11 Temmuz 2009

"Türkiye Sosyalist......."

“Türkiye sosyalist” hareketinin bu günkü durumunun nedenleri.
“Türkiye sosyalist “hareketinin 12 eylül faşist generallerin darbesinden bugüne kadar bir varlık gösterememesinin nedenlerini açıklığa kavuşturmadan sosyalist işçi sınıfı hareketinin, sınıf mücadelesinin de doğru dürüst bir etkisinin olamayacağı inkar edilemeyecek gerçektir.
Dünya işçi sınıfının ve emekçilerin mücadelesine baktığımız da, Sovyetlerin dağılması nedeni ile kısa sayılacak bir süreyi kapsayan bocalama döneminden sonra, işçi sınıfının politik mücadelesinin tekrar sınıf mücadelesine damgasını vurduğuna tanık olabiliyoruz. Burjuvazinin neo-liberal dönemle birlikte yoğunlaştırdığı sömürüsüne karşı işçi sınıfı, emekçiler sesiz kalmadılar ve mücadeleye giriştiler.
Latin-Amerikalı sömürülen işçi ve emekçilerin ayaklanması, gerek Latin-Amerika oligarşisini, gerekse bu militarist oligarşiye dayanarak, Latin-Amerikalı işçileri ve emekçileri açlığın ve yoksulluğun çıkmazına sürükleyen uluslar arası emperyalist-kapitalist burjuvaziyi köşeye sıkıştırıp, şimdiye kadar görülmemiş tarza kendi siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda mevziler kazandıklarını yine hiç kimse inkar edemez.
Latin-Amerikalı ve de tüm dünyalı yoksulların isyan bayrağı Che Guvera, bunun için ayağa kalkanlara, isyan edenlere (özellikle Latin-Amerika’da) yol göstermeye devam ediyor.(1)
Latin-Amerika’daki bu gelişmelerin bir başka benzeri “refah toplumu “ diye ilan edilen Avrupa’da,da yaşanmaktadır.
Avrupalı işçiler, burjuvazi tarafından “refah toplumu “ “sosyal devlet” veya “sosyal Pazar ekonomisi “ ninnileriyle uyutulmuştu.Burjuvazinin sosyalizm korkusunu üzerinde atıp, kapitalist sistemin ve ekonominin gereklerini (tam olarak) yerine getirmesi,işsizlikle yoksullukla yeniden karşılaşan işçileri “derin uykularından “ uyandırıp, kapitalizme karşı duydukları hayalleri yerle bir etti. Tüm bunlar işçileri kapitalist sömürüye karşı mücadeleye itiyor. Bu ortamdan yararlanan “sosyalist hareketler “ yeniden işçi sınıfı hareketinde mevziler kazandı ve kazanmaya devam ediyor.
Dünyanın bir çok ülkesinde işçi sınıfı ve sosyalist hareket canlanarak, sınıf mücadelesinde etkin bir tarz da yerlerini aldıklarını sosyal pratik kanıtlıyor.
Türkiye’deyse 12 eylül faşizmin yoğunlaştırılmasına ortam hazırladığı sömürünün katmerleşmesine, üst, üste patlak veren ekonomik krizin milyonlarca işçiyi ve çalışanı, birden bire işçisiz bırakarak açlığa mahkum etmesine rağmen, ne işçi sınıfının hareketinin, nede sosyalist hareketin sınıf mücadelesine ağırlığını koyamadığıysa bir başka acı gerçek olarak önümüzde duruyor.
Bunun nedeni 12 eylül faşizminin terörünün yaratığı, yılgınlık ve korkuyla açıklanamaz ; çünkü benzer faşist terörün daha şiddetlisiyle,Latin-Amerikanın sosyalistleri,işçileri ve yoksulları karşı,karşıya kaldılar.Ama faşizmden hesap sordular, faşist generallerin peşini bırakmadılar, burjuvaziyi köşeye sıkıştırıp generallerin tutuklanmalarını sağladılar, Şili halkı, Augusto Pinochet isimli faşistin peşini ölene kadar bırakmadılar ve Latin Amerikalılar yoğunlaşan sömürüye karşı sesiz kalmadıkları gibi sosyalizm için mücadelenin dünya işçi sınıfının sosyal-pratiğinde yeniden gündeme gelmesine öncülük ettiler.
