28 Mayıs 2009

Komünistlerin birliği sorunu

Komünistlerin birliği sorunu
Bugün,Türkiye komünist hareketinin temel sorununun kendine “komünist “ diyenlerin bir parti çatısı altında bir araya gelmelerini sağlamaktan önce , esas olarak yapılması ve süreç için de çözülmesi gereken çok önemli iki esas sorun vardır.
Birincisi, özellikle Lenin’in formüle ettiği iddia ve tüm komünist partilere empoze edilen bürokratik örgüt biçimine karşı kesin tavır alıp , Marksist örgütlenmeyi gerçek anlamda işçi sınıfının mücadelesi içinde inşa edilmesi.
İkincisi,işçi sınıf hareketi ile komünist hareketinin asgari düzeyde bile olsa kaynaşmasını sağlamayı amaçlayan mücadelenin sonucunda,“komünistlerinin birliğinin” kurulmasıdır.
Sovyetlerde ve eski doğu- Avrupa ülkelerindeki sosyalizmin tasfiye edilmesinde, yeniden kapitalizme geriye dönüşün sağlanmasında,bürokratizmin başrol oynadığı inkar edilemez.
Türkiye’de bürokratik sözde komünist parti örgütlenmesi,Türkiyeli“komünistlerin” işçi sınıf hareketi ile birleşmesinin önündeki baş ve en temel engeli teşkil eder.
Bürokratik örgütlülük ,aynı zamanda komünist partilerin reformizme ve revizyonizme kaymasında ve burjuva partileri haline dönüşmesinde,de baş rol oynamıştır.
Bunun için ilk başta komünist partilerinin bürokratik örgüt anlayışlarının yanlışlıklarını hiç bir şeyden çekinmeden,tartışmaların odak noktasına yerleştirilmelidir. Bürokratik örgütleme biçimini ele almaktan,onun gerçek niteliğini açığa çıkarmaktan kaçınılmamalıdır. “Bunlar Leninizm’in ilkelerdir , eleştirilip değiştirilemez” görüşleri ile tabu haline getirilen bürokratik örgüt anlayışı etkisiz hale getirilmeden, Marksizm-Leninizm işçi sınıfı hareketine egemen kılınamaz.
Dönem,dönem ve koşulların zorunluluğu gereği bazı ülkelerde bürokratik “komünist partilerin”keskin Marksist söylevlerle ( bir dönemle sınırlı olan) doğru siyasi ve stratejik bir hat izlemesine,militan işçi sınıfı mücadelesine önderlik etmesine aldanılmamalı. Mücadele zaferle eriştikten sonra bürokratik yönetim ve örgütlülük, mücadelenin tüm kazanımların tasfiye ederek,kapitalizme geriye dönüşün baş aktörü olarak sahneye çıkar.Çünkü eninde sonunda bürokratik örgüt yapısı gereği aslına geri dönecektir ve o sınıflı toplumun ürünüdür.
Bürokratik yönetimi ve örgüt biçimi,sınıflı toplumlardaki azınlık sömürücü sınıfa tekabül eder ve bu sınıfların egemenliğinin bir aracıdır.
Dolayısıyla,sosyalist partilerde bürokratik yönetimler tasfiye edilmedikçe, reformizmin,revizyonizmin işçi sınıfı hareketine egemen olmasının önlenmesi çok zordur.
Bürokratik “komünist partilerin” sömürücü azınlık sınıfa tekabül ediğinin en temel göstergesi gerek parti içinde,gerekse “sosyalist ülkeler” de azınlık diktatörlüğünü kurması ve bunu toplumu da çoğunluğu oluşturan işçi sınıfının “diktatörlüğü “ olarak lanse etmesidir.Oysa bürokratik komünist partilerinin tabanında yer alan üyelerin ve “sosyalist toplumlar” da işçi ve emekçilerin, iktidarı yönetmekte,en küçük bir fonksiyon oynamaz.İktidar için kararları “komünist partilerin” siyasi büroları ve sekreteryaları alır.Partinin ve “sosyalist toplumun” tek bir görevi vardır; alınan kararlara uymaktır.
Konumuzun içeriği sosyalist toplumda bürokratizmin incelenmesini kapsamadığı için, görüşlerim komünist partilerdeki bürokratik yönetimlerin işleyişinin deşifre edilmesiyle sınırlıyorum.
Lenin, “sosyal,demokrat partilerinin” örgütlenme ve işleyiş şeması konularındaki görüşlerini ortaya attığında,Narodnik’lerin örgüt görüşlerinden etkilendiğini inkar etmiyordu. Ve yine Rosa Lüksemburg ile ,“sosyaldemokrat parti” örgütlenmesi konusundaki tartışmalarında Rosa Lüksemburg’un kaygılarının haklı olduğunu ve bu örgüt anlayışının bürokratizm’e kayabileceğini kabul ediyordu .
Lenin,Çarlık Rusya’sı için öne sürdüğü örgüt biçiminin bir ilke sorunu olmadığının, sadece Rusya koşuları için geçerli olduğunun özellikle vurguladığı bilinmektedir. Oysa bu örgüt anlayışı Lenin sonrası formüle edilerek “komünist partilerinin örgüt ilkeleri “ haline getirilerek,Komintern’e bağlı partilere empoze edildi ve bu partilerini bürokratik parti haline gelmelerine nedeni olundu. Lenin, öne sürdüğü örgüt görüşleri ile işçi sınıfının en bilinçli, en fedakar,en cesur kesimlerinin partide örgütleneceklerini belirtiyordu . Gerçekten,Lenin dönemi de (kısa bir süre de olsa )ondan sonrada komünist partilerinin üyelerinin Lenin’in tarif ediği nitelikte ki kişilerin oluşturduklarına tarihsel olarak tanık olundu.Ama bürokratik parti örgütlüğü süreç içersinde komünist partilerin bu özelliklerin ortadan kaldırarak,işçi sınıfının, en fedakar kesimin değil,en imtiyazlı tabaksının üye olduğu örgütler haline dönüştürdü ve dönüştürülmesi kaçınılmazdı.
Türkiye’de ise hale hazır da varlığının sürdüren sözde komünist parti örgütlenmeleri,tam anlamıyla,bürokratik örgütlüğün karikatürü biçimindedir.”Komünist örgütün “ çevresinde toplanan sempatizanları yönetenler “komünist parti üyeliğini hak ediyor “.Böylece tüm “parti üyeleri “ yöneticilerden oluşuyor.Kimin partiye alınacağına, partili olacağınada bu “yönetici” kesim karar veriyor.Ve o örgütün tüm siyasi taktiklerini ve stratejisini,ideolojik hattını, yöneticiler örgütünün imtiyazlı en azlığı belirliyor ve örgüt kanalıyla da sempatizanlara kararlarını pratiğe geçirilmesinin talimatı verilir."Alınan kararların pratikteki başarısını veya başarısızlığını belirleyen kadrolardır (siz onu sempatizanlar anlayın)” laflarıyla kararı alanlar yanlışlardan yakasını sıyırır.
Bürokratik örgütlüğün varlığını demokratik merkeziyetçiliğin demokratikliğini ortadan kaldıran veya göstermelik hale dönüştüren sözde örgüt ilkeleri belirler.(1)
Oysa Marksizm,esas olarak sosyalist örgütte merkeziyetçiliği değil demokrasinin egemen olmasını savunmuştur;çünkü gerek toplumda ve gerekse bir işçi sınıfı partisinde veya kitle örgütlerinde Marksizm’in ideolojik ,siyasi egemenliği ancak demokrasinin varlığı koşullarında sağlanabilinir.Marksizm toplumun tarihsel olarak ilerleyişi karşısın da en doğru görüşü savuna bir bilimdir.Bunun için Marksizm , diğer düşünceleri eninde sonunda yenecek bir niteliğe sahiptir.Objektif gerçekliğe tekabül eden Marksist düşüncenin galibe çalması ancak demokrasinin varlığına bağlıdır. Demokrasinin varlığı koşullarında işçi sınıfı,kendi sınıf ideolojisi Marksizm’e kavuşabilir.
Bunun için Rosa Lüxemburg haklı olarak demokrasinin olmadığı yerde sosyalizm olamaz, sosyalizmin olmadığı yerde demokrasi olamaz diyordu.Ve yine Rosa Lüxemburg, özgürlük diğer düşüncelere özgürlük demektir tanımıyla demokrasinin işçi sınıfı hareketinin temel unsur olduğunun vurguluyordu.
Sosyalist partilerde her düşüncenin özgürce savunulduğu ortamlar sağlanmadıkça,o partinin işçi sınıfı hareketine ideolojik, siyasi ve örgütsel önderliği kesinlikle sağlanamaz. Sınıflı toplumların sona erişine kadar sosyalist partilerde (istese iktidarda olsun ) kesinlikle özgür düşüncelerin gereği olarak grupların ortaya çıkması ve aralarında ideolojik mücadelenin sürmesi kaçınılmazdır.Sosyalist partilerde gruplar ( yani hizipler )olmaz görüşü gerçek değil.(2) “Eşyanın tabiatına” aykırı olan bu durum (yani “sosyalist partiler” de gruplar,hizipler olamaz denilmesi) ya pratikte geçerliğini yitirir veya,“parti disiplini”, “sosyalist partiyi” erime sürecine sokar.Durmadan “hizipleri “ tasfiye etme adına bir avuç “sadık adamı” la baş,başa kalınır.(3)
Sosyalist partiler de görüş farklılıkları ve gruplarının varlığı o partiye dinamizm getirir. Düşüncelerin özgürce tartışılması,Marksist bilinç’in parti tabanına ve işçi kitlelerine egemen olmasını sağlar ve böylece sosyalizm mücadelesine gönüllü ve bilinçli olarak katılan partiler,kapitalizme ve burjuvaziye karşı daha militanca bir hareketin doğmasın da belirleyici rol oynar .
Sosyalist partilerde özgür tartışma ortamının var olması,parti içi demokrasi babında ne yeterlidir,nede bürokrasinin partiye egemen olması önlene bilinir.İlk önce sosyalist partiyi,sempatizanları yöneten örgüt olmaktan kesinlikle çıkarmak gerekir. Direk işçi sınıfının için de yer almayan, işçi ve yoksul emekçiler ile bağları olmayan,sosyal-pratikte işçi sınıfına ideolojik, siyasi ve örgütsel önderlik edebilecek vasıf’a erişmeyen ,sosyalist partide “demokrasi “ sadece lüks olarak kalır.(4)Parti içi demokrasinin lüks olmaktan çıkarmanın esas yolu ,merkez organının yetkilerini kısıtlamaktan geçer.Sosyalist partinin esas örgütleri ve karar organlar işçi ve yoksul emekçi kitleleri için de faaliyet gösteren tabanı ve onun için de yer aldığı parti organları olmalı. Sosyalist parti organları seçimler ile iş başına gelmeli, gerektiğin de yine parti taban örgütleri tarafında görevinden alınmalı .
İşçi sınıfının mücadelesi için de sosyalist partinin inşa edilmesi
Yukarda izah etmeğe çalıştığım ,bürokratizmden arınmayı amaçlayan sosyalist parti ancak işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesi için de inşa edilebilinir. 100 seneye yakın tarihsel geçmişi olduğu iddia edilen TKP hiçbir dönem de işçi sınıfı la kaynaşmayı başaramadı ve işçi sınıfının gerçekten komünist partisi olma niteliğine kavuşmadı. TİP ve 1970 sonrası TKP, işçi sınıfının partisi olduklarını, bürokrat sendikacılara parti yönetimlerin de yer vererek sözde kanıtlamaya çalışmıştı.
1971 sonrası açıktan TKP cephe alan,onun küçük burjuva reformist-revizyonist aydın hareketi diye nitelendiren sosyalistler,TKP’nin yolun da yürümekten kendilerin alıkoyamadılar ve ondan daha berbat bir bürokratik parti örgütlülüğünü inşa ederek ,esas olarak işçi sınıfı hareketinin dışın da kalmaya devam ettiler.İşçi sınıfının partisi olduğunun kanıtlamak için söz de parti üyelerinin çoğunluğu işçi kökenli olduğunun ispatlamaya kalkışmışlardı . Üyeleri “işçi kökenli” ama hiç birisi fabrika işçisi değil ve fabrika için de, partilerin etrafında oluşan işçi grubu ve hücresi yok.
Türkiye gibi kapitalizmin egemen olduğu ve 10 milyonunun üzerinde işçinin bulunduğu bir ülke de işçi sınıfının için de komünist partisinin inşa edilememesinin nedeni, izlenen ideolojik, siyasi ve örgütsel çizgine aramak gerekir .
Aradan 100 sene geçmesine rağmen işçi sınıfın içinde komünist partisinin inşa edilme sorununun çözümü sıcaklığını koruyor. İşçi sınıfıyla organik bir bağı olmayan,işçiler ile ilişkisi bulunmayan “komünistlerin “ bir araya gelmesiyle gerçekten Marksist-Leninist işçi sınıfı partisi kurulmuş olmaz.
Bugün işçi sınıfının dışın da komünist partiyi kurmadan önce ,işçi sınıfı mücadelesi içinde komünist partinin inşa edilmesi esas alınmalı.Bunun için ilk önce işçileri, en acil talepleri için devlete ve burjuvaziye karşı mücadeleye sokacak,Komünist partisinin çekirdeklerini oluşturacak işçi örgütleri oluşturulmalı. İşçi birlikleri şekildeki bu örgütlerde kendini Marksist addeden tüm gruplar yer almalı ve işçi sınıfına sosyalist bilinci taşımak için demokrasi platformunda faaliyet yürütülmeli.Kurulacak işçi birliklerinin ideolojik ve siyasi mücadelesini yönlendirecek haftalık merkezi bir yayın organ çıkarılmalı .
Bugün işçi sınıfının en acil görevi,kapitalizmin derinleşen ekonomik krizine karşı mücadelenin yanı sıra ,12eylül faşizminin gasp ettiği işçilerin grev ,özgür sendika kurma ve toplu sözleşme yapa bilme hakların geri almaktır .Türkiye,12 eylül faşizmi sayesin de dünyanın en ucuz iş-gücünün var olduğu ülkelerin ilk sırası da yer alıyor.10 milyon işçiden sadece 500 bin imtiyazlı işçi sendika, grev ve toplu sözleşme yapabilme hakkına sahiptir.Diğer çalışan çoğunluk,günlük çalışmaları 8 saat’in çok üzerinde olmasına rağmen,ne grev hakkı,ne de sendika ve toplu sözleşme yapma hakkı vardır.İşçilerin faşizmi tarafından gasp edilen haklarının geri alınması mücadelesi aynı zamanda komünist partisinin işçi sınıfı içinde inşa edilmesinin temelini oluşturacak.
...................................................................................................................................................
(1)1970 öncesi Mehmet Ali Aybar sözde bürokratik örgüt biçimine savaş açanlardandı. Oysa TİP başkanı olduğu dönem de kendine ters düşen MDD düşüncelerini savunanları partisinden atmayı kendisi için vazgeçilmez görev addetmişti. Parti iç tartışmalarının önünü keserek , tam anlamıyla parti iç despotizmi egemen kılmıştı. Ona göre bir partide bürokratlığı belirleyen , parti yöneticileriydi. Bunun içinde parti yöneticilerinin devamlı seçilmelerine karşı çıkacak metot’u gündeme getiriyordu ve böylece parti başkanın süreli seçimiyle söz de bürokratlaşmanın önünü kesecekti!.
(2) Bürokratik “sosyalist partilerin” merkez organlarında her zaman işçi sınıfı kitlelerinden, örgüt tabanından gizlene görüş farklılıklar ve de gruplaşmalar vardır . Ama oportünist uzlaşmalar ile sözüm ona çözüm yolları aranır ,çünkü azınlıkta kalan örgütten tasfiye edilme tehdidile karşı karşıyadır .Şayet bu tehditte rağmen görüşün de ısrar eder ve örgüt içi tartışama istese, hemen partiden tasfiye edilir ve o partiye egemen olan, hemen “sol veya sağ sapmaya karşı savaş açıp”,örgütü kazanmaya çalışır.Tartışmalardan habersiz olan parti tabanı merkezi elinde tutanların ileri sürdükleri görüşleri kabul eder ve özelikle karşı olan ne diyor sorusunu ne sora , ne de cevabını arar.
Serbest tartışma ortamların olmadığı , örgüt tabanın dışlanarak, her şeyden haberiz bırakıldığı Bürokratik “sosyalist partiler “de merkezi ele geçiren örgütte egemenliğini sağlaya bildiği için , klikler arası mücadelenin esasıda darbeci yollar ile örgüt merkezi organlarını ele geçirme yöneliktir. Böylece merkeze egemen olan, örgüte egemen olur ve örgütü kendi istediği şekilde yönetir ve özellikle reformist ve revizyonist görüşlerini örgüte egemen kılar .(Bu iddialarımın ne vurucu örneği Fransız komünist partisidir. )
Görüş farklılıklarından dolayı,örgütten tasfiye edilme tehdidi ile baş başa olanların bazıları,bu durum karşısında yeni bir örgüte kurmak için hemen faaliyete giriş,böylece örgüt parçalanmalarının, söz de yeni örgütlerinin ortaya çıkmasının önü kesilemez.
(3) Türkiye’de , Sovyetlerinin dağılmasından sonra bürokratik parti örgütlemesinin reddi adı altın da bir araya gelen çeşitli “sol gruplar” ÖDP isimli bir parti kurdukları bilinmektedir.Ama bu partide bir araya gelenler, ne demokrasiye öncelik veren ve bürokratik örgüt anlayışını dışlayan düşüncelere sahiplerdi,nede bürokratik örgüt alışkanlıklarını terk etmeğe hazırlardı .Her grup örgüt merkezini ele geçirerek,partiye egemen olma amacından zere kadar vazgeçmemişti. Nitekim ÖDP‘nin çoğunluğunun “ dev-yolculardan” oluştuğunu görenler ve parti merkezinin ele geçirme “ümidini” kayıp edenler hemen ÖDP den ayrılma yollunun seçtiler.Bu şekil de hareket etmelerini belirleyen bir diğer etken , 12 eylül faşizminin somut olarak ortaya çıkardığı Türkiye “sosyalist hareketinin “ işçi sınıf ve yoksul köylülükle direk hiç bir bağının olmamasıydı. İşçi ve emekçi kitlelerinden kopuk küçük burjuva tabakalarının oluşturduğu bu gruplardan,kurtuluşlarının sosyalizmde arayan sınıfların bürokratizme karşı demokrasiyi vazgeçilmez addeden sınıf tavır’ı beklenemezdi.
Ama her şeye rağmen ÖDP bugün “Türkiye sosyalist hareketin için de“ bürokratizme karşı demokrasi adına yeni bir örgüt anlayışının gündeme getirdi ve sosyal-pratiğe soktu.ÖDP var olduğu kadar parti içi demokrasi sayesinde kendini yenileye bilen (olumlu veya geçici olarak olumsuz şekilde de olsa)bir yapıya sahiptir. Tüm örgüt tabanını katıldığı tartışmalar ile örgüte var olan gruplar egemen olabiliyor veya egemenliklerin kayıp ettiklerin de örgütten ayrılıp gitmiyor.En önemlisi örgüte egemen olan grup ,bir diğer grubu düşünce özgürlüğünü elinden almıyor,grupların varlıkları ve düşünce farklılıkları ne ortadan kaldırıyor ,nede karşı olduğu gruba baskı uyguluyor. Bu durum,yüz seneye yakın geçmiş olduğu öne sürülen
“Türkiye sosyalist hareketinin” ilk parti içi demokrasi deneyidir. ÖDP,değişim ve dönüşüm potansiyelini bağrın da taşıdığı için reformizm’e ve revizyonizm’e karşı mücadele edebilme imkanınıda yakalamış durumdadır.Ama ÖDP gibi yasal olarak kuruduğu halde bürokratik örgüt yapısını pekiştirmekte öteye gitmeyen “sosyalist “ parti, şeriattı dahi savunacak reformist politik ve ideolojik çizgiye sahip olmasına karşı, ne doğru görüşleri örgüte egemen kılacak bir muhalefet çıkabiliyor ve ne de parti içi özgür tartışa ortamı doğuyor. Bürokratizm bu gibi partileri her gecen gün işçi ve yoksul emekçilerde daha da kopararak erime sürecine sokar. Demokrasi platformunda değişim ve dönüşüm potansiyeline sahip olmayan “sosyalist parti “ eriyip, yok olmaya mahkumdur.Aynen Avrupa da ki benzeri Fransız, İtalyan, İspanya “komünist partileri “ gibi.
(4) İşçi sınıfıyla bağları olan sosyalist partinin tüm organları üyelerin özgür iradesi ve seçim yoluyla oluşturulmalı ve sosyalist partinin programını ve tüzüğünü kabul eden her işçi ve emekçi, sosyalist aydın partiye üye olabilmeli , kimin üye olacağına kesinlikle, işçi kitleleri ve emekçi yığınla içinde faaliyet gösteren,işçi ve emekçiler ile bağları olan sosyalist partinin taban örgütleri karar vermeli, parti yönetici organlarından bu yetki kesinlik ellerinden alınmalı.Olağan üstü koşullarda ve partinin kongrelerinde veya konferanslarında yetki alınmak şartı dışın da,merkezi organ dahi olmak üzere, hiç bir parti yönetici organına partiye üye alma partinin taban organların oluşturma ve yöneticiler tayin etme yetkisi tanınmamalı. Şayet ,sosyalist partiye üye alma, yönetici organlar atama yetkileri merkezi organlarda olursa, kesinlikle o ,sosyalist partiye bürokrasinin egemen olması, parti içi demokrasinin ve özgür tartışma ortamının göstermelik hale getirilmesi önlenemez . Merkez organlarında bu yetkiler olduğu müddetçe, inisiyatifsiz ,hantal , merkezinin iki dudağı arasında çıkacak laflara göre hareket etmeyi alışkanlık haline getiren, merkezin her dediğini yanlış veya doğru olduğunun sorgulamayan üyelerden oluşan söz de sosyalist partinin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
İşçi sınıfıyla bağ kurma adına egemen sınıfın ve sistemin belirlediği işçini koşullar gereği edindiği geri bilince( egemen sınıfların sosyal varlıklarına tekabül eden bilince) “İşçinin bilinç” adı verilmesini önlemek amacıyla partinin programın da Marksizm’in , Leninizm’in temel ilkelerin de en küçük taviz verilmemeli ve Parti hiç bir zaman sosyalizmi kurma , kapitalizmi tasfiye etme , burjuva devletin zorla parçalayıp dağıtarak ,burjuva devletinden milyon kere daha demokratik olan proletarya diktatörlüğünü kurma amacını gizlememeli ve programının esas unsuru haline getirmekten çekinmemelidir.

Hiç yorum yok: