13 Ekim 2006

"Anti-emperyalizm, cephe ve TKP" Başlıklı Sözde TKP Eleştirisi! Yazısına Cevap



Bu başlıkla çıkan yazıyı gören herkes "dehşetli bir "TKP" eleştirisiyle karşılaşacağını zanneder. Yazı okunduğunda, bırakın "TKP"nin revizyonist görüşlerinin eleştirisini, (onun görüşlerini kabul ettiği yetmezmiş gibi) sözde emperyalizm'e karşı "ulusal kapitalizm"in savunulmasını doğru görüyor ve TKP'nin en büyük kusuru da! "emperyalizm"e karşı mücadeleyi, sosyalizm hedefine bağlamasıymış! Çünkü anti-emperyalizm, tümü ile anti-kapitalizm demek değilmiş! Anti-emperyalist olan bazı burjuva sınıf ve tabakalar, kapitalizme karşı mücadeleye girmezmişler, dolayısıyla, sosyalizm amaçlı anti-kapitalist mücadele, emperyalizme karşı kurulacak olan "ulusal cepheyi" zayıflatırmış! Böylece (Türkiye gibi ülkelerde) anti-emperyalist mücadele, sosyalist devrimi içermezmiş. Emperyalizme ve "işbirlikçi tekelci burjuvazi"ye karşı mücadele, anti-emperyalist ve demokrasi içerikli olması zorunluymuş!

Türkiye'deki devrimin, sosyalist devrim, yoksa ulusal demokratik devrim, aşamasında olduğuna dair tartışma yeni değil. 1970 öncesine damgasını vuran, “MDD mi, sosyalist devrim mi” tartışmasıydı. MDD tezini savunanlar, Türkiye'yi, kapitalist üretim ilişkilerinin değil, feodal, yarı-feodal üretim ilişkilerinin egemen olduğu bir ülke olarak tanımlıyorlardı ve feodal üretim ilişkilerinin egemen olduğunu kanıtlamak içinde "çok bilimsel" görüşler ortaya atarak "sol" askeri darbenin zeminini hazırlıyorlardı.

MDD'cilerin (niyetlerinden bağımsız olarak) soruna teorik olarak yaklaşma tarzlarında, (genel olarak) M-L'e aykırı bir bakış açısının olduğu iddia edilemez. Tezlerini, Lenin'in kesintisiz ve aşamalı devrim görüşlerine dayandırmak istiyorlardı(1) feodal üretim ilişkilerine, feodal sınıfların diktatörlüklerine karşı, demokrasi mücadelesi ve demokrasi, tabiî ki burjuva içeriklidir. Burjuva demokrasinin gerçekleşmesine işçi sınıfının önderlik etmesi, bu demokrasinin içeriğini değiştirmez.

Feodalizm'e karşı burjuva demokrasine geçiş mücadelesine önderlik eden sınıf, burjuvazi' idi. Bilindiği gibi, Feodal üretim tarzından, kapitalizm’e, feodal despotizmden, burjuva demokrasine geçiş, devrimci veya evrimcil biçimde olabilir ve oldu. Çünkü burada cereyan eden olay, bir sınıflı toplumdan, bir üst sınıflı topluma geçiştir. Feodal üretim tarz içinde, üretici güçlerin gelişmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin doğmasına yol açtı. Gelişen kapitalist üretim ilişkilerinin temsilcisi burjuvazinin, üretici güçlerin gelişmesine, dolayısıyla kapitalizmin egemenliğine, engel olan feodal üretim ilişkilerinin ve feodal üst yapı kurumlarını tasfiye etmesi zorunludur. Kapitalist üretim tarzının ve burjuva demokrasinin egemen oluşunda işçi sınıfının çıkarı vardır. Çünkü kapitalizm ne kadar gelişirse, sosyalizm'in maddi temelleri de o kadar olgunlaşır.

İşçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak ortaya çıkışı ve sosyalizme geçiş için feodal üretim ilişkilerinin ve feodal üst yapı kurumlarının devrimci tarzda tasfiyesini istemesi ve kesintisiz tarzda sosyalizme geçmeyi amaçlaması, burjuvaziyi devrimci tarzda feodalizmi tasfiye etmekten alıkoyduğu doğrudur, ama bu, burjuvazinin, feodal sınıflarla uzlaşarak, eski feodalleri yeni burjuva sınıf'a dönüştürdüğünün, feodal üretim ilişkilerin ve feodal üst yapı kurumlarının süreç içinde ve evrimcil bir tarzda tasfiye ediğinin inkarına neden olmaz. Serbest rekabetçi ve tekelci kapitalizm dönemlerde burjuvazi feodal üretim ilişkilerini ve feodal üst yapı kurumlarının, evrimcil bir tarzda kapitalist üretim ilişkilerine ve kapitalist üst yapı kurumlarına dönüştürdüğü bir vakadır.

Anti- feodal mücadele ile anti- emperyalist mücadelenin birliğinin sağlayan, Emperyalist burjuvazinin, feodal üretim ilişkilerini, feodal veya yarı-feodal sınıfların devrimci bir tarzda tasfiyesine karşı çıkması, feodal sınıfları kendi güdümüne alarak, kendine bağımlı kapitalist sınıf'a dönüştürmesidir. (2)

Sözde " TKP eleştirisi" yazı ise, emperyalizm karşı mücadele, feodal kalıntıların tasfiyesini amaçlamasından ötürü, devrim aşamasını demokratik ve anti-emperyalist olması gerektiğini tespit etmiyor, demokrasiyi, burjuva içerikli olarak tanımlanmasının nedeni, anti-feodal mücadele ile anti-emperyalist mücadelenin birliğinden dolayı değil. Daha doğrusu, anti -feodal olmasına gerek olmaya, burjuva içerikli "demokratik devrim"den bahsediyor, işçi sınıfının mücadelesini, bu demokrasinin elde edilmesiyle sınırlıyor ve sosyalist devrimin gündeme getirilmesine karşı çıkıyor. Hem, kapitalist üretim tarzı egemen olacak, hem de önümüzdeki devrim, sosyalist değil, burjuva içerikli demokratik devrim olduğu öne sürülecek! Peki, bu nasıl olur sorusunu sormaya gerek yok, çünkü tekel-dışı burjuva sınıfları ürkütmemek için onları istediği kapitalizm'i, dolayısıyla demokrasiyi savunmak gerekiyor! Modern revizyonizm, burjuva demokrasinin sınırların genişleterek, sosyalizm'e geçişin sağlana bileceğini ileri sürüyordu, bu yazıda ise, burjuva içerikli demokrasi sayesinde ancak, sosyalizm'e gidişin, ilerleyişi sağlana bileceği iddia ediyor. Yani, Modern revizyonizmden daha geri bir tespit yapıyor ve demokrasi tamamlanmadan sıra sosyalizm’e gelmez diyor, arkasından'da sözde menşevizm'i eleştirmekten geri durmuyor. Menşevikler, Burjuva demokrasi tamamlanmadan, kapitalizm’i, egemen bir üretim tarzı haline gelmeden, sosyalist devrimin koşulları oluşmaz, bunun için, bu süreçte, işçi sınıfının görevinin, burjuvazinin feodalizm'e karşı mücadelesini desteklemekle sınırlı olması gerektiğini iddia ediyorlardı. "TKP eleştirisi" yazı ise, tanımladığı burjuva içerikli demokrasi mücadelesinde, burjuva demokrasi tamamlanmadan sosyalizm gündeme gelmez, dolayısıyla, anti-emperyalist, (feodalizm'i hedef almayan),demokrasi mücadelesinde, dahi işçi sınıfının önderliğini zorunlu olmadığın iddia ediyor ve arkasından "TKP'nin menşevizm"ini eleştiriyor! Yazı, her şeyi canın istediği gibi ele alıyor. Böyle bir bakış açısının Marksizm ile ne ilgisi olabilir?

K.Yalçın, burjuva içerikli demokrasi mücadelesinin gerekliğini, faşizm'in varlığına da bağlamıyor, Çünkü Türkiye’de "faşizm'in" egemen olduğunu öne sürmüyor. Kaldı ki, kapitalizm egemen olduğu ülkelerde, faşizm karşı mücadeleyi, burjuva içerikli demokrasi ile sınırlamak, sosyalizm için mücadeleyi amaçlamamak, faşizm yaratan tekelci kapitalizm yaşatmaktan başka işe yaratmadığı gibi faşizm tehlikesini ortadan kaldırmaz. Bunun için faşizme karşı mücadelenin sosyalizm'i amaçlaması zorunludur. Yani faşizm varlığı, sosyalizm için mücadeleyi gündemden çıkarmaz.

Tabiî ki, faşizm’e karşı mücadeleyi, burjuva demokrasinin yeniden kurulması veya gerçekleştirilmesi ile sınırlayan, değişimci "işçi sınıf"ı hareket"leri var oldu. İşçi sınıfına, onu sosyalizm amacına ihanet eden, burjuvazi ile uzlaşarak, faşizm’e karşı mücadelenin kapitalizm'i yok etmeğe yönelmesini önlüye, sonunda Sovyetlerde geriye dönüşün oluşumuna katkıda buluna, Avrupa'nın revizyonist "komünist partileri”nin izlediği yolun "burjuva içerik demokrasi"yi savunmadan ve yaşatmaktan ibaret olduğu bilinmektedir(3)

Bir ülkede, toplumun dönüşümünün belirleyen alt yapı, yani üretici-güçler ile üretim ilişkiler arasıdaki çelişkidir. Üst yapı, hiç bir şekilde bir ülkede devrim aşamasını niteliğini belirleyemez. Bunun içinde hiç kimse sübjektif (öznel) isteklerine göre, devrim aşamasını, sınıflar ittifakın tespit edemez. Böylesine tespitler, Marksizm'in bilimine aykırı olduğu gibi, objektif gerçeklerde uygunluk arz etmez. Şayet bir ülkede "demokratik devrim" tamamlanmamışsa, demek ki o ülke, feodal veya yarı-feodal üretim ilişkilerinin ve (buna uygun düşen feodal sınıfların egemenliğini belirleyen), anti-demokratik devlet biçimlerinin egemenliği altıdadır. Bu koşullarda, işçi sınıfının, toprak devrimi temelinde, köylülükle, ittifak yapması, demokratik devrim gerçekleştirmesi veya tamamlanması kaçınılmazdır. Bu devrim aşamasından geçmeden, sosyalist devrim aşamasına geçmek mümkün değildir. K.Y, hiç bir şekilde bu tip "burjuva içerikli" demokratik devrimi öne sürmüyor. Kapitalizm koşullarında, burjuva demokrasini göklere çıkarıyor ve bunun gerçekleştirilmesini de, sözde devrimin amacı olarak tespit edebiliyor.

Çin ve Küba yanlış örnektir


Anti-emperyalist mücadelenin, anti- kapitalist mücadeleye dönüşmemesi yine feodalizm ile ilgili olaydır. Emperyalist ülkeler, feodal egemenler dayanarak, o,ülkeyi egemenlikleri altına alabilirler ve köylülüğün feodal bağımlılık ilişkilerini devam ettirirler.

Kırlarda da başlayan pazar iç üretimin gelişmesinin, tarımda sınıf farklılıklarının ortaya çıkmasının engellenmesi ve sonunda iş-gücünü metal haline gelmesinin yavaşlatılması, feodal üretim ilişkilerinin, feodal üst yapı kurumlarının tasfiyesi gündeme getirir. Bu koşularda, feodalizm’e karşı, kapitalist üretim ilişkilerin radikal bir tarzda gelişmesi ve egemen olmasını isteyen, devrimci burjuvaların varlığından söz edile bilinir. İşçi sınıfı, kapitalizm geriliğinden dolayı sınıfsal olarak cılız olduğu durumda, ,feodalizm'in tasfiyesi için radikal burjuvaziyi destekler, emperyalizm’e ve onun dayandığı feodal ve yarı- feodal iç gericiliğe karşı, ulusal ve demokratik devrim amacıyla ittifak kurar. Şayet bu koşullarda, işçi sınıfı, devrimci mücadelenin önderliğini elle geçire bilirse, demokratik devrim, sosyalist devrime dönüştüre bilir ve kesintisiz sosyalist devrimi gerçekleştirir. Böyle ülkelerde, kapitalizm egemen bir üretim biçim haline gelmediği için, emperyalizm karşı mücadele ile kapitalizm'e karşı mücadele bütünleşmez. Çin devrimi başlangıçta, bu söylediğimizin (tam olmasa da) bir örneğidir. Sonradan, Mao Zedung önderliğindeki Çin'in ulusal ve demokratik devrimi, Sovyetlerin desteği ile sosyalizm doğru yöneldi,(4) Sovyetlerdeki geriye dönüş, Çin’i de devlet kapitalizmine doğru yönlendirdi. Çin devriminin, anti-kapitalist olmadığı, sadece diş emperyalist güçler ile işbirlikçileri hedef aldığını söylemek yanlış olduğu gibi, somut gerçeklerin de inkârdır. Çin, sosyalist Sovyetlerin yol göstericiliği sayesinde, feodal toprak ağalığına son verip köylülüğü özgürleştirdi, özel mülkiyetin büyük ölçüde kamulaştırdı (tabiî ki süreç içinde) büyük ölçüde iş-gücünü meta olmaktan çıkardı, kar için üretime son verdi, kitlelerin tüketimini gözeten planlı ekonomiyi yürürlüğe koydu.

Sözde "TKP"yi eleştiren K.Y, Mustafa Kemal Türkiye'si ile ÇİN devrimini aynı kefeye koymaya çalışıyor. Mustafa Kemal'in toprak devrim diye bir sorunu olmadığı gibi küçük mülk sahipleri dahi olmak üzere, özel mülkiyede dokunmadı, emperyalistlerle ekonomik ve siyasi bağın hiç bir zaman koparmadı, kurtuluş savaşı sonrası kapitalist yolu tutu. Mao Zedung ise tam tersi, sosyalist Sovyetlerin desteği ile sosyalizm'i kurmaya çalışıyordu. Çin, devriminin "anti-kapitalizm ile bütünleşmeyen anti-emperyalizm" örneğine hiç uymuyor.

Küba devrim yine dünyada örneği olmayan "kapitalizm hedef almayan anti-emperyalist devrim" ile yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Küba'daki devrim, sadece dış emperyalist güçlere yönelmemiş, kapitalist üretim ilişkilerin büyük ölçüde tasfiye etmiş kendine özgür "sosyalist bir ülke" haline gelmiştir.


Türkiye sosyalist devrim aşamasındadır


"Türkiye gibi bir demokratik devrimden geçmemiş kapitalist toplumlar"dan bahseden K.Y, ne anlatmak istediğini kendisi dahi bilmiyor. Bir ülke "demokratik (ki burada demokratik aşama kast ediliyor-y)devrimden geçmemiş" ise kapitalist toplum haline gelmesine imkan yok demektir. Kapitalizm egemen hale gelmişe, o ülkenin "demokratik aşamadan" geçmediğinden bahsetmek saçmadır. Çünkü bir ülkede feodal ilişkilerin tasfiyesiyle serfliğe son verilmişse, köylülük özgür vatandaşlar haline gelmişe, o ülke burjuva demokrasinin maddi temelleri oluşmuş demektir, henüz, faşist ve gerici devlet biçimlerinin varlığından dolayı, parlamenter sisteme geçilmemesine rağmen, o ülke demokratik sürecini tamamlamış demektir ve o ülke sosyalist devrim aşamasındadır.

Demokratik aşamanın tamamlanması için devrim'de zorunlu değil, bunun, evrimcil bir tarz olabileceğini değindik: Böyle bir oluşunun tipik örneğini, Almanya teşkil ediyor, evrimcil bir tarzda demokratik sürecini tamamlanmış ve Almanya "kapitalist toplum" haline gelmiştir, Bu durumda hiç kimse K.Y gibi,"demokratik devrimini tamamlamış kapitalist toplum"dan bahsederek, Almanya’nın sosyalist devrim aşamasında olmadığından bahsetmemiştir.

Bu yazıdaki, emperyalizm kavramın ele alış, başlı başına yanlış görüşün esas dayanağını oluşturuyor. Emperyalizm, tekellerin ve mali sermaye egemenliği olarak tanımlanıyor. Oysa temel alınması gereken tekelci kapitalizm ve onun oynadığı fonksiyonlardır. Serbest-rekabetçi kapitalizm koşullarında, üretici güçlerin gelişmesi sonucu, kapitalizm’in, bir üst aşama olan tekelci kapitalizm dönem girdi, bu oluşumun esasın, bank sermayesi ile sanayi sermayesini kaynaşması ile oluşan mali sermaye teşkil etmektedir. Mali sermaye tekelci vasıftadır. Tekelci kapitalizm'de temel güç bankaların elindedir. Oysa serbest rekabetçi dönemde esas güç sanayi sermayesinin elinde idi ve banklar ise arayıcı kurumlar durumda idi. Bunun için Tekelci kapitalizm, tekelci sermaye ile mali sermayenin egemenliği değil, mali sermaye egemenliğidir. Tekelci sermayeden bahsedildiğinde, mali sermayeden söz edilir.(5)

Lenin, tekelci kapitalizm, sosyalizm’in arifesi olarak tanımladı. Yani tekelci kapitalizm, sosyalizm'e geçişe daha yakındır, toplumsal ilerleyişe, üretici güçlerin gelişkinliğine göre soruna yaklaştığımızda, işçi sınıf, serbest rekabetçi kapitalizm, değil tekelci kapitalizm tercih eder. Çünkü tekelci kapitalizm, geberen, sosyalizm arifesindeki kapitalizmdir. Üretici güçlerin gelişkinliği açısından, daha geride olan serbest rekabetçi üretim ilişkileri, tekelci kapitalist üretim ilişkilerine karşı, bir alternatif olarak öne sürülemez, işçi sınıfına, tekel dışı kapitalizm’in, tekellere karşı savunulması hedef gösterilemez, yani daha geri üretim ilişkiler, daha ileri üretim ilişkilerine göre (geçicide olsa) tercih edilemez. "tekelci kapitalist üretim ilişkileri"nden, daha ileri üretim ilişkileri; sosyalist üretim ilişkileridir.

Tekelci kapitalizm dönemde, tekelci kapitalist "üretim ilişkilerine" göre, (varlığını sürdürdüğü kadar ile) serbest rekabetçi "üretim ilişkiler" üretici güçlerin gelişimde daha olumlu rol oynamaz, bunun içinde burjuvazinin hiç bir kesimi devrimci bir vasıf taşımaz. (tabiî ki sosyalizmi sınıfsal kurtuluş olarak gören küçük burjuva kesimlerinin devrimci olmadığını iddia etmiyorum) Aksine bu üretim ilişkileri vadesini doldurmuştur. Lenin’in görüşlerine göre, tekelci kapitalizm, üretici güçlerin gelişmesini derinliğine etkiler. Nitemin Tekeller arası rekabet, üretici güçlerin gelişmesini (bir miktar engellese de), derinliğine etkilediği bir vakadır. Tekelci kapitalizm dönemi de, ister tekelci, isterse (varlığını sürdürdüğü kadar ile) serbest rekabetçi üretim ilişkiler olsun, vadelerini doldurmuşlardır, tarihsel anlamda, bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkileri vadelerini doldurmuştur ve bir bütün olarak gerici üretim ilişkileridir. Bunun için, Üretim toplumsa karakteri ile mülk edinmenin özel karakteri arasıdaki çelişki, sosyalizm’e geçişi zorunlu kılacak boyutta keskinleşmiştir. İlerici olan, devrimci olan, tek üretim ilişkileri sosyalist üretim ilişkilerdir.

Kapitalizm'in egemen olduğu, feodal kalıntıları yok denilecek seviye'ye düştüğü bir ülkede, toplumsal dönüşümde, emek sermaye çelişkisinin temel ve belirleyici olmadığın söylemek yanlıştır ve objektif gerçeklere terstir. Serbest rekabetçi kapitalizm'den, Tekelci kapitalist döneme girildiğinde, serbest rekabetçi kapitalist üretim ilişkileri, feodalizm'in bağrında yeşeren, üretici güçlerin gelişimini etkileyen ve onula uyum içinde olan, ilerici üretim ilişkiler vasıfların çoktan kayıp ettikler için, tekelci kapitalist ilişkileri doğuşunu sağlamışlardır; yani devrimci özeliklerin kayıp etmişlerdir. Çünkü artık feodalizm'den kapitalizm'e geçiş dönemini değil, kapitalizm'den, sosyalizm'e geçiş dönemin yaşıyoruz. Bunun için Lenin, çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır demiştir. K.Y, çağımızın niteliğini anlamıyor. Bunun içinde kapitalizm'in egemen olduğu bir toplumda, emek sermaye çelişkisi temel çelişki değildir. "demokratik devrim tamamlanmadan, emek sermaye çelişkisi esas çelişki haline gelmez" diyebiliyor.

Tekelci kapitalist dönemle birlikte, tekelci burjuvazi ile tekel dış burjuvazi arasıda bir çelişkinin ortaya çıkışı, devrimin hangi aşamada olduğunu belirlemez ve devrimin karakterine her hangi bir etkide bulunmaz. Çünkü devrimin aşamasını ve karakterini, üretici güçlerle çatışma içinde olan üretim ilişkileri belirler. Bunun için proleter devrimler çağında, devrimin aşamasın ve karakterini, burjuvalar arası (ister, tekeller, isterse, tekeller ile tekel dışı burjuvalar arasıda olsun fark etmez) artı-değeri paylaşma çatışması belirlemez. Bu çatışma, sosyalist devrim aşamasında bulunduğumuzu etkisiz hale getiremez,

K.Y, tekelci kapitalistler(6),gerek kendi aralarında, gerekse, tekel dışı kapitalistler yürüdükleri rekabet sonucu, kapitalist üretim ve sermaye giderek daha azınlık tekellerin elinde birikmesini kaçınılmaz olduğunu farkında değil, Oysa bu oluşum özelikle tekel dış burjuvaziyi, özel mülkiyeden arındırıp proleterleştirir. Tekellerin baskısı sonucu, özel mülkiyetin kayıp eden veya kayıp etmekle baş başa kalan orta ve küçük burjuvalar, tekeller karşı "mülkiyet"lerin geri alma veya kayıp etmekten kurtarma girişimi karşısında, işçi sınıfını görevi, bu burjuvaların mülkiyetlerini yeniden kazanmaların gözeten bir programla 'i ortaya çıkıp, Tekellere "savaş" açıp, kapitalizm savunmak ve yaşatmak değil, sosyalizm’i gündeme getirmektir. Proletarya, hiç bir şekilde küçük mülkiyeti savunarak,büyük mülkiyede karşı çıkamaz, Çünkü sosyalizm'e yakın olan küçük mülkiyet değil, büyük mülkiyettir. Küçük ve orta burjuvazinin, sosyalizm'e düşman olmasının temel nedeni, özel mülkiyede olan bağnaz bağımlığıdır. Bunun için ( bir geçici bir süreyi kapsasa da)küçük mülk sahipler kapitalizm'i savuna gerici siyasi hareketleri kitlesel tabanın oluştururlar."Proletarya"nın, Tekellere karşı, kapitalizm ve küçük mülkiyeti "savunması!" aslıda, kapitalizm'in ekonomik kanunlarına da aykırıdır ve bir aldatmacadır. Çünkü bir an için tekeller karşı küçük mülkiyetin savunulmasında başarı sağlandığın düşünelim, kapitalist ilişkiler varlığını sürdükçe, küçük mülkiyeti, büyük mülkiyete dönüşmesi, küçük mülk sahiplerinin büyük çoğunluğunun mülkiyetten arınması kaçınılmazdır. Bu, sadece tekelci kapitalist ilişkiler neden ile ortaya çıkan bir olgu değil, kapitalist ekonomik kanunlarının doğal özeliğidir. Bu objektif gerçeği hiç kimse değiştiremez, Çünkü bu, insan iradesinin dışında var olan bir maddi bir olgudur.

Küçük mülkiyetin varlığın yitirerek, büyük mülkiyete dönüşmesi, proletaryayı sınıfsal olarak güçlendirdiği gibi, milyonlarca insanı sefaletin içine iter. İnsanların sömürü ve sefaletten kurtulması için sosyalizm tek kurtuluş yolu olduğu, daha vurucu bir tarzda ortaya çıkar. Bir Marksist’in, bu gelişmeden gocunacağı, rahatsız olacağı neyi olabilir? Kapitalizm, milyonlarca küçük mülk sahibini mülkiyeden arındırması, işgücünü, satmak zorunda bırakması, devrimi önlemez, tam tersine sosyalist devrimin olgunlaşmasının, gelişmesinin zemin hazırlar. Küçük mülkiyeti "savunmak ve yaşatmak" sosyalist devrimin gündeme gelmesini geri plana iter.

Türkiye'nin neo-liberal döneme girişi

Sosyalizm'in, pratikte kapitalizm'i tehdit ediği dönemde, Tekelci burjuvazi, izlediği ekonomik-politik çizgi ile (kapitalist üretim ilişkilerinin neden olduğu) küçük mülkiyetin tasfiyesini yavaşlatmaya çalışarak, gelişen sosyalizm'e karşı, küçük burjuvaziyi(bilhassa köylülüğü) yanına çekti ve kapitalizm'i savunmanın kitlesel dayanağı yaptı. Özellikle, Türkiye, bu politikanın uygulandığı ülkelerin başında gelir, DP ve onun devamı olan AP v.s gibi partilerin, iktidarları döneminde bu ekonomik-politika'yı uyguladılar ve yine, Türkiye’de, gericiliğinin, anti-komünizm'in bu kadar güçlü olmasının temel nedeni, sosyalizm'e karşı küçük mülkiyeti yaşatma politikasıdır.

Sosyalizm'in, pratik bir tehdit unsuru olmaktan çıkması ve burjuvazinin neo-liberal dönemi başlatması, Türkiye gibi ülkelerde uygulana bu ekonomik-politikanın iflasına yol açtı, Uluslar arası burjuvazi, neo-liberal dönemle birlikte, Türkiye'de uygulana politikadan desteğini çekmesi, Türkiye gericiliğin neo-liberal döneme girmek zorunda bıraktı.1980 ile hızlana neo-liberal ekonomik- politika'nın uygulanması, hızlı bir tarzda küçük ve orta mülkiyetin (özelikle kırlarda) tasfiyesine yol açtı, şehirleşme ve şehirlerdeki nüfus artışı hızlandı, sanayileşme yayınlaştı, Anadolulun birçok şehri, sanayi merkezleri haline geldi, Kırları terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan, büyük şehirlerin varoşlarında birikti. Yoksulluğun, işsizliğin, diz boyuna çıktı, iş-gücünün en ucuz olduğu ülkelerin başında, Türkiye gelmektedir. 1980 öncesi Türkiye'nin kırları da yaşayanlar, nüfusun %50 üstüde iken, şimdi %35'ler civarına düşmüş durumdadır. Tüm bunlar, Türkiye'deki şartların, sosyalizm için (objektif olarak) daha da olgunlaştığının göstergeleridir.

Tüm dünya olduğu gibi, Türkiye'de de neo-liberalizm dönemine karşıt olarak, neo- liberalizm öncesi dönem öne sürülüyor. K.Y'nin bakış açısı da bu şekildedir. Tabiî ki, neo-liberalizm'den en fazla zarar gören sınıfların başta işçi sınıfı geliyor, ama bu durum, hiç bir şekilde işçi sınıfını, neo- liberalizm öncesi kapitalizm savunmak, onu yeniden "geri getirmek!" için küçük ve "orta burjuvazi" ile tekellere karşı ittifak kurmak zorunda olduğunu ne gösterir, nede böyle bir objektif zorunluluk ortay çıkarır. Aksine, neo-liberalizm, sosyalizm'in, siyasal ve sosyal kurtuluş için tek yolu olduğu objektif gerçeği su yüzüne çıkarıyor. Özel mülkiyetten arınan ve arınmakla baş başa kalan küçük burjuvaziye sosyalizm'in, tek kurtuluş yol olduğu daha kolayca ve gerçekçi bir tarz anlatmanın, ortamı oluştu ve oluşuyor, Sosyalizm sadece işçi sınıfın değil, tüm ezilen, sömürülen sınıfları kurtuluşa götüren sistemdir. İşçi sınıfı sadece kendisini değil, tüm ezilen ve sömürülen sınıfları, sosyal kurtuluşa götürecek tek sınıftır. Bunun için sosyalizm’den, tekeller tarafından ezilen ve sömürülen, işçi sınıfı dışındaki "sınıfların çıkarı yoktur", "sosyalizm gündeme getirilemez" demek, yanlıştır. Bu sınıfların sosyalizm' i için mücadeleye girmeyeceğini iddia etmek gerçeğin inkarıdır; Çünkü küçük burjuvazinin azınlık kesimi zenginleşip büyük burjuvaziye dönüşür iken, büyük çoğunluğu proleterleşme sürecini yaşıyor. Şimdi nasıl olunur da, özel mülkiyetten arınmak üzere olan küçük burjuva yığınlarının, sosyalizm için mücadele etmede, sınıfsal çıkarlar yoktur, denile bilinir. Küçük burjuvaziyi, hem arar sınıf olarak tanımlanacak, hem de değişmeyen sınıf olarak lanse edilecek!

Neo-liberalizm, kapitalist ekonomik kanunlarına en uygun düşen ekonomik-politikadır. Hem, bir yandan, neo-liberal politikalara karşı çıkacaksın, hem de, diğer yandan kapitalizm'i yaşatacaksın, bu aldatmacadır, kitleleri kandırmadır, Çünkü tekelci dönemde neo-liberalizm’i, serbest rekabetçi kapitalizm dönemindeki, liberalizm’i yaratan bizzat kapitalizm kendisidir. Burjuvazi, bir dönem sosyalizm'in korkusuyla, kapitalist ekonominin kanunlarına aykırı olmasına rağmen, sosyal-kapitalizm’i, devlet- kapitalizm'in uygulamaya sokarak, sosyalizm tasfiye etmeğe çalışıyordu. Ve bu uygulamaları geçici tedbirler olarak ele alıyordu. Sosyalizm tehlikesini bertaraf edikten sonra, sosyal-kapitalizm'e, devlet-kapitalizm'in son vereceği açıktı.

Ama neo-liberalizm yürürlüğe sokan tekelci burjuvazi, aslıda sosyalizm tehlikesinden kurtulamadı, tam tersine, sosyalizmin, sömürüden, açlıktan, işsizlikten, sefaletten kurtuluşun tek yolu olduğu gerçeği daha vurucu bir tarzda ortaya çıkardı. Burjuvazi, bunun için "Marks'ın hayaleti üstümüzde dolaşıyor" demek zorunda kalıyor, K.Y'nın kavrayamadığı nokta burasıdır.

K.Y,Tekelci burjuvazinin sınıfsal çıkarına uygun düşen ve tekel dışı burjuvazinin tasfiyesini hızlandıran ve bu burjuva sınıfların çıkarına ters düşen, neo-liberalizm' karşı, neo-liberalizm öncesi dönemi savunma temelinde sınıflar arası ittifakı öneriyor. "demokratik devrim tamamlanmamıştı, sosyalizm gündem gelmez" v.s görüşlerini bunun için ortalığa serpiyor.

Kapitalist bir toplumda, işçi sınıfının ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturmamasını, tekelci burjuvazi ile çatışan diğer sınıfların varlığı, öne sürerek sosyalist devrim aşamasında olunmadığını ileri sürmekte yanlıştır; çünkü bu mantıkla hareket edinilirse, dünyanın hiç bir ülkesinin, sosyalist devrim aşamasında olduğu ileri sürülemez. En gelişmiş kapitalist ülkelerde bile, ülke nüfusuna göre işçi sınıfı azınlıktadır. Örneğin Almanya: nüfusu 84 milyon iken, İşçi sınıfının nüfusu, 30, 35 milyon kadardı, tekellerin dışında milyonlarca küçük ve orta burjuva tabakalar mevcuttur. Ama hiç kimse çıkıp da "Almanya sosyalist devrim aşamasında değil, çünkü demokratik devrim tamamlanmamıştır" demiyor.

Bir ülkede, kapitalist üretim tarzı (tekelci veya serbest rekabetçi karakterde olması fark etmez) egemense, (bir takım burjuva demokratik görevler var olmasına rağmen) o, ülke sosyalist devrim aşamasında demektir.

Türkiye nüfusunun büyük çoğuluğun, işçiler, (iş- gücünü en ucuz şekilde satmaya hazır) işsizler, varoşların yoksulları, pazar için üretim yapan ama iş-gücü metal haline getirilen (tarım ve sanayide ki) küçük işletmeciler, yanında işçi çalıştırmasına rağmen, neo-liberal politika gereği, mülkiyetini kayıp etmekle yüz yüze kalan, proleterleşme sürecin yaşayan, yaşamını zorbela sağlayan, küçük burjuvalar, geçici tarım işçiler, memurlar vs, Ülke nüfusunun çoğunluğunu, oluşturan, bu emekçilerin, işçi sınıfı dışındakilerin, sosyalizm'den çıkarlarının olmadığı ileri sürülebiliniyor ki bu emekçilerin çoğunluğunu da, işçiler, işsizler, varoşlarda biriken yoksular teşkil ediği halde.

Orta -burjuvazi'ye gelince: Türkiye’deki orta burjuvaziyi oluşturan tüccarların, sanayicilerin, tekeller ile çatışma içinde olduğu, tekellerin ekonomik dış baskısı altında bulundukları, iddiası gerçek değil. Çünkü küçük işletmelerin (özellikle kırlardakilerin) malların pazar süren tefeci- tüccar, küçük üreticinin (büyük ölçüde) üretimde kopması sonucu, arayıcı işlevlerini bırakıp, Büyük holdingleri şubeleri, bayileri haline geldiler, Holdinglerin dışındaki, sanayi ise, ya, Tekellerin, yan sanayi işletmeleri konumundadırlar veya Holding bankalarının kontrolleri altındalar. Bunun için "tekeller ile çatışma içinde olan orta burjuvazi" diye bir sınıfın varlığından bahsedilemez, "orta burjuvazi tekellerin uzantılarıdır. Dolayısıyla, proletaryanın sosyalist devriminden korktuklar için, tekelci burjuvaziye yanaşmıyorlar, tekellerin uzantıları oldukları için tekelci burjuvazi ile bir "bütün"ler(7) Bunun için tekellere karşı "orta burjuvazi" ile ittifak aramak, orta burjuvaziyi "cepheye kazanmak" için "sosyalist devrim aşamasında değiliz" bahanesinin arkasına sığınmak doğru değil.

Emperyalistler, (yani tekelci kapitalistler) ile çatışma içinde olan herkesle sözde "anti-emperyalist" cephe kurulla bilinir mi? Tabiî ki hayır, emperyalistler arası çatışma olduğu gibi, feodal, dinci gericiler, çeşitli emperyalistler ile çatışma için olabilirler, dinci-gericiliğin emperyalistler ile çatışmasının ön sürerek "anti-kapitalist olmadan, anti- emperyalist olunabilineceğini" kanıtlamaya çalışmak komiktir. Çünkü gericiler arası pazarlara egemen olma savaşının arkasına sığınarak "anti-kapitalist olmadan, anti-emperyalist oluna bilinir" görüşünün sözde" doğruluğu!" nasıl kanıtlana bilinir.

Hugo Chavez hareketi "anti-kapitalist" olmadan "anti-emperyalist" olunabilineceğinin kanıtımı?

Latin Amerika'daki, gelişen sınıf mücadelesinin, kapitalist- emperyalizm'e karşı değil de salt "emperyalizm ve işbirlikçi"lerine karşı bir hareket olduğu, sosyalizm amaçlamadığını ileri sürmek, Latin Amerikalı işçilerinin, yoksularının isyanın niteliğini kavramamakla eş anlamlıdır. Gerek, Venezuela, gerekse, Bolivya ve diğer Latin Amerika ülkelerinde gelişen işçilerin ve emekçilerin mücadelelerine "M.L" partilerin önderlik edememesi, bu hareketlerin kapitalist sistemi hedef almadığını göstermez ve göstermiyor

Paris-Komünü’nün oluşumu sırasında, işçi sınıfının mücadelesine önderlik eden siyasi hareketler, Marksistler değil, küçük burjuva, Prudoncu'lardı, Ama Marks, Engels, Lenin, bu hareketin anti-kapitalist olup, olmadığın, mücadeledeki önderliğin siyasi ve ideolojik özeliğine göre değil, hareketin doğal (maddi) niteliğine göre değerlendiler ve Paris- komünü’nün, sosyalist toplumun ilk örneği olduğunu ilan ettiler.

Latin-Amerika'daki gelişmeleri, Marks’ın, Engels’in, Lenin’in görüşleri doğrultusunda, harekete önderlik edenlerin özelliklerinin dışında, ele alırsak ve başımızı, Orta-doğunun ve Orta Asya'nın, Dinci gericileri ile emperyalistler arası çatışmadan kaldırırsak, Venezuela, başta olmak üzere Latin- Amerika ülkelerinde, yer yer Sovyetlere ve Paris-komünü'ne benzer örgütler kurulmaya çalışıldığını, Latin-Amerika'da çok önemli gelişmelerin ortaya çıktığını görebiliriz,

Latin- Amerika emekçiler için, neo-liberalizm dönemi öncesi ve sonrası arasıda önemli farklılık yoktu. Çünkü Latin-Amerika'da her zaman, neo-liberalist ekonomik- politikanın benzerleri yürürlükte oldu. Türkiye'den farklı olarak, tarımda, küçük üretim değil büyük çiftlik sahipleri egemendir. Köylülüğün büyük kesimin teşkil eden topraksız köylüler (ki bunlar yerli halktır), büyük toprak sahiplerinin acımasız sömürüsü, baskısı altındalar. Büyük toprakların, topraksız köylüye dağıtılması, Latin-Amerika’da baş sorunu ola geldi. Latin-Amerika'nın büyük toprak sahipleri, aynı zamanda, sanayi, ticareti, bank v.s gibi sektörlere egemen olan holdinglerinde sahipleridir. Ve oligarşi bir tabaka oluşturmuşlardır. İktidarlarda bu oligarşilerin elindedir. Latin-Amerika'nin ezilen sömürülen emekçileri, uzun yıllar emperyalizm, dayanağı bu oligarşik diktatöryaya karşı mücadele ettiler. Ve ediyorlar,

1960 Küba devrim, Latin-Amerika emekçilerinin derinden etkilerdi. Ama buralardaki, komünist partileri, bu mücadelelere önderlik edeceğine, Kruşcevci revizyonizminin peşine takılarak, oligarşik diktatörlükler ile uzaklaşma yolunu seçtiler. Halk kitleleri her geçen gün daha da yoksullaşmasına ve büyük şehirlerin varoşlarını doldurmalarına rağmen.

Oligarşi ise, göstermelik burjuva parlamenter rejimlerinin, emekçilerin mücadelesi karşıda yetersiz hale gelir gelmez, askeri darbelerle, faşist diktatörlükler kurmaktan çekinmedi, Askeri darbelerin ardı, arkası kesilmedi. Oligarşi'nin en temel ayaklarından birini, generaller oluşturdu.

Oligarşi, işçi sınıfını azınlık kesimi aristokratlaştılar, sendikalar, bu aristokrat tabakanın menfaatini gözeten, diğer işçiler ve emekçileri karşısına alan bir politika ile oligarşinin kitlesel temelini teşkil ettiler. Bu koşullarda, Küba devrim'den etkilene devrimciler, yoğunlaşan zulme, sömürüye, karşı, bireysel terör esas alan bir mücadeleye giriştiler. Bireysel terör’ü esas alan devrimciler, sömürülen, baskı altında açlığın girdabına itilen halk kitlerinin sempatisini kazanmalarına rağmen, faşist diktatörlükler tarafından dağıtıldılar. Ama Latin- Amerika emekçilerinin mücadelesi, durmadı.,Salvador Allende,Şili halkının desteğin alarak "barışçıl yolla sosyalizm "kurma adına seçimle devlet başkanı oldu.Emperyalistler ve Şili oligarşi'si burjuva demokrasini "komünizm"in alternatifi olarak öne sürdükleri için,Allende'nin seçim ile iktidara gelmesine sessiz kalıyor görünüm altında, askeri darbeyi tezgahlamaya başladı, oligarşi, doğrudan uzantısı olan orta burjuva yığınların,Allende'ye karşı seferber etti, boykotlar, sabotajlarla, ekonomiyi krize soktular, Halkın Allende iktidarına güvenini sarsmaya çalıştılar, bunun başaramayınca da, askeri faşist darbe ile Allende'yi öldürüp, iktidarına son verdiler.Faşist askerin, darbele iş başına gelmesi, Şili ile sınırlı kalmadı, Latin-Amerika'nın bir çok ülkesinde Faşist general,darbe yaparak,sosyalist, devrimci örgütleri dağıttılar, 10 binlerce sosyalist'i, devrimciyi katlettiler. Askeri cuntaların baskısı altında Latin-Amerika halkları daha da yoksullaştı, işsizlik, açlık, çaresizlik, görülmemiş boyutlara çıktı,

Latin-Amerika oligarşisi, neo liberal döneme girilmesiyle birlikte, halkın faşist askeri cuntalara duyduğu kızgınlığı, öfkeyi yatıştırma amacıyla, neo-liberal ekonomik politikayı, burjuva-demokrasi ile daha iyi bir şekilde yürürlüğe koyabileceği anlayışıyla ve de emperyalistlerin teşvik ile burjuva demokrasine geçtiler

Neo-liberal dönemle birlikte, tekeller dünya pazarlarına egemen olmak için ekonomik rekabeti üst boyutlara çıkardılar, tabiî ki arkasından, aşırı üretim bunalımının yaratığı ekonomik krizler geldi. Uzak doğuda başlayıp, dalga, dalga Latin-Amerika'yı da etkileyen kriz sonucu, fabrikalar bir biri ardı sıra kapandı, çalışan insanların büyük bir bölümü birden bire işsiz kaldılar, emekçi kitleler sokaklar döküldüler.

Neo- liberal ekonomik politika ve arkasından patlak veren kapitalizm’in ekonomik krizi, kitlelerin kendiliğinden mücadelesini büyük boyutlara çıktığı sırada oligarşi (yığınların öfkesi karşısında ve sosyalizm'i yakın tehlike görmeme sonucunda) askeri darbe tezgâhlamayı göze alamadı.

Hugo Chavez, oligarşi'nin demokrasi manevralarından yaralanarak, hükümete geldi ve Brezilya’nın "işçi partisinin " lideri, Lula da Silva gibi gibi yalan söylemedi, işsizlerden, açlardan, yoksulardan yana bir politika izlemeğe başladı, Topraksız köylülüğü, toprak sahip yapmakla kalmadı, Venezuela'nın, petrollerinden elde edinilen gelirlerinden yararlanarak, yoksulluğa, işsizliğe karşı savaş açtı. Oligarşi, Allende'ye karşı tezgahladığı, askeri darbenin bir benzerini Venezuela'da da sahneye koymak istedi, Şili deneyinden dersler çıkaran, Chavez, yoksuları, işsizleri, topraksız köylüleri, (yani Venezuela nüfusunun çoğunluğunu) Sovyet biçimde örgütlerde örgütledi, Oligarşi ise Amerikan emperyalizm'den aldığı güçle, Chavez'i askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırmak istedi, Ama emekçiler, Şili’deki gibi sesiz kalmadılar, hemen sokağa döküldüler. Darbeciler, sokağa dökülen yığınlar karşısında, hiç bir şey yapamadıkları gibi, emekçiler ile birleşen ordunun alt kademesi, darbeci generalleri tutukladılar. Ama Oligarşi, yine boş durmadı, Chavez karşı ekonomik silahların devreye soktular, uzantısı orta burjuvazinin yanı sıra, aristokrat işçi tabakasın, sendika bürokratların yanına çekip, yoksulara karşı savaş açtılar. Petrol sektörüne egemen olan oligarşi, petrol boykotunu başlattı, Kamyoncular, taşımacılar, esnaflar v.s hepsi, Chavez iktidarına karşı seferber etti, karşı devrimin başını imtiyazlı petrol işçiler çekiyordu. Ama Chavez’in "yoksuları", oligarşinin karşı-devrimci isyanı karşısında yılmadılar, eski yoksulluklarının geri gelmemesi için tüm güçler ile Chavez yanda yer aldılar, Sonunda Oligarşi, dize geldi. Chavez, oligarşi'nin elindeki petrol sektörünü el koydu, işçi aristokratların işten attı, Oligarşinin istediği her referandumu kabul etti. Ve yapılan referandumların tümünü kazandı.

Chavez'in hareketi, Latin-Amerika’yı derinde etkiledi, Sovyetlerin dağılmasından sonra, Amerikan emperyalizm tarafından kıskaca alınan Küba'nın imdadına Chavez yetişti, onun ambargosunu kırdı.

Bugün Chavez, kapitalizm'e karşı sosyalizm'in propagandacılarının başta geliyor. Brezilya'da yapılan son dünya gençlik festivaline katılan Chavez, tüm dünya gençliğini, kapitalizm’e karşı, "sosyal adalet" için değil, sosyalizm için mücadeleye çağırıyordu, kapitalizm dünya yüzünden silinmeden sömürünün, baskının ortadan kalmayacağın ilan ediyordu,

Venezuela, işçiler bir sürü fabrikaya el koyup kamulaştırmaya başladılar. Venezuela’da kurulan, tüm Latin-Amerika ülkelerine doğur yayılan emekçilerin Sovyetlere benzeyen örgütleri, mahalle, semtler, üretim birimleri, fabrikalar temelinde kuruluyor, Lenin'in dediği gibi en geniş demokrasi işlerliği ile faaliyet gösteriyor, tüm emekçiler yöneticilerin seçiyor istedikler zaman, onları görevlerinden alabiliyorlar, alına kararlara semtlerde, mahallelerde ikamete edenlerin, üretim birimlerindeki emekçilerin tüm katılıyor ve uygulamaya sokuluyor: Aynı örgütlenme ve mücadele, Bolivya'da da inşa ediliyor, Marks olduğunu ilan eden, Evo Morales’i, mücadeleyi, yerlilerin ulus hakların elde edilmesi sınırlayan ve kapitalizm savuna, kesimleri etkisiz hale getirerek, Sovyet tip örgütlenmelerin önderliğin yapıyor.(9)Bolivya'da bugün ikili iktidar var, Örgütlene Bolivya halkı ülke kaynakların kendi sınıfsal çıkarları için değerlendirilmesine çalışıyor ve fabrikalara el koyuyorlar, Mücadele ile doğal -gazın, petrol’ün Amerikan emperyalizm'ine yok pahasına satılmasın fırsat vermiyorlar. Şimdi artık Venezuela gibi iktidara gelmeye, ve Evo Morales’i devlet başkanın seçmeye çalışıyorlar.

Latin-Amerika’daki bu hareketlerin hangi özeliği, anti-kapitalist olmayan "anti-emperyalizm"dir? Latin -Amerika'da tabiî ki henüz sosyalizm inşa edilmedi, ama oraya doğru yol alan, kapitalizm hedef alan bir girişim var, hiçbir burjuva kesimin içinde yer almadığı, bu hareketle, işçiler, yoksul köylüler, işsizler, sınıfsal kurtuluşları için yol çıkmışlardır. Bunun tam hedef varıp, varmayacağını sınıf mücadelesi gösterecektir.

K.Y'nın, Anti-kapitalist, olmayan ama "anti- emperyalist", olan olarak lanse edirdiği, Chavez örneği buna hiç uymuyor, Bu örnek tam tersini kanıtlıyor, yani anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olunamayacağını ispatlıyor.

TKP sosyalizmi mi savunuyor?


K:Y, TKP'yi "sosyalizm" savunan bir parti olarak lanse ediyor. Oysa TKP'nin hiç bir zaman sosyalizm diye bir derdi olmadı. Kruşcev'in , Brejnev'i devlet-kapitalizmini "sosyalizm" diye yutturmaya çalışıyor. Geriye dönüşü, Gorbaçov dönemiyle başlatıyor. Övüne, övüne( ve devlet kapitalizm'i aklamak için) biz "devletçiyiz" diyor, Emperyalizm’e karşı kurmak istediği "ulusal cephe"nin amacı, var olmayan "ulusal -kapitalizm"i savunmadır. Özelleştirmelere karşı, devlet kapitalizm'ini savunuyor, Buradan hareketle, Burjuva devletinin, işçilerin emekçilerin devleti olduğunu öne sürerek, devlete sahip çıkılmasını istiyor. Burjuva devletinin "halkın eline " geçmesi’yle, sözde "sosyalizm"i kurulacağını ileri sürüyor. Böylece, M.L'in en temel tezi olan burjuva devleti, zor yolu ile parçalanıp dağıtılmadan, yerine, nitelik olarak devlet olmayan, proletarya demokrasi'si (yani proletarya diktatörlüğü)kurulmadan sosyalizm inşa edilemeyeceği inkar ediyor.

TKP'nin devleti savunma görüşlerinin etkisi ile sınıf bilincine varmamış işçileri yanlış yöne yöneliyorlar ve işçiler devlet işletmelerin, fabrikaları,"Kendi mülkleri" zannediyor. Tabiî ki bu görüşler, faşist, dinci gerici, sosyal -demokrat,"sosyalist" kisvesine bürünmüş, revizyonist sendikacıların da işine geliyor. Yıllardan beri "tarafsız" olarak lanse ettikleri, burjuva devletin daha cesurca savuna biliyor ve işçilerin emekçilerin sömürülerin devam etmesini sağlıyorlar.

Bunun için, TKP'nin "sosyalizmi"ne alternatif olarak "demokratik ve anti- emperyalist"liği öne sürmek, bürokrat- kapitalizm'i, devlet-kapitalizm'in, "sosyalizm" diye lanse ettirmekten başka bir iş yaramıyor;

Burjuvazi, bürokrat-kapitalizm'in, "sosyalizm" diye lanse edilmesinden,(sosyalizm'i karalamak için) alabildiğine yararlanıyor. Bugün sosyal-demokratlar, çeşitli burjuva kesimleri, bürokrat-kapitalizm'in (yani devlet kapitalizm'in) "devlet sosyalizm" olarak göstererek, işçileri ve emekçileri sosyalizm’den uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Milyonlarca işçi, emekçi, "sosyalizm, düşünce olarak çok iyidir, ama uygulaması çok kötüdür" görüşlerin etkisi altındadır Oysa Sovyetlerde geriye dönüşten sonra sosyalizm diye uygulamaya sokulan sistem, bürokrat- kapitalizm'di,

Bürokratik kapitalizm eleştirmeden, M.L ön gördüğü, gerçek sosyalizm ne olduğu anlaşılmaz. Revizyonizm, "sosyalizm"in savunucusu ilan edilerek bir yer varılamaz. Lenin, revizyonizm' karşı mücadele edilmenden kapitalizm'e, emperyalizm'e karşı mücadele edilemez diyor. K.Y, Lenin’in bu görüşü doğrultusunda hareket edeceğine, revizyonist TKP'yi "sosyalist" diye lanse ede biliyor.(10)

Sosyalizm’in propagandası "soyut” mu?

Ne zaman, sosyalizm bir alternatif sistem olarak, öne sürülmelidir denildiğinde, "sosyalizm, sosyalizm demekle bir yere varılamaz" lafları ortaya atılmaktadır. 1980 öncesine karşı yürütülen en önemli eleştiri "hep gereksiz ve soyut teorik tartışmalar yapıldı", "Marks’tan, Engels’ten, Lenin'den alıntılar, yapılarak soyut tartışmalar yürütüldü" görüşleri ileri sürülüyor. Böylece sosyalizm'in propagandasının yapılmasının gereksizliği, sözüm ona "kanıt!"lamaya çalışılıyor.

Günlük sınıf mücadelede, içinde sosyalizm propagandası yapılmaz mı? Yapılırsa bu "soyut, kitlerden kopuk" bir anlayışla mı hareket edilmiş mi olunur?(Bu önemli konuyu, başka bir yazıda ve kapsamlı bir tarzda ele alınmanın gerekliğini unutmadan kısaca söylersek) kesinlikle hayır, sınıf mücadelesindeki, her olay, Marksist görüşler doğrultusunda ele alındığında, kapitalizm eleştirisi, sosyalizm bir alternatif sistem olarak öne sürülmesinin soyut değil somut bir olaydır ve Marksizm'i, eylem kılavuzudur.

Oysa Marksizm, bir eylem kılavuz olarak ele alınmıyor, bir eğitim sorunu olarak görülüyor. Revizyonist devletlerin ve revizyonist partilerin tüm Marksizm'i bir eğitim sorunu olarak ele almaktan hiç çekinmediler, tüm okullarında, Marksist ekonomik- politiği, diyalektik- tarihi materyalizm'i temel ders olarak (tabiî ki bazı kısımları yozlaştırarak) okudular ve onun eylem kılavuzu yapılmasını engellemek için her türlü hokkabazlığa baş vurmaktan geri durmadılar. Marksizm’in eylem kılavuzu olduğun söyleyenleri, Marksizm’i revize edilmesine karşı çıkanları, "değişen koşulları görmeyen, tutucular " diyerek karaladılar.

Her somut olayda, sosyalizm’in, kapitalizm’in bir alternatifi olduğu kolayca izah edile bilmesinin koşuları mevcuttur. Örneği, burjuvazinin niye, neo-liberal döneme girdiği, , neo-liberalizm öncesi, sosyal-kapitalizm, devlet-kapitalizm, burjuvazi tarafından niye tercih edildiği, devletçilikten niye özelleştirmelere geçildiğini veya bir dönem devletçiliğe niye dört ele sarıldığı, Marks’ın, Engels’in, Lenin'in görüşler ile açıklanarak, sıradan bir işçiye niye anlatılmasın? Niye sosyalizm alternatif olarak öne sürülmesi? Burjuvazi ,"kar edemiyor veya kar’ım azalıyor" diye işçi çıkarıyor, Bu zaman, işçilere dönüp, "bakın pazar için, kar amacıyla, üretim yapılmasa, kitlelerin tüketimini gözeten planlı ekonomi temelinde, üretim gerçekleştirilse, ne işsizlik ortaya çıkar, nede işçiler, işten çıkarılır, tek yapılması gereken üretim araçların toplumsallaştırmaktır". Denilemez mi? Aybar'ın ve TİP’in bile, en temel propagandası sosyalizm idi (tabiî ki içeriği burjuva sosyalizm idi)

Kapitalizm'in krizi ortaya çıkıyor, bunun nedeni, kapitalist üretimin gerçekleştirilmesinden doğan aşırı üretim olduğu, Marks’ın, Engels'in, görüşleri ile izah edileceğine, kapitalizm yok edilmeden ekonomik krizlerden kurtulunamıyacağı, sosyalist ekonomide, ekonomik krizler bulunmadığı, 1929, kapitalizm'in krizi döneminde, Sosyalist-Sovyetleri en şaşalı dönemini yaşadığı gerçeği açıklanacağına, sosyalizm’in propagandası yapılacağına, burjuva ekonomistlerinin, onların önemli "ekonomik uzmanlarının" kapitalist üretim biçimini aklayan görüşleri ile krizi yaratanın, neo-liberalizm dönemi ile birlikte dünyada dolaşım serbestliğine kavuşan " finans sermayesi" olduğunun propagandasının yaygınlaştırdığı,( reformcu burjuvazinin, neo- liberalizm'e alternatifi olarak, sosyal-kapitalizm öne sürüp,) Keynes’liğe dönüş çağrısı, yaptığı sırada seninde, Keynes’çiliğin ne olduğun işçilere açıklaman ve Lenin'in, Keynes'i teşhir eden görüşleri ile sosyalizm anlatman gerekir. Bunlara benzer, somut pratikte, sosyalizm propagandasının yapanın bir sürü imkanları doğuyor. Ama bunların hepsinden es geçiliyor, bunun yerine Burjuva ekonomistlerin görüşü doğrultusunda sorunlara yaklaşılıyor.

Ve yine örneğin; son dönemde Fransa’yı ayağa kaldıran varoşlarının isyanın ele alış tarzına bir bakalım: Hemen yine burjuva "uzmanları" devreye giriyor, Hükümetlerin izlediği politika, bu isyanlara neden olduğundan kalkınarak yine kapitalizm aklanıyor ve kapitalizm içinde çözümlerin var olduğu yalanı yaygınlaştırılıyor. Oysa Fransa’nın Varoşlarında da işsizliğin, açlığı, çaresizliği, temel nedeni kapitalist ekonomidir, iş -gücü sömürüsü ile artı-değer elde ederek yaşamının sürdüren kapitalizm, doğal olarak işsizliği yaratıyor iş-gücünü en ucuz şekilde elde etmenin koşullarının oluşturuyor. Tabiî ki işçilerin en alt tabakasının oluşturanlar, kapitalist sömürünü en altta kalanlardır. Daha da detaylandırılması gereken, bu ve buna benzer konular, Marks’ın, Engels’in görüşleri doğrultusunda açıklanamaz mı? Engels'in "İngiltere'de işçi sınıfının durumu" isimli eseri, varoşların durumunu en açık bir tarza izah etmiyor mu? Yoksa Fransa'da mı? "sosyalizm'in koşulları oluşmadı!

Sorunun özü budur ve yanlış olan sosyalizm'den kaçıştır.


Yavuz Yıldırımtürk




http://yyildirim.de.vu/ yyildirim1918@hotmail.com yyildirim1918@web.de



---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


(1) MDD'cilerin, Lenin'i sözde savunur görünmelerine rağmen, her zaman menşevik "aşamalı devrim" görüşleri doğrultusunda hareket ettikleri unutulmasın.

(2) sömürge ve yarı sömürge ülkelerde, Emperyalizm, feodal egemen sınıfları, kapitalist üretim ilişkilerinin temsilcisi yaparak, tekelci kapitalist sınıflara dönüştürmüştür. Bunun için emperyalizm'e karşı mücadele, (var olduğu kadarıyla) feodal kalıntılara karşı mücadeleyle birleşmiştir.

(3)Fransız, İtalyan, Yunanistan komünist partileri, Hitler ve Musolini, faşizm'ine karşı mücadelede elde ettikler mevzi ve güçleri gereği, bu ülkelerde sosyalizm'i kurmalarının şartları var iken, iktidarı burjuvaziye terk etmekten çekinmediler ve burjuva demokrasini yeniden kurmayı esas amaç haline getirdiler. Son günlerde "Yunanistan'da 100 senelik işçi hareketi" isimli kitabı çıkaran bir komünist, bu durum çok açık bir tarzda dile getiriyor. Bu Komünistin, Trotzkist olmadığını özel olarak belirteyim,

(4) Sovyetlerdeki geriye dönüşün, ortaya çıkmadığı dönemde, Mao Zedung, Sovyetlerin desteğiyle sosyalizm yolunda ilerlemekte idi, Sovyetlerde, burjuvazinin iktidarı ele geçirmesinden sonra, Mao, "Çin'e özgür sosyalizm" görüşleri ile kapitalizm'e yönelişin yollarını açtı ve devlet kapitalizm süreç içinde geliştirildi ve sosyalizm'in nüveleri de tasfiye edildi.

(5) bazılarına, bu ayrıntı üzeride durmak gereksiz görülebilinir. Oysa öyle değil, bu yazıda da kast edilen "tekelci sermaye" sanayi sermayesidir, mali sermaye ise banker sermayesidir. Son dönemlerde ortaya çıkan kapitalizm ekonomik krizin nedeni, kapitalist üretim biçiminde aranmadı, bunun yerine "mali sermaye" diye adlandırılan banker sermayesinin oynadığı rol, krizin nedeni olarak lanse edilerek, kapitalizm aklandı. bu yanlışlık bu yazda da sürüyor.

(6)K.Y, ısrarla, tekelci kapitalizm, emperyalizm olduğun, kapitalizm'in bir üst aşamasın tekabül ediğini nedense vurgulamak istemiyor. Yeni sömürgelerdeki, tekelci kapitalizm, o ülkelerde kapitalizm'in gelişmesi ve tekelci kapitalist aşamaya girilmesi sonucu, bank sermayesi ile sanayi sermayesinin kaynaşması olarak ortaya çıkmaz, Çünkü kapitalizm, bu ülkelere de tekelci döneme girecek boyutlarda bir gelişme göstermedi ve gösteremez. Buralarda oluşan tekelci kapitalizm, uluslar arası tekellerin doğrudan uzantıları, sermaye ihracatının yarattığı komprador karakterli kapitalizmdir. Yani ne, iki ayrı tekelci kapitalizm, tekelci sermayenin varlığı söz konusudur, nede ayrı tekelci sermayeler arası bir işbirliği var, tam tersine bir bütünün parçalardırlar. K.Y, bu bütünlüğü göz ardı etmek için "işbirlikçi tekelci burjuvazi"den bahsediyor ve komprador burjuvazi tanımdan niye vazgeçtiklerini bir türlü açıklamaya yanaşmıyor,

(7)Türkiye’de Holdingleri, en kadar güçlü olduklarının en somut göstergesi, özelleştirmelerde, yabancı şirketleri devre dışı bırakacak kadar, ekonomik güce sahip olduklarının ortaya çıkmasıdır.

(8)"TKP'in, Irak’taki işgalci emperyalistlere karşı direnenlere, anti- emperyalist demesi "doğru”ymuş! K.Y böyle diyor. Irak’taki dinci gericiliğin, Saddam'ın dayanağı ve yıllardan beri, Şii Arapları, Kürtleri, diğer azınlık ulusları, hegemonyası altıda ezen, sömüren, sünni aşiretlerin, işgalci güçlerden ziyade, Şii Arapları katletmelerinin adı "anti-emperyalist"lik oluyor.

Irak’taki dinci gericiler, Saddamcıların, işgalci emperyalistlere karşı savaşlarının niteliğine bakmadan, bunun" ilerici", anti- emperyalist savaş olduğu ileri sürüle bilinir mi? kesinlikle hayır. Çünkü burada iki gerici güç arasıda hegemonya mücadelesi yürütülüyor. Taraflardan birinin çok güçlü, diğerinin çok güçsüz olması, savaşın gerici nitelikte olmadığın göstermez. İşçiler ve emekçiler için bu savaş gerici bir savaştır, hegemonya mücadelesi yürüten her iki gerici güce karşı çıkılıp, gerici savaşı, devrimci savaşa dönüştürülmelidir. K.Y baştan itibaren Dinci gericileri ve Saddam taraftarlarından yana tavır almıştır. Bunların savaşında "anti-emperyalist" ismini takmıştır.

Irak'ın komünistleri, devrimcileri, hem işgale karşı çıkıyorlar, hem de dinci gericilerin, Saddamcı "aşır milliyetçi" diye adlandırdıklar gericilerin mücadelesine ve onların tekrar Irak egemen olma amaçlarına karşı çıkıyorlar. K.Y, Iraklı komünistlerin, Leninist tavırların elinin ters ile bir yana itip, gericilerin birinden yanında tavır alıyor ve bunun adını da "anti-emperyalist"lik koyuyor.

(9) Che'nin, en büyük amacı, Yoksul, topraksız, devletin ve toprak ağalarının sömürüsü ve acımasız baskısı altıdaki, Indiana’ları (yerlileri) uyandırmak ve isyana sevk etmekti. Che, zamansız hareket ediği için faşist general tarafından kurşuna dizildi. Ama yıllar son yerliler isyan etti. Yerliler, Che’nin niye öldürüldüğünü şimdi daha iyi anlıyorlar. Yakın gelecekte onun heykellerini Bolivya’nın başkent’ini caddelerine dikeceklerinden hiç kimse şüphesi olmasın.

(10) K.Y, nedense 1980 öncesi görüşlerimizi kaile almıyor, onlar yokmuş gibi davranıyor. O görüşlerinin en önemli özeliklerinden birisi Revizyonizm'e karşı M.L savunmaktı. 1980 öncesi, hiç kimse, TKP'nin sosyalizm savunduğuna dair bir düşünceye sahip olmadı.

Hiç yorum yok: