27 Ocak 2008

Kadin sorunu

Kurnaz burjuva politikacıları, olmayan sorunu varmış gibi göstermek, olan sorunu da yokmuş gibi göstermekte adeta ustalaşmışlardır. Zaten varlıklarını, sosyal eşitsizliğin gelişmesine borçlu olduklarından, iktidarlarının sürekliliğini de doğruluktan ve adaletten yana çıkarak sağlamaları onlardan beklenemezdi. Çağımızda, bahsettiğimiz aldatmaca için, sadece TV programları bile yeterli olabilmektedir. Tarım devrine geçildiği on beş bin yıldan beri, sömürü ve eşitsizlik içerinde bulunmuş ve acizleştirilmiş insanlık için sadece TV tarafından fikir aşılanabiliyor. Çünkü insanlık, doğaya asalak yaşadığı ve ona boyun eğdiği çağlardan, doğayı alt etmeyi bildiği medeniyete geçtiğinde -doğayla birlikte- işbölümünden kaynaklanan başka insan tabakalarını da alt etmek zorunda kalmıştır. Bu durum her bölgede ve çağda değişik biçimler alsa da, ezen ve ezilen gibi sürekli sınıflaşma şeklinde olagelmiştir. Roma’da köleci toplum, doğuda Asyai toplumlar, ortaçağda feodalizm vb… Çağımızın en göze çarpan karakteristik özelliği ise, geçmişte yaşanan bu farklı türden sömürücü erkleri ve sömürülen heterojen tabakaları oldukça basitleştirmesidir. Günümüzde insanlık, iki büyük kampa “burjuvazi ve proletarya”ya ayrılmıştır. Ancak bu iki büyük kampın yanında başka sömürücü erkler, sömürülen başka tabakalar yok mudur? Şüphesiz yaşamın her alanında görerek duyumsadığımız ulusal sorun, göçmen sorunları, din sorunu, kadın sorunu bunların başında gelenlerdendir. Bu yazımızda, saydığımız sorunlara kaynaklık eden “tümüyle proleter olmayan” kitleler kapsamında yer alan kadın sömürüsünden bahsedeceğiz.

Tümüyle proleter olmayan kavramı dahi, soruna başlarken belli tümceleri beynimizde tasnif etmemize yarıyor. Anlatılmak istenen, içerisinde egemen sınıftan da belirli ölçüde birey barındıran; ancak bir sorun olarak kendini literatüre geçirecek kertede ispat etmiş bir sosyal hareketin proletaryaya çeşitli ölçülerde bağımlılığı ve kader ortaklığıdır. Kadın sorunu da bunun başında gelenlerdendir. Tarihsel ve felsefi kökleri itibariyle diğer sorunlardan daha çok proletarya hareketine bağlı, onlardan daha çok işçi sınıfı başarısına muhtaç bir harekettir kadın hareketi. Çünkü din sorunu, çevre sorunu vb. sınıfsallık dışı sosyal hareketlenmeler ve isyan niteliği taşıyan tepkiler büyük bir ölçüde kapitalizm sınırları içerisindeki burjuva demokratik devrimler ile çözümlenebilir. Ancak kadın sorununun günümüz hukukunun aldatmaca yasalarıyla çözülmesi imkansızdır. Ayrıca, proletarya dediğimiz sınıfın da yarısına yakın kesimini zaten kadınlar oluşturmaktadır. Bu bağlaşıklıktan dolayı da kadın sorunun nihai çözümü sosyalizmdedir. Özgür kadın, ancak işçi sınıfının iktidarı devralmasıyla gerçekleşebilir. Kaldı ki, işçi sınıfı bu görevini kadın desteği olmadan gerçekleştiremez.

Egemen güçler, bu teorikte bütünleşmiş mücadeleyi iki yolla bertaraf etmeyi düşünürler:

§ Kadın sorununu yok saymak ve yapay yasalarla üzerini örtmek,

§ Kadın hareketini işçi hareketinin dışına götürüp, aradaki bağı koparmak, yani idealist bir burjuva düşüncesi olan feminizmi desteklemek.

Türkiye’de birinci seçenekte saydığımız ikincisinden daha çok kullanıldı; görünürde bir işçi sınıfı derlenişi ve ayaklanması beklenilmediğinden. Ancak feminizmin de desteklenmesinden bir an olsun geri durulmadı. TV programlarının yoğun etkisinden söz edildi ki, suyun üzerindeki zeytinyağı kadar belirginliği su götürmez kadın sorunu orada yok sayılıyor. “Özgür kadın”, “ayakları yere basan kadın”, “hakkını hukukta arayan kadın” vb. burjuvazinin çıkarına ters düşmeyen sloganlar eksik edilmiyor. Milyarlık kıyafetleriyle işkadınları yoksulluk ve sefalet içerisindeyken çalışkanlıklarıyla zenginleşme öykülerini anlatıyorlar; sermayedarların yüzde 90’a yakın bir kesiminin büyük burjuvazi kökenli olduğunu bile bile. Maalesef ki, yalnızca bir köy kahvesindeki durum incelense, erkeklerin iş sonrasında bir nebze rahatladığı; fakat kadınların evlerde nasıl çalıştığı ve maalesef çalışmalarına rağmen bir türlü zengin olamadığı açıkça görülür.

Kadının sömürülmesi yalnızca toplumun en alt sosyoekonomik düzeyini oluşturan köylerde ve küçük kasabalarda görülmüyor. Mali sermaye ile sanayi sermayesinin birleşerek oluşturduğu finans-kapitalin hakimiyetinin dışındaki geniş bir halk tabakası kitlesinde görülüyor. Ancak en alt durumdaki köy ve kasaba kadını sanayi proletaryası veyahut tarım proletaryası olarak çalışmasının yanında ev içi ödenmemiş emek yaratmasıyla erkeklerden biraz daha fazla sömürülüyor. Daha üst düzeydeki kasabaların ve sanayi merkezlerindeki kadınlar ise din-tarikat üçgeninden daha fazla sıyrılmışlığın verdiği rahatlıkla burjuva özgürlüklerinden yararlanabilmektedir. Ancak onlar da çocuk bakmak-ev idaresi gibi ödenmemiş emek sarfiyatına maruzdurlar. Yalnızca finans-kapital merkezlerindeki kadınlar kendileri artık-değer sömürüsü yaptıklarından marksist anlamda bir sömürüye maruz kalmazlar. “Tümüyle proleter olmayan kitle” şeklinde kadınları tanımlamamamızın nedeni ise budur.

Kadınların yarattığı ev içerisinde çocuk bakmak, yemek yapmak, bulaşık-çamaşır yıkamak ve ısınma ihtiyacının giderilmesi gibi ödenmemiş emek sarfiyatı nedir, kimin eline geçmektedir? Bilindiği gibi daha fazla artık değer, kapitalistin eline ya çalışma saatlerinin arttırılması gibi “mutlak” olarak veya emek üretkenliğinin makine sanayisi gibi teknolojik gelişmelerin etkisiyle artması gibi “göreli” olarak geçer. Kadınları ev içi köle durumuna sokan ödenmemiş emek ise doğrudan piyasaya rekabete girecek bir “meta” şeklinde cisimleşmez. Ancak proleterin -bunun içerisine kendisi de eşi de genç çocuk işçi de dahil olabilir- fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanacağı asgari yaşam düzeyini ve onun sağlanması için gerekli olan eşdeğer para miktarını düşürür. Böylece kapitalistin işçiye verdiği “ücret” azalır. Yani eğer kadın ev içi köle olmaktan çıkıp ödenmemiş emek yaratmasaydı bir proleterin günlük fizyolojik ihtiyaçları öylesine pahalılaşacaktı ki, kapitalist işçiyi ne kadar fazla çalıştırırsa çalıştırsın proletere verdiği “değişen sermaye” olan ücreti yüksek tuttuğundan cebine giren ortalama kar oldukça düşük olacaktı.

Kadın sömürüsün ekonomik olarak diğer bir boyutu da erkeklerle eşit süre çalışmalarına rağmen oldukça az para kazanmalarıdır. Çocuk ve kadın emeği kapitalizmin ilk doğduğu günlerden bugüne dek yedek sanayi ordusu kapsamında değerlendirilmiştir. Sınıflı toplumun yarattığı erkek egemen görüş bazı ahlaki nedenler ileri sürerek kadın emeğini hor görmüşlerdir. Bu durum kapitalizm altında da aynen devam etmiş, kadın işçiler kötü çalışma koşullarına rağmen yüksek ücret alamamışlardır, yaratılan artık değer daha fazla olmaktadır. Kadınlar Kıvılcımlı’nın deyimiyle “alt mahkum sosyal sınıf” halini almışlardır.

Kapitalist ideologların insanın doğasının mülkiyet hakkı temelinden oluştuğu gibi idealist düşünceyi ileri sürerek sosyalizmi kötülemeleri gibi, erkek egemen görüş de tarih boyunca erkeklerin fiziksel açıdan güçlü olmalarından kaynaklı olarak kadınları aşağı cinsiyet oalrak görmüşlerdir. Oysaki tarih ne kapitalist ideologları ne de erkek egemen toplumun temsilcilerini doğruluyor. Tarih öncesi çağlarda sınıfsız toplumda bireysel özel mülkiyet olmadığı gibi o çağlarda erkek egemen bir toplum yoktu; aksine toplum anacıl bir toplumdu. Ancak buradaki kadını yücelten toplum anlayışı bugünkü gibi erkeklerin kadınları iktisaden de sömürdüğü bir egemenlik biçimi olarak değil bir yüceltme anlayışı olarak kendini göstermiştir. Çünkü kadın ile erkek cinsiyeti, evrimsel süreçte birbirlerine gerekli olan ve biyolojik üstünlük bakımından eşit olan varlıklardır. Toplumsal ve iktisadi işbölümlerinde de karşılaştırılamayacak değerlere sahiptirler. Ancak sınıflı toplum yine birbirine üstünlüğü bulunmayan kafa ve kol emeğini ayırdığı gibi kadın ve erkek emeğini de birbirinden ayırmış, belli bir azınlık kesimin egemenliğine terk etmiştir.

Aile şekilleri ve cinsel yasaklar tarihi, toplumsal ilerleyişte önemli yer tutar. Çokeşlilikten tekeşliliğe geçiş diyalektik bir süreçtir. İnsanlık yaşayarak öğrenmiştir ki, akraba döller dejenere (verimsiz) olmaktadır. Bu sayede vahşet çağından itibaren kadıncıl toplum aşama aşama erimektedir. Cinsel yasaklar ilk defa kan örgütünü doğurmuştur. Bir kan örgütü öteki kanlara karşı cinsel olarak kapalıdır. Oysaki vahşet döneminin eski çağlarında durum böyle değildi. Ancak günümüze kadar anlamını kaybetmemiş biçimde gelen bir aile vb. kavram olarak toplumda anlaşılan “kan” sözcüğü zihinlerde erkeksi bir görünüm uyandırıyor. Oysaki kan kelimesinin ilk anlamı ana tarafından akrabalık manasına gelmektedir. Kaldı ki, çokeşliliğin olduğu bir dönemde baba tespiti yapılamamaktadır. Vahşet çağından barbarlık dönemine geçildiğinde kadının yüceltilmesi hala devam etmektedir. Aşağı barbarlık konağını(çömlekçi avcı toplum) anlatırken Engels, “İşbölümü mutlak surette kendiliğindendir; yalnız iki cins arasında işbölümü vardır. Erkek savaş yapar, ava gider, balık tutar, beslenmek için gerekli ilk maddeyi ve bütün o işin icap ettirdiği ev eşyasını tedarike der. Kadın, evin bakımını ele alır; besiyi ve giyimi hazırlar, yemek pişirir, iplik eğirir, dikiş diker. Her ikisi de kendi alanlarında; erkek ormanda, kadın evde efendidir. Her biri kendi yaptığı ve kullandığı aletlerin mülkiyetine sahiptir:erkek silahların, balık ve kara avcılığı aletlerinin kadın ev eşyalarının sahibidir. Ev birçok kişi için çok defa bir çok aile için ortaklaşadır.” der. Görülüyor ki anlatılan çağ kadıncıl(matriyarkalist) bir çağdır. Bu çağlarda “doğurganlık tanrıçası”, minyatür kadınlar gibi figürler egemendir. Tanrılar, kadın şeklindedir. Ancak göçebe çoban toplumda yani orta barbarlık aşamasında, babacıl bir ortam egemen olmaya başlamıştır. Tarımın keşfi ile birlikte de bu figür sağlamlaşmıştır, tarıma geçişte en büyük pay kadında olmasına rağmen. Eski ana-tanrı yerine baba-tanrı geçmiştir. Örneğin Grek mitolojisinde Meduz, masallardaki devanası gibi insanı taşa çeviren, insan eti yiyen korkunç bir canavar oalrak yeni kuşak çocuklarına aktarılmıştır.

Tarımın kadınlar tarafından icat edilmiş sayılması ile tarım devrinden itibaren babacıl toplumun yerleşmesi bir çelişki olarak göze çarpabilir. Ancak kadınların toplumsal boyunduruk altına alınış nedenleri de incelendiğinde sorun çözülmektedir. Eskiden nüfus artışı topluma fazladan bir yük getiriyorken neolitik tarım toplumunda fayda getiriyordu ve bu anneyi yüceltiyordu. Vahşet ve barbarlığın aşağı dönemlerinde sadece toplayıcılıkla uğraşan mitos kabul edilen kadınların tarımsal üretim içine girmeleri de, onları iktisadi sömürünün içine katıyordu. Bu tarımsal üretim içine giriş, onları silahlardan arındırdı. Silah, günümüzde de egemenliğin simgesidir ve resmi olarak da devlet tekelindedir. Silahın erkek tekeline geçmesi, aile içi ahlak kurallarını doğurmuştur. Böylece günümüze dek süren ve kapitalizm tarafından da derinleştirilen erkeklerin kadınları sömürmesi dönemi tamamıyla yerleşmiştir. Ancak bu sömürü hiçbir zaman kapitalizmdeki gibi ahlaksızca olmadı. Seks işçiliğinin yasallık kazandığı kapitalizmin çürüklüğünü Marks şöyle anlatır:

Bugünkü aile, yani burjuva aile neye dayanıyor? Sermayeye, özel kazanca. En gelişkin haliyle aile, yalnızca burjuvazi için var; ama tamamlayıcısı proleterlerin zorunlu ailesizliğinde ve açık fuhuşta buluyor. (…) Burjuva, karınsı yalnızca bir üretim aleti olarak görüyor. Üretim aletlerinin ortaklaşa sömürüleceğini duyuyor ve doğal olarak ortaklaşacılık piyangosundan kadınlara da aynı şekilde vuracağından başka bir şey düşünemiyor. Asıl hedeflenenin kadınların salt üretim aletleri olma durumuna son vermek olduğu aklına bile gelmiyor. (…) Proleterlerinin karılarının ve kızlarının ellerinin altında bulunmasıyla yetinmeyen burjuvalarımız, resmi fuhuşu hiç anmayalım, birbirlerinin karılarını karşılıklı olarak ayartmaktan büyük bir haz duyuyor.”

Kapitalizmin bu ahlaksız sömürüsü altında inleyen kadınlarımız, katiyetle çözümü feministler gibi burjuva demokrasisi içerisinde aramamalıdırlar. Çözüm bir işçi devletidir. Hem kendileri emekçi oldukları için hem de erkeklerden daha fazla bir artık-değer sömürüsüne maruz kaldıkları için sosyalizmi istemelidirler. Uluslararası kadın hareketi “feminist Marksizm” gibi bir tanımlamaya ihtiyaç duymadan sadece Marksizm ile kendi sosyal varlıklarını ve amaçlarını işçi sınıfı ve onun geleceğiyle bir görmelidirler.

Çözüm olarak gördüğümüz işçi devletin bir örneği olan Sovyetlerde durumun nasıl olduğunu ve bizim gibi çoğunluğu İslamiyet’i benimsemiş bir ülkede kadın hareketinin geçmişi ile geleceği ise bir sonraki yazının konusu…

DEVAM EDECEK

ÇAĞDAŞ BALCI

Hiç yorum yok: