15 Ocak 2007

Orta-Doğu da...

Emperyalistler ve gericiler arası savaş ve barış sorunu

Şimdiye kadar, Iran , Suriye ve bunların orta-doğuda uzantıları oldukları iddia edilen şeriatçı silahlı örgütlerin, Orta-doğuda emperyalizm’e karşı bağımsızlık mücadelesi yürüttükleri ileri sürülerek,Şeriatın önderliğinde orta-doğuda “anti-emperyalist cephe” çığırtkanlığı la yer göğü inleten 3 dünyacı Mao’cular ve Sovyetçi modern revizyonizm’in takipçileri, ABD ve AB v.s ‘ortaya çıkan “Orta-doğu sorununun çözümü” tartışmaları ve ortaya sürülen öneriler karşısında tam anlamı la “şaşkınlığa!”uğradılar.

Afganistan da ve Orta-doğuda ki savaşın gerici karakterinin inkar eden ve“emperyalizm’e karşı ulusal bağımsızlık savaşı” verildiğini ileri süren iddiaların, birer palavra olduğu su yüzüne çıkıyor.Maocular ve revizyonistler hiç bir zaman ne somut maddi gerçeklerden hareket ederler, nede M.L ışığı da somut durumu tahlil ederler.Onlar, son tahlilde, emperyalist- kapitalist sistemi yaşatmayı yarayan sübjektif niyetlerini, objektif gerçeklermiş gibi ortaya atıp,sosyalizm için mücadele etmek arzusuyla gecesini gündüzüne kattan bir sürü devrimciyi, gericiler arası savaşın ve çatışmanın “taraftarı” haline getirmeğe çalışıyorlar ve çalıştılar. Oysa Afganistan da ve Orta -doğuda ki çatışmadan ve savaştan işçi ve emekçilerin (en küçük tarzda bile olsa) bir menfaatlarının olmadığı açıktı.

Emperyalistler, egemen olmadıkları yerlere pazarlarını genişletme amacı la askeri saldırılara girişmiyorlardı. Çünkü buna ihtiyaçları yoktu. Buralar, zaten emperyalist devletlerin ve uzantısı yerli gerici egemen sınıfların ekonomik ve siyasi hegemonyaları altındaki yerler ve bölgelerdi. Buralarda, emperyalist sömürünün gerçekleşmesinin önü de (en küçük tarzda dahi ) bir engellin var olduğu söz konusun dahi edilemez.


Orta-doğu de ve Afganistan’da yeri gericiler arasıdaki egemenlik mücadelesi.

Ama, Emperyalistlerin hegemonyası altında olan,Orta-doğu ve Afganistan gibi bölgelerde yerli gericiler arası egemenlik mücadelesi şiddetli bir tarzda sürdüğü de inkar edilemez.Çünkü buralar, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin ve feodal parçalamışlığın güçlü etkisi altındadır.

Örneğin,Afganistan da, Sovyet emperyalistleri, Afgan ordusuna ve devlet bürokrasine dayanarak, Afganistan egemen olmak istedi. Oysa feodal aşiret ilişkileri oluşturduğu parçalanmışlık, Afgan toplumunun da temel özelliğidir. Feodal ve kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin varlığı, Afganistan’ın kapitalist pazar etrafında merkezleşen ulusal birliğin ve uluslaşmasının önü de ki en temel engeldir.

Aşiret ilişkilerinin varlığı, İslam’ın güçlü bir tarza örgütlenmesinin ve etkinlik kurmasının esasının belirliyor. Bunun için, Sovyet emperyalizmin işgaline karşı, ABD ve müttefikleri,aşiret ilişkilerine dayanarak, İslam motifli bir direnişi kolayca örgütleyip,Sovyet emperyalistlerinin işgalinden sonra vere bildiler.

Sovyet işgali, tasfiye edildikten sonra, dinci-gerici aşiretler ve feodal savaş ağaları arasında iktidar çatışmaları uzun bir dönemi kapsadı. Sonunda, NATO’nun Afganistan’ı işgal etmesinden önce, ABD’nin ve Pakistan’ın desteği le Afganistan’ının en güçlü aşiretine dayana, Taliban, diğerlerini etkisiz hale getirip iktidara egemen oldu, ama yine kendisi karşı mücadele eden diğer dinci-gerici aşiretlerini bölgesel egemenliklerine son verememişti ve iç savaş devam ediyordu.

Bilinen nedenler le, ABD’in başının çektiği NATO’nun Afganistan’ı işgal etmesinden sonra da, Afgan gerici egemen sınıfları arasıdaki iktidar mücadelesi devam ediyor. Taliban karşı olduğu aşiret mensuplarına karşı silahlı saldırılarla (aynen Irak’ta olduğu gibi) katliamlar düzenlemekten geri durmuyor.

Afganistan da cereyan eden gericiler arası savaşı bir benzeri de orta-doğuda varlığını sürdürüyor.

Bush ve çetesi, gerek ABD de, gerekse AB’de bazı burjuva politikacıların itirazına rağmen, Orta-doğudaki tüm dengeleri alt üst edeceğini ve orta -doğuyu kargaşalığın için iteceğini nazar dikkat almayarak, Irak işgal etmesi ve Saddam’ın iktidarına son vermesi orta-doğuyu ateş çemberinin girdabına sürükledi. Şimdi, ABD emperyalizm’i, George W.Bush ve çetesinin, Orta-doğuyu kana bulayan emperyalist saldırgan stratejisine nasıl son vereceğinin arayışı içine girdi. Çünkü orta-doğuda ,Irak’ta başlayan mezhep çatışmasının temel alan iktidar savaşı, diğer Arap ülkelerini için alacak tarzda genişliyor.

“Bush doktrini” diye ortaya atılan sözde “terörizme karşı savaş” stratejisi ABD’n Irak’ta çıkmaza girmesinin temel neden olduğunun, G. W.Bush çetesinin en gerici adamları tarafından dahi kabul ediliyor.

Oysa, Orta-doğunun, sosyal, ekonomik ve politik yapısının bilenler,Irak’a askeri müdahale de bulunulmamasını istiyorlardı.Fransız cumhurbaşkanı,Jacques Chirac, ve eski Alman başbakanın Schröder öncülük ediği, AB ve diğer bir sürü ülke, Irak savaşına kesin olarak karşı çıktıkları biliniyor.

O zaman ABD’nin senatosunda ve temsilciler meclisinde azınlıkta olan Amerikan demokrat parti de, Schröder ve Chirac la Irak sorunu la ilgili aynı görüşleri baylaşıyorlardı.

“Bush doktrini” diye adlandırılan görüşler le saldırgan bir politika izleyenler, bu “doktrini” 3 ana başlıkta topluyorlar :”1- Teröre karşı kesin ve kararlı savaş.2- terörü destekleyen ve teröre yataklık eden devletlere karşı savaş dahil olmak üzere her türlü yatırıma girişmek.3- teröristler le hiç bir şeklide uzlaşmamak.” Bush ve çetesi, bu doktrini, bir dönem Sovyetlere karşı mücadelede şemsiyesi altına aldığı burjuva devletlerine, (çeşitli baskılar la) kabul ettirmek için çapa harcamaya başlamıştı. Sonun da Afganistan, Çin ve Rusya’nın karşı olmasına rağmen ,NATO’ya dayanarak işgal edildi.