Tüm bu gelişmelerin hemen ,hemen aynı ekonomik,siyasi ve sosyal yapıya sahip olan Türkiye’de cereyan etmediğini ileri sürmek,kesinlikle abatmış bir tespit değil.
İslam’ın “at oynadığı” orta –doğu ve Afganistan, Pakistan v.s gibi ülkelerle Türkiye’deki durumu aynileştirirsek yanılgıya düşeriz, çünkü İslam’ın egemen olduğu ülkelerde kapitalizm öncesi toplumların etkileri güçlü tarzda varlıklarını sürdürüyorlar . Bu ülkelerde Feodal, yarı-feodal ,kapalı tarım ekonomisinin egemen olmasından dolayı işçi sınıfının ekonomik ve siyasi hareketinin zayıflığı doğal karşılanır.
Ama Türkiye bu ülkeler ile aynı kategoriler içine koyulamaz,çünkü Türkiye’de kapitalizm egemendir ve bu kapitalizm uluslar arası kapitalizmle tam anlamıyla kaynaşmıştır ve onun bir parçasıdır.
İş- gücünü meta olarak satar tarzda ilişkiler içinde olan tarımda ve şehirlerdeki küçük üreticileri bir yana bırakalım,”modern-işçi” diye adlandıra bileceğimiz 10 milyonun üstünde işçi var.Buna rağmen işçi sınıfıyla kaynaşması gereken sosyalist hareket çok güçsüz durumdadır,hem de Türkiye işçi sınıfının büyük çoğunluğunun 21.yüz yıl da bile ekonomik haklarından yoksul oldukları halde.
İş sınıfının anti- kapitalist mücadelesinin güçsüzlüğü, kapitalizm öncesi toplumlar tarafından burjuva toplumuna devir edilen mezhepler ve dinler arası çelişkilerin ve objektif olarak burjuva demokrasi tarafından çözülmesi gereken ezen ,ezilen ulus arasındaki çelişkilerin sözde çözümlerini gündeme taşınmakta ve anti-kapitalist mücadelenin gelişmesinin önü kesilmektedir.
Böylece burjuvazi tarafından sömürülen işçi ve emekçiler, mezhep,din ve ulus farklılıklar temelinde bölünüyor ve bu farklılıklar temellinde ,kapitalizme ,sömürüye,açlığa işsizliğe karşı mücadele göz ardı edilip ,geri plana itiliyor.
Kapitalizmin zayıflatılmasına ve yıkılmasına karşı olan burjuvazinin uşakları “sol” veya “sosyalist “aydınlar ve yasal “sosyalist partiler “ bu işin müdavimliğini yapıyorlar.
Eğer, güçlü işçi sınıfının sosyalist hareketi var olabilseydi,özellikle Kürt ulusal sorununun anti-kapitalist mücadelenin gelişmesi sonucu sosyalizmin ve proletaryanın iktidarının kurulmasıyla çözümünün ancak mümkün olabileceğini savunan görüşler, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesine egemen olurdu. Kürt ulusal hareketinin,1980 öncesine göre sosyalist hareketlerden bu kadar güçlü olmasın esas nedeni, “sosyalist hareket “ diye ortaya çıkanların devrim yolunu terk edip reformizmin bataklığına gömülmelerinden dolayıdır.
O zaman “sosyalist hareketin “ bugünkü durumunu açıklığa kavuşturmak için onun tarihsel süreci içinde, özellikle 1971 ve sonrası izlediği çizgiye bakmak gerekiyor.
Hale sosyalistlerin tartışmasının gündemdeki sıcak yerini koruyan 1971 hareketinin kısaca hangi ortamda ortaya çıktığına ,Denizlerin idam edilmesi, Mahirleri katledilmesi sonrası sosyalist hareketin nasıl bir çizgi izlediğine bakmadan bugünkü sorunlara açıklık getirilemez.
Bugün siyasi mücadelede yer alanların, hemen, hemen(ister legal, isterse illegal olarak varlıklarının sürdürsünler)hepsi 1980 öncesi siyasi hareketlerin devamıdırlar.
Bugünkü reformist “sosyalist hareket” in tarihsel gelişmesi
“1971 hareketi” olarak nitelendirdiğimiz siyasi örgütlerinin hangi platformda ortaya çıktıkları bir çok kışı tarafından kendi bakış açılarına ve gerçek olmayan olayların yorumlarına göre ele alındığı unutulmadan soruna yaklaşırsak, işçi ve emekçilerin sınıfsal kurtuluşları kapitalizmi içinde restorasyon yoluyla mı? yoksa devrimle mi? gerçekleş bilinir sorusu, “sosyalistler” arası ideolojik , siyasi örgütlenme farklılıklarını belirleyen temel etkendi.
Sözde devrim savunanlarsa ,parlamenter yola işçilerin ve emekçilerin iktidara gelemeyeceği bahanesinin arkasına gizlenerek, “devrim” diye adlandırdıkları “sol” askeri darbeyle iktidara gelmeyi hedefleyerek,sosyalist devrime karşı çıkıp MDD’i savunmaktaydılar
1971 hareketi bu her iki önerilen iktidar yolunun kapitalizmin restorasyonundan öte bir amaç taşımadığını ileri sürdü ve demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki kesintisizliğin varlığı demokratik devrimi, sosyalist devrim amacına tabi kıldığını, sosyalist devrimin sadece bir aracı olduğunu öne sürerek, demokratik devrimin (mutlaka) proletaryanın önderliğinde gerçekleştirilmesinin zorunluluğunu vurguladı.
Bu bakış açısı,devrim sorununa Marksist -Leninist görüşlerin ışığında yaklaşıldığının temel göstergesi idi.
Bunun için esas hedef olarak, burjuvazinin militarist-bürokrat devletinin işçi sınıfının önderliğindeki işçi ve emekçi kitlelerin devrimci mücadelesiyle parçalanıp,dağıtılarak yerine proletarya diktatörlüğü altında sosyalizm inşa edilmesinin gerekliğini tespit etmiş ve sosyalizm kurulmadan işçi ve emekçilerin sömürüden kurtularak sosyal kurtuluşlarına kavuşmalarının imkansız olduğunu belirlemişti. Ve de bunun da ancak işçi sınıfının ve yoksul emekçilerin top yükün ayaklanması ve silahlı mücadeleye girişmesiyle gerçekleşe bileceğini savunmakta idi.
1971 hareketi Marksizm-Leninizm kendine rehber edinmek için yola çıkmıştı. Devrimci mücadelenin merkezine proletarya’yı yerleştirmiş , işçi ve emekçi kitleleri sosyalist devrim için ayaklandırmayı kendi için vazgeçilmez görev addetmişti.
Bunun içinde kendinden önce “sosyalizm” amacıyla siyasi hedefler ve stratejiler belirleme adına, Türkiye’nin ekonomik,siyasi ve sosyal yapısını söz de inceleyen, her iki revizyonist siyasi hareketlerin görüşlerini reddettiler.
Türkiye’nin gerçek ekonomik,siyasi,sosyal yapısını inceleyip,(tamamlanmasa da) doğru görüşler ortaya attılar.
Özellikle Mahir Çayan’ın ele aldığı doğru görüşler,ayrı örgütlülük içinde olan THKO’ lar tarafından da kabul edildi. Mahir, “Emperyalizm iç olgu haline gelmiştir” görüşüle Türkiye’nin ekonomik,siyasi ve sosyal yapısına en doğru bir bakış açısı getirdi.Mahirin bu görüşü; Türkiye’de “2. ulusal kurtuluş savaşı gündemdedir “ iddialarını “haklı” çıkarmak için Kemalizm’in bayrak edinilmesi amacıyla ortaya atılan “işbirlikçi burjuvazi” tanımına, emperyalizme karşı “milli burjuvaziyi”,milli kapitalizm’i” savunulmasına ve Kemalizm’in gerçek sınıfsal niteliğinin gizlenmeğe çalışmasına indirilen en önemli darbeydi.
Çünkü, kapitalist- emperyalist dönemle birlikte sermaye ihracının esas belirleyici olması uluslararası tekellerin girdiği ülkede kendini üretip,tekelci burjuvaziyi ve kapitalizmi yaratmıştı.
Bunun içinde emperyalizme karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadeleden kesinlikle ayrılamaz. Uluslararası tekelci burjuvaziye(emperyalizme) karşı mücadele ile iç gericiliğe karşı mücadele bir bütündü ve esas hedef alınması gereken iç gericilik , dünya ve Türkiye kapitalist toplumuydu.
Bu doğru görüşler, Şefik Hüsnü’nün TKP’i ele geçirmesinde itibaren ret edildi ve Kemalist Türkiye’nin “emperyalizme ve işbirlikçisi burjuva- feodal ve yarı-feodal sınıflara karşı” savunulmasını esas alan bir politika izlendi ve böylece sosyalist işçi sınıfı hareketinin gelişmesinin önü kesildi.
Yine bu durumu tespit eden Mahir ilk kez Şefik Hüsnü TKP’ni hedef aldı.Mahir,bürokrat sözde komünist parti örgütlenmesini cesaretle eleştirdi. ”Klasik parti örgütlenmesi” ismini verdiği bürokrat parti örgütlenmesini “hantal, emir kumanda zincirine bağlı, rapor alıp vermeden öteye geçmeyen, devrimci mücadeleye önder etmekten yoksun” örgüt biçim ve anlayışı olarak nitelendiriyordu. THKO bu doğru eleştirileri kabul ederek “Proletaryanın devrimci partisi,ancak işçi ve emekçilerin çetin,kıran,kırana mücadelesi içinde kurulur” görüşlerini savundu.
Türkiye’de Mustafa Suphi den sonra Marksizm’in- Leninizm’in devlet anlayışını ilk kez 1971 hareketi savunduğunun söyler isek abartmış olmayız.(2)
Ve yine Doğu Perinçekçilerin “Türkiye’de proletaryanın devrimde önderliğinin objektif koşulları yoktur” görüşlerine en önemli itiraz 1969 yılında yapılan FKF isminden DEV-GENÇ ismine geçildiği kurultayda Mahir tarafından yapıldı. Türkiye’deki kapitalist gelişme sonucu modern işçi sınıfının var olduğunun anlatarak,”sol cunta” peşinde koşan revizyonistleri mahkum edip, proletaryanın demokratik-devrimdeki mutlak önderliğini savundu.
Mahir ,daha sonra bu düşüncesine aykırı olarak “proletaryanın devrimdeki önderliği ideolojiktir “ görüşlerini ortaya atmasına rağmen, Hüseyin İnan’ın kaleme aldığı, Deniz’in ve Yusuf’un da ortak imzalarıyla çıkan “devrimin-yolu” broşüründe “devrimde proletaryanın öndeliği ideolojiktir” görüşlerine katılmadıklarını vurgulamış ve işçi sınıfı devrimdeki önderliğinin sınıfsal olduğunu ve kendi mücadele tecrübesiyle bilinçlenerek devrimin önderliğini ele almazsa, kapitalizmi tasfiye edilmesine,sosyalizmi kurmasına imkan olmadığının öne sürmüşlerdi.
1968 de sonra gelişen işçi sınıfının sendikal özgürlükler için mücadelesi ve onun doruk noktalarından bir olan 15,16 haziran eylemi,Türkiye’de işçi sınıfının devrim de önderliğinin objektif koşullarının olduğunun pratik cevabı idi.15,16 haziran eylemlerin bastırmak için ordunun saldırıya geçmesi ve sıkı-yönetim ilan edilerek,DİSK yönetimini ve işçileri askeri mahkemelerde yargılanması, “Kemalist ordunun” hangi sınıfın çıkarının savuna militarist bir kuruluş olduğunu açığa çıkarıyordu. O dönem de dev-gencini çıkardığı haftalık gazetede “ordu tarafsız olmalıdır “ çağrısına en sert itiraz,THKO ve THKP/C içinde örgütlenen gençlik kesimlerinden gelmiş ve gazetenin bu sayısını dağıtmayarak çöp kutularına atılması sağlanmıştı.
Tüm gelişmeler, Deniz’in de katıldığı Hüseyin İnan’ın ordunun ve Kemalist siyasi hareketinin burjuvazinin ve toprak ağalarının sınıfsal varlıklarına tekabül ediğini öne süren görüşlerin pratikle de doğrulanmasıydı.
Kemalizm’in sınıfsal niteliğini “küçük burjuva “ olarak tanımlayan TKP görüşlerine ilk itiraz yine 1971 hareketinden gelmişti ve Mahir de bu itirazlara katılarak, TKP’ in “Kemalizm’i küçük burjuva hareketi” olarak gösterilmesinin yanlışlığını açığa çıkarmak amacıyla Kemalizm’in “sağ ve sol” kanatlarının olduğuna dair görüşler öne sürdü.Mahir, bu görüşleriyle Kemalizm’in sınıfsal niteliğine tam açıklık getirmese de,Kemalizm’in küçük burjuva sınıfların hareketi ve “ulusal kurtuluşçuluk” olduğunun kabul etmediğini açıklıyordu.
Ve yine THKO, ordunun “reformist hareketin” olarak adlandırılan ve sol adına tüm grupların desteklediği 12 mart hareketine açıkta karşı çıktı ve Kemalist ordunun egemen sınıfların ordusu olduğunu, bu ordudan halk yararına hiç bir ilerici girişimin ortaya çıkmayacağını açıkladı.
1971 hareketinin yukarıda vurguladığımız görüşleri ve buna benzerleri ,onun kendinden önce tarih sahnesine çıkan “sosyalist hareketlerden” sadece mücadele biçimleri konusunda farklılıklarının olmadığını açıkça gösteriyordu.
Mahir, Cihan, diğer yoldaşlarını Kızıldere’de katledilmelerinden ve Denizlerin idamı dan sonlar ,özellikle THKP/C de başlayan ve THKO da içine alan (hapishane’de ve dışarıda geriye kalanlarda) reformizm’e geriye dönüş akımı başladı. 1971 hareketinin öne sürdüğü görüşlerin ve devrim yolunu takip etmenin “yanlış”,TKP ve onun uzantılarının görüşlerinin “doğru olduğunun” öne süren ve Kruşcevci modern revizyonist görüşler ile beslene “nedamet” dalgası ortalığı sardı.
Oysa 1971 hareketinin önderlerinden sonra geride kalanlar için en önemli görev, Marksizm-Leninizm’den kaynaklanan doğru görüşleri yine Marksizm-Leninizm rehber edinerek geliştirmek ve mücadele içinde Türkiye işçi sınıfının komünist partisini inşa etmektir.İşçi ve emekçilerin kitlesel mücadelesi silahlı mücadele aşamasına gelmeden silahlı mücadeleye hazırlıksız başlamanın yanlışlığının arkasına gizlenerek,”50 senelik TKP revizyonizm’ini “ aklamaya çalışmak sadece devrimci harekete egemen olan reformizm’e teslim olma anlamına geliyordu.
Nedamet getirmek için faşist ordunun mahkemelerinde nedamet getirdiklerini açıklamak için yarışa girip bir, birlerini çiğneyenlerin ihaneti karşısında büyük bir öfkenin ortaya çıkmasını sağlayan, Türkiye işçi sınıfın ,emekçi halkın ve özellikle gençliğin, Denizlerin, Mahirlerin, İ.Kaybakkaya’nın öndelik ediği açlığa ,yoksulluğa ve işsizliğe,sefalete karşı ölümü göze alan başkaldırıya duyduklar sempati ve”hayranlık”, nedamet dalgasından ekilenleri geriye adım atma ,(kendilerini gizleyerek) sözde ihanete karşı çıkma zorunda bıraktı.(3)
12 mart faşizmden sözde demokrasiye dönüş ve Ecevit CHP sinin seçimler de birinci parti olarak çıkıp,hükümeti kurarak “radikal solu” kazanmak adına çıkardığı aftan yararlananlar, 1971 hareketinin ortaya sürdüğü görüşleri ret ederek, “50 senelik “ (4) TKP’nin görüşlerine yeniden dört elle sarıldıkları halede,1971 hareketinin prestijinden yararlanıp , ona sempati besleyen,işçileri,özelikle gençleri örgütlediler.1971 hareketinin sempatizanlarını örgütlerine kazanmak için müthiş bir rekabet içine girmekten, biri,birlerine karşı güç kullanmaktan geri durmadılar.
Oysa,Cumhuriyetin kurulmasından beri Türkiye için dönüm noktasına tekabül eden, 1971 hareketinin yarattığı devrim sempatizanlığının topraktan bitercesine Türkiye’nin dört bir yanında ortaya çıkması , işçi sınıfının gerçek komünist örgütlü mücadelesinin inşa edilmesine çok uygu bir ortam hazırlamıştı.
Geriye dönüp baktığımızda, sözde 1971 hareketinin devamı olduklarının iddia eden ve bu hareketin yaratığı devrim sempatizanı insanları örgütlerine kazanma adına aralarında kıyasıya rekabetin ve bir,birlerini zorla tasfiye etmeye çalışmalarının esas nedeni ideolojik farklılıktan kaynaklanmadığını tespit edebiliyoruz.Çünkü bunlar Marksist- Leninist devrimi ret edip,reformizm’i kendilerine bayrak edinmişlerdi.(5)
Asıl da 1973-77 arası dönemdeki “siyasi ve ideolojik saflaşmalar” suni idi.O dönemde çıkardıkları gazetelere, pratikte izledikleri taktiklere baktığımız; bu iddialarımın ne kadar doğru olduğu anlaşılır.
1973 sonrası THKO ,Sovyetlerin ekonomik,sınıfsal ve siyasal yapısını incelemesi sonucu, onun kapitalist bir ülke olduğunu iddia eden görüşlerin doğruluğunu kabul etti.(6) Ama Sovyetleri, kapitalist dünyanın bir parçası olduğunu göz ardı edip,onu kapitalizmden soyutlayıp öne çıkarmak ve Batı kapitalizminin ileri karakolu Türkiye’de Sovyetleri baş düşman ilan etmek, Sovyetlerin hegemonyası altındaki pazarlara tam egemen olmak için yanıp tutuşan ve bu amacı doğrultusunda “anti-Sovyet kampanyayı” yürüten Türkiye’nin için de yer aldığı batılı kapitalistlerin hegemonya mücadelesin görmezlikten gelmek, (istenmese- de) gericiler arasındaki çatışmada taraf olmayı zorunlu kılıyordu.Tüm bunlar göz ardı edildi ve Sovyetleri ”sosyalist” gören insanları karşısına alıp, düşmanca kamplaşmanın ortaya çıkmasına sebep olundu.
Bu yanlışlarının temelinde Çin’in ortaya attığı ve kapitalist dünyada egemen olmayı amaçlayan “3 dünya” görüşleri yatıyordu.
Aslın da “3 dünya” görüşleri ilk kez ortaya atılmıyordu. Bunlar Marksizm’in- Leninizm’in emperyalist-kapitalist sistemle ilgili düşüncelerinin inkarıydı.
Kapitalist –emperyalist sistem, sanayi kapitalizminin gelişip, bir üst aşamaya yani tekelci kapitalizme (finans- kapitalizme ) geçişin ifadesidir.Ama revizyonizm, Leninist emperyalizm kavramının içini boşalttı, onun kapitalist içeriğini göz ardı ederek,(hiç bir zaman ulusal olmayan) ”ulusal kapitalizm”i sözde emperyalizme karşı savundu.Oysa,sanayi kapitalizm öncesi sömürgelere sahip olan Batı Avrupa Ülkeleri, Özelikle, İngiltere, ilk önce meta,sonra esas olarak sermaye ihracı la sömürge ülkelerde, kendi uzantısı kapitalizm ortaya çıkartılar ve kapalı tarım ekonomisinin egemen olduğu,feodal ve yarı-feodal sömürge ülkeler de kapitalist Pazar ekonomisinin geliştirerek, feodal sınıfları evrimci bir tarzda kapitalistleştirdiler.
Sömürgelerde ortaya çıkan ulusal kurtuluş savaşlarının ,Proletarya’nın öndeliğinde sosyalizmi kurma amacını taşımaması ve burjuvazinin önderliğin de cereyan etmesi, mücadeleyi siyasi bağımsızlığın elde edilmesi ile sınırladı.Sömürge ve yarı- sömürge ülkelerin büyük çoğunluğu “bağımsız devletlerini “ kurarak kapitalist dünyada yerlerini aldılar.
Sovyet devriminin, sömürgeleri ulusal kurtuluş mücadelesine girmeye teşvik etmesi ve ulusal kurtuluşu,sosyalizme geçişin bir aracına dönüştürmesi, emperyalist-kapitalist ülkeleri,kendi yarattıkları ve kapitalist sistemin bir parçası haline getirdikleri burjuva sınıfların egemenliğinde siyasi bağımsızlıkları ( bağımsız devlet olmayı ) tanımak zorun da bıraktı.
1980 öncesi Sovyetler ve Çin, batılı emperyalist- kapitalist ülkelerin egemen olduğu veya olmaya çalıştığı siyasi bağımsızlıklarına kavuşan eski sömürge ülkelerini kendilerine tabi kılmak için mücadeleye giriştiler. Bunun için de kapitalizmden soyutlana söz de emperyalizme karşı mücadeleyi ve burjuvaziyle ittifakı esas aldılar ve de sosyalizm için mücadeleyi sınıf mücadelesinin gündeminden çıkardılar.(7)
Türkiye’de kapitalizmden soyutlanan “emperyalizm” e (özelik le iki süper güce)karşı “Türkiye kapitalizmini” ve devletin bağımsızlığını savunmayı esas alan siyasi taktikler, sözde faşizme karşı “demokrasinin savunmasıyla “ birleştirildi. “Tırmana faşizm veya faşizme geçit yok” sloganıyla kurtuluşların devrim de arayan,işçileri,emekçileri, özellikle gençliği düzenin savunucusu haline getirdiler.”Tırmana faşizm veya faşizme geçit yok” görüşleri ve bunun ışığın da izlene siyasi taktikler, Türk devletinin niteliğini ve biçimini inkar etmekte öte bir amaç taşımıyordu.
(devam edecek)

..................................................................................................................................................
(1)Oysa yıllardır Che Guevara ve onun mücadelesi revizyonizm tarafından yere vuruldu.”Fokoculuk” la, “bireysel teröristlik” söz de karalandı. İşçi ve emekçilere devrimci yolun dışın da sınıfsal kurtuluşlarının olmadığının gösterilmesi, revizyonist “barışçıl geçişe “, burjuvaziye ve kapitalizme teslim olmayı öğütleyen parlamenter mücadeleye indirilen önemli bir darbe idi.Aynı zamanda “sosyalistlik “ adına burjuva egemenliğini savunan revizyonistlerin gerçek yüzlerini tüm çıplaklığı la açığa çıkarttı ve çıkarıyor.
(2)Mahir, “Aydınlık dergisin” de ayrılık çıkmadan önce,Aydınlıkta yazdığı bir yazısında,”devletin ne olduğunu” Marksist-Leninist görüşlerin doğrultusunda açıklamakta idi. Bu görüşlerin Aydınlık dergisi de çıkmasından rahatsız olan Doğu Perinçek tayfası, onun yazılarına sansür getirdiler ve Mahir’in yazıları,Doğu Perinçekçiler ayrıldıktan sonra serbestçe yayınlama fırsatını yakaladı.
(3) Sözde diyorum çünkü nedametçilerin 1971 hareketinin eleştiren tüm görüşlerinin ana kaynağının “50 senelik TKP”nin görüşleri oluşturuyordu.Tüm gıdalarının burada alıyorlardı.
(4) “50 senelik TKP “ tanımı o dönemde ki Şefik Hüsün’ün TKP ‘in yaşını göstermek için kullanıyorduk. Bu tanımı dönemine uygun olduğu için yine tekrarlıyorum.
(5) Kesinlikle işçi sınıfının iktidar hedefinin gözetlemeyen,ya sivil faşistleri, ya da kapitalist sistem içinde elde edilmesi mümkün taleplerin gerçekleştirilmesini hedef alan silahlı eylemler söz konusu idi.Dev-sol’un yürüttüğü mücadele bu iddialarımızın somut kanıtıdır. Çünkü bir yandan sosyalizmi çok önceden terk ederek, kapitalizme yeniden inşa eden Sovyetleri “sosyalist” görüyor ve onların devrimi ret eden görüşlerin de sahip çıkıyordu,diğer yandan,işçi ve emekçileri ayaklandırarak,iktidara gelme amacını taşımayan silahlı eylemleri esas alıyordu.
(6) Bu görüşün ortaya çıkmasın da benim de katkı oldu. Ve bu tespitin doğru olduğunu zaten sosyal –pratikte kanıtladı.
(7) Kapitalizmden soyutlanan emperyalizm’e karşı mücadelenin 3 dünya görüşleri le tekrar siyasi mücadelenin gündemine adapte edilesi, Doğu Perinçek’in arayıp da bulamadığı fırsatı. 1973 sonrası THKO, Sovyetlerin savunduğu ve Arnavutluk emek partisi dışın da ki komünist partilere kabul ettirdiği modern revizyonist düşüncelerin kaynağını aradığın da, Sovyetlerin kapitalist bir ülke olduğunun ve emperyalist politika izlediğin tespit ediğini yukarda vurguladım.
Mao’nun Çin’i de buna benzer düşünceleri savunduğu biliyordu.Ve Arnavutluk la ,Çin arasın da ki 3 dünya görüşleri le ilgili farklılık la ise ortaya çıkmamıştı.Doğu Perinçek, bu önüne çıkan fırsatı kaçırmadı,THKO ‘yu yeniden toparlamak için yola çıkanlar, önceden Doğu Perincekten ayrılan küçük bir Maocu grupla birleştikleri için de kolayca Doğu’nun tuzağına düşürdüler. ve hemen “anti-Sovyet “ cepheye “ateşli taraftar” olarak katılmakta gecikmediler. THKO, birden ,bire keskin Maocu olup çıktı.
TKP,hemen revizyonist niteliğini gizleyerek,siyasi ve ideolojik etkinliğini sağlamanın yolunu buldu ve vakit kayıp etmeden anti-Maocu ve Sovyet savunucusu cepheyi oluşturdu.
Oysa,”tırmana faşizm ve faşizme geçit yok” ve “anti-emperyalist” sloganları la formüle edilen siyasi taktikler, aynı ideolojik bakış açının eseri idi. bu her iki grupta 1971 hareketinin devrimci yolunu inkar eden, reformizm savunan siyasi ve ideolojik , örgütsel bir hat izliyorlardı. “anti-Sovyet,Maocu kamplaşma” sadece bu gerçeğin üstünü örtüyordu.

Hiç yorum yok: