist terör estirmişti. herhangi bir şekilde şüphelendiği kişiyi, suçlu ,suçsuz demeden, mahkemeye dahi çıkarmadan, kayıp eder ve izi bulunmazdı.
"Casusdur"iftirası onun her şeyi yapmasını mubah kılıyordu.Halk içinde kurtuğu gizli örgütlülükle kollu her yana uzana biliyordu. "Milli emniyet"in Kars'ta dört tarafı yüksek duvarlarla cevrilli,hiç kimsenin önüden geçmeğe dahi cesaret edemediği villa şekilideki binaları vardı. Bu binalara götürülenlerin hiç bir şekilde geri gelmediğini, Kars'lılar bilirdi. Kars'ın Sovyet sınırında olması, anti-komünizm'in habishanesine dönüşmesi için yeterli nedendi.
27 mayıs 1960 askeri darbesine kadar Kars,en fazla anti-komünist faşist baskının altında olan illerin başta gelmeğe devam etti.27 mayıs askeri darbesinin estirdiği"demokrasi rüzgarı, Kars'ın semtine dahi uğramıyordu. Bu faşist baskı altında olan Kars,Türkiye'nin en yoksul illerinden biridi. Sokakları, Kasabaları, Köyleri, yoksul, çaresiz, işsiz insanlarla doluydu. Kars'ın, batısındaki Türkiye le bağını kuracak,doğur dürüst ne kara, ne demir yolu vardı.Ve yine ne doğru dürüst hastanesi, nede( askeri doktorların dışında) hekimi. Yani Kars "Allah'a emaneti"
Böylesine koşullardaki Kars'da "sosyalist TİP" örgütlemek öyle kolay değildi. Devletin baskısının yanı sıra, devlet tarafında örgütlene sıvıl anti-komünist örgütlerin, DP ve onun devamı AP'lilerin gerici baskısı altında ve anti- komünizm'in esas,örgütlüyücüsü yürütücüsü "devlet-partisi" . CHPnin en güçlü olduğu yerde, "sosyalistTİP" örgütlemek cesaret isterdi
İşte Kars'taki lakap ile "Foto Kemal", 1963'de Kars'ta TİP örgütlemek için cesaret le ileri attılanların önüde geliyordu.
Bu dönemde bende (1962'da) "sosyalist fikir"leri, benimsiyen, istanbulda,TİP'in gençlik örgütü içinde çalışmaya başlayan Üni-öğrencisidim. ve o yıllarda Tatilde Kars'a gidiğimde, henüz Kars'ta TİP örgütlenmemişti.1963 de gittiğimde ise Kemal ve bir kaç arkadaşıla birlikte tüm baskılara göğüs gererek ortaya çıkıp, TİP Kars şubesini açmışlardı. Ama il binaları dahi yoktu.İş yerlerinde TİP'in faliyetlerini yürütüyorlardı. Kuru -temizleyicisi Hayati, garson Faik, demirci Mustafa, Fotoğrafçı Kemal Akbulut, Keresteci Musa, kardeşim Metin yıldırımtürk, Ardahanlı Avukatlar,Kemal Kaya Ve Adil Kurter, Kars'ta Avukatlığa başlayan Ayhan Soysal ve Serbil Soysal, ve sosyalist olduğu için öğretmenlikten attılan İhsan hoca, bu bir avuc insanın çapasıla Kars, 1965 seçimlerinde TİP en fazla oy alan illerin içinde yer almıştı.
Bu dönemde sonra, MİT, özel vurucu güçler örgütleyip,TİP'lileri sindirmeğe çalışmakta idi. Türkeş, Millet partisin ele geçirmeden önce MİT, Kars'ta sivil faşist gençlik örgütünü kurup, bu bir avuc insana saldırı düzenletiyor,iş yerlerine dinamitler attırıp sindirerek, TİP'den koparmaya çalışıyordu. Kemal, Metin ve diğerleri bu saldırıları geri püskürtüler,Tam tersine, MİT örgütlediği faşistleri sindirdiler.
Karsta dev-genç'in şübesin açtılar, Bu gelişmeleri durdurmak için, 1965 yıllında hükümete gelen Demirel, Kars'ı hedef seçti. En kadar gerici, fasişt, Kars'ın en zengini varsa ,hepisi bir araya gelip,ellerinde Türk bayrakları,"komünizm'i telin" mitingleri ,yürüyüşleri yaparak,TİP'lerin evlerini iş yerlerin basıp, linç etmeye teşebbüs ettiler, ama gericiliğin bu tertiplerini boşa çıkardılar,çünkü hemen hazırlanmışlar, faşistler, gericiler kayıplarının göze alamadıkları için, linç etmek için saldırıya geçmekten vaz geçmişler.
12 mart 1971 askeri darbesinin hedef aldığı yerlerin içinde Kars'da vardı, Kemal, Hayati,İhsan hoca, Ayhan Soysal, ve bazı Gençler . "Kars dev-genç davası" adı altında tutuklanıp, Diyarbakır sıkı yönetim kumandanlığına teslim edildiler. Kemal, bu habislik süresinde en cesur, ne metanetli tavır gösterenlerin başında yer aldı.Habislik sonrası yılgınlık gösterip,aktif siyasi faliyetten geri durmayan sadece Kemal kaldı.O,THKO ve TDKP'nin bir neferi olarak mücadelesine kaldığı yerden devam etti.1973 yıllında Kars'ı toparlamaya giden ve Kars yeniden toparlayan Metin'in yanı başında yer alan ve omuz omuza çalışan eskiden tek Kemal kalmıştı.
1973 sonrası Kars'ın devrimcilerin egemenlik alanı haline gelmesinde Kemal'inde bayı büyüktü.Çok geçmeden Kars ,Tüm faşistlerin sökülüp attıldığı,faşistleri destekleyen zengilerin Kars'ı terk edip kaçtığı bölge haline geldi.Kars'ın Kazalarının çoğunluğuda ve içinde "HK hareketinin " etkinlik kurmasıda, Kemal'in inkar edilmez bayı vardı.
Demirel, 12 eylül faşist generalları iş başına gelmeden önce Kars'ı hedef gösteriyordu."Kars kalesine kızıl bayrak çekildi" yalanını diline dolamıştı,Erzıncan, Erzurum faşistleri, Kars'lıları Erzincan'a, Erzurum'a sokmuyorlardı,İstanbul, Ankara seferinin yapan Kars otobüsleri, bu şehirlerin içine giremiyordu.
Başbakan Demirel, zıhrı araçların içinde, askeri konvoyla Kars'a girmek zoruda kalmıştı. Bunun için 12 eylül faşistler, iş başına gelmeden önce Kars'ıda "komünizm'iden temizlenecek yerler"in başında gösteriyordu.dolaysıla en azgın faşist saldırılarının Kars'ada yöneltiler. Bunun için, Kars'ı "sosyalistlerin kalesi" yapanlardan Kemal Akbulut,salt intikam almak amacıla korkunç işkenceye tabi tutular.
Yiğit Kemal, ömrünü sosyalizm mücadelesine verdi, Yoksuluğun ,açlığın,çaresizliğin sosyalizmle yenileceğini bilerek, durmadan savaştı.
Onu en son, Diyarbakır habishanesiden çıkarak beni ziyaret etmeğe geldikleri zaman gördü. Ve yine güleryüzlü. şık giyimlidi. yoldaş sicaklığıla bir birimize sarıldık ama bilmedim, bilemedim,bunun can yoldaşımın en son görüşüm olacağını
1979 da habisten çıktıktan sonra Kars'a gittim. o günlerde Kars'ta yoktu ,Şimdi hatıramadığı başa yer gitmiş dediler. Evine,gittim ,kardeşi Camal vardı, o'da bilmiyordu ne zaman geleceğini, sonra birkaç gün daha bekledim, birkaç kere Dükkan'ına gidim. ama gelmedi ,Kars'ta ayrılmak zorundadım.1960 lardan 1980 sonrasına kadar kesintisiz mücadelesine devam eden yoldaşıma sarılamadım. ne yazık ve ne yazık ki aradan geçen yılla sonrası, onun nasıl öldüğünü son günlerde Kızı Selam'dan öğrendim.
Kemal, bir sıra neferidi,hep öyle kaldı,hep öyle mücadele etti.
Yavuz yıldırımtürk

8 Ağustos 2006

İsrail'in Lübnan'a saldırısı ve dinci gerici Hizbullah'ın karşı -devrimci rolü


Emperyalistler ve kapitalist İsrail devleti ile dinci -gericiler arasıdaki orta-doğuya egemen olma savaşı, gerek Arab kökenli, işçilere , emekçilere , gerekse yahut kökenli işçi ve emekçilere büyük zarar ve zaiyat verdiği açık bir gerçektir,
Emperyalist -kapitalist ülkelerdeki holdingçi basın yayın organları, gerekse İslam sermayesinin basın ve yayın organları,İsrail kapitalist devletin, Lübnan'da ve Filistin'de yarattığı vahşeti sergiliyorlar.İsrail kapitalist devlet'in, Lübnan'ı yerle bir etmesini , milyonlarca işçi ve emekcinin her şeylerinin terkederek, canlarının kurtarma telaşıla, savaş bölgelerinden kaçarak, göçmen durumuna düşüp, yardım muhtaç hale gelmeleri, burjuva basın yayın organlarının en büyük malzemesi.
Washington-post, The New York Times, LeMonde,Die Welt gibi burjuvazinin önde gelen gazeteleri Lübnan'daki, Hayfa'daki "insanların dram"ların görgü tanıklarının beyanatları ışığında anlatırlarken, İslam sermayesinin yayın organları, El Cezire, El Arabiya Tv ise sadece Lübnan'daki, Gazze'deki, İsrail devletinin saldırılarından ve yarattığı insanlık dramlarından bahsediyor ve Hizbullah'ın , Hamas'ın, İsrail'de yaşıyan işçi ve emekçileri katetmesini,attıkları Füzelerle evlerinin başlarına yıkılmasını es geçiyorlar. Oysa Hizbullah'ın attığı füzeler sonucu ölen işçilerin arasında, Arab kökenli işçilerde var. Bir Arab işçisi, bu durum karşısıda "Biz Yahudi işçilerle aynı tabakta yemek yiyoruz, aynı yerde çalışıyoruz, iş veren hepimize saldırıp haklarımız ortadan kaldırıyor , Hizbullah'ın attığı füzeler hepimizi hedef alıyor" diyerek bir sosyalist gazeteye dertini anlatmaktan geri durmuyordu. (1)
İsrail burjuva devletinin son dönemde, gerek Gazze'yi yeniden işgal etmesine , gerekse Lübnan'a saldırısına, nelerin sebep olduğu,İsrail burjuvazisinin ve dinci gerici Arab örgütlerinin izlediği siyasi taktikler incelenmeden açığa çıkarılması zordur.
.1967 de de, İsrail karşısıda Nasır'ın başın çektiği Arab çephesinin yenilgiye uğraması,Savaştan az sonra Arab milliyetçiliğin önder Nasırı'n ölmesi, Arab dünyası yeni seçeneklere le baş başa bırakmıştı. Nasın'ın yerine Mısır'ın Devlet-başkanın olan Enver Sedat, Nasın'ın izlediği siyasi cizgide köklü değişikler yaparak, Sovyet emperyalistlerini terk edip, ABD ve Batılı emperyalistlere yaklaştı. ve O güne kadar, Batılı emperyalistlerin hegemonyası altındaki feodal, şeriatçı Arab krallıklarının dışındaki, Arab devletleri, İsrail'li, devlet olarak tanımıyorlardı ve İsrail'in ortadan kalmasının istiyorlardı ve bu Arab cephesinin önderliğinide Mısır yapıyordu.
Nasır'nın önderliğide ki Anti-İsrail cephesi, gelişen Arab milliyetçiliği, Batılı emperyalistlerin denetimindeki feodal,seriatçı Arab devletlerinin içinde de önemli yandaş buluyor ve Batı yanlısı şeriatcı kralıkların devrilmesini gündeme getiriyordu. Bu Kralıklar, bu durum karşısıda, Anti-İsrail cepheyi, Batılı emperyalistlere rağmen ve gönülsüz olarak desteklemek zorunda kalıyorlardı. 1967 İsrail'e karşı savaşta, tüm Arab devletlerinin birleştiğini söylemek abartılı bir tesbit değil. ABD'nin ve Batılı emperyalistlerin orta -doğudaki en önemli müttefikleriden bir olan ve Sovyet emperyalistlerine hiç yanaşmıyan Ürdün Krallığı dahi Anti-İsrail savaşına bızzat katılmak zorunda kalmıştı.
Diğerleri ise maddi destekte bulunmaktan çekinmediler. Tüm bunlara rağmen İsrail, Arab devletlerinin yenigiye uğratarak, Sovyet emperyalistlerinin "Arab dünyası"daki prestijini yerle bir etti.Aslıda bu savaş, Sovyet emperyalistleri le, ABD emperyalizm arasıdaki silahların güçünün denemesidi. Bu savaş, aynı zamanda Sovyetlere duyulan güveni sarstı ve onun güçünden, "Arab dünyası"nın şüphe duymayasına yol açtı. (2). Bu savaş , Sovyet yanlılarına ve Arap miliyetçiliğine büyük darbe vurup, onun inişe geçmesine yol açar iken, ABD ve Batılı Emperyalizm yanılısı devletlerin güçlenmesine ve Orta doğuya egemen olmalarına neden oluyordu.
Nitekin,Ürdün krallığı , savaş öncesi Ürdün'e sığına Filistinleri "devlet içinde devlet oldunuz " bahnesi le ,Ve aslıda ise, Filistinlerin, İsrail yönelik vur kaç silahlı eylemlerinin durdurdurmak amacıla, Filistinlere saldırdı ve katlıam düzenledi, Filistin katliamına( tek başına ) sesiz kalmayan (o dönemdeki) Suriye devlet başkanını, Hafız Esat'ın askeri darbe ile iktidardan düşürdü, Suriye askerleri Ürdün'den geri çekildi, Ürdün Krallığı, sağ kalan Filistinleri ülkesiden çıkarıp, Lübnan'da ve Suriye'de sürgün ve göçmen hayatı yaşamaya mahkum etti.
Bu gelişmelerden sonra, Mısır devletinin içindeki Sovyet yanılarının tasfiye eden Enver Sedat, ABD emperyaliym'i le anlaşıp İsrail'i tanıdığının İlan ederek, İsrail le anlaşmaya oturdu ve İsrail gitti ve İsrail'den, savaşla elde ettiği Mısır toprakların geri aldı.
Enver Sedat'ın bu politikasına karşı, Sovyetler yanlısı devletler ve Filistinli devrimci örgütleri karşı çıkarak, "Red-Cehpesini" oluşturdular. Irak, Suriye, Libya, Güney yemen, Sudan gibi ülkeler bu "Red- cephesi" katıldı ve Mısır'ı "Arap dünyası"dan tecrit etmenin yolları arandı
Oysa bu an'a kadar Mısır'ın önderliğide bir "Arap dünyası" oluşmuştu, Baas partilerinin önderi Nasır'dı. Nasır'ın amaç, tüm Arap devletlerini Federal bir cumhuriyeti altında toplayıp, Arabları tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. Bunun ön hazırlığı olarak Mısır la Suriye, ömürü kısa süren bir federal devlet içinde birleşmişlerdi.

"Arab dünyası"n'da, Nasır sonrası gelişmeler

Nasın'ın ölmesi, Enver Sedat'ın Nasır'ın yoluda yürümemesi,"Arap dünyası"nı öndersiz bırakmıştı. Ve ama aynı zaman , gelişen Arap milliyetçiliği karşısıda , tasfiye edilmekle yüz yüze kalan Suudi-Arabistan ve diğer Batı emperyalizm'nin hegemonyası altıda olan petro zengini Arab devletlerinin derin bir nefes almasının sağlıyor ve (Mısır la birleşerek), Sovyet Emperyalistlerinin güçünü kırmak için, Arab milliyetçiliğini, sosyalist ve komünist hareketleri etkisiz hale getirmek için güçlerinin seferber etmesine neden oluyordu.
ABD, "Red-cephesi" nin başını çekmek isteyen Saddam'ı etkisiz hale getirmek için, o an kadar uzak durdukları Iraktaki Kürt isyanın, Mustafa Barzani'yi destekledi. ABD, direk ve Iran şah'ı kanallıla, Kürt hareketine her türlü desteği vererek, Saddam'ı köşeye sıkıştırıyordu. Sonunda Saddam , ABD'ye yaklaşmaya başladı. Sovyetlerinden yan çizip, ABD ve batılı emperyalistlerle ilişkilerini geliştirdi,ateşli İsrail düşmanlığını bir yana attı. Bunun karşılığı olarak, ABD ve Iran, Kürt hareketini desteklemekten vazgeçtiler,ve Saddam'a, Kürt isyanının bastırmasının yollarını açtılar. Saddam'da Kürt isyanın bastırıp, Mustafa Barzani'yi Iran sığınmak zorunda bıraktı.
ABD emperyalizm "Red-Cephesi"nin üyelerini tek, tek hedef seçmişti, Mısır'ı ve Fas'ı,Libya'nın üzerine sürdü, bu yetmedi, "teröristleri destekliyor" bahanesile Sovyet emperyalistlerinin sesizliği altında Libya'yı bombaladılar. Böylece, Libya'yı kendi kabuğuna çekilmesini sağlar iken,Güney Yemen'in üzerine Kuzey yemeni ve Suudi-Arabistanı saldırttı ve bu yolla Güney Yemen'i, Kuzeyle tekrar birleşmek zorunda bıraktı Sudan'da şeriatçı darbe tezgahlandı ve "Red-cephesi"den çıkarıllıp, Mısır'a yaklaşması sağlandı
Ve böylece ABD'nin Orta doğuya tam egemen olmasının önüde tek engel, Filistin kurtuluş hareketi kalıyordu ve ABD emperyalizm'i bunuda haletmenin çarelerini aradı.
Filistin halkının mücadelesine önderlik eden ve Filistin halkı içinde etkin siyasi güç oluşturan FKÖ'nun, içinde yer alanlar, Küçük burjuva devrimçi hareketi El Fethi,ve "Marksist" Filistin halk cephesi ve Filistin demokratik Halk cephesi idi.
El Fetih, demokratik bir Filistin devleti kurmak için mücadele eder iken "Marksist gruplar" Filistin halkının ulusal kurtuluş mücadelesini, Filistinli ve Yahudi işçi ve emekçilerin birleşik sosyalist federal cumhuriyetinin kurulması amacına yöneldiriyorlardı.Bunun içinde İsrail burjuva devletine ve Arab gericiliğine ve emperyalizm'e karşı mücadel ediyor ve özelikle ABD emperyalizm'inin dayattığı Filistin sorununun emperyalist çözümüne karşı çıkıyorlardı.
Ama, sürgün ve göçmen Fİlistinlerin yaşamlarının sürdürmeleri, ançak zengin Arab devletlerinin yardımla mümkündü.Petro zengini şeriatçı Arab devletleri,bu yardımlarını, Filistin halkının mücadelesiden FKÖ'nun tasfiyesile birleştirmek istiyor,seriatçı güçlerin Filistin halkının mücadelesine egemen olmasını sağlamaya çalışıyor. ve bu amaçları doğrultusuda İsrail le birlikte hareket ediyorlardı. Hamas, İsrail ve Suudi-Arabistan devletlerinin yardım ve desteğile kuruldu.Ama tüm bu yardımlara rağmen, şeriatçı örgütler, bir dönem Filistin hareketi içinde etkin siyasi güç haline gelemediler.
Ama Emperyalistler, İsrail ve Arab gericiliği boş durmadılar ,FKÖ'nun tamamen askeri hedeflere yönelen,İsrail'deki sivil halkın zarar(3) görmemesine azamı dikkat gösteren, mücadelesini ezmek için Provokosyon üstüne, Provokosyon tezgahladılar, Lübnan'da iç savaş çıkarıp, Filistinleri Lübnan'dan da atmak istiyorlardı. Hıristiyan ve Müslaman Araplar arası savaş, aynı zamanda dinci gericilerin siyaset sahnesine çıktıklarının da göstergesidi.
Nasır'ın önderlik ediği Arab milliyetçiliği, Arab halkların birleştirmeği amaçlar iken, dinci gericiliğin devreye girmesi le Arab halkları dahi bir, birbirine düşürülüyordu.
İsrail devleti,(bu vesile ile) Güney Lübnan'ın işgal edip, kendi gözetim altında Hıristiyan Arablara, Filistin göçmen kamplarını bastırtarak katliam düzenletmekten bile geri durmadı. Bu katliamları durdurmak için, Suriye'nin Lübnan asker çıkarmasına ABD bile göz yumdu.
Sovyet revizyonistleri ise, bu dönemde İsrail'le arayı düzeltmenin peşinde koşuyor ve ülkesideki Yahudileri İsrail'le göndererek, İsrail Devletinin, İşgal ediği Filistin topraklarına Yahudileri yerleştirmesine yardım edip, İsrail'in sınır genişletme hareketin destekliyordu.
İç savaş sırasıda Lübnan giren İsrail devleti, Hıristiyan Arabların temizliyemediği Filistinleri,Göçmen Kamplarında kuşatarak katetmeye yeltendiği sırada, Mısır devleti araya girdi ve bu katilamı durdurttu ama, Filistinlerin Lübnan'dan çıkartıp, Gemilere bindirip Tunus'a sürgüne gönderilmesini destekledi. Yasser Arafat dahil olmak üzere Filistin Önderlerinin hemen hemen hepisi Sürgüne gönderildi. Tüm bu dramların yaşandığı sırada" Filistin sevdalısı!" şeriatcılardan en küçük tepki gelmiyordu; Aksine "komünist Filistinli örgütlerinin tasfiyesini" canı gönülden destekliyorlardı.
Fakat, Filistin halk mücadelesiden vaz geçmedi,çok geçmeden İsrail'in işgallı altında olan, Gazze ve Batı Şaria'daki Filistinler ayaklandı .Taşlarla, İsrail Askerlerine karşı mücadele eden Filistinli çocukların ve halkın mücadelesi karşısıda,İsrail ve ABD emperyalizm'i "çaresiz kallıyorlardı"
İsrail, FKÖ'nün ve Yasser Arafat'ın bu isyana damgasının vurmaması için, Örgütledikleri şeriatçı Hamas'ın özgürce hareket etmesini ve Gazze'de ve Batı Şaria'da , serbestçe şeriat'ın propangandasını yapmasını ve örgütlenmesini destekledi, Bu süreçte , ABD emperyalizm'i zaten, Sovyet emperyalizm'nin Afganistan işgal etmesine karşı , şeriatcılar la ittifak kurmuştu,Suudi-Arabistan, şeriatcı örgütlerin, hem finansmanını yerine getiriyor, hemde tüm şeriatciları, Sovyetlere karşı savaşmak için Afganistan'a gönderiyordu. Şimdi ABD'nin bir numaralı düşmanı ilan edilen, Osama Bın Ladin , ABD'nin desteğile, Suudi-Arabistan krallığı tarafıdan Şeriat ordusunun kumandanı olarak Afganistan'a gönderilmişti.
Sovyetlerin Afganistan'dan yenilgiye uğraması ve geriye çekilmek zorunda kalması,ve Iran'da Molların, tüm Muhaliflerinin tasfiye ederek(4) şeriatcı" İslam cumhurriyetini" kurmaları,Şeriat'in kesin zaferi olarak ilan ediliyor ve şeriat'i tekrar "İslam dünyasına" egemen kılmak için sefebelik başlatılıyordu. (5)
Ama ,Orta- Doğuda ve Orta -Asya'da sınıf mücadelesindeki gelişmeler, şeriatcıların amaçladıkları "İslam dünyası"na egemen olma hedefine hizmet etmiyordu.Çünkü, bir tarafdan, Iran ,İrak savaşından "zafer" le çıkan Saddam, orta -doğunun petrol kaynakların zorla ele geçirmek için saldırıya hazırlanıyor, diğer tarafdan, Iran savaşıla güçlene ordusula her kese kafa tutuyordu.
ABD emperyalizm'in etkisi altındaki petro zengini Arab ülkelerini işgal etme arzusu, onu,ABD'nin tuzağına düşmeye doğru sürüklediğini dahi fark etmemesine neden oluyordu.(5).
Birinci Körfez savaşıla, ABD ve diğer Emperyalistler , Irak'a ve diğer petro zengini, Arab ülkelerine askeri güçlerini yerleştirmeleri ,aynı zamanda,orta doğuya egemen olmak istiyen şeriat'ın amacına da önemli darbe vurdu. Bunun üzerine, Afganistan'da "Sovyetlerı yenilgiye uğratan!" şeriatcılar,tüm emperyalist devletlere karşı savaş açmaktan çekinmediler.
Filistin sorunu şeriatcilar için de, Arap halklarını etkiliyecek bir araç konumuda idi.ABD emperyalizm'i, bunun için Orta-doğuda var olan ulusal ve dinsel çelişkileri hal etmenin girişimini başlattı.Böylece kendisine karşı kullanılan bu güçlü silahı etkisiz hale getirerek, egemenliğini pekiştirmenin peşinde idiler
Yasser Arafat'ın, Filistin sorununda "emperyalist çözüm"ü kabul etmesi

Sovyetlerden sonra Saddam güvene,Körfez savaşıda Saddam destekleyen Yasser Arafat'ı,(ki 1. körfez savaşında Saddam'ı " Arab dünyası" da tek destekleyen Yasser Arafat'tı) Saddam'ın yenilgiside sonra, Mısır devlet Başkanı Hüsnü Mübarek tarafından ikna etmesile birlikte, 1993 yıllında İsrail le Filistin arasıda "bariş görüşmeleri" başlatıldı
"Oslo süreci" diye adılandırılan bariş görüşmelerinin başlaması;aynı zamanda Arafat'ın ve El- Fetih'in ,Filistin Sorununun Emperyalist çözümünü kabul etmesi demekti. ABD , kendi çıkarı doğrultusunda Filistin sorunun çözerek egemenliğini pekiştimek istiyordu Ve Bu amacı doğrultusuda İsrail devletini de "barişa" zorluyordu. ABD, aynı zamanda kendi egemenliği altında Filistin devletinin kurulmasının zeminini de hazırlıyordu..
Arafat ,böyle bir Filistin devletini kabul ederek, vede o güne kadar izlediği politikasından köklü değişiklik yaparak, İsrail devletini tanıdığını ilan edip, uzun dönem karşı çıktığı, Enver Sedat'ın çizgisine gelmiş oldu.
Bu bariş görüşmeleri sonrası , özerk Filistin bölgesi kabul edildi , Arafat ve El Fetih geriye dönüp ,özerk Filistin bölgesinin yönetimine geldiler. Ama İsrail, 1967 savaşında işgal ediği Filistin toprakların tümünü geri vermeğe yanaşmadığı gibi, Küdüs'ün Statüsünde değişiklik yapılmasını kabul etmiyordu; anlaşmazlılkların sonucu olarak, İsrail le Filistin arasıdaki çatışma yeniden başladı.Zorla barış masasına oturttuluna İsrail devleti, her zamanki gibi Filistinleri ve Arabları yok etme politikasına kaldığı yerden devam etmeye başladı.
İsrail Marksist- Leninist komünist partisininde tesbit ediği gibi, İsrail burjuva devleti, hep Filistinleri ve Arabları, silah zorula, katederek baskı altına almayı amaçlaya bir politika takip etti.. Arafat'la yeniden anlaşmazlığın patlak vermesini bahene ederek, yine hışımla Filistinlerin üzerine gitti. Onun bu, açımasız, ırkci politikası Filistinleri yeniden silah sarılmak zoruda bırakıyordu. Bu durumdan en çok yararlana ise Şeriatcı Hamas oldu
İsrail ve Filistin arasıdaki bariş sürecinin başlaması la, şeriat'a karşı olan, El Fetih, Arafat'ın yönetime gelmesi, Hamas'nın ,şeriatı egemen kılma amacına engel idi. Hamas, İsrail'in saldırgan politikasına karşı savaşını, El Fetih'in Filistine egemen olmasını baltalamala birleştirdi. Bu yolla, İsrail le savaşarak Filistin halkını etkilemek istiyordu ve buna uygun bir strateji izlemeğe başladı.Dolayısıla, "Oslo barış anlaşmasını" kabul etmediğini ve İsrail devletini tanımadığını ilan etti.
Yeniden,Filistin ile İsrail devleti arasıda başlayan çatışmayı kızıştırmak için provakosyon, üstüne provakosyon tezgahlayan Hamas,,İsrail devletinin Irkcı saldırganlığına karşı , Yahudi düşmanlığıla, ırkcılığı körükledi, İsrail devletinin Filistin halkına karşı izlediği ırkcı politikaya karşı, "İntihar eylemleri le" suikastlarla, çoluk, çocuk demeden,(6) Yahudi,Arab gözetlemeden,caddelerde, okullarda, yerleşim birimlerinde insanları katederek ırkcılıkla cevap verıyordu.
Ve böylece İsrail devletine, durmadan, daha da şiddetli tarzda Filistinlere saldırması için firsat tanıyordu ve diğer yandan ,Arafat'ın ve El Fetih'in, Filistine egemen olmadığını, olamıyacağını kanıtlamaya çalıştı ve çalışıyor.
Yasser Arafat'ın ölümüden sonra , Filistinlerin,seçimle devlet başkanı olan Mahmud Abbas, Filistin Devletinin İlan edilmesi için "Oslo barış sürecini" yeniden başlattı. ABD'nin baskısıla ,Ariel Sharon, Mahmud Abbas'ın girişimin kabul etti ,Gazze'den,Batı-Şaria'dan askerlerinin çekti,isgal ediği ve Rusya'dan gelen Yahudileri yerleştirdiği işgal bölgelerinin bazıların boşattı ve Filistin yönetimine teslim etti
Sharon'un bu politikasını partisi dahi desteklemedi ve Sharon hükümetini düşürdü. Bunun üzerine Sharon, İsrail işçi partisinin desteğile azınlık hükümeti kurarak, seçim kararı alıp, ayrı parti kurdu. Yapılan seçimlerde,Sharonsuz (ki Bu arada Sharon hastalanıp komaya girdi ) Sharon'nun partisi seçimi kazanarak, işçi partisi le hükümet kurdu. Böylece İsrail halkı, işgal edilmiş yerleşim bölgelerinin terk edilmesi politikasına destek verdi ve onayladı.
Hamas'ın " İktidarı"

İsrail seçimlerinden hemen sonra, Filistin'de de parlamento seçimleri yapıldı. Mahmud Abbas'a karşı, devlet başkanlığı seçimlerini kayıp eden Hamas, bu seçimlerde, İsrail le olan sorunlardan çok, Filistinin iç sorunların ön plana getiren kampanya düzenledi, El Fetih hükümetinin aşırı boyutlara çıkan yolsuzlukları Hamas'ın seçimi kazanmasını sağlayan temel malzeme idi.Çünkü El fetih hükümeti, ABD'in, AB'nin (aslıda Kendi egemenlikleri için ), görünüşte ise, Filistin halkının ihtiyacı ve Filistinin inşa edilmesi adına gönderilen paraları, kendi ceplerine koyup, köşeyi dönüyorlardı.
İsrail devlet'i ve ABD'i, seçimle Hamas'ın hükümette geleceğini, (önceden bilmelerine rağmen ), Latin Amerika benzeri, seçim hileleri le Hamas'ın çoğunluğu sağlamasını önlememelerinin nedeni, Haması Hükümete getirip, "ehlileştim"e amaçlarından dolayıdı.
ABD ve AB ,Hamas'ın çoğunluğu sağlayıp,seçimi kazanamsıla birlikte, hemen, Hamas'ı sıkıştırmaya başladılar, "İsrail devletin tanı ve Oslo bariş sürecine katıl yoksa , yardımlarımıza son veririz "tehditleri le sözde Hamas'ı yolla getirmek istediler. Oysa Hamas'ın, İsrail İle çatışmasındaki esas amacı, El Fetih'in, Filistin'deki siyasi egemenliğine son verip, (kendilerinin de açıkladıkları gibi) Ürdün'ün batısından, Akdenizin doğusuna kadar olan bölgede Şeriat'ı egemen kılmaktı.
Emperyalistlerin, Hamas'ı bu amacıdan vazgeçirmesi demek, Hamas'ın varlığına son verme anlamına geliyordu. Hamas'ın, şeriat rejimini egemen kılmadan, İsrail ile barış masasına oturması ,onun intiharı demekti.
Hamas , Hükümette gelir gelmez , Filistin özerk yönetimine hakim olmak için kolları sıvadı ve El Fetih le, Mahmud Abbas la egemenlik mücadelesine girdi,Hamas , Filistinlerin polist örgütüne egemen olmak için, El Fetihleri polislikten attıp, kendi örgütlü silahlı militanlarını polist yapmaya başladı, Ama Mahmud Abbas buna izin vermedi, Bu sefer El.fetih le, Hamas arasıda silahlı çatışma çıktı.
"Oslo bariş sürecine" karşı çıkıp, İsrail devlet olarak tanımamakla israr ederek, Filistine egemen olmak istiyen Hamas'a karşı, Mahmud Abbas, "Oslo barış sürecinin devam edilip edilemiyeceğini, Referandumla Filistin halkı karar versin" önerisini öne sürdü ;ama. Hamas, bunun hemen red etti, Çünkü, emperyalist çözüm olmasına rağmen,Filistin halkı,Arafatın imzaladığı Oslo bariş anlaşmasının kabul etmiş ve El fetih'in ve Arafatın desteklemişlerdi.
Filistinin Özerklik statüsü ve anayasası referandumlarla kabul edilmiş. özerk bölgenin yönetim yetkisi "devlet başkanı"na verilmişti.Filistin halkının çoğunluğu, şeriat rejimini red edip, laik siyasi yönetimi seçmişti.
Hamas'ın parlamento seçimleri le çoğunluğu sağlayarak hükümete gelmesi,Filistin halkının şeriat rejimin istediği anlamıyan gelmediğin,referandumu red eden Hamas'da çok iyi biliyordu.
Hamas, Abbas'ın referandum önerisini boşa çıkarmak için, yeni taktiklere baş vurmaktan çekinmedi, bir yandan "tamam, İsrail'i devlet olarak tanıyıp, barış sürecine kattılacağız" der iken, diğer yandan İsrail'le çatışmayı kızıştırarak, El Fetih'in taktikleri karşısında, referandumdan kaçmanın yollunu arıyor. ve Filistin içindeki egemenlik çatışmasının "Dış düşman İsrail'le" doğru kaydırarak , Mahmut Abbas'ın referandumla "Oslo barış süreci"nin devam etmesini engelemek istiyordu.
Nitekin bu taktiğini "başarıla" uyguladı, İsrail'le saldırarak, İsrail askerini kaçırarak, azılı Filistin ve Arab düşmanın İsrail devletinin azgınca, yeniden Filistinlere saldırmasının,Gazze'yi ve Batı Şaria, yerle bir etmesinin ve Filistinleri katetmesinin zeminini hazırladı.
İsrail burjuvazisi ve devleti, "kendisi gibi bağımsız!" Filistin devletinin kurulmasını gönülsüz olarak kabul ediyorlardı. Bununiçin,Firsat bulur bulmaz, bu gönülsüzlüklerini, hemen sergiliyor ve Filistin devletinin kurulmasını baltalamaya çalışıyorlar. Filistin devletinin kurulmasın istiyen ve orta-doğudaki ulusal çelişkileri çözerek egemenliklerin pekiştirmek peşinde koşan, ABD'i ve AB'dir.
Filistinlerin içinde olduğu gibi, İsrail'in içinde de bu emperyalist barış sürecini engelemek istiyen ırkcı ve Musevi gerici-dinci güçlü siyasi gruplar var. Bunların öncülüğünü yapan, bir dönem başbakanlık yapan, Benjamin Netanjahu ve partisidir.Dönem dönem bunlar, siyasi ağırlıkların ortaya koyarak "barış sürecini" işlemez hale getire biliyorlar.İsrail devletinin , Hamas'ın provakasyonunu bahane ederek,Filistine azgınca saldırmalarının,bir asker kaçırıldı diye, Filistini yeniden yakıp, yıkmalarının nedeni de budur.


Hizbullah'ın, devreye girmesinin nedeni

İsrail devleti,yine, Yasser Arafat'ın yönetimde iken ,Gazze ve Batı Şaria yerle bir ettiği, Yasser Arafat'ın barındığı konut'tu çember altına alarak, onu günlerce, aç ve susuz bırakıp,dize getirip,isteklerini kabul ettirmeğe çalıştığı sırada,Türkiye'deki şeriatcılar,dahi olmak üzere, tüm dinci gericiler, İsrail devlet'nin, bu günlerce, aylarca süren, azgın, ırkcı saldırılarına ve katliamlarına karşı,(Arafat'ın ortadan kaldırası la Hamas'ın , egemen olacağının düşünerek) kıllarını kıpırdamadılar.
O dönemde, Hizbullah,Lübnan Hükümetinde ağırlıklı olarak yer alıyordu, Suriye, askerlerini henüz Lübnan'dan çekmek zorunda kalmamıştı,en önemlisi, İsrail devletinin, Arafat'a ve Filistin'e yönelik saldirisina karşı, AB'i ve Özellikle Fransa ve Almanya, ilk kez , İsrail karşı açıktan cephe alıyorlardı ve Filistinlerin yardımına koşuyorlardı, ABD 'ise İsrail devletinin saldırılarını,bugünkü gibi açıktan destekliyemiyordu ve "İsrail kendini savunuyor "bahenesinin arkasına gizlenemiyordu.
O zamanki, İsrail başbakanı ve "Oslo barış sürecine " açıktan karşı çıkan,Benjamın Netanyahu, Schröder hükümetinin Filistinlerden yana tavır alması karşısıda."Yahudi düşmanı Hitler'in politikasını izliyorsunuz" suçlaması la, kendi ırkcılığını örtbas edip,Almanya'yı köşeye sıkıştırıp, Irkcı politikasını "haklı!" çıkarmaya çalışmasına rağmen,İsrail devletinin, Batı Avruba'da "tecrit" olmaya başlamasını önlüyemiyordu. Ama Hizbullah'dan, İsrail le karşı en küçük tepki dahi ortaya çıkmıyordu.
Tüm bunlara rağmen, ne değişti?, ne olduki?, ABD ve AB emperyalistlerinin desteği le, düne göre daha güçlü bir konumda olan İsrail'e karşı ,şeriatcılar ve Hizbullah savaş açtı.
Çünkü Artık , Hizbullah'ın silahlı bir güç olarak varlığının (Lübnan'da )sürdürülmesini,Lübnan halkının çoğunluğu istemiyor. Son yapılan seçimleri Hizbullah'ın kayıp etmesi bunun somut göstegesidir. Bir dönem, ABD emperyalizm'in istediği doğrultusunda,UN'nun( birleşik Milletlerin) Hizbullah'ın silahsızlandırmasına yönelik kararı , Lübnan hükümet tarafından yürürlüğe koyulmadı ,çünkü,Lübnan halkının o dönemde böyle bir talepi yoktu.
Hizbullah, Lübnan iç savaşıdan sonra İsrail'in, batı Lübnan'ı işgal edilmesine karşı mücadele etmek amacıla Suriye tarafından örgütlenmişti. İsrail,Hizbullah'ın silahlı mücadelesi karşısıda vede Emperyalistlerinde isteği doğrultusunda, Lübnandan çekilmek zorunda kalmıştı.
İç savaştan ve Sovyetlerın dağılmasından sonra, Lübnan devleti, yeniden ve Batılı emperyalistlerin isteği doğrultusunda, organize edilip, güçlendirilmesi için, Suriye'nin askerlerini Lübnan'dan çekmesi, Hizbullah'ın silahsızlandırılması talepi gündeme getirildi.
Suriye, Golan tepelerinin İsrail'den geri almadan, askerinin Lübnan'dan çekmeğe ve Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına yanaşmıyordu, Emperyalistler le çok sıkı ilişki içinde olan, müslüman nüfusun çoğunluğunu oluşturan Dürzi ve Sünni müslümanlar,Hiristiyan Lübnan lı Araplarla birleşerek, Suriye'nin, İsrail le olan sorununa Lübnan'ı karıştırmasına karşı çıktılar. Bu görüş Lübnan'da giderek güçlendi, yapılan son seçimlerde, Dürzi ve Sünni müslümanlar la (ki Hizbullah'ın dışıdaki Şii müslümanlarda bu cepheye katılmıştı) Hıristiyan Arablar kazandılar. Bunun üzerine, Suriye'in, Anti -Suriye kampanyasının önderliğini yapan, eski Lübnan Başbakanı Rafik Hariri suikast düzeleyip öldürdügü ileri sürüldü. Bu suikastan sonra milyonlarca Lübnan'lı, sokağa dökülüp, Suriye'i protesto etti ve Suriye'nin Askerlerini Lübnan'dan çıkarması istendi, Bunun üzerine, ABD emperyalizm, AB'ninde desteğile , Suriye'nin askerlerini Lübnan'dan çekmesi için, Suriye'yi tehdit etti., Suriye, Bu tehdit karşısında askerlerini Lübnan'dan çekti
Sıra Hizbullah'ın silahsızlandırmasına gelmişti, Lübnan Hükümeti,Hizbullah'ın silahlı kollunun, Lübnan Ordusuna katılmasını ister iken, ABD ve AB,emperyalistleri vede İsrail, Hizbulla'ın tamamen dağıtılıp, silahsızlandırlmasını istemekteler. Çünkü, Hizbullah'ı"devlet içinde, devlet" olarak hareket ederek, Lübnan devletini işlevsiz hale getirdiği ileri sürülmekte.
Hizbullah ise, silahsızlandırmalarının, yeniden iç savaşın çıkmasına ve İsrail'in, Lübnan'ın yeniden işgal etmesine neden olacağını iddia ederek, bağımsız örgütlü varlığına son verilmesine karşı çıkıyor.
Özelikle İsrail, Hizbullah'in dağıtılması için Lübnan hükümetine baskı yapıyordu. Lübnan hükümeti ise "mevcut ordumuzla Hizbullah'I dağıtamayız" gerekçesini öne sürüyordu.
Saldırgan İsrail devletinin , Hamas'ı bahane ederek ,Filistin bölgelerine azgınça saldırması,Hizbullah'ın, İsrail'e karşı mücadelede vazgeçilmezliğinin kanıtı olarak gösteriliyordu..
Tabiki, Hizbullah da önüne çıkan bu fırsatı kaçırmadı ve İsrail ordusuna saldırıp, 7 askeri öldürdü ve ikisini kaçırdı. Bu saldırı karşısında İsrail,hemen Lübnan'a saldırıp, Hizbullah'ı silah zorula dağıtmaya yanaşmıyan Lübnan hükümetini cezalandırma adına, Lübnan'ı yakıp yıkıyor. Ve gericiler arası bu savaşta ta, hiç bir sınıfsal çıkarı olmayan Lübnan halkı, çocukları öldürülüyor , 1 miyon Lübnan'lı evini, barkını terk edip, göçmen durumuna düşürülüyor.
.İsrail, Hizbullah'ın karagahlarına saldırmayıp, direk Lübnan'nın bütün bölgelerini hedef almasının nedeni, Hizbullah'ın öyle "kolay lokma" olamıyacak tarzda mezilenmiş olmasıdandı. Bir İsrail kumandanı bu durumu açıkca itiraf etmek zorunda kallarak"Hizbullah önceden, çalıların, kayalıkların arkasına gizlenerek saldırıyordu, şimdi ise dağların içine tüneller kazmışlar,kendilerini çok mükemmel donatmışlar, büyük zayiatları göze almadan, uzun dönemli savaşı kabul etmeden, buralara girmek, öyle kolay değildir" diye biliyordu. İsrail ordusunun büyük zayiat vermesi,İsrail halkının, israil devletinin ve burjuvazisinin gerici politikasına karşı isyan etmesi kaçınılmaz kılar. Bunun için İsrail, tekrar işgal ettiği Güney Lübnan'ı boşaltmayı, Uluslar arası askeri güçlerin, Lübnan -İsrail ve İsrail- Suriye sınır bölgelerine yerleştirilmesini kabul ediyor.
Çünkü, ABD ve AB emperyalistleri, Hizbullah'ı silahsızlandırmayı amaçlıyorlar, Lübnan'a uluslar- arası askeri güçlerin yerleştirilmesinin esas amacı Hizbullah'ı silahsızlandırmadır.Silahlı çatışma olmadan, Hizbullah'In silahsizlandırması veya Lübnan ordusuna katılması için Suriye'de devreye sokulmaya çalışılıyor.ve Suriye, bu konuda yardıma hazır olduğunu ilan etti.

"Sol" adı "Saddet partisi"nin politikasının takip etme

"Saadet partisi"nin ve onun politikasını "sol"dan destekleyenlerin,Türkiye'nin Lübnan'a asker göndermemesi için kampanya başlatmalarının nedeni, şeriatcı Hizbullah'ın silahsızlandırılmamasını istemelerinden dolayıdır.Çünkü, "islam dünyası" adı verilen bölgelerin her hangi birinde, karşı-devrimci silahlı mücadelenin ve karşı-devrici zorun dışında, şeriat'ın egemen olmasına imkan yoktur. Bunun için şeriatcılar silahlanıyorlar.
"Sol" adına en besbaye görüşler ile "halkın vekileri" adı verdikleri, TBMM'nin millet -vekileri"ikna! "edilmeğe çalışanlar,(7) bilinçli bir tarzda. Marksizm'in, Leninizm'in, burjuva parlamento konusuda gerçekleri ifade eden görüşlerini,( şeriatcilarla ittifak kurma adına) inkar ediyorlar.
Lenin'in, burjuvazinin ahırı dediği ve halkı kandırmaktan başka bir işlevinin olmadığını vurguladığı,Burjuva parlamentosu, "halkın temsilcilerinin meclisi!" oluyor!,ki bu meclisin statüsü,12 eylül faşizm tarafından belirlendiği, emekçilerin ve işçilerin sınıfsal çıkarının savunan, her hangi birisinin dahi meclise girmesinin önü kesildiği gerçeği tüm çıplaklığıla ortad durur iken, "halkın vekillerine!" çağrı yapılıyor!,
Saadet- partisinin taktikleri "anti-emperyalistlik "adına takip ediliyor. Oysa,Saadet-partisinin hedefi, İsrail le, şeriatcılar arasıdaki çatışmadan yararlanarak AKP'i köşeye sıkıştırıp, onu bölmek ve onun millet- vekillerinin kendisine doğru çekmektir. Bunun için Türkiye'nin , Hizbullah'ı silahsızlandırmak için Lübnan'a asker gönderilmesini önlemeğe çalışıyor. ve AKP millet- vekillerine "İslam karşı kurulan, Haçli ve Musevi ittifakının yanında yer almayın " çağrısı yapılıyor ve soruna , ("İslam dünyasına" şeriat'ı egemen kılmak amacıla,) dinler arası bir çatışma varmış gibi yaklaşılıyor, İslam dinine munsup olanları, Hıristiyanliğa ve Müseviliğe karşı birleştirmek istenliyor.
Şimdi, Saadet-partisinin,( şeriatcı anlayışına göre,) böyle bir gerici ve halkları bir birine düşürücü taktik izlemesi yadırganmaz;ama kendine "sosyalist diyen"lerin şeriatcıların taktikler ile hareket etmelerine ne demeli!?
İsrail'in, Lübnan'ı ve Filistin'i yerle bir etmesini durdurmak , masum insanların ölmesini önlemek için,Avurpa'daki sol ve "sosyalist" partilerin dahi, ateş kesin sağlanması ve Bİrleşik- milletlerin araya girmesin istediği bir dönemde, şeriatcılar la birlikte , "Lübnan'a asker gönderilmesin" kampanyası düzenleniyor.
Filistin'de ,Lübnan'da, İsrail tarafından masum insanların katedilmesini ,Nasıl durduracan?!. "Kahrolsun İsrail ve ABD emperyalizm'i" diyerekmi?, sokaklarda 2 bin, 3 bin insanla miting yaparakmı?, 4 bin tırajlı gazetede(8) İsrail'in zülümünü teşhir ederekmi?! Bu gerici savaşı durduracan!
ABD emperyalizm'ine bağlı, Emperyalizm hegemonyasına altında olan "Arab devletleri!", Filistindeki, Lübnan'daki katliamları, sadece Televizyonlarda seyir etmekle yetiniyorlar.Lübnan'daki Hizbullah örgütleyen ve silahlandıran, Iran'ın molları, İsrail saldırıları karşısıda"asıp, kesme!" nutuklarının dışında, palavra atmaktan başka bir şey yapıyorlar. Suriye ıse,Sovyetler dağıltıktan, Irak'ın işgalinden sonra, yelkenleri çoktan suya indirmiş durumda.
Sovyetler emperyalizm'in devamımış gibi gösterilen Rusya, taraftarı revizyonistleri hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyor. Çünkü çoktan Uluslar arası emperyalist semayenin güdümüne girip, onun bir parçası olmuştur, Çİn ha keza, Peki, Birleşik milletlerin dışında, hangi gerici güç çıkıpta bu savaşı ve masum insanların katedilmesini durduracak.
Halklar, Emperyalist -kapitalist sermayenin güdümüdeki ve kapitalist sistemin bir parçası olan devletlerin, Emperyalizm'e karşı çıkacağı hayalli le aldattılmasın. Maocu 3 dünya görüşleri halkları kandırmak için ortaya atılmıştır,. hiç bir somut maddi gerçeğe dayanmıyor.
Bugün istensede, istenmesede, gündemde olan gericiler arası savaş ve gerici barıştır, Lenin'in dediği gibi, Marksistler, gericiler arası barışı, gericiler arası savaşa tercih ederler. Çünkü gericiler arası savaş, savaştan hiç bir çıkarı olmayan, masum emekçılerin, işçilerin, ölümüne, sefaletlerine ve evlerinin, barklarının yıkılmasına sebep olur..
Bu gerici savaşı yok etmen tek yolu var, o'da kapitalizm tasfiye etmektir. Kapitalizm ve burjuvazi var oldukca , savaş durmaz, çünkü, aralarındaki rekabet ,egemenlik mücadelesi vede yeni pazarlar bulma ve pazarları paylaşma ihtiyacı, gerici savaş kaçınılmaz kılıyor. Masum emekçiler ve işçiler, gerici savaştan zarar görmek istemiyorlarsa, kapitalizm yok etmek için mücadele etmeleri zorunludur.
Şeriat'ın, ne emperyalizm'e karşı bir alternatif olabilmesinin maddi koşulları var ,ve,nede emperyalist-kapitalist ekonomik sistemle bir problemi .Bugün şeriat rejimini egemen olduğu Iran başta olmak üzere, tüm şeriatcı devletler, bırakın kapitalizm'i savunmalarını ,sermayenin neo- liberal ekonomik -politik programını yürürlüğe koyamakta diğer kapitalist ülkelerden geri kalmıyorlar. Şeriat, aynı zamanda işçi sınıfına, hiç bir ekonomik ve sosyal hak tanımıyan, onların açımasızca sömürülmelerinin koşullarını yaratan despot bir devlet biçimdir. onun davası kapitalizm ile değil burjuva demokrasiledir.
Şeriatcıların,Emperyalistlerle olan,çatışmasının bir diğer nedeni,bir dönem "komünizm'e karşı" ittifak kurdukları emperyalist burjuvazi tarafından bir kenara atılmalarındandır.
Oysa şeriatcılar,emperyalistlerle kurdukları ittifak sayeside, tüm "islam dünyası"na egemen olacaklarını düşünüyorlardı. Ama olmadı; Çünkü Emperyalistler, şeriatcıları, gereneksel işbirlikcisi burjuava sınıflarına, Krallara tercih etmediler.Gereneksel işbirlikçi sınıflar ,aynı zamanda orta -doğunun egemen sınıflarıdır.Emperyalistler, uzun dönem sadakatlarını denemiş ve güvenlerini kazanmış, bu egemen sınıfların yerine, şeriatcıları tercih etmelerine gerek yoktur.

Sosyalizm'i, kapitalizm'in alternatifi olmaktan hiç kimse çıkaramadı ve çıkaramaz

Ama diğer yandan, Sovyetlerın dağılmasının, kapitalizm'in dört nala. neo-liberalizm'e doğru koşmasının yaratığı, kara bulutlar, ümitsizlikler dağılıyor,. kapitalizm'in alternatifi, sosyalizm yeniden gündeme giriyor, gericilik dönemi sona eriyor , Latin-Amerika'da başlayan sosyalizm rüzgarı dünyanın dört bir tarafına yayılıyor. Gündemi belirliyen, sınıflar arası çelişki, emperyalistler ve gericiler arası çelişki değil, Ezılen sömürüle işçi sınıf ve yoksul emekçilerle, dünya burjuvazisi, sömüren egemen sınıflar arasıdaki çelişkidir
Bunun için,günümüzde Emperyalistler ve gericiler arası çatışmanın odak noktasıda yer alan, orta -doğuda dahi , Emperyalistlere ve şeriatci gericiliğe (yani kapitalizm'e) karşı, sosyalizm'i, alternatif bir sistem olarak ortaya çıkıyor ve işçi sınıfının ve onun siyasi hareket sosyalistlerin örgütlü mücadelesi, sınıf mücadelesine damgasını vuruyor.
Orta-doğuda , en gelişmiş kapitalist ülkesi İsrail'de, işçi sınıfının, burjuvazinin neo-liberal saldırlarına karşı mücadelesi yükseliyor ve kapitalizm'i hedef alıyor. Bu mücadele,İsrail'de, işçi sınıfının "sosyalist parti"lerinin doğmasına yol açıyor , İsrail burjuvazisinin, Filistinleri ezip, sindirme politikasını red eden , Yahudi ve Arab , Filistinli işçilerin ve emekcileri birliği temelinde, sosyalist federal devleti savunan, Burjuvazinin ve Arab gericilerinin körüklediği ,Yahudi ve Arab düşmanlığının empertyalist- kapitalist sistemin sonucu doğduğunu vurgulayan, çeşitli uluslara mensup emekçilerin ve işçilerin sınıf kardeşliğini temelide sosyalizm'i bir alternatif sistem olarak öne süren partiler, giderek siyasi mücadeleye ağırlıklarını koymaya başlatılar.
İsrail'de "M.L komünist partisi"nin, ortaya sürdüğü program doğrultusuda, gerek Yahudi, gerek Arap ,ve gerekse Filistinli işçiler arasıdaki çalışması ve örgütlülüğü görmemezlikten gelinerek, şeriatcıları sözde " Emperyalist"lere karşı bir alternatif olarak öne sürmek, işçi sınıfıdan , mücadelesinden ve sosyalist devrimden ümitini kesme, (insanı yanılgılara götürmekten başka) bir işe yaramaz ve yaramıyor.
İsrail'in nüfusunun %20si Arab ulusal kökenli, işçilerden , halktan ve burjuvalardan oluşmaktadır. Çoğunluğu ise işçidir , Bu işçiler, "yıllarca Sovyetlere bağımlı 'komünist partisi'ni destekledik, Sovyetler dağıltıktan sonra, bu partide kendini lağvetti, şimdi kendimiz, ODA(Arab işçi partisi)adıla bir parti kurarak, hem, Filistin sorunun emperyalist çözümüne karşı,hemde emperyalizm karşı bir alternatif olmayan, aksine emperyalist - kapitalist sistemin bir parçası olan şeriat'a , emperyalistlere, orta-doğunun egemen gerici sınıflarına ve İsrail devletine ve burjuvazisine karşı mücadelele,Yahudi, Arab ve diğer uluslardan işçilerin birliği temelde, kapitalizm'i yıkıp sosyalizm'i kurmak için yolla çıktık" diyerek, İsraildeki siyasi mücadeleye katıla biliyorlar , (son seçimlerde), İsrail parlamentosuna millet-vekili göndermişler.
Keza, orta-doğuda kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu diğer bir ülkesi, Lübnan'da,kendine "sosyalist" diyen partinin yanı sıra, yeni Markist partiler kurularak,kapitalizm'e ve burjuvaziye karşı mücadele edip, işçi sınıfını örgütlemeye başlamışlardır. Ve de, Irak'da, hem emperyalist işgale, hemde şeriatcılara, Saddam'cı milliyetçilere ve tüm milliyetçilere, kapitalizm'e karşı, mücadele eden,Irak işçi sınıfı içinde örgütlene , onların ekonomik ve siyasi mücadelesine önderlik eden Komünist partisi var , Bu parti emperyalist işgalin yanı sıra, şeriatcılara ve Baasçı miliyetçilere karşı çıktığı için, şeriatcilar tarafında "işgal yanıları!"olarak lanse edilmesine prim verenlerin, tabiki Orta-doğuda da gelişen Marksizm'i görmezlikten gelmeleri yadırganamaz.
Uluslar arası emperyalist ve kapitalist sistemin bir parçası olan, İran'ın Mollla rejimine(9) övgü düzmenlerin, Molların şeriatcı rejimine ve emperyalist -kapitalist sisteme karşı mücadele eden, küçük burjuva devrimci -demokratları, Iranlı Marksist örgütleri ve partileri yok farzedip, küçümsemeleri "doğal!" karşılanır.
Ama orta -doğuda da gelişen ve yeniden sınıf mücadelesine damgasının vuran Marksist örgütler, emperyalist- kapitalist sisteme karşı mücadelelerini, modern revizyonizm'e karşı mücadele le birleştiriyorlar ve kapitalizm'e karşı olmadan, emperyalizm'e karşı olunamıyacağı gerçeğinin işiğida yollarına devam ediyorlar.Burjuvazi ve hertürden gericilik, ne yaparsa, yapsın, Marksizm-Leninsizm,İnsanlığı kurtuluş götüren parlıyan yıldız olma niteliğini koruyor ve korumaya devam edecek.
Yavuz yıldırımtürk







-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Her zaman,Empeyalistler ve gericiler arası çelişkilerde ve çatışmalarda, bir gerici güruhun yanıda yer almayı kendine meslek edinen TKP revizyonistleri, İsrail ile Şeriatcı gericiler arasıdaki çatışmada; İsrail'deki Arab'ların'da ölmesi karşısıda (kraldan çok, kralcı kesilerek ), İsrail hükümetinin Füzele atıldıgı zaman sinyal sesler ile Arabları uyarmadığı yalanın ortaya atta biliyor Böyle bir iddiayı, bu adi revizyonistlerden başka hiç kimse ileri sürmediği bilinmelidir.
Füzelerin attılışı sırasıda sinya seslerinin Hayfa şehirinde oturanların tümünün duymamasının sağlamak teknik olarak dahi imkansızdır. Zaten Hayfa'da ölen işçiler inşatta kalışan Arap ve Yahudi işçilerdir. Revizyonistlerin Yahudi kökenli işçilerin ölmesine hiç itirazları yok. Böylece, Revizyonistlerin "sol" görünümlü burjuva ırkcıları oldukları bir kez daha (bu bakış açısıla da) kanıtlanıyor
(2)En önemlisi de, birinci derecede azılı komünizm düşmanı, islamcı dinci gericilerin , bu savaşta, İsrail ve Batılı emperyalistleri desteklemeleridi, Şimdi "Filistin yanlısı " kesilen Türkiye'nin dinci gericiler de, Sovyetleri "Komünist "görmelerinden ötürü, "komünizm'e karşı" İsrail'den ve batılı emperyalistlerden yana açık tavır alıyor ve İsrail devletin destekliyorlardı.
(3) El Fetih içinde bazı grupların, Uçak kaçırma v.s gibi eylemleri "Marksist gruplar "tarafıdan devamlı mahkum ediliyordu. Bunun sonucu olarak El Fetih, bu tip eylemlerde vaz geçmek zorunda kaldı.
(4) Iran Şah'ına karşı uzun dönem mücadele eden,faşist ve Batılı emperyalistlerin uşağı Şah'ın, her türlü zülümüne gögüs geren, Iran'lı devrimciler, demokratlar, bazı "komünistler!" şeriatcılar la Şah karşı ittifak kurma yanılgılarını canlarıla ödediler.
Iran'nın şeriatcı Mollaları, Şah'ı aratmıyacak tarzda, yurt-dışına kaçıp canının zor kurtaranların dışıdakilerin tümünü işgenceden geçirip,İdam etti, Uzun habis koşulları altında yok etti.
Şimdi Türkiye'de, Iran'daki şeriatciların devam eden zülümüne rağmen, Molla rejimine methiye düzülüyor ve Iran'nın şeriatcı rejimi göklere çıkararak, Türkiye'de de sözde "Anti- emperyalist" platforumda şeriatcılar la ittifak kurmanın zemini hazırlanıyor
Maocu 3 dünya görüşleri bunlara yol gösteriyor. sağ "sol" ayrımım gözetlemeden herkesi ABD emperyalizm'ine ve İsrail'le karşı ittifaka çağırıyorlar!.
Mao zedung,ekonomik ve siyasi sistem farkı gözetlemeden ve devleti sınıflar üst konuma koyarak ,3. ,2. dünya devletleri dediklerini, iki süper güç olarak ilan ettiği, Sovyetlere ve ABD'ne karşı ittifaka çağrıyordu. Ve böylece işçi sınıfını ,ezilen sömürülen yoksul emekçileri sosyal ve siyasal mücadelesinden koparıp ,"iki süper güçe "karşı olma adına kapitalist sistemin savuncusu konumuna sokmaya çalışıyordu.Çünkü gelişen Çin kapitalizm'nin , kapitalist dünyanın içinde yer almasının zamanı gelmişti, Mao Zedung bunun yolunun açmaya uğraşıyordu , Onun izinden Yürüyen Ping, bu yolu açtı. Günümüzün Çin'i, kapitalist dünyada saygı yerini almış durumda.
Şimdi "sosyalist" geçinen bazılar, aynı düşencele, sağ yani burjuvazinin, feodal sınıfların temsilcilerini "emperyalizm"e karşı birliğe çağrıyor! Sağcı , mevcut düzeni savunan,sistemi muhafaza eden "muhafazakar" demektir . Peki nasıl , Türkiye'nin dincileri, sağın en muhafazakar kesimleri, özel mülkiyeti, kapitalist sistemi savunduklarını inkar etmiyenleri emperyalist-kapitalist sistemi yıkma mücadelesine kattacan?,ya onlar "artık biz sağcı değiliz bu sistemi yıkmaya çalışan "sosyalistleriz" diyorlar (ki böyle bir düşünceleri ve iddiaları yok) veya "ittifak çağrısı" yapanlar emperyalist -kapitalist sistemi yıkma mücadelesiden vaz geçmişlerdir. Başka türlü bunlarla ittifak kurmaya, bir araya gelmeğe imkan varmı?, Kapitalizm'den soyutlana sözde "anti-emperyalist" mücadeleye tabiki bunlarda kattılır. Çünkü kapitalist düzeni savuna böyle bir" anti-emperyalist "mücadelenin var olmasına imkan yok. Ortaya attılan sahte bir "anti-emperyalistlik" söz konusu. Dinci böyle bir "anti-emperyalist!" mücadeleye niye katılmasınki?!
Bugün Iran ,uluslararası sermaye ile iç içe ve neo-liberalist ekonomik politikayı yürürlüğe koymuş ülkelerin içinde yer alıyor.Neo- liberal ekonomik politika sonucu Iranda da yoksuluk durmadan artıyor. Iran'ın Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedınejad, İran'da artan yoksullukla mücadele edeceğine dayır vaatlerle seçimi kazandı;ama uygulana ekonomik politikada en küçük değişikliğe gitmedi , İşçilere yönelik ekonomik saldırılar devam ediyor ve işçilere grev ve sendika hakkı vermemekte direniyorlar.
Şimdi böylesine bir Iran'ın, emperyalist sistem'e karşı mücadele etmesine imkan varmı?,Uluslar arası şirketler le , her türlü ilişkiyi sürdürü iken, bir yanda da sözde "anti-Amerikancılık" taslamakta geri durmayan şeriatcı Iran'nın demogojik propangandasına Türkiye'nin dışıda, "sol" adına inanan yok,
Iran'lı komünistlerin, Iran'lı devrimci -demokratların söylediklerine bakılmıyor,iddiaları göz ardı ediliyor,Bunun yerine şeriatcılarla koyun koyuna sözde" antı-emperyalistlik" oyun oynalıyor
(5)Saddam,Gorbacov Sovyetlerinin ,batılı emperyalistlerin saldırısını durdura bileceğini zanediyordu.Ve de, Gorbacov'la birlikte , Sovyetlerin devlet -kapitalizm'den , klasik kapitalizm'e geçmeye çalıştığıdan ,Sovyet emperyalizm'ınin tarih'e karşıma aşamasına geldiğinden dahi habersizdi.
Saddam,Kuveyt İşgal ile birlikte Sovyetlerin, Batılı emperyalistler ile birlikte hareket etmesinin açığa çıkması ,Sovyetler'e güvenerek , tüm "Arab dünyası"nı(ki hepisi, Batıl emperyalistlerin hegemonyası altında ki ülkelerdi) karşına alması, onu tecritte götürdüğünü iş işten geçtikten sonra anlıyabildi
(6) Revizyonist TKP, bu katliamın daha katmerlisinin cereyan ediği Irak'taki, Dinci gericilerin Mezhep çatışmaları sonucu, Yoksul Iraklıları, İntihar eylemleri le, suikastlarla katedilmelerini alkışlıyor. Hergün Irak'dan"cephe haberleri !" veriyor. Sözde "yurt-severler" dediği El Kaida şeriatcıları ve Saddam'ın, zengin sünni Arab aşiretlerinden oluşturduğu Milliyetçi Baaslıları.,."İşbirlikçiler" diye nitelendirdikler ise, Irak'ın nüfusunun çoğunlığunun oluşturan, Saddam'ın politikası gereği , yoksul bırakılan Şii mezhepiden Arablar ve Kürtler
Emperyalizm'e karşı savaşta "işbirlikçi" diye , zengi ve üst tabaka burjuvalar kast edilir. TKP revziyonistleri, çoğunluğu oluşturan yoksulları, fakirleri "işbirlikçi!" azınlıktaki imtiyazlı zenginleride "yurt-severler!" olarak lanse ediyor.
(7) TBMM'nin vekillerinin "halkın temsilciler" ilan edilmesinin nedeni, Irak savaşı sırasıda, Amerikan askerlerinin Türkiye'ye yerleşerek, İrak'a Kuzeyden saldırmasına için sözde izin isteyen, Hükümet tezkeresinin mecliste 2/3 çoğunluğunu sağlayamasından dolayıdır.
Bu durumun, Erdoğan hükümetine, MBK'ne, Ordu'ya rağmen ortaya çıkmış bir olaymış gibi lanse edilmeye devam ediliyor. Oysa 1 mart tezkeresinin red edilmesinden dolayı "övgü düzülmesi" gereken ,Türk ordusunun generalları ve ABD'dir. Çünkü, aslıda bunların sayesinde 1 mart tezkeresi meclis tarafından kabul edilmemiştir., ABD emperyalizm'i,generalların istediği şekilde , Türk ordusunun kuzey İrak girmesine, Kürtleri silahsızlandırmalarına,Kerkük, Musul'a kadar olan bölgeyi, Türk ordusunun kontrolüne bıraksaydı, bu övgü düzülen, Tayyip Erdoğan'ın tek tek seçip, millet-vekil yaptırdığı ve generellar adına denetleme yapan YSK onayıla seçilen "halkın temsilcileri!"nin meclisi, değil 2/3 çoğunluğula, tümünün oylarla bu "şanlı tezkere" tereddütsüz bir şekilde onaylanırdı.
Türkiye'nin "büyük savaşlar kazanmış!" tercübeli! generallarına göre, ABD, Irak'a Kuzeyden saldırmadıkca ,büyük zayiat verecekti!. Bunun içinde ellerindeki kozu iyi kulanıp,hem kuzey Irak'ı kontrol altına alacaklarıdı, hemde kuzey Irak'ın petrol bölgelerini ele geçireceklerdi. Irak kürtlerinin Türkiye'nin bu amacına isyan etmeleri karşıda, ABD, Türkiye'nin kuzey Irak'a girmesini kabul etmedi. Bunun üzerine Generallar, senelerce hizmet edikleri ABD emperyalizm'inin, Kürtleri, kendilerine tercih etmesi içlerine sindirmeyip, "Biz bu savaşa karışmıyoruz ve bizi karıştırmayın" diyerek ABD askerlerinin Türkiye'ye yerleşmesine izin vermediler ve meclis'ede bunu onaylattılar.Tabiki, Türkiye'nin bu vesile ilede olsa Irak savaşına katılmamasaı iyi oldu ;ama bu iyiliği yapan "halkın temsilçilerinin meclisi" değil Aslıda ABD ve Türkiyenin generalları arasıdaki uzlaşmazlıktır.
Şimdi ;Bu durumda övünecek ne var. Burjuva demokrasisinin kurarlarının dahi işlemediği, Evren'in yerine, parti başkanlarının tayin ediği, generalların denetimden geçirilen , Millet- vekillerinin oluşturduğu meclis'in halkın çıkarına bir karar alacağı nasıl düşünüle bilinir . Irak savaşına katılmama bu meclisin politikası olsa idi, Saddam'ın düşmesinden sonra ABD'ye yalvararak tekrar Irak'a asker göndermek istiyen Erdoğan hükümetinin, 1 mart sonraki tezkeresi 2/3çoğunlukla kabul edilmezdi.
Irak halkının hiç bir kesimi,"osmanlı"yı yeniden Irak'ta görmek istemedikleri için, Türkiye Irak'a asker gönderemedi. Olay bu, bu olayda övünülecek ne var?!.Türkiye, O dönemde Almanya'nın ,Fransan'ın savaşa katılmama, asker göndermeme politikasının dahi takip etmedi. Kendi dışındaki nedenlerden dolayı Irak savaşına katılamadı ve asker gönderemedi.

(8) Bu bilgiyi,"Star haber internet Sitesi"de, son günlerde yayınlana "Türkiyedeki gazetelerin tıraj"ini gösteren istatistik grafiğinden aldım
(9) İran'ın Mollaları, ABD kökenli, uluslar-arası tekellerle (ve özelikle petro şirketleri le) ,her türlü ekonomik ilişkilerini sürdürdükleri, onlarda özel imtiyazlar tanıdıkları halede, sözde "anti-Amerikan"lıklarında bir yana bırakmıyorlar. Oysa Mollalar her sıkıştıklarıda yanlarında, ABD emperyalistlerini buldular, Saddam'a karşı savaşta, ABD onlara silah verdi,
ABD, Mollalara karşı silahlı mücadele yürüten en güçlü örgüt "halkın mücahitleri"ni "Terörist" ilan ederek tecrit etti, Irak, Iran savaşıda, "Halkın mücahitleri"nin silahlı mücadelesi gelişme göstermesi üzerine, Mollaların (uzun dönem red ettikleri) barış anlaşmasının kabul etmesi, ABD tarafından da hemen onaylandı ve savaşa, Saddam'ın aldığı tavizlerle son verildi,böylece "halkın mücahitleri" karşısıda, Mollaların iktıdarı korundu ve yaşattıldı.
İran'ın Mollaları la ,ABD emperyalzm'i arasıdaki çatışma "kayıkçı dövüşüdür" ABD, Şah dönemiden kalan İran'ın parasını verse ve Hale Şahcıları desteklemeye devam etmese, İran'ın mollalarıla hiç bir sorunun kalmaz. Ve yakında İran'ın Molllarının, (tabiki Molla rejimine övgü düzenlerin dışında,) ABD'le kolkola girmesine hiç kimseyi şaşırmaz
.