Bush ve çetesi, bu bölgede, bir döneme Sovyetler Birliğinin müttefiki olmalarından dolayı, Batı-emperyalistlerin sadık müttefikler ile çatışma içinde olan ülkeleri “savaş tehdit”leri le sindirerek, çelişkileri eski müttefiklerinin çıkarı doğrultusunda çözmeyi amaçlayan bir siyaset izlemeğe başladı. Oysa Bush’dan önceki Demokrat partili ABD devlet başkanı Clinton ve AB, Sovyetlere bağlı devletler dahil olmak üzere, Orta-Doğu da ve Orta- Asya’daki devletlerin hiç birisini karşılarına almadan barışçıl yollar la aralarındaki çelişkileri çözmeğe yardım eden, bir siyasi taktik izleyerek hegemonyalarının sürdürmenin peşinde koşuyorlardı. Bush ve çetesi ise, iş başına gelir gelmez, bu politikayı ret ve yanlış bulduklarını ilan ettiler.

El Kaide’nin 11 eylül saldırısı,Bush ve Çetesinin, (kendi saldırgan stratejilerinin pratiğe geçirme amacı la) , Amerikan halkını aldatmak için önemli bir fırsat yarattı. Bush ve çetesi bu fırsatı kaçırmadı,NATO la Afganistan’ı işgal etti ve NATO ülkelerini bu işgale katılmak zorunda bıraktı ve de Aynı zamanda, Sovyetlerden sonra, ABD’nin, AB’nin üstünde ki siyasi ve askeri hegemonyasının zayıflamasını giderilmesinin de imkanı yakalandı.

Bilindiği gibi Bush ve çetesi, Irak işgaline karşı çıkan, AB’ni bölmeği amaçlayan bir taktik izledi ve bu politikası (bir dönemle sınırlıda olsa da) AB içinde çatlaklar yarata bildi.

Irak işgali sonrası ortaya çıkan gelişmeler Bush ve Çetesinin izlediği politikanın iflasını gösteriyor. Bush önderliğindeki ABD emperyalizminin politikası, özelikle orta-doğuyu kan gölüne dönüştürdü. Bugün Irak, Lübnan, Filistin, iç savaş tehditleri le karşı karşıyadır.Şimdi ABD ve İngiltere, aşiretlere dayana mezheplerin kanlı iktidar mücadelesini nasıl durduracağının telaşı içindeler

Bush ve Çetesinin silah zoruyla, bir kesimin iktidarına dayanarak, emperyalist egemenliğini sürdürme stratejisi yerini,çatışan taraflar arası barışı sağlama ve birlikte iktidar olma stratejisi alıyor. Çünkü çatışan tarafların hiç birisi emperyalist-kapitalist sistemin, ekonomik,siyasi ve askeri egemenliğine karşı olma niteliğini taşımıyor. Bunun için emperyalistler,egemenlikleri için çatışan tarafları bir masa etrafında toparlamaya çalışmaktalar.


Baker ve Lee Hamilton raboru

“Baker ve Lee Hamilton raporu” diye açıklanan emperyalist barış planının fikir “babalığını” yapan Iraklı bir profesördür. Ghassan Attiyah isimli profesör, bir dönem Bağdat Ünü’nin Siyasal fakültesinde öğretim üyesi iken, şimdi Londra’da yaşıyor ve Blair’in danışmanlığını yapıyor.Bir yanda da, Amerikan Stanford Ünü de ekonomik-politika ve uluslararası ilişkiler araştırmacısı olarak çalışıyor.

Irak’ı ve orta -doğunun sosyal ekonomik ve politik yapısının çok iyi bilen , Ghassan Attiyah, “Tek başına Irak ele alınarak,Irak sorunun çözülemeyeceğini” Die Zeit gazetesin de yaptığı röportajında açıklıyordu. ABD izlediği orta-doğu ve Irak politikasın da köklü değişikler yapmasını, stratejik değişliğe gidilmesini önere Attiyah, Iran,Suriye dahil olmak üzer Arap ülkelerinin bir masa etrafında toplanmalarının sağlanmasını öneriyordu. Özelikle,Suriye ve İran’ı içine almayan bir orta-doğu barışının gerçekleşmeyeceğini öne sürerek,ABD’ni, Iran ve Suriye yi düşman olarak görmeği bir yana bırakıp, bir partner olarak yaklaşması gerektiğini söyleyerek, ABD’ni direk ilişkiye geçmesini öneriyordu.

Orta-doğuda, gerici bir barışın sağlanmasında, İran’ın ve Suriye’nin rolünü hiç kimse inkar edemiyor. İran, Şii mezhebinin lider olarak hareket ediyor ve özelikle Arap dünyasında Şii mezhebinden olanları, Sünni şeriatçıların iktidar da olduğu yerlerde başkaldırıya, isyana çağırıyor. Suudi-Arabistan ise, Sünnilerin lideri ülke olarak hareket ettiğinden dolayı,İran’ın Mollaları, Suudi-Arabistan’ı hedef alarak, bu ülkedeki Şiileri ayaklandırmaya çalıştıkları da bilinmektedir.


Lübnan’da yine ayni siyasi taktikleri izleniyor.Lübnan’ın şimdiki başbakanı, Lübnan’ın Sünni lider ve Suudi-Arabistan kral ailesinin yakın akrabası olan,Fuat Sinioradır , Lübnan’daki Hizbullah lideri,Hasan Nasrallah ise İran da yetişen ve Kum kentin de,İran’ın Mollalarının eğitimi den geçen ve onların güvenini kazanmış birisidir. Şiiler, Lübnan’da da çoğunlukta olan Sünnilere karşı iktidar mücadelesi yürütüyorlar.


Ve yine Irak’ta, İran’ın, Şiilerin üstünde etkinliği olduğu inkar edilmiyor. Bugünkü Irak’ta ki Şii liderlerin büyük çoğunluğu,Saddam döneminde İran’da yaşıyorlardı, İran’ın Mollaları la sık ilişkiler içindelerdi. İran, bunun yanı sıra,aynen Lübnan’daki Hizbullah gibi, Irak ordusunun ve polisinin dışında “Mehdi ordusu” adı altında silahlı güç oluşturan Muhta Al Sadr destekliyor ve Sünnilere karşı katliamla düzenlemesini teşvik ediyor.


Suriye ye gelince, Irak’ta kaçan 500 bin kişi Suriye ye sığınmış durumda ve bunların büyük çoğunluğunu Baas partisinin yöneticiler oluşturuyor. Suriye de bugünde iktidar da olan Baas partisidir. Suriye ve Irak arasıdaki Saddam döneminde ortaya çıkan Baas içindeki hizip çatışması bugün sona ermiş durumda.


“Arap dünyasın” da, Şeraitin etkinliği sonucu,mezhep çatışmasının Arapları bölmesi,düşmanlık tohumları ekmesi karşısında, Arap ulusalcılığı yeniden diriltmek istenmekte ve ulusalcı Baascıların, tekrar Araplar içinde güçlü konuma gelmesi için çapa harcanmaktadır.


“Bush doktrin”e karşı olan ve Irak’ta ve Araplar arasıdaki mezhep çatışmalarının durdurulmasını isteyen emperyalist Burjuva politikacıları, Baas ulusalcılığının yeniden Arap dünyasına etkin olmasını istiyorlar. Baascıların etkinliğinin, El Kaide, Taliban,Hizbullah,Hamas gibi şeriatçıların, Araplar içindeki etkinliklerine büyük darbe vuracağı ileri sürülüyor. Bundan dolayı, Irak’ta ki iç savaşın durdurulması için Suriye’nin dolayısıyla, Baascıların yeniden devreye girmesi için zemin hazırlanmakta.(1)


Baascılık temelinde Suriye’nin, Irak’ta ve orta-doğuda barışın sağlanması için ağırlığını koymasının istenmesi,Aynı zamanda Suriye’yi, şeriatçı İran’dan koparmayı da amaçlıyor.


“Baker ve Lee Hamiton(ki bu Amerikan demokrat partisindendir)Raporu açıklanmadan ve son Kongre seçimleri yapılmadan çok önce, Irak’ta ve orta-doğuda Amerikanın izlediği stratejinin değiştirilmesin, dolayısı la,Amerikan askerlerinin, Irak’tan ve orta doğudan çekilmesini isteyen görüşler gündeme gelmişti. Amerikan demokrat partisinin yanı sıra, Cumhuriyetçiler içinde de, Amerikan askerlerinin orta-doğudan, Irak’ta çekilmesi için barışı sağlama arayışı başlamış ve George.W.Bush’un babası ,George Bush’un diş işlere bakanı Baker, Iran ve Suriye ile barış görüşmeleri yapmaya başlamıştı.


ABD emperyalizm’in yeni stratejisine uygun olarak ,Baker, Suriye’nin Amerikan büyük elçisi le çeşitli kere bir araya geldi ve aralarında çok olumlu diyalogun başladığı beyan edildi.Baker, yine İran büyük elçisi ile, öğle ve akşam yemeğin de, bir araya gelmesi, aynı zamanda, Mollaların iktidara gelmesinde itibaren ilk kez,İran la, ABD arasında üst düzeyde bir görüşme gerçekleştiriliyor ve ABD ile İran arasıdaki tüm sorunların çözümlenmesi için çapa harcanmasına karar veriliyordu.


Bu gelişmeler sonrası, Irak hükümeti, gerek Suriye ve gerekse İran la ilişkiye geçidi ve Irak başbakan ve Cumhurbaşkanı, İran’ı ziyaret ederek, İran’dan, Irak’ta iç barışın sağlanması için yardım taleplerin de bulunmakta çekinmiyorlardı. Ve yine Irak hükümeti, 22 senedir Suriye ile kesilen diplomatik ilişkileri yeniden kuruyordu.(2)


İran,gerek ABD’nin Irak işgali sırasında, gerekse Afganistan işgali ve Sünni Taliban ve El Kaide karşı siyasi tutumu la Amerikanların gönlünü kazanmıştı.


Özellikle El Kaidelilerin, Suudi kökenli ve Sünni olmaları ve Suudi petrol Şehleri tarafından desteklenmeleri,Bush ve çetesini,Suudilere karşı güvensizliğe itti.


Bush’un,Irak’ta Şiilere dayanarak Saddam’ın iktidarına son vermesi ve Şiilerin iktidara gelmesinin yollarını açması, İran’ın Mollalarının,bölgede etkinlik kurmasına da yardım ediği bir diğer gerçek.


“Baker ve Lee Hamiton raporu” İran konusunda bu gelişmelerin ışığında sorunlara yaklaşıyor.Dünyada büyük yankı yapan, adın andığımız bu rapor, Irak’tan ve Orta -doğudan ABD askerlerinin çekilmesi için, Bush ve çetesinin izlediği stratejide değişiklik yapılmasını öne sürerek, askeri güç kullanarak Irak ve orta -doğu sorunu çözülemeyeceğini, barışçıl yollar la sorunları çözmek gerektiğini vurgulayıp, İran ve Suriye yi baskı altına alan politikaya son verme çağrısı yapılıyor. İran ve Suriye ile ABD’nin direk ilişkiye girmesi öneriliyor ve de Baas parti üyelerinin yeniden Irak’ın siyasetine katılmasına imkan tanınması isteniliyor.


Bunların yanı sıra,Irak’tan, ABD askerlerinin,2007 yıllı içinde 70 bin,2008 de de tamamının geri çekilmesi öneriliyor.ABD askerleri tamamen geri çekilinceye kadar, Irak’ın güvenlik sorunlarının çözümüne katılmaması ve güvenliği sağlamayı, Irak ordusuna ve polisine bırakılması,ABD askerlerinin Irak’ın sınır bölgelerine kaydırılması da yine isteniyor.


Raporda öne sürülen taleplerin büyük çoğunluğu,Amerikan demokrat partinin görüşlerini ihtiva ediyor; ama demokratlar,ABD askerlerinin Irak’tan ve orta-doğudan hemen çekilmesini isteyerek,Amerikan kongresinde çoğunluğu sağlamışlardı ve bu görüşlerinden vazgeçmiyorlar.

George W.Bush’un manevraları

George.W.Bush,demokratları yatıştırmak ve onlara la birlikte çalışmaya hazır olduğun sözde kanıtlama adına, demokrat partilerin istemediği,saldırgan politika yanlısı Savunma bakanı Donald Rumsfeld ‘in yerine,”Irak’ta askeri zafer kesin olarak mümkün değil” diyen eski CİA başkanı ve aile dost Robert Gates’i getirdi. Bu rapora, (Bush’un orta-doğu ve Irak politikasının destekleyen,Alman CDU partisi ve bu partili Alman başbakanı Merkel hariç) AB politikacıları tarafından destek verildi

Bush’un Irak politikasının bataklığa saptanması, Chirac ve Schröder ,dolayısı la AB’nin Irak konusunda izlenmesini istedikleri politikanın doğrulanması olarak ele alın.Tabi ki,bu durum aynı zaman da ,Bush ve çetesinin AB üzerideki baskısını etkisiz hale gelmesini de sağlıyor.Tam bu sıra da, Güney Kore de, Irak’ta bulunan 2300 askerini hemen geri çekeceğini açıklamaktan çekinmedi.
George.W.Bush, Baker ve Lee Hamiton la birlikte Raporun açıklanmasına katıldığı sırada, Raporda ki tavsiyeleri göz önü de bulunduracaklarını söylemesine rağmen,Özelikler İran la, emperyalist hegemonya ya tabi bir tarzda bölgeye egemen olma mücadelesini yürüten ve İran’ın tersine, Sünni mezhebinden şeriatın egemenliği için çapa harcayan, Suudi-Arabistan Krallığının rapora itiraz etmesine , İsrail’in (3) (Baas partisini bahane eden) Barzani’nin ve Talabani’nin katılması la, İran ve Suriye le doğrudan ilişkiye girmeyeceklerini ve Irak’tan düzeni sağlamadan askerlerin geri çekmeyeceklerini tekrarlamaktan geri durmadı.

George W Bush, bu açıklamalarına rağmen kongre seçimleri öncesi gibi iplerin kendi elinde olmadığını biliyor.Amerikan demokrat partililer, Irak’ta ki ordu için gerekli olan 100 veya 160 milyar doları, Irak’taki politikasın değiştirmediği ve Askerleri geri çekilme takvimi açıklanmadıkça,George W Bush vermeyeceklerini şimdiden ilan ediyorlar.(5)

İran ise, Baker planın kabul ettiğini ve Irak’ta,orta doğuda barışın sağlanması için elinden gelen tüm yardım yapacağını ilan etti. Suriye de aynı şeklide barışın sağlanması için yardım edeceğine söz veriyordu.

Ama Bush çetesi,orta -doğuda İran la egemenlik mücadelesi içinde olan güçlere dayandıkları için, İran’a karşı izledikleri politikalarının hemen değiştirmeğe yanaşmıyor. Ama İran’ın Mollaları ,Amerikalılardan,Özelikle demokrat partililerden, Amerikanın,İran’a karşı izlediği politikanın değiştireceği sözünü aldıkları dolayı,ABD ‘e karşı izledikleri politikayı gözden geçiriyor ve değiştirmeğe hazırlanıyorlar. Bunun için “Anti-Amerikancı”! diye ODTÜ alkışlana,” reformcu” diye lanse ettirilen, eski İran devlet başkanı Molla Hatemi’ Amerikalılar la ilişki kurmak ,ilişkileri düzeltmek için Amerika’ya gitti. Bunun arkasında İran’da Çok önem verilen ara seçimler yapıldı.

İran’da yapılan son ara seçimler

Bu seçimler, cumhurbaşkanı,Mahmud Ahmedinecad’ın izlediği politikanın doğruluğunun veya yanlışlığının bir sınav olduğu da ilan edilmişti.

Ahmedinecad, İş başına gelir gelmez, İsrail hedef alan bir gerginlik politikasının sürdürücüsü olarak sahneye çıktı.ve (Türkiye de çok tutulan), sözde “Anti-Amerikancı” (ki Amerikan tekeller ile sık bir ilişkisini sürdürmesine rağmen) anti-İsrailci cephenin imarı olarak, İran’ın bölgede ki etkinliğini artıracağını düşünerek hareket etmeye başladı.Onun, “anti-Amerikan ve anti-İsrail” cephe çağrısına, Türkiye’nin sözde “Büyük siyasi güç!” oldukların iddia eden, gerçektense, hiç kimseni kaale almadığı, 3 dünyacı aydınların dışında doğru dürüst hiç kimseden olumlu bir cevap vermedi ama; Irak savaşından beri, Amerika la ilişkilerin düzeltmeye çalışan, kendiden önceki Mollaların politikasını da etkisiz hale getirip, ,Bush çetesinin eline koz vermekten de geri durmadı.

Bunun için, İran da, bu ara seçimler öncesi, Mahmud Ahmedinecad’ın politikası eleştiri yağmuruna tutulmuştu.M.Ahmedinecad’ın en büyük rakip, ABD le ilişkileri düzeltmenin imarı;eski cumhurbaşkanlarından, Ali Akbar Hashemi Rafsanschani dir.

Bu son seçimler,M.Ahmedinecad için tam bir hezimet oldu. İran Halkı, ABD ve İsrail’e karşı izlenen gerginlik politikasının yerine, ilişkileri düzeltmeği amaçlayan, yumuşama politikasından yana oyunu kullanmıştı. Ve İran halkı, bu seçimler vesilesi le aynı zamanda Rafsanschani politikasını güçlü bir tarzda desteklediklerini de gösterdi.(5)

Bu yazıda,ortaya çıkan politik olayları izah etmeye çalışmamım nedeni ,Orta-doğu da, Irak’ta, Afganistan da cereyan eden savaşın ve barışın emperyalistler ve gericiler arası çelişkiden kaynakladığını göstermektir. Ama ne yazık ki tüm bu politik gelişmelere rağmen,3 dünyacı Maocu görüşlere dört ele sarılanlar, gerçekleri görmemeye ısrar ediyorlar.

Ya Lübnan’da “ Yeni Bakü konferansı toplandı” yalanı la şeriat yanlısı tavırlarına devam ediyorlar,veya(tüm olup bitenlere rağmen) “Anti-kapitalist olunmadan, anti-emperyalist oluna” bilirliği, laf salataları la sözüm ona kanıtlamak istiyorlar.

Her şey bir tarafa,1920 de Baku’de toplana doğu halklar konferansı,Lenin’in önderliğindeki Bolşeviklerin egemen olduğu Baku’de toplanmıştı ve delegelerin büyük çoğunluğunu eski sömürge statüsüne sahip ülkelerdeki komünistler ve Komünist parti üyeler veya sosyalizm yanlısı küçük burjuva temsilcilerin den oluşturulmuştu. Örneği, Türkiye’yi temsil etmek adına gelen Enver Paşa ve Mustafa Kemal’in adamı,delege olarak kabul edilmemiş, bunların yerine , Mustafa Suphi başkanlığındaki TKP üyeleri konferans delegesi olmuştu.

En önemlisi, Konferans sonrası yayınlana belgede,sömürge ülkelerin kurtuluşunun sosyalizm le mümkün olduğu vurgulanması ve bu ülkeler için “kapitalist olmayan yoldan sosyalizm’e geçiş “ Leninist tezin kabul edildiği ilan edilmesiydi. (6)

Hizbullah’ın, Lübnan’daki iktidar mücadelesine, sözde dış destek vermek için Beyrut koşanların “ Baku konferansının”, gerçek Baku konferansı la uzaktan yakında bir ilişkisini olmadığı, şeriat yanlısı tavırlara kılıf hazırlamak için, hileli yollara baş vurulduğu açık değimli?

Lübnan’da olup, bittenler

Lübnan, bugün çoğunluğu AB ülkelerinin askerlerinden oluşan ve “barışı sağlama”adına hareket eden, 15 binlik BM ordusunun işgali altında, Lübnan’da iş başında olan hükümet se, Mısır, Suudi-Arabistan gibi Sünni devletlerin desteğinin yanı sıra, bizzat AB,ABD, hata İsrail tarafından desteklenen Fuat Siniora hükümeti. Bu koşullarda ve sözde “Emperyalist egemenliği tasfiye etmenin” zeminini hazırlamak amacı la Hizbullah’ın önderliğinde yasal ve açıktan yeni bir “Baku konferansı” toplanıyor!!!.(7)

Oysa Lübnan’da ortada ne “anti- emperyalist” bir politik hareket ve nede emekçilerin çıkarına tekabül eden bir olay var .Şeriatçı Hizbullah’ın iktidara egemen olabilmeyi ve silahlı güçlerini tasfiye edilmesini önlemeyi amaçlayan siyasi manevraları sahneleniyor.

Lübnan, mezhepler ve dinler temelinde bölünmüş durumda.Lübnan’daki sözde demokrasi bu bölünmüşlüğü doğal kabul eden anayasasına göre şekillenmiştir. Anayasa, Lübnan’da (diğer din ve mezheplere göre çoğunlukta olan) Sünnilere başbakanlığın,Hıristiyanlar Cumhurbaşkanlığın, Şiilere meclis başkanlığının verilmesi zorunlu kılıyor.

İç savaş sonrası, Suriye’nin ağırlığı ve yönlendiriciliği altına Lübnan hükümetinin oluşturulması sırası da her hangi bir sorun çıkmıyordu. ABD’nin, Orta-doğuya ve Irak’a askeri güçlerini yığması, Suriye’yi baskı altına alması,Lübnan devletinin güçlenmesini , Ordusunun iç savaş öncesi konuma gelmesini, Suriye’den bağımsızlaşmayı isteyenler, giderek politik olarak güç kazandı.. Bu görüşler ,Şiilerin dışındaki grupları bir araya getirdiği gibi Hizbullah’ın etkisini giderek zayıflattı.Suriye’nin askeri güçlerini çekmesinden sonra sıra,Hizbullah’ın silahlı güçlerinin dağıtılmasına gelmişti.

Hizbullah, bu gelişmeleri önlemenin uğraşısı içinde. Bunun için Lübnan’da suni bir siyasi bulanım çıkarmanın peşinde koşuyor.

Şimdiye kadar, Lübnan’da eski başbakanlar dahil olmak üzere, Suriye’e, İran’a ve bu güçlerin uzantısı Hizbullah’ın silahlı güçlerine karşı olan 20 üzerinde politikacı,gazeteci suikastla öldürürdü. Bu öldürülenlerin içinde,Şimdi Hizbullah’ı destekleyen, Lübnan revizyonist “komünist” partisinin, Suriye egemenliğine karşı çıkan eski başkanı da vardı.

Hizbullah, eskiden olduğu gibi İsrail karşı savaşla, Lübnan’lıları tekrar etrafında toplayacağı hesabı la,İsrail kışkırtarak, Lübnan’a saldırmasını gerçekleştirdi.Ama “evdeki hesabı,çarşıya uymadı” İsrail’in saldırısına karşı,Arap dünyası, AB, BM, gecikerek te olsa, G.W.Bush karşı çıktı ve sonunda İsrail, saldırısına son verip,geri çekilmek zorunda kaldı.

İsrail saldırısı döneminde “tüm Lübnanları birleştirtiklerini” iddia eden Hizbullah, Çok geçmeden, Sünnileri ve onları başbakanın hedef alan bir kampanya başlattı.Sünni ve Şii çatışması Lübnan’a da yayılmak isteniyor.

Hizbullah’ın kışkırtması sonucu, Şii gençler, Sünnilerin oturdukları mekanlara saldırdılar, Sünnilere ait,arabaları, evleri,dükkanları yakıp, yağmaladılar,Bunun karşısında silah sarılan Sünniler, bir Şii gencini öldürdüler, Şiiler bir yandan “intikam” çığlıklarıyla Beyrut sokaklarını inletir iken, diğer yandan , kendilerini korumak için silahlanıp,oturdukları yerleri koruma altına almak için mahalle girişlerine barikatlarla kuruyorlardı.Ve yine,Hıristiyanları yaşadıkları bölgelerde de aynı şekilde saldırılara karşı tedbirler alınıyordu. Lübnan yine iç savaş tehdit le karşı karşıyadır. Hizbullan lider Molla Hasan Nasrallah, iç savaş tehditle, Fuad Siniora hükümetin düşürüp, kendisine 8 bakan verilmesi ve ( şimdiye kadar 5 Bakanı vardı) Hükümeti aldığı kararlara veto hakkı isteği le, “milli hükümetin’” kurulmasını talep ediyordu, Hükümet düşene kadar eylemlerine devam edeceğini ilan etmişti ve genel grev çağrısı yapıyordu. Ve Başbakanlığı önündeki meydana çatır kurdutmuştu (8)Ama, Lübnan Ordusunun devreye girmesi karşısında,Molla Hasan Nasrallah geri çekilmek zorunda kaldı ve15bin BM ordusunun varlığı karşısında Lübnan ordusuna saldırmaya cesaret edemedi.

Şimdiye kadar şeriatçı hareketler ve onları “sosyalistlik” adına destekleyenler, Amerikan saldırılarını bahane ederek,”Hıristiyan batı”nı, “İslam karşı savaşından” dem vurarak, medeniye le arası çatışmanın var olduğuna dair teze dört ele sarılmışlardı.G.W.Bush’un bir takım lafların kullanarak ”Hıristiyanlığın, İslam saldırısının” gerçek olduğunu kanıtlamaya çalışıp, “Müslüman halkları”, “Hıristiyan emperyalist batı”ya karşı savaş ve birleşmeye” çağlıyorlardı ve çağırmaya devam ediyorlar . Bu arada, AKP ve Tayyip Erdoğan da, “Medeniye le arası çatışmanın değil de,barışın temsilcileri” bozlarına bürünerek birim toplama peşinde koşuyor. Bunun içinde, provokasyon, üstüne provokasyon tertip etmekten çekinmiyorlar

Oysa olaylar, Irak’ta,orta-doğuda,Lübnan’da, hata Pakistan da ortaya çıkan çatışmaların, Hıristiyanlar la,Müslümanlar arasında, değil,yüz yıllardan beri devam eden İslam’ın,mezhep farklılıkları temelinde cereyan eden iktidar mücadelesini çok üst boyutlara çıktığını gösteriyor.

İslam’ın gerçeği

İslam’ın gerçeği olan mezheplerin egemenlik mücadelesi, günümüzün koşullarında şiddetlenmesinin nedeni,Kapitalist-Emperyalizm ve bunların ”İslam ülkelerindeki” uzantılarının acımasız sömürüsüdür. Bu sömürü “İslam ülkelerin” ekonomik ve sosyal olarak geri kalmasına,kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin güçlü bir tarzda varlıklarını sürdürmesine neden oldu.

Emperyalizm,sosyalizm’in ve demokrasinin “İslam Ülkelerin“de de gelişmesi karşısında, feodal üst yapı kurumları güçlendirdi, “komünizm’e karşı” şeriatın, panzehir olarak öne sürdü. Şeriatçı devletlerin korunmasına, yaşatılmasına özel önem verdi. Kapitalist gelişme sonucu “İslam ülkelerinde” de başlayan, uluslaşma, feodalizm’le birleşen emperyalizm de hedef alması, emperyalistlerin şeriatı, uluslaşmanın ve gerçek ulusal-bağımsızlığı karşısına dikmesine neden oldu..

Oysa kapitalist gelişme sonucu,Türkiye de başlayan, giderek diğer “İslam ülkelerine” doğru yayılan Laik devlet biçimi,emperyalizm’e ve feodalizm’e karşı uluslaşma la birlikte egemen hale geliyordu. Bu gelişme mezhep çatışmaların çok geri plana atılması sağlıyordu.Emperyalistler bu gelişmenin önünü kestiler, laikliğe karşı, şeriatçı örgütleri desteklediler ve böylece günümüzde sahneye çıkan kanlı ve korkunç mezhep çatışmaların zemini hazırladılar.

Ama Bugün,Sosyalist devletlerin tasfiye edilmesinden,Sovyetlerin dağılmasından sonra, Emperyalistlerin,ulusal hareketler le,doğal olarak laik devlet biçimleri le bir çatışması ve çelişkisi kalmamıştır. Aynen şeriat gibi,bugün ulusal hareketler de , laik devlet biçimleri de emperyalist sistemin bir parçası ve onun doğal uzantısı haline gelmişlertir.

Bunun için emperyalist devletler,mezheplerin egemenlik mücadelesinin yarattığı ve kendi çıkarlarına ters düşen olumsuzluklar karşısında ulusallığı ve laikliği, şeriatın karşısında çıkarmaya çalışıyorlar.

Şimdi,Arap milliyetçilik demek olan Baasçılıktan korkmamalarının nedeni budur. Türkiye de ki ulusalcılığın , emperyalist sisteme ve hegemonyasına tabi ve onun hizmetinde bir siyasi hareket haline gelmesi(Kemalist milliyetçilik dahil olmak üzere) emperyalizm le ulusalcılığın hiçbir çelişkisinin kalmadığın somut kanıtıdır. Bugün yeni tüm sömürge ülkelerdeki (Kürt ulusalcılığı dahil olmak üzer) ulusalcılığın(hangi kılıfa bürünürse bürünsün) karakteri budur. Ulusalcılığın, bu biçim almasın belirleyen, Sosyalist ülkelerin tasfiye olmasının yanı sıra, emperyalist mali sermayen tüm dünyada kendi uzantısı sermaye yi ve özelikle kapitalizm yaratması ve egemen ekonomik ve siyasi sistem haline getirmesidir.

Bu gerçek görülmek istenmediği için, bir yandan,emperyalistlerin, mezhep çatışmaların kışkırttığı iddia ediliyor , diğer yanda,sözde kapitalizm’e karşı olunmadan emperyalizm’e karşı oluna bilineceği öne sürülüyor.Gerekçesi ise emperyalizm’e karşı olup ta kapitalizm’e karşı olmayan sınıfların var olduğu görüşleridir. Bu karşı olanlar dan,uluslar arası tekelci burjuvazini neo- liberal politikaları sonucu hızlı bir tarzda ,üretim araçlarında ve özel mülkiye ten arınan ve globalizm’e ve neo liberal ekonomik politikalar karşı mücadele eden küçük mülk sahipleri ve kır yoksuları, küçük üretici olduğu halde iş-gücünü satan işçi haline getirilen emekçi sınıflar kast edildiği zannedilmesin.”Kapitalizm’e karşı olunmadan, emperyalizm’e karşı oluna bilinir” görüşlerin sahiplerinin kast ettikleri sınıflar, “3.dünya devletleri” denilen ülkelerdeki,emekçi ve işçi sınıfların acımasızca baskı ve sömürü altına alan ve onlara hiçbir şekilde doğru dürüst ekonomik ve sosyal haklar dahi tanımayan egemen sınıflardır.

İran’ın Mollaları, Türkiye’nin egemen sınıfları gibileri öne sürülerek, “anti-kapitalist olunmadan,anti-emperyalist oluna bilineceği” kanıtlanmak isteniyor!!. Bunun için,3 dünyacı görüşleri propagandalarının merkezine yerleştirdiklerin den dolayı, durmadan yorulmadan, Türkiye’nin egemen sınıflarına,ABD ve AB le ilişkileri kesme, komşuları 3.dünya devletleri le “anti-emperyalist cephe “ kurma çağrısı yapılıyor.

Türkiye burjuvazisini “anti-emperyalist potansiyel taşıyan” sınıf olarak gördükleri için, işçi ve emekçilerin devrim amaçlayan mücadelesinin gelişmesi sonucu, bu sınıfların emperyalizm karşısın da zayıf düşecekleri göz önüne alınarak, sosyalizm için mücadeleye karşı çıkılıyor veTürkiye kapitalizm’ine zarar vermeyecek sosyal ve ekonomik hakların elde edilmesi le sınırlı bir politik mücadelenin yürütülmesine çapa harcanıp, sosyalizm’in geleceğin bir sorun olduğu intibası yaratılmak istenmekte.

Bunun için,Türkiye kapitalizmin krize düştüğü, milyonlarca işçi kapı dışarı edildiği,işsizliği bir den bir çığ gibi büyüdüğü,iflasların bir birini kovaladığı, insanları düzene duyduğu öfke kızgınlık duyarak, ne yapacakların bilmediği bir dönemde “Aman Arjantin olamayalım” çağrısı yapılıyordu.(9)

Sonucu olarak

3 dünya görüşlerini ışığında,Irak ve orta doğu sorunun yaklaşarak, 3.dünya devletlerin ve egemen sınıfları nezlin de “anti-kapitalist olmaya,anti-emperyalist mücadelenin” olabileceği görüşleri le işçi sınıfını sosyalizm için mücadeleden alıkoymak,emperyalistler ve gericiler arası savaşı gerçek karakterinin göz ardı ederek,hareket etmek, gerici savaşın devrimci iç savaş dönüştürme mücadelesi için çapa harcamayı bir yana bırakmadan ama, henüz gerici savaşı devrimci iç savaş dönüşmesinin sübjektif koşulların oluşmadığını göz önünde bulundurarak , gericiler arası barışın, gericiler arası savaş tercih edilmesi gerektiği bir dönemde, şeriatçılar la birlikte savaş kışkırtıcılığı yapmak, Irak’ta, Lübnan’da,Filistin’de gerici savaş sonucu öldürülen, işçi emekçilerin suçuna ortak olmaktır.

Türk-devleti,Türk milliyetçileri, Türkiye egemen sınıfları, Irak ve İran savaşından yararlandıkları gibi, orta-doğudaki savaştan, mezhep çatışmalarında çıkar sağlamanın peşin koşuyorlar. Bunun için tüm basın ve yayın organları la orta-doğuda savaş kışkırtıcısı bir propagandaya ağırlık veriyorlar. Orta-doğuda çatışan yerli halklar arasın kin ve intikam duyguların geliştirmek için yoğun propaganda yürütüyorlar.


El Cezire, El Arabiya gibi, Sünni mezhebinin egemenliği için propaganda yapan TV’ların görüşleri le Türkiye halkı aldatılmak isteniyor. Bunlar,teşhir edilmesi gerekir iken “sosyalistlik” adına aynı görüşleri yaymak,Irak’ta,orta-doğuda öldürülen masum emekçilerin katliamlarına göz yumak anlamına gelir.


Bugün, Irak’ta mezheplerin egemenliği mücadelesi için, yalnızca, Sünni veya Şii mezhebine mensup olmaların dan dolayı, günde 30,40 insan ölüyor. Amerikan emperyalistleri şimdiye kadar ki , Irak’ta 3000 paralı askeri kayıp vermiş.Ama işgal itibaren 400 bin ,500 bin Irak’lı mezhep çatışmalarının kurbanı oldu ve giderek bu kurbanları sayısı durmadan artıyor.


Bunun için kim olursa olsun, ne kadar katıkta bulunursa bulunsun, Orta-doğu da, Irak’ta emperyalist ,gerici barışı, gerici savaşa tercih eden bir siyaset izlemek gerekir.


Türkiye de Kürt sorunun barışçıl çözümü de, Bir yanı la Orta-doğuda, Irak’ta barışın sağlamasına bağlıdır. Türkiye de, Kürt ulusal sorunun savaşla çözmek isteyenler, Türkiye de savaşı kışkırtan milliyetçiler,Emperyalist egemenliğe tabi bir tarzda, orta doğuda yeni mevziler kazanmanın peşinde olanlardır. Bunlar Türkiye halkın yeni maceralarının peşinde sürüklemek istiyorlar. Bunun için Enver Paşaya sahip çıkılıyor, Osmanlı egemenliğine övgü düzülüyor.


Bugün,Türkiye de, Kürt sorunun için istenen barışçıl çözümü,tabi ki Kürt ulusal sorununun gerici çözümüne tekabül ediyor. Bu şekildeki çözüm isteyen,AB’nin ve ABD’nin olduğu biliniyor;.ama bu barışçıl çözüm, Kürt ulusal sorunundan dolayı ortaya çıkan savaşın devam etmesine, Kürt ulusal hareketin silah zoru la ezmeğe çalışan Kemalist Türk milliyetçiliğinin savaş taraftarlığına, kesin olarak tercih edilmelidir ve ediliyor.


Türkiye’deki Kürt sorununun barışçıl çözümümü istedikleri hale, orta-doğuda ve Irak’ta ayni politikayı izlememeyi anlamak! oldukça güç olsa gerek.


Bugün Orta-doğuda,Irak’ta Afganistan da Türkiye de gerici barışın sağlanması, dinler,mezhepler,uluslar temelinde bölünen, emekçileri ,sömürülenleri.işçileri,burjuvaziye,emperyalist- kapitalist sömürüye karşı birlikte mücadele etmelerini koşulların oluşturacak. İşçiler ve emekçiler kendilerin sömüren, ezen baskı altına alan egemenleri çıkarı doğrultusunda mezhep,din,ulusal temelinde bölünüp ortak düşmanlarına karşı birlikte savaşmaların önü kesilmeğe çalışıyor, Bir mezhepten, bir dinde ,bir ulustan zengini fakir bir araya gelerek ,karşı taraf da ki sınıf kardeşleri le savaşıyorlar,kendi ezilmişliklerin,sömürülmelerin devamını sağlıyorlar.Bugün Irak’ta Sünnilere karşı savaşan Irak’ı yoksul Şiileri Saddam döneminden dahi daha kötü bir yaşam koşulları la karşı karşıya oldukları inkar edilemiyor. Ulus ve Mezhep çatışmaların bulunduğu ülkelerdeki emekçiler de Iraktakiler le aynı yoksulluğu baylaşıyorlar. Orta-doğu ve Irak savaşı,Amerikan tekelci burjuvaları daha da zenginleştiril iken, işçileri daha da yoksullaşmasına yol açtığı kabul ediliyor.


Türkiye,12 eylül faşizm’i , 27 sene sonra bile işçi ve emekçilerin üstündeki etkisini devam ettirmesinin nedeni, Kürt ulusal sorunundan çıkan savaşı önemli belirleyici bayın olduğun hiç kimse inkar edemez. Kürt ve Türk ulusal çatışması, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin topluma egemen olmasına neden olmuştur. Türkiye’de hiç bir döneminde, sınıf mücadelesini ört bas eden milliyetçilik dalgasının bu kadar toplumu etkisi altına almamıştı.


Bugün işçi sınıfının ve emekçileri baş düşmanı ,Kemalist başta olmak üzere her türden milliyetçiliktir. Kürt milliyetçiliği de Türkiyeli işçi ve emekçilerin baş düşmanı konumundadır.


Türkiye de milliyetçiliğin,Orta-doğuda ,Irak’ta şeriatın etkinliğini yaratan emperyalistler le gericiler arasındaki savaştır. Gerici savaşa karşı olmak tüm emekçilerin,işçilerin, sosyalistlerin, ilericilerin demokrasiden ,barıştan, yana olanların baş görevi olmalıdır.

(1) Irak Baas partisi,14 Temmuz 1958 yıllında Askeri darbeyle Kral Faysal’ın İktidarına son veren general Al- Karim Kassem’ı, iktidar dan ,1963 yıllıda ( Arapları birleştirmeyi amacı la hareket eden) Baas partisi içindeki “Sosyalist grup” indirdi.Bu grubun önderliğini Al- Salam Aref le, kardeşi Al Rahman Aref yapıyorlardı. Bunları da, 1968 general Ahmet Hasan Al-Bakr iktidardan uzaklaştırdı. Kendiden önceki generaller gibi,Arap ulusalcılığın savuna Al-Bakr ,1972 Suriye Baas partisi le 15 yıl devam eden “kardeş parti” anlaşmasını imzaladı ve Irak komünist partisine,yasal faaliyet göstermesine imkan tanıdı.

Baas partisi içinde asker kökenli olmayan Saddam,1979 da, Al-Bakr’dan devlet başkanlığını devralarak, Irak devlet başkanı oldu.. Saddam ,devlet başkanı olur olmaz, Baas partisi ve ordu içindeki solcu grupları tasfiye etti. Komünist partisinin yasallığına son verdi. Irak Baas partisi le, Suriye Baas partis arasıdaki “kardeş parti anlaşmasını” iptal etti. Irak Baas partisini “Arapların Ulusal birliğini sağlama” hedefinden uzaklaştırdı. Bırakın tüm Arapları birleştirmeği,Irak’lı Arapları dahi bölen, Sünni Arap aşiretlerine dayana bir egemenlik sistemi inşa etti. Irak Baas partisini, Sünnilerin partisi yaptı.

Şeriatın, Arapları mezhep çatışmasına sürüklemesi karşısında, Irak’ta ve Arap ülkelerinde, ulusalcılığın tekrar gündeme gelmesini isteyenler, Saddam öncesi Baas hareketin kast ettiklerini özelikle vurguluyorlar.

(2) İran ve Suriye ile ABD arasındaki ilişkilerin gelişmesinden, rahatsız duyanlardan birisi de Türk devletidir.Çünkü Türk devleti ,ABD le, İran ve Suriye arasıdaki gerginlikten en fazla yararlana ülke konumunda idi. ABD’nin İran’a ve Suriye ye yönelik baskısı karşısında, Bu ülkelerin dostu bozlarına bürünerek, ABD ile bu ülkeler arasında arabuluculuk görünümü altında bir sürü avantajlar elde ediyorlardı.

Diğer yanda Türkiye’nin,(tüm yaygaralara rağmen), Orta-doğuda ve Irak’ta en küçük bir etkisinin olmadığı açığa çıktı. Baker raporu la, Irak’ta barış arayışında Türkiye’nin devre dışı kaldığının anlaşılması, Türk hükümeti “yeni atraksiyon”lara girişmek zorunda bıraktı.. Irak’lı Sünnilere sahip çıkıyor görünümü altında, onların Türkiye de toplantı yapmasını organize etmekten çekinmeyerek ,Türk devletinin,sözde Irak’ta ağırlığının olduğun kanıtlamak isteniliyor. Oysa, Irak’lı Sünniler, Saddam döneminde, Sünni körfez ülkeleri le ,Suudi-Arabistan ve Ürdün gibi Sünni devletler ile orta çıkan düşmanlıklarına, küskünlüklerine çoktan son vermişlerdir. Irak’ın Sünni aşiretleri, Bugün tamamen ,Suudi-Arabistan’ının, Ürdün’ün, Körfez ülkelerin koruması altındalar ve , Şiiler karşı iktidar mücadelesinde her türlü desteği almaktalar.Yani Osmanlı zülümünü etlerinde,kemikleri de his eden Arapların, Türkiye ye ihtiyaçları yok.

(3) İsrail’in Baker raporuna itiraz etmesinin neden, raporun, İsrail’in, Filistin sorunun silah zoru la çözmek istenmesine karşı çıkılması, bu güne kadar orta-doğu da izlediği politikayı eleştirmesi ve de 1967 öncesi sınırlara geri çekilmesini istemesinden dolayı idi. Baker raporu la ABD desteğini kayıp edeceğin düşüne İsrail başbakanı Ehud Olmert hemen AB’den destek arama uğraşısına girişti. İsrail diş işler bakanı Tripi Livni,Chirac’dan desteği yerine zılgıt aldı; Çünkü İsrail, hale Lübnan’ın üstünde askeri Uçakların uçurarak saldırganlığına devam ediyordu.Chirac, İsrail’e ”Uçaklarınızı düşürürüz” tehditti bulunmakta çekinmedi. AB komisyondan da aynı tavırlar la karşılaşan ,İsrail başbakanın “imdat”ına Alman başbakanı Merkel yetişti ve İsrail’in izlediği politikayı desteklediğin açıklayarak,İsrail başbakanından “büyük devlet adamı!” payesini aldı.!

(4) G.W.Bush,Kongreden,Irak’ta kitle imha silahlarının bulduğu ve Irak’ın El Kaide le ilişkisi olduğu gerekçesi le savaş kararını almıştı;ama bu gerekçelerinin tümünün yalan olduğunun açığa çıktı ve bundan dolayı, Amerikan halkın ve Kongreyi aldatmış başkan konumdadır.Bunun için, onu,kongre tarafından görevde alınabilmesinin hukuk koşulları mevcuttur.G.W.Bush başkanlıktan alınması ,aynı ekipten başkan yardımcısı Dick Cheney,devlet başkanı olması demektir.Bunun için,ilk önce başkan yardımcısı görevden alınmadan G.W.Bush için hukuk işlemler başlatılmıyor. Başkan yardımcısı görevden alındıktan sonra,G.W.Bush yerine Senato başkanın geçiyor. Senato başkanı ise, G.W. Bush politikasına şiddetli tarzda karşı çıkan Demokrat partili bir bayan.

Demokratların elindeki G.W.Bush başkanlıktan indirme tehditti, Bush’u,Demokratların görüşleri doğrultusunda hareket etmeğe zorlayacak olan önemli araçlardan birisi durumdadır.

(5) İran önderliğinden “Anti-emperyalist cephe” oluşturma sevdasına tutulanlar,İran’daki seçimler vesilesi le Mollaların arasında su yüzüne çıkan politik ayrılıklardan hiç bahsetmemeği tercih ettiler. Bunların yerine “ orta-doğudaki liderleri!” M.Ahmedinecad, “İran’ın bölüyorlar” açıklamasını yapıyordu.

M.Ahmedinecad,Rafsandschani karşı, devlet başkanlığı seçimini kazanmasının en önemli nedeni,İran’da “yoksullukla mücadele “edeceğini söylemesi ve çeşitli vaatlerde bulunmasıydı. Bu konuda en küçük bir adım atmadığı, gibi neo-liberal ekonomik politikaya devam etti ve hak arayanlara karşı daha acımasız bir baskı uyguladı.İran emekçilerini “dış düşmanlar” propagandası la uyutma yolunun seçti.

(6) Burada kısaca deyindiğim “Baku konferansı” ne olduğunun detaylandırılması gereklidir.Bilindiği gibi, Bolşeviklerin önderliğinden Rusya da, proletarya Diktatöryası kurulduktan sonra, Çarlığın sömürgesi ülkelerin hemen, hemen tümünde (Özellikle İngiliz emperyalizm’in teşvik ile) o ülkelerin feodal-burjuvalar önderliklerinin altında, ard, arda sözde ”bağımsız devletler” kuruldu.

Bu gelişmeleri önlemek ve referandum yollu la, bağımsız devletler kurulup, kurulamayacağına karar vermek ve İngiliz emperyalizm’inin bölgede etkinlik kurmasın engellemek amacı la Baku konferansı toplanmıştı. Bolşevikler,Rusya da iç savaştan zaferle çıktıktan sonra bu, emperyalizm hegemonyası altındaki sözde “Bağımsız devletlere” son verip hepsini Sovyetler birliğinin çatısı altında topladılar.

(7) Bu emperyalistler ve Burjuva devletleri gerçekten çok “değişmişler”! kendilerinin tasfiyesi için, her türlü kolaylığı gösteriyorlar.!! demek ki artık “barışçıl yolla sosyalizme geçmeni” de yolları açılıyor. Bunun için TKP ile birlikte “yeni Baku Konferansı!“na katılmaktan geri durulmamış.!!

(8) Tüm bunlardan bahsetmemin nedeni,Türkiye basın yayın organlarında, Lübnan’ın tekrar iç savaşın içine girmesine neden olacak olayları bilinçli bir tarzda haber konusu yapılmamasıdır. Çünkü orta-doğudaki gerginlikten,gerici savaştan, Türkiye devletini çıkarı var .”devletin çıkarın koruma” adına Lübnan’ın tekrar iç savaşı bataklığına düşmesi karşısında duyarsız kalıyorlar.

(9) Şefik Hüsnü de, bu bakış açısı la Mustafa Kemal iktidarına ve Türkiye kapitalizm’ine karşı sözü ona siyasi iktidar mücadelesi yürütüyordu. Şefik Hüsnü’nün Kemalizm konusundaki görüşlerine dört ele sarılanların, ,1980 öncesi,ve kongre le kabul edilen görüşler ret etmelerini yadırgamak gerekir. O zamanda tespit ettiğimiz gibi,Türkiye’nin ilk 3 dünyacısı Şefik Hüsnü idi. He,”tencere yuvarlanır kapağını bulur.”