7 Temmuz 2007

Kadir...


KADİR YALÇIN’IN YANILGISI


“Geleneksel Solcuya Zorunlu Yanıt” makalesi ile “Özgürlük Dünyası’nda” TKP ile polemiğe giren Kadir Yalçın, hangi içerikte olursa olsun “sosyalizmin“ gündeme getirilmesine itiraz ettiği için, TKP’nin “sosyalizm” görüşlerine dahi tahammül edemiyor. Çünkü sosyalizm lafına alerjisi var!..

” …’sosyalist iktidar mücadelesi verilmeksizin emperyalizme karşı mücadele edilemez’ (TKP’linin görüşü - KY) tezinin anlamı açık değil mi? Tezini, sosyalizmi savunmayanların, politik tutumu bir yana, nesnel olarak bu politik tutumu almaları olanaksız olanların, yani örneğin köylülüğün, yani şehir küçük burjuvazisinin, yani genel olarak burjuvazinin emperyalizmle çelişmelere sahip olmadıkları ve emperyalizme karşı bir mücadele yürütmelerinin olanaksız olduğu anlamı taşıdığı ortada” (KY Özgürlük Dünyası sayı 181 sf. 49–50)

KY devamlı emperyalizmin kapitalizmin bir üst aşaması ve tekelci kapitalizm olduğunu göz ardı etmeye çalışıyor ve “sosyalizmi savunmayanlar“ dediği ısrarla “anti-kapitalist olamayacak” diye tanımladığı, tekelci burjuvazinin dışındaki orta ve küçük burjuva tabaklarıdır.

Peki, Çarlık Rusya’sı dâhil olmak üzere birçok ülkede kapitalizm tasfiye ederek kurulan sosyalizmi ve proletarya diktatöryasını tek başına işçi sınıfı mı kurdu? İşçi sınıfının önderliğinde, şehir ve kır küçük burjuvazisi bu anti-kapitalist mücadeleye katılmadı mı? Marks “işçi sınıfı sosyal olarak sadece kendisini değil diğer ezilen ve sömürülen sınıfları da kurtaracak” görüşlerini boşuna mı saf etti?

Lenin, tekelci kapitalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, tekelci burjuvazinin, küçük burjuvazinin yanı sıra (ki küçük burjuvazinin tekel öncesinde de burjuvazi ile çelişkisi vardı) tekel dışı orta burjuvazi ile de çelişkisi ortaya çıktığını vurgular. Peki, Lenin, KY gibi bu çelişkinin ortaya çıkmasıyla ”kapitalizme karşı değil, sadece tekelci kapitalizme karşı mücadele edilmeli, sosyalizm için değil, tekel dışı kapitalizmi yaşatmak için mücadele edelim, yoksa tekellere karşı mücadelede orta burjuvaziyi yanımıza alamayız” mı dedi?!! Başka bir deyişle, tekelci kapitalizmin ortaya çıkmasıyla, sosyalizm için mücadelenin maddi temelleri zayıfladı mı, Lenin bunları mı iddia etti?!!

Peki, yine Lenin, açık bir tarzda tekelci kapitalizme göre tarihsel olarak daha geri olan serbest rekabetçi (veya sanayi) kapitalizminin, tekelci kapitalizme karşı savunulamayacağını, tekelci kapitalizmin, sosyalizmin arifesi olduğunu ileri sürmedi mi?

KY’nın ve “kapitalizme karşı olunmadan emperyalizme karşı olunur” tezini savunan EMEP’in reddettikleri, küçük ve orta burjuvazinin ara sınıf oldukları için kapitalist gelişme sonucu büyük kesimi özel mülkiyetten arınarak proleterleştikleri, diğer azınlık kesimin ise tekeller ile birleştiği gerçeğidir. Tekeller karşısında tasfiye ile yüz yüze olanlar, sınıfsal (sosyal) kurtuluşlarını sosyalizmde ararlar ve kaçınılmaz olarak sosyalizm için mücadeleye katılırlar. Bunun için tekelci kapitalizmle birlikte, sosyalizm için mücadelenin sınıfsal tabanı daha da genişlemiştir.

Lenin, tekelci kapitalizmi de, orta burjuvazi ile tekelci burjuvazi arasında çelişkinin ortaya çıkmasını, sosyalizm için mücadelenin daha da güçlendiğini vurgulamak için yorumluyordu; çünkü artık bir dönemin egemen sınıfı olan orta burjuvazi de mülkiyetten arınma sürecini yaşayan sınıf konumuna gelmişti. Bunun da artık sınıfsal kurtuluşunu sosyalizmde arayabilmesinin koşulları olgunlaşmıştı. Lenin, bunun için mülkiyetin ve üretim araçlarının daha azınlık sınıfın eline geçtiğini, kapitalizmin daha belirgin bir tarzda iki kutuplu (proletarya-tekelci burjuvazi) bir topluma dönüştüğü ve tekel öncesine göre kapitalizme karşı mücadelenin objektif koşullarının daha da güçlendiği tespitini yapıyordu. Ama sosyalizme karşı alerjisi olan KY tam tersine, Lenin’in aklının ucundan geçmeyen sonuçlar çıkarabiliyor. Tekelci dönemle birlikte sosyalizm için mücadelenin gündemde kaldığını ileri sürebiliyor.

Kaldı ki, tekelci burjuvazinin, kapitalist gelişmenin yarattığı olumsuzluklar sonucu küçük ve orta burjuvazinin işçi sınıfıyla birlikte anti-kapitalist mücadeleye katılmalarını önlemek için, küçük ve orta burjuvaziyi yaşatmayı amaçlayan politik taktikler ile tarih sahnesine çıktığı bilinmektedir. Tekelci burjuvazi, bu politikasıyla, küçük ve orta burjuvazinin özel mülkiyet tutkusunu diri tutup sosyalizm için mücadelenin karşısına çıkarır. Hatta tekelci burjuvazi, işçi sınıfı içinde de (revizyonizminin de sınıfsal temelini oluşturan) küçük burjuva tabakası oluşturmakta çekinmez.

Tekelci burjuvazinin, orta tabaka zengin köylülüğü ve zengin köylülüğe yakın küçük üreticileri devlet sübvansiyonlarıyla desteklediği bilinmektedir. Tarımı destekleme tüm kapitalist devletlerin özel politikalarıdır. (1)

KY, Türkiye gibi ülkelerde “emperyalizm ile çelişkisi” olan burjuva sınıfları, sadece küçük ve orta burjuvaziyle sınırlı tutmuyor. “Genel olarak burjuvazinin” emperyalizmle çelişkisi var dediğine göre, emperyalizmin “işbirlikçisi burjuvazinin” dışındaki “tekelci burjuvazinin” bir kesimi de bu “anti-emperyalist “ kategoriye girmiş oluyor ve dolayısıyla onları da “anti-emperyalist cepheye” çağırıyor. Bunun için de, burjuvazinin gericileştiğini “mutlaklaştırmamak” gerektiğini de vaaz ediyor.

Böylece “ulusal tekelci holdinglerimiz!” özellikle “OYAK’ımız!”, “emperyalizme karşı savaşta”, emperyalizme karşı “ulusal kurtuluş mücadelesinin“ temel direği olarak tarih sahnesine çıkıyor!..

KY, durmadan, “Mustafa Kemal’in, ulusal kurtuluş savaşının” mirasçısı ve onun “bağımsızlık mücadelesini” sonuçlandıracak ulusal kurtuluşçular olduklarını dilinden düşürmüyor. Arkasından da “ben Maocu değilim“ diyebiliyor.

KY’nin, “Kemalist milliyetçi” görüşlerini “sosyalist düşünceler” gibi yutturmak için, Lenin’in, Stalin’in, Komintern’in görüşlerine başvurması insanı çıldırtıyor. Lenin’in ne dediğini anlamıyor ve anlamak da istemiyor.

“Lenin’in Junious broşüründe dediği gibi ‘emperyalist devletlere karşı milli savaşlar sadece mümkün ve muhtemel değil, aynı zamanda kaçınılmaz ‘ilerici ve devrimci’ olduklarıdır.” (a.g.e sf. 50). KY, Lenin’in bu düşüncesini kendi Kemalist milliyetçi düşüncelerini aklamak için kullanmaya yelteniyor.

Lenin, emperyalizm öncesi dönemde sömürgeleştirilen ve Ekim Devrimi sonrası, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelesine giren ve girmeye başlayan, kapitalizm öncesi geri üretim (feodal veya kapalı tarım ekonomisi) ilişkileri içinde olan ve kapitalist üretim ilişkilerinin şu veya bu şekilde gelişmesi sonucu uluslaşma sürecine girmelerine rağmen, henüz burjuvazi ve proletarya ayrımların belirginleşmediği, sömürgelerin ulusal kurtuluş savaşlarında, proletaryanın demokratik devrimde öncülüğünün koşullarının olgunlaşmadığı dönemlerde, bu savaşların feodal-burjuvaların önderliğinde olsa bile ilerici ve devrimci olduğunu söyler. Lenin’in, millileşmeden, feodal veya kapalı tarım ekonomilerinden ulusal pazar etrafında kapitalistleşme sürecinin yarattığı uluslaşmayı kastettiği bilinmektedir. Emperyalist devletler, sömürüleri gereği, ulusal baskıyla, o ülkelerin uluslaşmasını önleyerek ulusal devletlerin kurmasına engel oluyordu. Ve yine Lenin, ulusalcılığın ilerici ve devrimci olmasını, uluslaşma sonucu ulusal devletlerin kurulmasına tabi kıldığı bilinmektedir.

Ama KY, kapitalizmin egemen olduğu ve demokratik devrimin aşıldığı, uluslaşmanın tamamlandığı bir ülkede, emperyalizme, yani tekelci kapitalizme karşı, sosyalist değil ulusal (milli) demokratik devrimin olabilirliğine dem vurabiliyor ve kesinlikle, feodalizmin veya kapitalizm öncesi üretim tarzının o ülkede egemen olup olmadığını tartışma konusu dahi yapmıyor.

Lenin’in kast ettiği dönemlerde, sömürge ülkeler kapitalistleşme sürecini yaşıyordu. Tabi ki bu dönemde kapitalistleşme ilerici ve devrimci idi ve kapitalizm şekillenmediğinden dolayı, sosyalizm için mücadelenin objektif koşulları yoktu. Bu dönemde, sömürge ülkelerin ulusal devletlerin kurulmasına ve uluslaşmasına engel olan emperyalistlere karşı verilen savaşların ilerici ve devrimci olmasından doğal ne var? (2)

Kaldı ki Lenin, ilerici ve devrimci gördüğü sömürgelerin milli savaşlarını, dünya proletarya devriminin bir parçası olarak görür ve dünya sosyalist devrimi mücadelesine tabi kılınmasının zorunluluğu üzerinde durur. Bunun için de kapitalist olmayan yoldan sosyalizme geçiş tezini ortaya attı. Lenin, son tahlilde anti-kapitalist olmayan, dünya kapitalist sistemini hedef almayan milli savaşlardan yana olmadı ve olmazdı.

Ki, Lenin döneminde emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olmak için yola çıkan ve onlarla kaynaşmayı amaçlayan ulusal kurtuluş savaşları henüz ortaya çıkmamıştı (yarı-sömürge ülkeleri kast etmiyorum). Yani yeni sömürgecilik dönemi henüz başlamamıştı. Bunun için de, Lenin döneminde, sömürgelerde ortaya çıkan feodal-burjuvalar sınıfların önderliğindeki ulusal kurtuluş savaşları ilerici ve devrimci idi.

” ...sömürgelerdeki burjuva demokratik hareketler ‘ulusal devrimci‘ nitelikte olduğunda bu burjuva kurtuluş hareketlerini desteklemek gerektiğini söylüyoruz” (a.g.e sf. 50) Lenin’den aldığını belirtmediği bu alıntıdan da anlaşıldığı gibi desteklemenin koşulu “demokratik bir burjuva hareketinin “ulusal devrimci” nitelikte olmasıymış. Demek ki, burjuva demokratik hareketlerin “ulusal devrimci“ olmayanları da varmış ve Lenin, sömürgelerdeki emperyalistlere karşı olan her savaşı desteklemiyormuş.

Ama KY, bu görüşlerden de (her zaman olduğu gibi) yine ters sonuçlar çıkarıp, Menşeviklerin savunduğu demokratik devrimde işçi sınıfının önderliğini inkâr eden fikirleri gündeme getiriyor. “Sosyalist iktidar mücadelesi verilmeksizin emperyalizme karşı mücadele edilemez tezini, Lenin ve Stalin’e dayandırılmış, hayır, işçi sınıfı elbette sosyalizmi perspektif edinecektir, ancak sosyalist iktidarı hedeflemeden de emperyalizme karşı mücadele eden ve desteklenmesi gerekenler, yalnızca olabilir de olur teziyle geçersizleştirmek için” (a.g.e)

Buradaki alıntıdan da anlaşılan, KY “sosyalist iktidar” mücadelesi verilebilmesinin koşullarından, yani işçi sınıfının var olduğu bir sömürge ülkeden bahsediyor ve de işçi sınıfına sosyalizmi uzak bir gelecek olarak görmesini öğütlüyor. Bu ülkede, işçi sınıfının görevi de, burjuvazinin önderliğinde “emperyalizme karşı mücadeleyi desteklemek” ve bunu “olabilirlikten, olurluğa” çevirmektir diyor. Yani proletaryanın görevi kayıtsız şartsız burjuvaziyi desteklemekmiş!.. (3)

Marksizm’den az çok haşır neşir olanlar, bu burjuva kuyrukçuluğunun aksine, Lenin’in burjuva demokratik devrim sürecinde dahi proletaryanın devrimdeki önderliğini zorunlu gördüğünü, Menşevikler ile en temel tartışmalarından birinin bu olduğunu bilir.

Ve yine Lenin’in, proletaryanın, burjuvazinin yerine getirmediği ve tamamlamadığı demokratik devrimi tamamlayıp, sosyalizme kesintisiz geçişi sağlayarak, proletarya diktatöryasının kurulması gerektiği tezini savunduğu da bilinir.

Menşevikler ise, burjuva demokratik devrim aşamasında, proletaryanın görevi burjuvaziyi, burjuva demokrasisi mücadelesinde desteklemek, burjuva demokratik devrim tamamlandıktan sonra, sosyalizm için mücadeleyi gündeme getirmek olduğunu savunan görüşleri ileri sürdükleri bilinmektedir.

Bunun için, Lenin, aşamalı ve kesintisiz devrimi savunur iken, Menşevikler “aşamalı devrimi” savunurlardı.

Demokratik devrim (isterse emperyalizme de karşı olsun), hiç bir şekilde “ulusal burjuvazinin” (küçük burjuvazi de ulusal burjuvazidir) sınıfsal varlığıyla özdeş kılınamaz. Çünkü demokratik devrim toplumsal bir aşamaya tekabül eder ve objektif bir olgudur. Demokratik devrim, feodal toplumdan, kapitalist topluma dönüşümün siyasi unsuru olarak doğar, tamamlanması kapitalizmden, sosyalizme geçişin şartların olgunlaştırır.

Bunun için sosyalizm için mücadele eden işçi sınıfı, sosyalizme geçişi olgunlaştırmak için burjuvazinin yerine getirmediği, burjuva demokratik devrimin tamamlanması görevin üstlenir ve kesin olarak sosyalizmde geçmek için demokratik devrim mücadelesinin önderi sınıfı olur.

Dolayısıyla, sosyalist devrim karşısında, feodal sınıfların ve emperyalist devletlerin kollarına atılan burjuvaziye karşı mücadeleyi de esas alır ve kaldı ki, kapitalizme (yani iç gerici burjuvaziye) karşı mücadele edilmeden, tekelci kapitalizm (yani emperyalizme) karşı mücadele edilemez görüşleri sosyal-pratik tarafından da doğrulanmıştır.

Bunun en vurucu örneğini, Vietnam, Kamboçya, Laos ve Çin halk cumhuriyetidir.

Kissinger, 27 Haziran’da Almanya’nın haftalık Die Zeit gazetesi ile yaptığı röportajda Vietnam gerçeğini ve Vietnam’la yaptıkları anlaşmaların içeriğini anlatıyor.

Kissinger, Vietnam savaşının sonra ermesi ile Vietnam’ın askerlerini Kamboçya’dan, Laos’tan çektiğini ve bölgeye istikrar geldiğini öne sürüyor. Ve yine Kissinger,1973 anlaşmasından çok önce Kuzey Vietnam ile ilişkiye geçtiklerini, 1971’lerde 500 binlik kara ordusunun %90’ını geri çekerek kara savaşına son verdiklerini, 1972’de savaşı kazandıklarını ve 1973 barış anlaşması imzaladıklarını ve geriye kalan 30 bin askeri de geriye çektiklerini ileri sürüyor.

Ve yine aralarında yaptıkları anlaşmaya göre, ABD askerlerinin tümü geri çekildikten sonra da, Vietnam’a ekonomik ve askeri yardıma devam edeceklermiş. Bu yardımın devamının şartı ise, Güney Vietnam hükümetinin iş başında kalmasıymış. Kuzey Vietnam bu anlaşmaya uymayıp, Güneydeki hükümeti dağıttığı içinde, Amerikan Kongresi Vietnam’a vaat edilen yardımların 1/3 kadarının yapılmasına karar vermiş ve bu yardım da devamlı yapılmış. Amerikan emperyalistleri, Vietnam’dan çekildikten sonra bile Vietnam’la ekonomik ilişkilerini sürdürmeye son vermemiş ve giderek geliştirmişler.

Bilindiği gibi Vietnam, ABD ve Sovyetlerin teşviki ile (anlaşma gereği Kamboçya’dan askerlerini geri çekmesinden sonra) Kamboçya’ya işgal etti. Ve ABD ile anlaşmaya yanaşmayan Kamboçya’nın devlet başkanı Prens Sihanouk‘a iktidarı devretmeyen Pol Pot’un iktidarına son verdi. Böylece Amerikalıların yeniden Kamboçya’da iktidara gelmesini istediği kapitalizm savunucusu Prens Sihanouk’u iktidara getirildi.

Bugün, Vietnam, neo-liberal ekonomik-politikayı başarıyla uygulayan Uzakdoğu ülkelerinin başında geliyor ve emperyalist-kapitalist devletlerden en fazla övgü alan ülke konumuna erişmiş. ABD devlet başkanlarının en fazla ziyaret ettiği ülkelerden biri Vietnam’dır.

Şayet, Vietnam, bu anti-emperyalist siyasi devrim döneminde, Sovyetler (veya Çin) sosyalist bir ülke olsa idi, kapitalist yolu tutmaz, antikapitalist mücadeleyle sosyalizme geçişi sağlardı ve mücadele sırasında ABD ile kapitalist yolu izlemeği garanti altına alan anlaşmaları imzalayan ve kapitalizmi geliştirmeye çalışan ulusal burjuva devrimci unsurlar tasfiye edilerek, yerlerine proletaryanın sınıfsal önderliği ikame edilirdi.

Emperyalist işgale karşı savaşan (burjuva önderliğinde ötürü) ama kapitalizmi hedef almayan, aksine aynen Kemalistler gibi kapitalist yolu tutan Vietnam’ın, emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası haline gelmesi kaçınılmazdı. Emperyalist devletlere sadece siyasi ve askeri olarak karşı olmak, emperyalist-kapitalist sistemden kopmaya yol açmaz, çünkü tayin edici olan ekonomidir yani maddedir, irade değil.

Çin, Laos ve Kamboçya da Vietnam’ ın yollundan yürüdüler ve emperyalist-kapitalist sistemin birer parçaları haline geldiler. (4)

Kaldı ki, Türkiye gibi kapitalizmin egemen olduğu, kırlarında büyük kapitalist işletmelerin her geçen gün daha da çoğaldığı bir ülkede, devrim aşamalarını tartışmak lükstür. “Demokratik devrim nasıl olmalıdır” tartışması gevezelikten öte bir anlam ifade etmiyor. (5)

KY, TKP’nin aynı görüşleri savunduğunu biliyor. TKP de bugün Türkiye’de, ABD ve AB’ne karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini esas alarak, “yabancı sermayeye karşı” Türkiye’nin tekelci kapitalizmini savunuyor ve sosyalizmden yana olmayan tekellerin “antiemperyalist” mücadeleye katılabileceklerini reddetmiyor.

Türkiye’de “sosyalizmden yana olmayacak” sınıfların, yoksullaşmanın girdabına sürüklenen küçük burjuvazi ve orta burjuvazinin alt kesimlerinin olmadığı açıktır. Geriye, “antiemperyalist“ oldukları iddia edilen tekelci burjuvalar ve orta-burjuvazinin tekellere yakın kesimi kalıyor. Tabi ki tekelci burjuvazi ve orta burjuvazinin üst kesimi sosyalizmden yana olmazlar.

KY’nın, küçük burjuvaziyi “antiemperyalist olup da, anti-kapitalist olmayan” sınıf olarak göstermesinde tek bir amacı var: o da, Türkiye’nin Tekelci burjuvazisini “anti- emperyalist“ gördüğünün, siyasi propagandasının bu temelde yürüttüğünün anlaşılmasını önlemek içindir.

Sözüm ona “kurnazlık yaparak” göz boyamaya çalışıyor. Hiç kimse “anti-emperyalist olup da, antikapitalist olmayan” sınıflardan Türkiye’nin Tekelci burjuvalarını kast edildiğini unutmasın.

Bunun için, Türkiye’nin tekelci kapitalizmi, uluslararası tekelci kapitalizmin bir uzantısı olduğu inkar edilerek bunu, dış “emperyalist güçlere” karşı savunma amacıyla “demokrasi ve bağımsızlık” mücadelesi gündeme getiriliyor.

TKP’nin, “antiemperyalist mücadeleyi, sosyalist iktidar mücadelesi ile birleştirilmelidir” ile kast ettiği “sosyalistlerin” bu “anti-emperyalist mücadelede” önderlik etmesinin zorunluluğudur.

KY’nın, TKP’ ye itirazı esası olarak buna yöneliktir ve TKP’ye “sosyalistlerin önderliği” gibi görüşleri gündeme getirip, tekelci burjuvaları ürkütme demek istiyor. Bunun içinde “Örnek vererek, sosyalizmin işçi sınıfına mal edilmesinin, sınıfın içinde bulunmayı ve sınıfın acil talepleri uğruna mücadelesiyle anti-emperyalist demokratik talepler uğruna mücadelenin sosyalizmin propagandasıyla birleştirmek gerektirdiğini anlatmıştık. Sosyalizm sınıfın mücadelesine nüfuz etmelidir. Sosyalizm propagandası “kamuoyuna” yöneltilmez.” (a.g.e - sf. 53)

Şimdi KY ‘nın ne ifade etmek istediğine bir bakalım! İşçi sınıfının “acil talepleri” (yani ücret artışları vs.) için mücadele edecek, buna ilaveten dış emperyalist güçlere karşı Türkiye’nin tekelci kapitalizmini savunmayı esas alan “anti-emperyalist demokratik talepler” (5) uğruna mücadele edilecek! Sıra sosyalizme gelince de, onun işçi sınıfıyla sınırlı propagandası yapılacak! Ama günlük sınıf mücadelesinin konusu haline getirilmeyecek! Çünkü sosyalizm propagandası “kamuoyuna” yöneltilmezmiş!

Bu satırlardan da anlaşıldığı gibi sosyalizm salt bir “ideolojik” olgu olarak ele alınıyor. Sosyalizm, kapitalizm tarafından her an yaratılan üretim ilişkileri, bir ekonomik ve siyasi sistem olarak görülmediği için onun, sadece sınıfa yönelik propagandasıyla yetinilinmesi öneriliyor. Kapitalizm, artı-değer oranını artırmak için durmadan ucuz iş gücü piyasası yaratıyor, milyonlarca insanı üretim araçlarından ve özel mülkiyetten arındırıyor, aç ve yoksul, işsiz insanların sayısı çığ gibi büyüyor, milyonlarca insan burjuvazi tarafında karın tokluğuna ve günlük 8 saattin üstünde çalıştırılıyor vs. Tüm bunların nedeninin kapitalizm olduğu, kapitalist sistemden kurtulmadıkça, yani iş-gücü meta olmaktan çıkarılmadıkça, kar ve pazar için üretimin gerçekleştirilmesine son verilmedikçe, yani sosyalizm inşa edilmedikçe işsizliğin, açlığın, yokluğun, çaresizliğin, sefaletin ortadan kalkmayacağı anlatılamazmış!.. Kapitalizm, her geçen gün sosyalizm’in maddi temellerini yaratıyor. Bir sosyalistin görevi bu maddi olguları bilince çıkarmaktır. KY’nın itirazı bu maddi olguların bilince çıkarmaya yöneliktir.

Burjuvazinin temsilcileri ve siyasi partileri, yoksulluğun, işsizliğin, çaresizliğin durmadan çığ gibi büyüdüğü gerçeğini gizlemiyorlar. Ama bunun gerçek nedenini göz ardı ederek, baştaki hükümetlerin izlediği ekonomi-politikaya bağlıyorlar. Kapitalist sisteme dokunmayan burjuva hükümetlerin bir gidip, diğer geliyor ama değişen hiç bir şey olmuyor. Çünkü kapitalizm dipdiri ayakta kaldıkça, işsizliğin, çaresizliğin, yoksulluğun, sefaletin ortadan kalkmasına imkân varmı?

Bir dönem, sosyalizm’in korkusuyla sosyal-devlet politikası izleyen burjuvazinin, sosyalizm’in tasfiyesi ile sosyal devlet politikasını terk ederek, neo-liberal politikayı tüm dünya çapında izlemeye başladığı bilinmektedir. Ama Türkiye’de neo-liberalizmden sadece devlet işletmelerinin özelleştirilmesi anlaşıldı. Oysa neo-liberal politikaların esas amacı ucuz iş-gücü yaratarak, mutlak ve nispi artı-değer oranını yani burjuvazinin, karını, sermayesini, sermaye birikimini, rantı durmadan artırmaktı. 12 Eylül generallerinin faşist darbesi bunun için yapılmadı mı?

Bugün, Türkiye’de özel teşebbüse ait işletmelerde çalışan işçilerin sadece % 6,5 sendikalı, 10 milyon üstünde işçi olmasına rağmen, 400–500 bin işçi sendika, grev ve toplu sözleşme hakkı sahip. (6)

Böylesine bir ülkede sosyalizmin kapitalizme karşı alternatif bir ekonomik ve siyasi sistem olarak öne sürülmesine itiraz ediliyor.

“Gündemde olan anti-kapitalist değil, anti-emperyalist demokrasi mücadelesidir” deniliyor. Bunun içeriği ne, hangi ekonomik ve siyasi sistemi ön görüyor, bunlar belli değil, antiemperyalist demokratik devrim lafları dahi edilmiyor. Yani ortada iktidar talebi yok. “Demokrasi“ise anti-feodal içerikte de değil.

Lenin “bütün köylülükle birlikte otokrasiye karşı” dediği zaman feodal çarlık diktatöryasına karşı burjuva demokrasisi için mücadeleyi kastettiğini herkes bilir.

KY, feodalizme karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadele arasında fark görmüyor. Oysa bu iki sistem arasında nitelik farkı var. Feodalizmin alternatifi kapitalizm ve burjuva demokrasidir. Kapitalizmin alternatif ise sosyalizm ve proletarya demokrasidir. Ve yine Fransa örneğini vererek, anti-faşist mücadele ile anti-emperyalist mücadeleyi aynılaştırıyor. II. Emperyalist savaş sırasında Sovyetler ve komünistler faşizme karşı burjuva demokrasini savunan emperyalist devletlerle ve bu burjuvaziyle ittifak yapmıştı. Sovyetler ve komünistler, bir çok temel yanlışa rağmen faşizme mücadeleyi anti-kapitalist (dolayısıyla antiemperyalist) mücadeleye dönüştürmeğe çalışmışlarken, emperyalist devletle faşizme karşı sadece burjuva demokrasi ile sınırlı ve kapitalizmi yaşatmaya çalışan bir mücadele yürütmekte idi. Peki tüm bunlara rağmen faşizme karşı mücadele ile “emperyalizme karşı mücadele“ arasında fark olmadığı ileri sürülebilir mi?!! Yani, De Gaulle’ciler, emperyalist devletler, “antiemperyalist mücadele” yürütmüşler! Buradaki görüşlerden de anlaşıldığı gibi KY’nın emperyalizm kavramından anladığı siyasi işgaldir. Yani emperyalizmi kapitalizmin bir üst aşaması değil salt siyasi bir olgu olarak görüyor.

Ve yine yukarda yaptığımız alıntıdan da anlaşıldığı gibi, sosyalizm propagandası “kamuoyuna yöneltilmezlikten”, kast edilen işçilerin ileri kesimlerine “Marksizm’in eğitiminin” verilmesidir!..

Bilindiği gibi tasfiye oluncaya kadar tüm revizyonist ülkelerde, Marksist ekonomi-politikayı, diyalektik ve tarihi materyalizmi, ilk okuldan, üniversitelere kadar ders olarak okutur iken, diğer yandan (revizyonist devletler) her alanda kapitalizmi egemen kılmaya devam ediyorlardı. Çünkü Marksizm günlük sınıf mücadelesinin canlı pratiğinin rehberi olmaktan çıkarılarak, pedagojik soruna ve pratikten kopuk “teoriye”, entelektüel bir uğraşıya dönüştürülerek iğdiş edilmişti.

KY bunun öneriyor ve Marksizm’in özünü oluşturan teori ile sosyal pratik arasındaki zorunluluğunu göz ardı etmeye çalışıyor.

Şimdi günlük sınıf mücadelesine yol göstermeyen, günlük sınıf mücadelesinin pratiği ile zenginleşmeyen bir Marksizm olabilir mi? Marksizm salt teori değil, tam tersine canlı bir pratiktir. Sırada işçinin farkına varamadığı ve varamayacak sınıflar arası ilişkileri inceleyen ve bunun “kamuoyuna” aktaran, siyasi mücadeleye yol gösteren Marksizm’in bu şekilde propagandası yapılmadan sınıfı mücadelesi proletarya diktatöryasının kurulmasına kadar tırmandırılabilinir mi?

Ama KY’nın gündeminde sosyalizm devrim, proletarya diktatöryası için mücadele yok Bunun için TKP ile aynı görüşleri savunduğu halde kayıkçı dövüşü yapıyor. (7)

-------------------------------------------------------------------------------------------------


(1) Neo-liberal dönemle birlikte özellikle Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinde baş gösteren ekonomik krizler sonucu, tekellerin, köylülüğü destekleme politikalarından kısmen vazgeçmeleri karşısında, köylülükte başlayan proleterleşme hızlanmıştır. Burjuvazi sosyalizm için mücadelenin yeniden gündeme gelmesi karşısında köylülüğü destekleme politikasına geri dönüş yapıyor.

(2) KY aslında, Lenin’in bu düşüncelerini, şeriatçıların emperyalistler karşı verdikleri savaşın “ilerici ve devrimci“ olduğunu kanıtlamak için öne sürüyor. TKP’nin kendisi gibi düşündüğüne göre, sözde TKP ile yaptığı polemikte niye “milli savaşları” gündeme getiriyor sorusunun cevap bana cevap vermeme isteğinden dolayıdır. O,benle direk muhatap olmak istemiyor ve benimle polemikten kaçıyor. Bunun için TKP’nin arkasına gizlenerek benim görüşlerimi “çürütmeğe” çalışıyor.

(3) Peki! Okuyucu bu kadar cesur! ve açık sözlü bir Menşeviğe rastlamış mıdır acaba?!! Mihri Belli ve Doğu Perincek bile, sözde de olsa, “biz ulusal demokratik devrimde işçi sınıfının önderliğini, sosyalist devrimle demokratik devrimin kesiştiğini inkâr etmiyoruz” demekten geri durmamışlardı. İlk defa KY sosyalizmi “bir perspektif “yani geleceğin bir sorunu olarak görüp, emperyalizme karşı burjuvazi (şeriatçı olsa da fark etmez) kayıtsız şartsız desteklenmelidir diyebiliyor. Ne demeli?!! Geldiğin yerden ötürü sana “helal olsun”.

(4) Benim öne sürdüğüm Vietnam örneğini “çürütmek” için Sosyalist Arnavutluk’un, kapitalizme geri dönüşünü öne sürülebilineceğini biliyorum. Arnavutluk sosyalist devleti, en fazla ekonomik ilişkiler içinde olduğu, Doğu Avrupa ülkelerinin özel teşebbüsçü kapitalist ülkeler haline gelmesiyle birlikte Arnavutluk’la olan ekonomik ilişkilerini kesip, onu tam anlamıyla ekonomik ambargo altına aldı. Ekonomik olarak çıkmaza giren Arnavutluk’t, emperyalist ve kapitalist devletler kanallıyla karşı devrimci kitlesel ayaklanma organize edildi. Ve iktidara, emperyalist devletlerden ekonomik ve siyasi güç alan Arnavut burjuvazisi el koydu. Ama Sovyetler dağıldıktan sonra, Vietnam’da herhangi bir iktidar değişikliğinin meydana gelmediği bilinmektedir. Aynen diğer örnek gösterdiği ülkelerde olduğu gibi.

(5) Aslında TKP ile KY aynı görüşleri savunuyorlar ve aralarında “kayıkçı dövüşü” var. TKP’nın “yurt-sever cephesi”,”anti-kapitalist olunmadan, antiemperyalist olunur” görüşlerinin temelinde kurulmuştur.

(6) 12 Eylül faşizminin, sendika, grev ve toplu-sözleşme hakkını yok eden, 9 hatta 10 milyon işçiye sendika, grev ve toplu sözleşme hakkını ortadan kaldıran yasası ve uygulamaları dip diri canlılığının korur iken, KY, “işçilerin sendikalaştırdıklarından” dem vuruyor. Mevcut ve imtiyazlı işçileri bağrında toplayan sendikalara bazı işçiler kayıt etmekle, sendikasızlaşmaya son verilmiş olunuyor! Oysa bu sendika yasaları yürürlükte oldukça, taşeron firmalarının varlığına son verilmedikçe, işçilerin sendika, grev ve toplu sözleşme hakkına sahip olmasına imkân yok. “Bu yasalarla da hak alınır” boş böbürlenmeden başka hiç bir şey ifade etmiyor. Sadece işçileri uyutup, 12 Eylül işçi yasalarının mücadeleyle ortadan kaldırılmasın önünü kesiyor.

(7) KY, TKP’liler ile yaptığı polemikte, TKP’linin “siz geçmişte Maocuydunuz” suçlamasına “hayır biz Maocu değildik, Maoculuktan etkilenmiştik” diyor. “HK hareketinin ”Maoculuktan etkilenme” olarak tespit ettiği, Maocu 3 dünya görüşlerinin savunması ve bu görüşlerin ışığında “tırmanan faşizm” adı altında reformist siyasi taktiklerin izlenmesi idi. Ve Maocu 3 dünya görüşlerinin eleştirisi sırasında “H.K hareketi” en çalkantılı dönemini yaşamıştı ve bir sürü kişi ve grup HK hareketinden ayrılmış, bazılar Doğu Perinçek’inin partisine katılmışlardı. TKP ise, dün de bugün de 3 dünya görüşlerini savunmuyor mu? Esas Maocu olan TKP’li revizyonistler değil mi? Sovyet revizyonistleri, aynı Maocular gibi “emperyalizme karşı”, etkisi altına aldığı ve almak istediği kapitalist devletler ile “antiemperyalist” blok kurmamışlar mıydı? TKP, yayınladığı son seçim bildirisinde, Türkiye’nin komşularıyla ABD ve AB’ye karşı blok kurmayı önermiyor mu? 3 dünya tezinin esasını kapitalizme karşı olunmadan, emperyalizme karşı olunur tezi oluşturmuyor mu?!! KY ve EMEP bu görüşleri, TKP ve Doğu Perinçek gibi savundukları halde “geçmiş Maoculuktan etkilenmişti ama EMEP bu etkilenmenin dışındadır” diye iddia edebiliyor. Hem “kapitalizme karşı olunmadan, emperyalizme karşı olunur“ görüşleriyle hareket ederek şimdiye kadar izlediğin ve tespit ettiğin taktikleri buna göre belirleyeceksin, arkasından da EMEP ile birlikte Maocu etkilenmenin dışında yer aldığını ileri süreceksin! Hayret ki ne hayret… Sen geçmişin Maocu etkilenmesinden sıyrılmayı bırak da, bir dön kendine bak.


------------------------------------------------------------------------------------------------
Yavuz Yıldırımtürk, yyildirim1918@hotmail.com | yyildirim1918@web.de




Hiç yorum yok: