23 Aralık 2005

Emperyalizmin alternatifi “Ulusal kapitalizim”!

Emperyalist- kapitalist çağda, “Globaleşme” yeni bir olgumuş gibi piyasaya sürülüyor.Oysa,kapitalist ekonomi doğduğundan itibaren global karekterdedir.Çünkü, kapitalizm, genişliyerek yeniden üretimi ön gören bir ekonomik sistem olmasından dolayı yeni pazarlara ihtiyaç duyar ve ulusal pazarların dışında devamlı Pazar arar.Kapitalizmin bu özeliği meta ıhracatının ve sermaye ihracatının ağır bastığı dönemlerde”de vardı ve var.Aslında ,”Dünyamız Globaleşme dönemine girmiştir,eski çelişkiler sona ermiştır,artık devletler arası savaşlar olmaz.Bunun için, dünya halklarını barış içinde bir aradada yaşamalarının koşulları oluşmuştur,şimdi bizlere düşen görev, dünyamızı dahada güzelleştırmek için çevre ve benzeri sorunlara, hep birlikte çözüm aramaktır” görüşlerini ortaya atan Gorbaçov’du. Gorbaçov, Kruşcevci revizyonızmin doğrudan bir uzatısı olması nedenile, Kruşcevcilerin görüşlerini “ günümüzün koşullarına” uydurdu.Kruşcevciler,”kapitalizmin niteliğinin değiştiğini, artık devrimlere gerek olmadan barışcı yolla sosyalizme geçile bilinmesinin koşullarının var ,emperyalistler arası çelişkinin ,emperyalizmin sadırgan karekterinin sona erdiğini,nükleer silah dengesinin varlığından dolayı büyük devletler arası bir savaşın çıkmasının söz konusu olamadığını,’sosyalist ülkelerle’, kapitalist ülkeler barış içinde bir arada yaşaya bileceklerini, barış içinde ekonomik yarışla, sosyalızmın, kapitalizmden üstü bir ekonomik sistem olduğu kanıtlanacağını,böylece tüm insanlara, sosyalizmin daha iyi bir sistem olduğu gösterilerek,sosyalizmin benimsenmesi sağlanabilineceğini, yapılması gereken tek şey, burjuva demokrasinin sınırların genişletmektir.” gibi zırva görüşlerile modern revizyonizm’i yayarak, sosyalizmin yıkılmasının,tasfiye olmasının koşullarını hazırladılar.Gorbaçov,tekelci-devlet kapitalizmini çıkmazını, özel teşebbüscü kapitalizme geçerek çözmeye çalışıyordu.En büyük desteğini (doğal olarak) batı-kapitalist devletlerden alıyordu.Bunun içinde Globaleşme yeni bir olgumuş gibi gösterip “Globalizm dönemine girildi” diye bir tanımı ortaya attı. Aslında, kapitalizm için yeni olan neo-liberalizm dönemine girilmesidi.

Ekim devrimi sonrası,burjuvazini kapitalizmi yaşatma politikası

Ekim devrimi,kapitalzmin dünya üzerinden tasfiye olmasını gündeme getirmişti.Çarlık Rusyasında, proleterya demokrasi altında sosyalizme geçiş (özelikle) Avruba işçi sınıfını derinden etkiledi ve Avrubanın bir çok ülkesinde sovyet iktidarları kuruldu ama burjuvazi, bunları silah zorula yıktı. Fakat kapitalizmin, liberal bir ekonomik-politikala’da yönetilemiyeceğide açığa çıktı. İngilist ekonomist Keynes,ekim devrimi sonrası burjuvaziye kapitalizmi nasıl yaşatması gerektiğinin yolunu gösterdi.Keynes, kapitalizmin yaratığı, geliştikce katmerleştirdiği, yoksuğun, işsizliğin durmadan artması karşısında, işçi sınıfının, diğer emekçilerin isyan etmesi, sadece devlet şiddeti ile önlenilemiyeceği,kapitalizmi yaşatmak için tavizler verilmesinin zorunlu olduğunu gündeme getiriyor, burjuvaziyi, liberal-kapitalizmden vazgeçmeye çağrıyor ve devletin ekonomiye müdahalesinin zorunlu olduğunu öne sürüyordu.Keynesin bu düşüncelerine en fazla rağbet edenlerin başında,kapitalizm’le kopmaz menfaat bağları olan işçi aristokrat ve bürokrat tabakasının siyasi örgütleri, sosyal-demokrat partiler geliyordu.Sosyal-demokrasi,kapitalizmi ve burjuva demokrasisini yaşatmak için, Keynesin düşünceleri doğrultusunda hareket etmeye yöneliyor ve burjuvaziyi tavize zorluyordu.İlk önce burjuvazinin bir kesimi,sonradan çoğunluğu,bu düşünceleri desteklemeye başladılar ve buna uygun bir ekonomik-politik bir çizgi izlediler ve sosyal-demokratların iktidara gelmelerine ortam hazırladılar.Gelişmiş kapitalist ülkelerin emperyalist burjuvazisi,emperyalist sömürüden elde ettikleri karlarının az bir kısmını işçi sınıfına ve yoksul emekçilere dağıtmaya razı oldu.Dolayısıla, işçi ve yoksul emekçilerin, ekonomik ve sosyal durumunda (belirgin bir şekilde) iyileşme ortaya çıktı.Kapitalist ekonominin en büyük ve giderilemiyen açmazı, sermaye ve kapitalist işletmeler büyüdükçe işsizliğin durmadan mutlak oranda artmasıdır.Burjuvazi,(ekim-devriminden sonra)kapitalist ekonominin gelişmesi karşısında işsizliğin artışını önlemek için demir-çelik sanaiyi,madenleri,haberleşme ve ulaşım işletmelerini v.s’yi devletleştirdi. Ve bu işletmelerde, kar etmenin yanı sıra istihdamı gözeten bir politika izlenmeye ve çalışması gerekenden daha fazla işçi çalıştırmaya başladılar.(1)İşçi sınıfı ve diğer emekçilerin üçretlerindeki artış,küçük köylü üretiçilerin ve tarımın, burjuva devleti tarafından subvensiyon yolula desteklenmesi,(2)işçi ve emekçilerin kapitalizme karşı duydukları hoşnutsuzluğu yatışmasını sağladı.Kapitalızmin istikrar içinde gelişme dönemide bulunması (geçici bir süre içinde olsa) bu durumu güçlendirdi.(3)1929 ekonomik kriz,burjuvaziyi yeniden bir açmazın içine itti.Üst,üste gelen iflaslar,duran üretim, biriken stoklar, paranın değerinin düşüşünün yol açtığı enflasyon,işsizliğin çığ gibi büyümesi, işçileri,emekçileri (tam anlamıla) yoksulluğun içine itti.Bu sırada,sosyalist sovyetler birliğinin,ekonomik krizden etkilenmesi bir yana, en şahşalı dönemlerinden birini yaşıyordu.Bu durum, dünya işçi sınıfı nezliden sosyalizmin prestiji alabildiğine artırmıştı.İşçi ve emekçilerin sosyalizim için mücadeleye girişiminin yükselmesi, komünist partilerin dahada güçlenmesine yol açtı.Burjuvazi bu durum karşısında,Keynes’in düşüncelerine dahada önem verdi.Özelikle, o zamanki ABD başkanı olan Roosvelt,Keynes’in düşünceleri doğrultusunda, bir ekonomik-politika izledi.Keynes,aşırı üretim bulanımının neden olduğu işsizliğin ve artan yoksukluğun önüne geçmek,işçilerin sosyalizm için mücadelesinin durdurmak için,devletini,ekonomiye müdahalesinin sınırlarını daha’da genişleterek, üretiçi olmayan alanlara yatırım yapılmasını öneriyordu.Roosvelt, inşaat,yol inşaatı, silah sanayisi gibi üretiçi olmayan alanlara yatırıma girişti.(4)Hitler, Mosolini gibi faşistlerde,Keynes’in görüşleri doğrultusuda bir ekonomik-politika izlediler.”Devletin ekonomiye müdahalesi”en fazla faşist iktidarlar dönemide görüldü.Hitler,1929 krizinden etkilenen ülkelerden bir olan Almanya’nın durumunu istismar ederek,” ulusal sosyalizm” tanımıla, demogojik bir propaganda yürüterek iktidara geldi.Hitler,iş başına geldiğinde büyük boyutlara çıkan işsizliği gidermek için üretiçi olmayan alanlar yatırımlar girişti.Emperyalist,saldırgan bir savaşa hazırlanması nedenile, savaş sanayisine, yol inşaatlarına özel önem verdi ve bu alanlar yatırım yaptı, hem işsizliği büyük ölçüde giderdi, hemde işçilerin üçretlerini yükselti,onların konut sorununa çözüm aradı(5)Tüm bu veriler, kapitalizmin egemenliği altında uyugulamaya sokulan devletçiliğin esas görevinin kapitalist sistemi yaşatmak ve sosyalizme geçişin önünü kesmek olduğunu gösteriyor.

İkinci emperyalist savaş sonrası, kapitalist-emperyalist dünyadaki değişim

Savaş sonrası,burjuvazinin kapitalizm’i sosyalizm tehlikesi karşı yaşatma politikası daha’da gelişti.Çünkü, ikinci emperyalist savaş sonrası,sosyalist sovyetler-birliğini faşizm’in saldırılarıla tasfiye ettirmeye çalışan,faşist Hitleri sovyetlere saldırması için kışkırtan burjuvazi,bu politikasın’da başarılı olamadı.Sosyalist sovyetler-birliği, tasfiye olması bir yana, emperyalist burjuvazinin en büyük dayanağı olan,saldırgan faşizm’i yenilgiye uğratı ve faşizm’in zulümü altında yaşayan halkların kurtuluşunu sağlayarak büyük prestij ve sempati kazandı.Doğu-Avruba ve balkan ülkeleri sosyalizm’in egemenliği altına girdiler ve batı-Avruba ülkelerinde işçi sınıfının iktidarı el geçirmesinin koşulları olgunlaştı.Burjuvazi, sosyalizm’in tehlikesini enseside his ediyordu.Bu dönemde işçi sınıfının sosyalizm mücadelesini, faşist saldırılarla ezemiyecek konuma gelmişti,çünkü faşizm yenilmişti.Avrubada,Portekiz ve İspanyanın dışındaki hiçbir ülkede,faşizm varlığını sürdüremiyordu (6) Bu durum karşısıda,burjuvazi, demokrasi havarisi kesildi.İşçi sınıfının demokratik hak ve özgürlüklerini genişleti.Savaş öncesi var olan sosyal,ekonomik ve demokratik haklara yenilerini ilave etti.İşsizlik ve sağlık sigortası, ev yardımı fonlarını oluşturdu, sosyal konutlar inşa ederek konut sorununu gidermeğe çalıştı,çocuk-parası,sosyal-yardımlarla hiç kimseyi çaresiz bırakmadı.Burjuvazi “refah toplumu!”nu inşa ediğini ileri sürüp, sosyalizm karşıtı olarak “sosyal-adalet” “sosyal-devlet” tanımlarını ortaya attı.Ve bu politikasıla(bir dönemde olsa) başarılı oldu ve işçi sınıfı ve emekçiler’le (geçicide olsa) bir bağ kurdu.

Sömürgelerle, emperyalist-kapitalist devletler arasıdaki ilişki

Burjuvazini, sosyalizm “tehlikesi” karşısında politikasıda yaptığı değişiklik sadece gelişmiş kapitalist ülkelerdekiler’le sınırlı kalmadı.Ekim devrimi,dünya işçi sınıfının yanı sıra, ezilen sömürge ülkelerin yoksul halkları içinde sosyal ve siyasi kurtuluşun yolunu gösteriyordu. Ekim devrim sömürge ülkelerdeki emekçi halklarıda uyandırdı ve emperyalizm’e karşı mücadeleye sevketti.Lenin,emperyalizm’in sömürsü altında yaşayan yoksul emekçi halkların kurtuluşunu ançak sosyalizm’le mümkün olduğunu söylüyor ve kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmediği,dolayısıla işçi sınıfının doğmadığı veya kendisi için sınıf olma konumuna erişmediği, sömürge ülkeler için,kapitalist olmayan yoldan soyalizm’ e geçiş yolunu, kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği ve işçi sınıfının doğduğu,kendisi için sınıf konumuna eriştiği, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde ise,işçi sınıfının önderliğinde, emperyalizme ve iç gerici, feodal - burjuva sınıflara karşı demokrasi,bağımsızlık, sosyalizm için mücadelele,sosyalizm’e geçişi, yanı ulusal ve sosyal kurtuluşun birliğini ön görüyordu.Lenin, kapitalist olmayan yoldan sosyalizm’e geçiş için, sosyalist devletin yardımını ve yol gösterisini zorunlu görüyor, ve sosyalist devletin yardımı olmadan kapitalist olmayan yoldan sosyalizm’e geçişin mümkün olamıyacağın ileri sürüyordu.Lenin bu düşünceleri, Çarlık- Rusya’sındaki,demokratik devimle,sosyalist devrim arasındaki ilişki için öne sürdüğü görüşlerinin bir benzeri’idi.Lenin, Menşeviklerin aşamalı devrim tezlerine karşı, aşamalı ve kesintisiz devrimi savunmuştur.Bunun içinde,demokratik devrimden, kesintisiz olarak sosyalizm’e geçmek için, işçi sınıfın demokrat devrimdeki önderliği zorunlu görmüştür ve zorunlu olması kaçınılmazdır.(7)Lenin’le,Menşevikler arasıdaki temel ayrılıktan birini demokratik-devrim konusu teşkil ediyordu.Menşeviklere göre,” burjuvazi, feodal, geri üretm ilişkilerini tasfiye edip,kapitalizmi egemen ekonomik sistem haline getirmedikce,sosyalizm kurulamaz ve demokratik-devrim aşamasında işçi sınıfının görevi, burjuvazinin, feodal-burjuva egemen sınıflara karşı verdiği mücadelesini desteklemek ve kapitalizmin egemen bir sistem haline gelmesine yardım etmektır”.Lenin’ise, kapitalizmin tam gelişmesinden sonra, ancak sosyalizmin kurulabileceği görüşlerinin yanlış olduğunu, toplumun aşamalarının bir birini takip etmesinin objektif bir zorunluluk olmadığı,bir öncesi toplum aşamasına geçilmedende bir üst aşamaya geçile bilindiğini söylüyor, dünyanın bir çok bölgesinde,göçebe toplumdan, köleci topluma geçilmeden feodal topluma geçildiği kanıtını öne sürüyordu.Lenin,proletaryanın, burjuvazi karşı mücadelesinin ortaya çıktığı,Paris kömünün kurulduğu , burjuvazinin feodal sınıflarla birleşerek özel mülkiyetci toplumu savunmaya başladığı bir çağda,onun, Fransız burjuva devrimindeki gibi egemen sınıflara karşı radikal bir davranışla, demokratik-devrimi gerçekleştirmesinin beklenemiyeceğini, burjuvazinin yapmadığı ve yapmıyacağı, burjuva-demokratik devrimin görevlerini, proletarya yerine getireceğini , sosyalizm’e geçmenin bir kaldıracı olarak kulana bileceğini ön görüyordu.Ekim-devrimi Lenin’in bu düşünceleri temelinde gerçekleşti.Ama,Menşevizmin burjuva demokrasisi konusudaki düşünceleri,yer,yer Bolşeviklerin üstünde’de etki yapabildi.Çarlık Rusyasıda, şubat-burjuva devrimi sırasıda bu durum açıkça saptandı.Lenin, Rusya dışında iken,Bolşevikler,Keneski hükümetini destekliyorlardı ve onu burjuva demokrasini geliştirmesi için teşvik ediyorlardı.Lenin, bu politikaya şiddetle karşı çıktı,”Nisan-tezleri” isimli eserinde, bu yanlış politikayı yerden yere vurdu,proleteryanın önderliğinde,demokrasi mücadeles ile sosyalizm’e geçişi savundu ve Ekim devriminin zaferini sağladı.(8)Lenin, bu düşünceleri’le sömürgeler sorununa yaklaştı.Lenin’in önderliğinde kurulan 3.enternasyonal’ın,Marks ve Engels’in komünist-manifestoda’daki ”Dünya işçileri birleşin”çağrısına,ezilen halklarıda ilave etmesinin temel nedeni,sömürgelerdeki yoksul halkların emperyalizm’e karşı verdikleri ulusal kurtuluş savaşlarının,dünya proletaryasının sosyalist devriminin yedek güçü olmasında dolayıdı.Ama emperyalizm’e karşı verilen ulusal kurtuluş savaşlarının,dünya proletaryasının sosyalist-devriminin yedek güçü olabilmesi ançak, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki devrimci mücadelenin, işçi sınıfının önderliğide yürütülmesile mümkündür.(9)

Sömürgeciliğin statüsünde’ki değişiklik

Emperyalist burjuvazi, sömürge halklarının mücadelesine rağmen 2. emperyalist savaşın bittimine kadar, sömürgeler statüsünde önemli bir değişikliğe girişmedi.Çünkü,sömürgelerde, emperyalistleri, aşırı karlardan vazgeçmeye zorluyacak, güçlü ulusal kurtuluş savaşları patlak vermemişti.Ekim devriminden sonra,Yarı-sömürge Çin’de,iç gerici feodal-burjuva sınıflara karşı verdiği mücadelede, emperyalizm’de hedef alınıyordu.(10)Ama, bu dönemde ,emperyalistler, Çin’nin dışındaki sömürgelerde,güçsüz ulusal direnişleri,bastırıp egemenliklerini sürdürdüler.Kendi ülkelerindeki işçi sınıfına taviz vermesini,bu emperyalist sömürü sayeside gerçekleştiriyorlardı.2. emperyalist savaş öncesi, yarı sömürge Çin!in yanı sıra İngilist emperyalizmin sömürgesi olan Hindistan’da sömürgeliciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelesi başlamıştı.Hindistan’da,(serbest rekabetci dönemden itibaren,) İngiltere tarafından kapitalist üretim ilişkileri içine sokulmasından dolayı, işçi sınıfı doğmuştu.Sömürgeci emperyalistler, sermaye ihracıla,sömürge ülkelerde kendine bağımlı burjuvazi yaratı.Hindistan,sermaye ihracı sayesinde kapitalizmin gelişlemesi ile,emperyalist mali-sermaye’ye bağlı ve onun yaradığı (yerli) feodal-burjuva sınıfların var oluşunun tipik örneğini teşkil eder.Hindistan’da,(ve benzeri sömürge ülkelerde)kapitalizmin gelişmesi, sınıf farklaşmasının ortaya çıkmasını sağladı.Pazar için üretim,tarım üretiminde’de sınıf farklaşmalarına yol açtı.Sömürge ülkelerde işçi sınıfının varlığı ve mücadelesi, komünist partilerin kurulmasının ortamını hazırladı.Kominten’e bağlı komünist partiler, sömürge ülkelerde, emperyalist sömürgecilere ve onların işbirlikcisi yerli sınıflar karşı mücadeleyi örgütledi.Ulusal bağımsızlık talep ile sosyalizm için mücadeleyi birliğini kurdu.

Ulusal bağımsızlık mücadelesinin,sosyalizm’e gidişe tabi kılınması,emperyalist burjuvaziyi yeni bir yol izlemeğe itti.Hindistan’da sömürgeciliğe karşı ulusal bağımsızlık mücadelesi,sınıf farklaşmalarının temelinde üzerinde yükseldi.İşçi sınıfının önderliğinde, sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş savaşının yanısıra,emperyalist sermayenin uzantısı,komprador burjuvazi,feodal sınıflar ve bunlarla( menfatı gereği) devamlı işbirliği içinde olan, ulusal burjuvazi (11)önderliğinde, emperyalist-kapitalist sistemden kopmadan,sözde siyasi (ulusal) bağımsızlığı elde etmeği amaçlayan sömürgeciliğe karşı bir mücadele oluştu.Komintern, Hindistan’daki bu iki sınıfın önderliğindeki sömürgeciliğe karşı mücadelede kesin bir taraftı ve Hindistan komünist partisinin önderliğide cereyan eden,sömürgeciliğe karşı mücadele ile,iç geriçiliğe karşı mücadeleyi birliştiren ve sosyalizm’e geçmeyi hedefleyen mücadeleyi destekler iken,Mahatma Gandhi önderliğindeki, emperyalist burjuvaz ile her türlü bağını koruyarak, ayrı devlet kurmakla yetinmek isteyen burjuva hareketine (kesin olarak) tavır aldı.Komintern,komünist partisinin önderliğindeki sömürgeciliğe karşı mücadele ile Gandhi’nin sözde sömürgeciliğe karşı olan hareketi arasıda “anti-sömürgeci” bir birliğin kurulmasını ne önerdi, nede telkinde bulundu( vede Gandhi hareketinin büyük yığınları beşinden sürüklemesine rağmen). Hindistan’da anti-sömürgecilik hareketin geliştiği sırada,Çin’dede,Yun Yen Sen öndeliğinde,Çin’in sömürgeliştirmesine karşı radikal burjuva hareketi doğdu ve Komintern üye Çin komünist partisi sömürgeciliğe karşı bu mücadeleye katıldı.Yun Yen Sen, komünist partisi,ve sosyalist sovyetler birliğile ittifak kurmaya çalışıyor ve Çin komünist partisinin, emperyalistlerin yanı sıra,feodal toprak ağalarını, komprador burjuvaziyi hedef almasına, mücadelede önderliği ele geçirmesine, sosyalizm’i amaçı doğrultusudaki yürüşüne engel olmuyordu.Yun Yen Sen’in partisi içinde burjuva kesimlerinin temsilcilerde yer alıyor,kapitalizm’den kopmayı hedef alan mücadeleye karşı çıkıyor, Yun Yen Sen!i etkisiz hale getirip,Komünistler’le var olan ittifaka son vermeğe çalışıyorlardı.Ulusal burjuvazinin temsilcisi Çan Kay Şek,Yun Yen Sen’in ölümünden sonra, Komünistlere ve sosyalist Sovyetler birliğine karşı kesin bir tarzda tavır aldı , komünist partisini tasfiye etmek için saldırıya geçti, binlerce komünisti katedi.(13) Hindistan ve Çin örneği,Komintern,”her türlü anti-sömürgeci”desteklemediğinin en vurucu örneklerinden birini teşkil eder.

Hindistan ve benzeri ülkelerdeki “anti-sömürgecilik” emperyalizmin yeni sömürgecilik statüsünün temelini oluşturdu.2.Emperyalist savaş sonrası,emperyalistler,sömürgecilikten ,yeni sömürgeciliğe geçiş yaptı. Sömürge ülkelerde,emperyalist sermayenin uzatısı olarak doğan komprator burjuvazinin yanı sıra diğer mülk sahip sınıflar, sosyalizm tehlikesi karşısıda, emperyalist burjuvazinin kollarına attıldılar.Sömürgelerde,işçi sınıfının önderliğinde,gelişen antı-sömürgeci harekerlerin zaferini önlemek için,emperyalist burjuvazi,yerli burjuvazi’le birleşti, yerli burjuvaların egemenliği altında “bağımsız devletler” kurturuldu ve sözde sömürgecilik’de tasfiye edildi!.

Lenin, emperyalizmin ekonomik egemenliği altında,siyasi bağımsızlığın elde edile bilineciğini,siyasi bağımsızlığın,ekonomik bağımsızlığa tabi olmadığını ileri sürüyordu ve aynı zamanda, ekonomik bağımsızlık elde edilmeden, siyasi bağımsızlığın elde edilemiyeceğini iddiasını,emperyalist- ekonomizim diye nitelendirdi .Ama, Lenin,ezen (ki, bu, sömürgelerde emperyalist burjuvazidir) ulusa karşı verilen siyasi bağımsızlık hareketinin, komünistler tarafından her koşulda desteklenmesi gerektiğini söylemedi.Lenin,ulusların kendi kaderinin tayın hakın savunulmasıla, ulusların kendi kaderinin tayin hakının kulanılması arasıda kesin ayrım yaptı.UKKTH’savunulması mutlak iken,UKKTH’nın kulanılması proleteryanın , sosyalizmin çıkarına tabidir,başka bir deyişle,ayrı devlet kurma hakı dahil olmak üzere, UKKTK’nın savunulması mutlaktır, ama,ezilen ulusun ayrı devlet kurma (yani UKKT ) hakının kulanmasını savunmak mutlak değil ve dünya proletaryasının menfatına tabidir.Ezilen ulus burjuvazisi (sömürgelerdeki burjuvazide bu tanımın içine girer) ezen ulusa ve bir sömürgeci güçlere karşı verdikleri siyasi bağımsızlık mücadelesi,emperyalistler ve gerici sınıflar arası bir çatışmanın ürünü olabilir ve bu savaşın sonucuda,ezilen ulus (veya sömürge ülke) “siyasi bağımsız”lığına kavuşa bilir.Ezilen ulusun siyasi bağımsızlık mücadelesi, her şart altında anti-emperyalist karekterde olmaz, olmasıda zorunlu değil,emperyalistler ve gericiler arası mücadelede’de “siyasi bağımsızlık” elde edile bilinir.Bu objektif gerçekliği inkar edip,her ezilen ulusun verdiği siyasi bağımsızlık mücadelesi”emperyalizm’e karşıdır” demek ne kadar yanlışsa,emperyalzm’e karşı olmadığı için “siyasi bağımsızlık” sağlanamaz demekte o kadar yanlıştır.(14)

Stalin’nin ölümden sonra, geriye dönüşle birlikte emperyalist

Sistemdeki değişikler.

Stalin’nin ölümünde sonra İktidarı ele geçiren Kruşcevciler’in kapitalizm’i yeniden inşa etmesinden sonra,Sovyetler birliğinin emperyalist sistemle yeniden bağ kurdu ve süreç içersinde emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası haline geldi. Kruşcevcilerin,sosyalizm’i tasfiye etmesi ile,Emperyalist-kapitalist blok, siyasetinde köklü değişiklik yapmaya başladı.Ekim devrimile birlikte sistemi savunmak için “taviz” verme politikasi,artık gereksiz hale gelmeğe başlamıştı.Emperyalist burjuvazi,bu dönemden itibaren, gelişmiş kapitalist ülkelerde’de sömürüsünü yoğunlaştırmaya başladı ve yoksullaşma bu ülkelerde’de yeniden dirildi. İşçi sınıfının ekonomik mücadelesini ezmek, onun taleplerine karşılık vermemek için, işsizliğin yoğunluğuna bakmaksızın,Türkiye gibi yeni sömürgeci statüde yaşamının sürdüren, emperyalist sömürü sebep ile yoksulluğun gırdapına itilen ülkelerden “grev krıcısı” işçiler getirildi. Bunlar hem ucuz iş-güç’idiler, hemde burjuvazinin istemi doğrultusunda grev kırıcılığı görevlerini hakıla yerine getirmeye hazırlardı ve hazır olduklarını gösterdiler..Gelişmiş kapitalist ülkelerde,yeniden dirilen yoksullaşma, 1968 olaylarının patlak vermesine neden oldu.Öğrenci hareketlerile başlayan, işçi sınıfının yeniden ayaklanmasına kadar yayılan bu başkaldırı hareketini,burjuvazi ile birlikte, revizyonizme kayan “komünist-partileri”de ezmeğe çalıştı.Revizyonistler, egemenlikleri altındaki güçlü işçi sendikaları kanallıla,biryanda işçileri yatıştırılar iken diğer yanda,1968 hareketinin burjuva devleti tarafından zorla bastırılmasını destekliyor ve kapitalist sistemi korumaya çalışıyorlardı.1968 başkaldırı hareketine rağmen,burjuvazi,ekim devrimi sonrası siyasetine dönmeğe gerek görmedi.Burjuvazi, 1970’ler sonrası yeniden başlayan,kapitalizm’in aşırı üretim krizi’de, Keynes’cilik bir yana attı ve bunun yerine, Amerikancı ekonomist Milton Friedman görüşleri doğrultuusnda ekonomik krize “çözüm”aradı.İngiltere’de, Mağret Thatcher,ABD’leride, Ronald Reagan,bu ekonomik- politikanın önderliğini yaptılar ve tüm dünya burjuvazisi bunları takip etti.Milton Friedman,sosyalizmin tasfiye olduğunu gözeterek,Tekelci-kapitalist döneme uygun yeni bir liberal ekonomi-politika izlenmesini ve neo-liberalizm’e geçişi öneriyordu.Bu ekonomk-politikanın ana unsurunu, sosyalizm tehlikesi karşısında, kapitalist sistemi korumak için yürülüğe sokulan devletin ekonomiye müdahalesine son vermesi teşkil ediyor.Keynes’in devletciliği aslıda kapitalist ekonominin kanunlarına aykırıdı ve kapitalizmin üretici güçleri geliştirmesini yavaşlatıyordu.Kapitalist gelişme durmandan her koşulda işsizliği( mutlak olanda) artması gerekir iken, sistemi koruma adına (nispetende olsa) bu engeleniyordu ve burjuvazinin aşırı karları istenilen oranda gerçekleşmiyordu.1968 ayaklanmaları sosyalizme geçişin gündemde olmadığını, aksine sosyalist ülkerenin (Arnavutluk hariç)tarihe karıştığını göstermişti.Bunu gözeten Dünya burjuvazisi, neo-liberalizm’e geçişin tehlike arz etmedğini tesbit etti.

Milton Friedman,kapitalizm’in aşırı üretim krizinin patlak verdiği dönemde,Keynesin tam tersi görüşleri ortaya attı.Aşırı üretim krizinden burjuvazinin etkilenmemesi için, üretimde durgunluk belirtisi görülür, görülmez,sermayenin üretimden hemen çekilmesini, rantiye’ye yönelmesini, faizlerin yükseltilmesini,(bilinçli bir tarzda) üretimin yavaşlatılmasını önerdi.Friedman’nın görüşleri doğrultusunda harekete geçen burjuvazi,kapitalizm’in krizini tamamen işçi ve emekçilerin sırtına yıkmayı amaçlayan bir ekonomik-politik çizgi izledi ve üretimi yavaşlatarak işsizliği artırdı. Burjuvazinin bu politikası sayeside, gelişmiş kapitalist ülkelerde’de işsizlik “birden bire” çığ gibi büyümeğe başladı ve Bankalar,paranın sermaye’ye dönüşmesini yavaşlatmak için rantiyeciliği dahada geliştirdiler.

1970 sonrası başlayan kapitalizm’in krizinden en fazla etkilenen,gelişmiş kapitalist ülkelerden ziyade, yeni sömürge ülkelerdi.Bu ülkelerin kapitalist üretim iflas noktasına gelmişti.Türkiye gibi yeni sömürge ülkeler,tam bir çıkmazın içine düşmüş ve emperyalistlerin kapısına dayanarak borç para istiyorlardı.Uluslar arası bankalar,bu ülkelere yüksek faizli borç veriyor ve verilen borçların ödenmesini garantiye almak için İMF’in aşırı rant elde etmeği amaçlayan proğramının kabul edilmesini şart koşuyorlardı.(15)Milton Friedman,devletin ekonomiye müdahelesin son verme çağrısına,Burjuvazi, “popülist politikalara son verelim “ “devlet elini ekonomiden çeksin” propaganda kampanyasıla cevap verdi ve 1985’lerde Sovyetlerin devlet-kapitalizminin iflasının açıklanması ve özel- teşebbüsçü kapitalizme geçmeleri, anti-popülist kampanya dahada hızlandırdı ve neo-liberalizm tam anlamıla yürürlüğe girdi.Tüm kapitalist ülkerde devlet işletmeleri özelleştirildi,(özelleştirmelere geniş yığınları yakınen ilgilendirilen kamu-işletmeleride dahil edildi),uluslar- arası bankalar,(sınır tanımaksızın) tüm kapitalist ülkerede, hiçbir engele takılmadan faliyet gösteriyor ve serbest dolaşım sayesinde kısa dönemde,yatırdığı paranın çok üstünde rant ve kar elde edebiliyordu ve ediyor.

Burjuvazinin neo-liberal ekonomik politikası daha geniş alanlara yayılmaya devam ediyor.Özelikle, “sosyal-devlet” oluşturulduğu ilan edilen, artık işşizliğe ve yoksuluğa son verildiği,sosyalizm’e geçmedende “refah-toplumu” inşa edile bilineceğine kanıt olarak öne sürülen, Avruba ülkelerindeki uygulamalar birer,birer ortadan kaldırılıyor. Sosyal konutlar,ulaşım ve haberleşme, elektrik işletmeleri özelleştirildi.Sosyalizm karşısında,kapitalizm’i ve burjuva iktidarının savunmayı ve yaşatmayı baş görev edilen sosyal-demokrat partiler,”sosyalizm tehlikesi” ortadan kalkar kalkmaz neo-liberalizm’ e dört el sarıldı ve burjuvazinin diğer partileri, liberal ve muhafazakar partileri ile birlikte, neo-liberalizm’i politikasının savunucusu kesildiler.Sosyal-demokratlar,Yeşiller,gibi “sosyal-devlet” yanlısı partiler, tüm Avrubada,”sosyal-devletin “ son kalıntılarınıda yok etmek için saldırıya geçtiler.Ucuz iş-güçünü yaygınlaştırmak için taşeron firmaların faliyetini tüm iş kollarına doğru yaygınlaştırıyorlar.Bilinçli bir tarzda artırılan işsizlik kulanılarak, işsizleri,tüm sosyal güvencelerden yoksun bırakılıp, taşeron firmaların ucuz üçretlerini kabul etmeğe zorluyorlar,diğer yandan işçiler sendikasızlaştırılıyor.” Sosyal-devlet”in çok övündüğü, sağlık hizmetleri ortadan kaldırlıyor, patronlar ve burjuva-devleti artık işçiler için sağlık sigortalarına birim ödemiyecek.Gelişmiş kapitalist ülkelerin burjuvazisi,ucuz iş-güçü bulmak için çok zorlanmıyor.Neo-liberalizm!e geçiş, uluslar arası mali sermayeler arası çetin ve şiddetli, rekabetin doğmasına neden oluyor.Uluslararası tekelci sermaye daha’da merkezleşmiş ve yoğunlaşmıştır. Tekelci kapitalizm’in,günmüzdeki merkezi yapısı,onu uluslararası örgütler tarafından yönetilmesini zorunlu kılıyor.Ulusal devletler,uluslararası kapitalist ekonomiyi yönetmekte artık yetersiz hale gelmeye başlamıştır.Aslında “Global dönemle” kast edilen budur.Kapitalizm’in uluslararası boyutdaki merkezleşmesinin yoğunlaşması,gelişmesi,dünyadaki yoksullaşmayıda alabildiğine artırıyor.Engels’in dediği gibi,kapitalist gelişme,yoksuluğu artırmaktan,yıkım sağlamaktan başka birşey gerçekleştirmiyor.

Kapitalzm’in neo-liberal döneme girmesinin yaradığı tahripat sonucu,kapitalizm’le kopmaz bağları olan sınıflar ve onların siyasi temsilcileri,neo-liberalizm öncesi dönemi geri gedirmenin beşinde koşuyorlar!.Oysa,(yukarda’da belirtiğim gibi) burjuvazinin liberal kapitalizm’e aykırı bir ekonomik-politıka izlemesinin nedeni,ekim devrimi sonrası kapitalizm’i yaşatma zorunluğunda dolayıdı.İzlene bu yol, kapitalizm’in ekonomik kanunlarıla tam uzlaşmıyordu.Şimdi,burjuvazi,sosyalizm korkusu karşısında, karından verdiği tavizleri, geri alıyor ve gerek görmüyor.Bunun yanı sıra,prolateryanın devrimi karşısıda, tekelci-kapitalizm’le bağları olan,tekel dışı,orta- burjuvazile,küçük-burjuvazile,işçi- aristokrat tabakalarla,feodal ve yarı-feodal sınıflarla kurduğu ittifaklara önem vermiyor.Tekelci burjuvazi,işçi sınıfının toplumsal mülkiyetine karşı,özel mülkiyetci tüm sınıfları etrafına topluyarak,komünizm’in gelişmesinin karşıda durmaya çalışıyordu ve bu sınıflara ekonomik tavizler veriyordu.Komünizm, yakın tehlike olarak görmediği için bu tavizleri geri almanın adı olan neo-liberalizm dönemine rahatlıkla girdi.Prolateryanın sosyalizm mücadelesi karşısında tekelci burjuvazile ittifak kuran tekel dışı özel mülkiyetci sınıflar,neo-liberalizm önçesi dönemi geri getirmenin beşinde koşuyorlar.Gerek gelişmiş kapitalist ülkelerde, gerekse gelişmekte olan diye adlandırılan yeni sömürge ülkelerdeki tekel dışı sınıfların, globalizm’e,neo-liberalizm’e karşı çıkışlarının ana noktasını neo-liberalizm önçeki dönemin özlemi oluşturuyor.Neo-liberalizm’i, neo-liberalizm’in yaratığı yoksulluk yerden yer vuruyorlar, ama bunlara alternatif olarak yine kapitalizm’in başka bir biçimi öne sürülüyor ve sosyalızm’e karşı çıkılmaya devam ediliyor.Neo- liberal politikalarla,devletin elindeki işletmelerin,özelleştirmelerine karşı olanlar, neo-liberalizm öncesi dönemi gökler çıkarıyorlar,sanki bu dönemde her şey günlük gülüstanlıktı.Özelikle,yeni sömürge Türkiye gibi ülkelerdeki işçi sınıfı ve yoksul emekçiler için,iki kapitalist dönem arasıda hiç bir farklılık söz konusu değil.Bu ülkeler’de devlet işletmelerinin özelleştirilmesi işsizliği biraz daha fazlalaştırdı.Buna karşı çıkma adına,devletcilik savunluyor. İşçilere,emekçilere, burjuva devletine sahip çıkılması öneriliyor,devlet, sınıflar üstü bir kurum olarak lanse ediliyor.Marksizm’in-Leninizm’in devlet konusudaki görüşleri ,bir yana itilip,Revizyonizm’in,Sosyal-demokrasinin burjuva devlet anlayışı öne çıkarılıp,hiç çekinmeden “sosyalizm” adına savunula biliniyor.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde,tekelci burjuvazi ekim devrimi sonrası en büyük tavizi işçi snıfına vermişti.Çünkü bu ülkelerde küçük üretim hemen hemen yok olmuş durumda.Tarımda’da egemen olan büyük üretimdir ve bunlarda tekellerin elindedir.Bunun için,gelişmiş kapitalist ülkelerde,devletin tarım ekonomisine yönelik sübvansiyon devam ediliyor.Ama tekelci burjuvazi,gelişmiş bazı kapitalist ülkelerde’de (örneğin Fransa v.s)deki varlığını sürdüren küçük tarım üreticilerini, neo-liberalizm politikasıla yıkıma sürüklüyor.

Gelişmekte olan ülkelerde,neo-liberalist ekonomik- politikadan en fazla zarar gören tekel dışı burjuvazidir.Çünkü işçi sınfına, bu ülkelerde, gelişmiş kapitalist ülkelerdekine gibi, ekonomik ve siyasi olarak örgütlenmesine izin vermemiştir ve hale dahi izin vermiyor.Gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğunda işçilerin,(Türkiye’de olduğu gibi göstermelik olarak bile) grev ve sendika kurma hakı dahi yoktur.Kapitalizm’in az gelişmiş olmasından dolayı , işçi sınıfını,çalışan nüfüs içinde azınlık konumunda’dır.Bu ülkelerde kapitalizm’in gelişmesi,özelikle,ikinci emperyalist savaş sonrasına tekabül eder.2.emperyalist savaş öncesi,geri- kalmış ülkeler diye nitelendirilen sömürge ve yarı sömürge ülkelerde, kapitalist işletmelerin çoğunluğu devletin elinde’idi,çalışanların azınlığına tekabül eden bu işletmelerde çalışan işçiler,diğer çalışanlara göre daha imtiyazlı konumdalardı.2.emperyalist savaş sonrası,sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde kapitalist üretim ilişkilerinin eskisine oranla daha hızlı gelişmesi sonucunda,ucuz iş-güçünün ortaya çıkmasına vesile oldu.Bunun için,Neo-liberalizm döneminde bu ülkelerdeki işçi sınıfı açısından önemli ekonomik ve sosyal haklardaki değişikler gündeme gelmedi.Başka bir değişle,gelişmiş kapitalist ülkelerdeki gibi, işçilerin,burjuvazinin karında taviz vermesi sonucu var olan ekonomik ve sosyal haklara,yeni sömürge ülkelerdeki işçi sınıfı sahip olamadı.Neo-liberalizm, esas olarak,tekel dışı burjuvaziyi,yarı-feodal toprak ağalığını hedef seçti.Tekelci burjuvazi,neo-liberalist politikala, bu sınıfları yıkıma sürüklüyor,ve onların sahip olduğu mülklerine, zengiliklerine el koyuyor.Oysa, yakın döneme kadar,uluslar- arası tekelci burjuvazi, tekel dışı burjuvazinin ve yarı- feodal sınıfların siyasi temsilcilerine dayanarak işçi sınıfının sosyalizm mücadelesini ezmeğe çalışıyordu.Dinci-gerici ve faşist hareketlerin temel dayanağını bu sınıflar oluşturuyordu ve bunlar, işçi sınıfının komünist hareketini ezmek için yoğun çaba harcıyorlardı.Uluslar-arası tekelci burjuvazi,bunları besliyor ve koruyordu.

Yeniden “hortlayan” üç-dünyacılık

Yeni sömürge ülkelerde,uluslar-arası tekelci burjuvazinin neo-liberalizm politikasıla saldırıya geçmesi,üç-dünyacılığın yeniden “hortlama”sına vesile oldu.Mao Zedung,un ortaya attığı üç dünya teorisi,(üstü kapalı bir tarzda) yeniden piyasaya sürülüyor.Uluslar-arası boyutda dahada gelişip merkezleşen kapitalizm,sosyalizm’in madi temellerini dahada olgunlaştırdığı bir dönemde,emperyalist-kapitalist sistemin karşıtı olarak,üç-dünyacı “ulusal-kapitalizm” öne çıkarılıyor.Oysa Global-kapitalizm’i karşıtıda sosyalizm’dir.Ama Mao Zedung düşüncesine sahip çıkanlar,Global-kapitalizm’in karşıtı olarak”ulusal kapitalizm” öne sürüyorlar ve emperyalizm karşı mücadeleyi, sosyalizm için değil,”ulusal kapitalizmi” var etmek veya yaşatmak olarak ele alıyorlar ve bunun içinde emperyalizm’e(veya Global-kapitalizm’e) karşı mücadelede ulusal motiflere özel bir ağırlık veriyorlar.

Mao Zedung düşüncesi,emek ile sermaye, başka bir değişle,sömürlen sınıflar’la sömüren sınıflar arası çelişkiyi,toplumdaki sınıf faklıklarını göz ardı etmeği amaç etmekte ve bunun yerine devletler arası çelişkiyi ön plana çıkarmakda’dır.Tabi ,burada “devlet” sınıflaradan soyutlanmakta,sınıflar üst bir devlet anlayışı egemen kılınmakta.Mao Zedung’un 1.,2.,3.,dünya ayrımı,döneminde bile tarih gerçekleri yansıtmadığı gibi günümüzde tamamen anlamını yitirmişti.Çünkü,iki süper güçten bir olarak nitelendirilen Sovyet emperyalizm,süper güç olarak varlığını sürdürmesi bir yana kendiliğinden ortadan kalkmıştır.Bu düşünceden geriye kalan, 3.dünya devletleri tanımıdır ve 3. dünya devletleri diye tanımlana devletler ise yeni sömürge ülkelerdir.3.dünya devletlerine egemen olan sınıflar,(yukarda’da değindiğimiz gibi)uluslar-arası tekellerin doğrulan bir uzantıları,emperyalist-kapitalist sistemin kopmaz bir parçalarıdırlar.Bu sınıfların egemen olduğu devletlerin,emperyalizm karşı mücadeleye girebileceği görüşleri yaygınlaştırılmaya çalışılmakta.”Ulusal! kapitalizm”yaşatılarak veya inşa edilerek emperyalist-kapitalist sisteme karşı çıkılacağı düşüncesi yalandır.kapitalizm’i yaşatmak için işçi ve emekçileri aldatıp,kapitalizm’e karşı mücadeleden alıkoymak amaçıla bu görüşler ortaya attılıyor.(16)Sözde,emperyalist-kapitalist sisteme karşı olan!,üçüncü dünya devletlerine,emperyalistler “savaş açmış!”.Emperyalizm’in savaş açtığı devletler,hangi sınıfın devletleridır? Sorusuna açık bir cevap verilmiyor ama anlatımlarda,emperyalizm’e karşı” ulusal devletler!” olduğu anlaşılıyor.Bu devletlere egemen olan tekelci burjuvazi’de doğrudan “ulusal!”karakterde sınıf kategorisi içine girmiş oluyor.Ve böylece yeni sömürgecilik inkar edilerek,bu sınıfların “ulusal!”cılığının! belirlediği devletin “ulusal bağımsız!”lığının emperyalizm’e’ karşı korunmasını esas alan sözde “anti-emperyalist!” bir mücadele tezgahlanmaya çalışılmaktadır.Sonuc olarak, “ulusal bağımsızlığı koruma!”adına işçiler ve yoksul emekçiler,uluslar- arası emperyalist burjuvazinin doğrudan uzantısı olan tekelci burjuvazinin menfatı ve pazarı etrafında toplanması, ve”ulusal devlet!”ine sahip çıkması isteniyor.” Devletin ulusal bağımsız!”lığından taviz veren tekelci burjuva hükmetlerinin izlediği politika eleştirilerek,”ulusal bağımsız!”lığın korunması talep ediliyor.Ve yine,baştaki hükmetlerin “ devletin ulusal bağımsız!”lığından taviz veren politikayı destekleyen,tekelci burjuvazinin bazı kesimleri “emperyalizmin işbirlikçisi” diye nitelendirilip yerilliyor.Böylece, tekelci burjuvazinin içinde çıkan,emperyalistlerle uzlaşmadan yana olan, onlara “ulusal bağımsız!”lıktan taviz veren iş-birlikçiler dışında,tüm “ulusal sınıflar!”ı kapsıyan sözde bir “anti-emperyalist cephe”oluşturulmak isteniyor.Bu “ulusal cephe”nin baş köşesinde İslamcılar yer alıyor.”Ulusal”cılığın müthiş! savunucusu olan islama karşı,”hiristiyan” emperyalistler “haçlı seferine” başlamışlar!.Nedense böylesine bir “haçlı seferi” başlatan emperyalistlerin baş desteklecileri arasıda “islam-devletler!’inin hemen hemen hepisi yer alıyor.Oysa,orta –çağ çok geride kaldı,dolayısıla,dinler arası çatışmanın belirleyiciliği çoktan ortadan kalmıştır.Günümüzde,belirleyici olan sömürülen,sınıflarla,sömüren sınflar arası çelişkile,emperyalistler ve gericiler arası dünya pazarlarına egemen olma kavgasıdır.Sovyet emperyalistleri aradan çekildikten sonra,dünya pazarlarına egemen olma çatışması yeni bir çehre kazandı,eski kutuplaşmalar, yerini yenilerine bıraktı,ama emperyalistler ve gericiler arası çatışma”hıristıyan batı”la,müslaman”doğu” arasıda’da cereyan etmiyor.başka bir değişle,emperyalist batı ile sömürge “islam ülkeler”i arasıda bir çatışma söz konusu değil,Çünkü “İslam ülkeler”ine egemen olan devleti elinde tutan sınıflar, emperyalist sermayenin doğrutan uzantılarıdır.Burada sömrülen “islamcı sermaye” diye adlandırılan,şeriat-kanularını kapitalist üretim ilişkilerine uyarlıyan tekelci “islam sermayesi!” değil ,işçiler ve yoksul emekçilerdir.Sırtın petrola dayamış,”islamcı” tekelci sermaye,uluslar arası tekelci sermaye içinde önemli yer edinen,”islam sermayesi”,bu konumunu, Batı-emperyalizm ile Sovyet emperyalizm’i arasıdaki çatışmaya borçludur.Bu dönemde Batı-emperyalizm’i,Sovyetlerin desteklediği,(Türkiye’nin dışıdaki)laik “islam ülkeler”ini karşısında yer alan şeriatcı “islam ülkeler”ini desteklemiş, onların, kendilerine az çok zarar veren petroldan yararlanmalarına ses çıkarmamıştır.Bu durumdan faydalanan “şeriatcı islam” büyük bir mali sermaye güçü haline gelmişlerdi.Emperyalistler,Sovyetlerin yok olmasından sonra,ittifak kurduklar,”islamcı tekelci sermeye”nin eskisi gibi petroldan yararlanmasına,güçlenmelerine göz yummuyor.ABD emperyalizm’i, AB emperyalizm’ini’de hedef alarak ,petrol bölgelerini askeri olarak elegeçirip OPEC’i dağıtmaya çalışıyor. Dolayısıla,ABD’nin askeri saldırısından,”islamcı tekelci sermaye”de zarar görüyor.Şimdi emperyalistler ve gericiler arası petrol bölgesine egemen olma,pazarları yeniden paylaşma mücadeleside,bu bölge başta olamak üzere,tüm dünya işçilerinin yoksul emekçilerin ne gibi bir çıkarı olur?.Onların ekonomik,siyasi durumlarında her hangi bir iyileşmenin ortaya çıkması söz konusu olmadığı gibi,çatışmaların ve savaşların tüm yükü işçilerin ve yoksul emekçilerin sırtına binecek.Tekelci-sermayenin,”islamcı”ların elinde olmasıla,emperyalistlerin elinde olması arasıda,işçi ve emekciler için ne fark var?.Hiçbir fark yoktur.”İslamcı sermaye”nin işçi ve emekçilere hiçbir ekonomik ve siyasi hak tanımadan açımasızca sömürdüklerini kim inkar edebilir.Bangadeş’in ,Filiplerin,Güney Kore’nin, hata Türkiyenin yoksul emekçiler petrol zengini “islam sermayesi”tarafından en açımasız şekilde sömürüldüklerini herkes biliyor.

İşçiler ve yoksul emekçiler, gericiler arası çatışmada alet ediliniyor.

Emperyalistler ve gericiler arası Pazar kavgasının gerçek nedenleri göz ardı edilerek,sözde “anti –Amerikancı” bir mücadele platforumu oluşturulmak isteniyor.İslam’ın, burjuva veya emperyalist sistem bağlı feodal-burjuva sınıflarını ideolojisi olduğu inkar edilerek,emekçi sınıfların ideolojisimiş gibi lanse ediliyor.İdeolojik farklılıklar,işçi ve emekçilerin “birliğini böldüğü” dahi görüşler ileri sürüle biliniyor.Yıllardan beri egemen sınıfların dillerinden düşmeyen lafla,şimdi “sosyalist!” geçinenlerin ağzına sakız oldu.İşçi sınıfını,kendi sınıf ideolojisinden ayrı tutmak için,”sağ ve sol ayrımına” karşıyız görüşü yaygınlaştırılmak isteniyor.Aslıda burada karşı oluna sadece “sol” diye nitelendirilen,işçi sınıfının ideolojisi, M.L’dir.Çünkü,sağ egemen sınıfların ideolojisidir ve kendi sınıf ideolojisiden habersiz olan işçiler ve emekçiler egemen sınıf ideolojisini, benimsemişler.Egemen sınıflar,işçi sınıfının kendi sınıf ideolojisinin bilinçine varmaması için her türlü yönteme baş vurmaktan geri durmuyorlar.Bunun içinde,komünist partileri baskı altında tutuyorlar,işçi sınıf devrimcilerini, işçilerden uzak tutmak için her türlü tedbiri alıyorlar.İşçi sınıfının birliğini,sahte sağ ve “sol” ayrımına karşı olmakla değil, ançak, işçileri ve emekçileri etkisi altına alan egemen sınıf ideolojisine karşı mücadele ile M.L’in, işçi sınıf ve yoksul emekçiler üzerinde etkin kılınmasıla gerçekleşebilir. İşçisınıfının ideolojisi, M.L, işçisınıfının bölmez aksine, onun birliğini sağlar.İşçi sınıfının,burjuva ideolojilerinin etkisi altında iken birliğini sağlanacağın düşünmek,egemen sınıfların ideolojilerinin sınıf üzerideki ekinliklerini devam etmesini savunmaktan başka bir anlama gelmez.İşçilerin, sadece ekonomik mücadele bilinçine varmaları,onların burjuva ideolojilerinin etkisinden kurtulduklarını göstermez.Aksine hale faşist ve islamcı( veya dinci) ideolojilerin etkisi altında bulunurlar ve kapitalist düzeni savunmaya devam ederler.İşçi sınıfının ve yoksul emekçilerin, emperyalizm karşı mücadelede birliğinin sağlanması,onları, gerici sınıfların Pazar kavgasına alet edilerek gerçekleşemez.

(1)Sosyalist sovyetler birliğin’de, proletya-devletinin egemenliği altında,özel mülkiyetçi kapitalist ekonomiye son verilip,sosyalist üretime geçilmesi sonucu üretici güçlerin (Özel mülkiyetçi ekonomilere göre) çok hızlı bir tarzda gelişmesi karşısında,kapitalist devletin egemenliği altında’da aynı gelişmenin sağlana bilineceğine dayır düşünceler yaygınlaşmaya başlamıştı.Bu düşünce sahipleri, devletin sınıfsal niteliği konusudaki temel ayrılıkları göz artı ediyorlardı.Çünkü,kapitalizme ve burjuva devletine son vermedikçe,iş-güçü meta olmaktan kurtarılmadıkça, “devletçi ekonominin” üretici-güçleri daha hızlı bir tarzda geliştirmesine imkan yoktur.Daha doğrusu,kapitalist sistemin temel çelişkisi olan üretimin sosyal karekterile, mülk edinmenin özel karekteri arasındaki çelişki çözülmedikçe “devletçi-ekonominin” üretici-güçlerin gelişmesinde daha etkin rol oynamasıdan bahsedilemez.

(2)Kapitalizm koşullarında sanayi gelişmesi, tarımda’da küçük üretimin(giderek) tasfiye olmasına neden olur.Tarımda başlayan işsizliği sanayi istihtam edemez.Burjuvazi, küçük üreticilerin iflasını önlüyerek, tarımda ortaya çıkan işsizliğin artışınında önüne geçmek istedi.

(3)Tabiki,bu ekonomik-politikayı, tüm burjuva devletleri tatbik etmedi.1929 ekonomik krize kadar ABD’i, Keynes’in düşüncelerine önem vermedi ve liberal ekonomik politikayı sürdürmeye devam etti.Keynes’in düşünceleri doğrultusunda hareket edenler, başta İngiltere olmak üzere, kara Avruba ülkeleridi.

(4)Kimileri,Keynes’in ekonomik kriz dönemide öne sürdüğü düşünceleri “ekonomik krizden kurtulmanın yolu”olarak yorumluyor.Keynes’in arz,talep dengesizliğinin yol açtığı aşırı üretimi krizi, ferdi tüketim madelerile ilgili talepi artırarak çözüm önerdiğini ileri sürülmekte.Oysa,(devamlı tekrarladığım gibi)arz, talep arasındaki dengesizliğin,talep azlığı diye öne sürülen,eksik ferdi tüketim noksanlığıdan kaynaklanmıyor.İş-güçünün artı-değer sömürüsüne dayanan kapitalist üretimde, ferdi tüketim devamlı eksiktir ve eksik kalmak zorundadır.Eğer burjuvazi, ferdi tüketim madelerini gözeten bir üretim, gerçekleştire bilsedi, ne aşırı üretim krizi patlak veridi, nede ekonomik krizin burjuvazinin iflasına yol açmasına izin verilirdi. Bunun tersi olsadı,burjuvazinin işi çok kolay olurdu. Kriz, tahripatlara yol açmadan,hemen işçilerin ve emekçilerin satın alma güçlerini yükseltirir, daha fazla mal tüketmeleri sağlanarak,arz fazlasını giderilirdi.Burjuvazinin, bunu yapamamasının temel nedeni,kapitalist üretimin, ferdi tüketim madelerinden bağımsız şekilde gerçekleştirilmesindendir.Bunun için, aşırı üretim,ferdi tüketim madelerinin arz ve talepi arasındaki dengesizlik neden ile ortaya çıkmıyor.kapitalistler arası alış, verişteki arz ,talep arasındaki dengesizliğin ortaya çıkması, aşırı üretime yol açar ve bu denge yeniden sağlanılıncaya kadar devam eder.Aşır üretim krizi kapitalist üretimi gerçekleştirme biçiminden kaynaklanır. ve burjuvazininde iradesi dışında ortaya çıkar ve düzelir.”Siyasi iradele” ne aşırı üretim krizine girilir, nede aşırı üretim krizinden çıkılır.1929’larda,Keynes, krizden nasıl çıkılacağının yolunun göstermedi.O,kriz nedenile işçilerin diğer yoksul emekçilerin sosyalizm için mücadele etmesinin önüne nasıl geçileceğinin yolunu gösterdi.Sosyalizm için mücadele siyasi bir mücadele olması nedenile,onun önünede ançak siyasi iradele geçile bilinirdi.

(5)Hitler, sadece ırkcılığa dayan despot bir iktidarla Almanya’da faşist iktidarını kurmadı.Devletin kontrollu altında ve devlet işletmelerine ağırlık veren bir ekonomi-politika’la kitleleri yanına çekti ve işçilerin sosyalizm için mücadelesini bastırdı.O, dönemde yaşayan sıradan bir Alman vatandaşı dahi,savaş önçesi, Hitlerin iktidarı sırasıda ekonomik durumlarının çok iyi olduğunu söylüyor.

(6)Portekiz ve İspanya’daki faşizm,ABD emperyalizm’in sayeside ayakta kaldı.”demokrasi” konusuda demogojik propaganda yapaktan geri durmuyan ABD’in emperyalist burjuvazisi,Hitlerin müttefik faşist ülkeleri özel olarak yaşatmaya çalıştı.

(7)1970 öncesi,Türkiyeteki devrim ”Milli demokratik devrim” aşamasında olduğunu öne sürenler,devrimde işçi sınıfınınmı?, Küçük-burjuvazninmi?önder olacağı” pazarlık konusu!”olamaz demogojis ile kafaları bulantırıyorlardı.Oysa ,emperyalizm’e ve iç geriçiliğe karşı ,küçük-burjuvazinin önderliğinde yürütülen, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi başarıya erişsede yine emperyalist- kapitalist sistemin dışına çıkamaz.Küçük-burjuvazinin öndeliğideki ulusal demokratik devrim mücadele sonucu, geçici bir süre siyasi bağımsızlık sağlansa bile, hiçbir şekilde ekonomi, emperyalist-kapitalist ekonomiden bağımsız bir konuma erişemez.Küçük-burjuvazide,sınıfsal karakteri gereği burjuvadır ve kapitalizm’in varlığı onun sınıfsal varlığını belirler.Meta ekonomisinin ve sermaye ilişkilerinin gereği olarak emperyalist- kapitalist sistemden kopamaz. Kapitalist üretim ilişkileri içinde,küçük-burjuvazi,gelişerek büyük burjuvazi olur.

(8) Özelikle, Türkiyede,1986-87 sonrası yeniden toparlanan “Türkiye sosyalist hareket”in emperyalizme ve iç gericiliğe karşı demokrasi ve bağımsızlık mücadelesine bakış açısında, Menşevik görüşlerin egemen olduğu gözetlene bilinir.Proletaryanın, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinde’ki zorunlu ideolojik,siyasi ve örgütsel öndeliği inkar edildi veya önem verilmedi. Proletaryanın devrimde’ki rolü” yardım etmeğe” indirgendi ve bu( hiç çekinmeden)ilan edildi.Türkiye’de bu görüşlerin, yeniden etkin olmasında,güçlene Kürt-burjuva hareketinin büyük bir rolünün olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

(9)Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde, burjuvazinin önderliğide emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşların komünistler tarafından desteklenmesi, (önder olan burjuvazinin isteği dışında) emeperyalist sisteme vurduğu darbeye,proletarya devriminin oluşumuna uygun koşular yaratmasına,komünistlerin mücadele içinde öndeliği ele geçirmesi burjuvazinin tarafından zorla önlenmediği şartına bağlıdır.Eğer,somut koşularda, her hangi bir emperyalist’e karşı verilen savaş, emperyalist sisteme yönelmiyorsa,diğer emperyalist ülkeler tarafından destekleniyorsa,komünistler, gericiler arası bu savaşta ne taraf olur, nede herhangi bir tarafın yanıda yer alır.Aksine , gericiler arası bu savaşı,devrimci savaşa dönüştürmenin yollarını arar.Bu düşünceye itiraz edenler,hemen Türkiye’nin Mustafa Kemal önderliğinden yürütülen “ulusal kurtuluş savaş”ının ve Afkan Emiri’nin İngilist sömürgecilerine karşı verdiği mücadeleyi, Sovyetlerin desteklemesini kanıt olarak gösteriyorlar.Lenin’in,Türkiye veAfkanistan’daki, emperyalist sistemin dışına çıkmayan ve bir emperyalist bloka karşı verilen savaşa ( isteksiz bir tarzda) destek vermesi,tamamen o,günün somut koşuları gereği ,İngilist-Fransız emperyalist blokunun Sovyetleri kuşatma altına almasını önlemeye yönelikti.Lenin ve Bolşevikler,Türkiyenin, İngilist,Fransız, İtalyan emperyalistleri ve bunların desteklediği, Yunanlar tarafından işgal edilmesi karşısında,Türkiyeli komünistleri örgütlüyüp,işgalcilere karşı savaşa hazırladı.Bu sırada,Mustafa kemal öndeliğideki feodal-burjuva kesimlerde,işgale karşı savaşa hazırlanmaktalardı.Diğer yanda,İlk önceleri Mustafa kemal haraketinden’de bağımsız,Çerkez Ethem önderliğideki köylü hareketi başta olmak üzere , kendiliğinden işgale karşı, halkı direniş hareketleri,ortaya çıktı.Bolşevikler,işgale karşı patlak veren halk direniş hareketlerine önderlik etmek için Türkiye’li komünistleri örgütlüyüp harekete geçirmeğe yeltendiler. Sovyetler’deki Türkiye’li komünistler, Savaş sırasında,Çarlık Rusyasının eline esir düşen Türkiye’li askerleri “ordulaştırıp” Türkiye’ye göndermeğe çalışıyorlardı ,diğer yandan,Çerkez Ethem’lede bağ kuruyorlardı.Mustafa Kemal, (Özelikle) Çerkez Ethem’i kulanarak, dağılan Osmanlı ordusunun kalıntılarını toplamaya çalıştı.Çerkez Ethem,Padişaha, dolaysıla işgalcilere bağlı olan ve onlar tarafından yönlendirilen ve Kurtuluş hareketinin örgütlenmesini önlemekle görevlendirilen, dinci-gerici hareketleri bastırarak,Mustafa Kemal’in örgütlenmesine,dağılan Osmanlı ordusunun toparlanmasına ortama hazırladı.Güçlenen Mustafa Kemal öndeliğindeki,feodal-burjuva hareketi, kendine rakip gördüğü,Proleryanın komünist hareketini, Çerkez Ethem’in yoksul köylü hareketini tasfiye etti.Mustafa Suphi önderliğindeki komünistlere tuzak kurup Karadenizin derin sularına gömdü.Çerkez Ethem’i bir punduna getirip, Yunana sığınmaya mecbur bıraktı.Tüm bunlara rağmen,Lenin ve Bolşevikler, emperyalist kuşatmayı kırmak, Proletarya iktidarını yıkmak için saldırıya geçen, emperyalistlerin desteklediği, Çarlık kalıntılarını yenilgiye uğratmak için Mustafa Kemal hareketine karşı bir tavır alamadı.

Kurtuluş savaşında,Mustafa Suhpi önderliğindeki TKP’nin işgalcilerle birlikte, feodal-burjuva sınıflar ve bu sınıfların siyası temsilcisi Mustafa Kemal hareketine karşı tavır alması,kurtuluş savaşı sırasıda mücadelenin önderliğini ele geçirmeye çalışması,Sonradan TKP yönetimini ele geçiren, Şefik Hüsnü tarafından eleştirildi.O, Kemalizm’i destekliyerek,Kemalizm’den feodal kalıntıları tasfiye etmesini, kapitalizm’i geliştirmesi isteyen ve teşvik eden Menşevik “aşamalı devrim!” tezleri temelide bir reformist çizgiyi izledi ve savundu. Bu reformist çizgi 1970’lere kadar Türkiye “sosyalist hareket”inin temel görüşünü oluşturdu, taktiklerini ve stratejilerini hep bunun doğrultusunda oluşturdular.1980 öncesi,Şefik Hüsnü’nün reformist çizgisi eleştirlimesine rağmen, 12 eylül faşist darbesiden sonra 1987’lerde toparlanan “sosyalist hareket”Şefik Hüsnü çizgisini yeniden dirilti ve onun görüşleri ile bağımsızlık ve demokrasi sorununa yaklaşıyor.

(10)Türkiye’nin,Ekim devrimi sonrası, işgalci güçlere karşı ulusal kurtuluş savaşını,ayrı bir kategori içinde ele almak gerekir.Osmanlı,kapitalist emperyalizm’in yarı-sömürgesi olmasına rağmen kendiside,feodal-kapitalist emperyalist bir ülke’idi, 1.emperyalistler arası savaşta bir taraftı ve emperyalist savaş girmişti. Emperyalist savaşta yenildi ve işgal altına girdi. Savaşta,Osmanlı’la aynı blokta yer alan Almanya’da yenildi ve Almanların yaşatığı toprak parçaları, Fransız emperyalistleri işgal etti.Türkiye işgal edilerek,yarı- sömürgelikte, sömürgeliye doğuru sürükleniyordu.Aslıda Türkiye’nin kurtuluş savaşı,sömürgeciliği önleyip yarı-sömürgeciliği muhafaza etti.Göklere çıkarılan “kurtuluş savaşının” niteliği budur.

(11)Sömürge ülkelerde, uluslar arası emperyalist sermayenin uzantısı olan burjuva kesimleri komprador değilde “işbirlikçi tekelci” burjuvazi diye tanımlanmakta. Bu tanımlanmadaki,esas amaç,komprador burjuvazinin’de ulusal bir yanının olduğunu ve emperyalist burjuvazi ile işbirliği yapıdığını,onun doğrudan bir uzantısı olmadığı iddasının kanıtlamak,ulusal burjuvazi’ninde emperyalist burjuvazile var olan işbirliğini inkar etmektir.Esas işbirlikçi olan ulusal burjuvazidir.Ulusal burjuvazi diye adlandırılan burjuvazinin,( kapitalist ekonominin kanunlarının gereği olarak),komprador tekelci burjuvazi ve emperyalist burjuvazi ile yaşamsal işbirliği vardır ve var olması zorunludur.emperyalist ve proletarya devrimleri çağında, uluslar arası emperyalist tekelci mali sermayele işbirliği içinde olmayan hiçbir burjuva kesimi yoktur ve istesede olamaz.

(12)Çan Kay Şek’in karşı- devrimci saldırısıda ,Komintern bağlı komünist partisini tasfiye olmakla yüz yüze kalmasında,Çin komünist partisinin, radika ulusal burjuvazi ile yaptığı ittifakta önemli yanlışları vardı.Mao Ze Dung,bu durumdan yararladı, darbele,Çin komünist partisinin önderliğini ele geçirdi,Komintern’le var olan bağları zayıflatı.

(13)Yun Yen Sen!in partisile,Çin komünist partisi arasıda yapılan ittifak sırasıda,Çin komünist partisi önemli hatalar yaptı.Burjuvaziye taviz verdi.Sonunda burjuvazide, komünist partisini ezmeğe çalıştı.Burjuvaz ile ittifak kurmanın bedelini acı bir tarzda ödedi.

(14)Son günlerde,tartışılan konulardan biri ise güney Kürtdistanın durumudur.güney Kürtdistan,emperyalistlerin himayesi altında”siyasi bağımsızlığını!” elde ede biliyor.Kimileri bunu “kukla devlet” diye adlandırıyor.Emperyalizm’in yeni sömürgeciliği statüsü altında olan ülkelerin devletleri ne kadar kukla ise, kurulan veya kurulacak olan Kürt devlet’ ide o kadar kukla olur.Siyasi,askeri ve ekonomik olarak emperyalizm’e bağlı olan Türk devleti kukla olmuyor! Kürtlere (veya Arnavutlara) gelince kukla oluyor!.Bazılarıda”açık –gözlük”yaparak emperyalizm’in güdümüdeki güney Kürtdistandaki “siyasi bağımsızlığı” emperyalizm’den( özelikle ABDemperyalizm’den)bağımsızmış gibi lanse etmeğe çalışıyorlar.”Mesut Barzani, ABD nin İrak’ı terk etmesini istedi”laflarıla Kürt burjuva-feodallerinin emperyalistler karşı bir tavır içinde olduğu izlemi yaratılmaya çalışıyorlar.”Sosyalist” geçinen “TKP” ve benzerleri ise, PKK hareketinin sanki yenilgiye uğramış gibi hava yaratarak, emperyalist sistemden kopmadan UKKT’nın gerçekleşmiyeceğini ispat! etmeğe çalışıyorlar.Oysa,PKK hareketi sayeside, Türkiye devleti,Kürtlerin varlığını inkar etme politikasına son vermek zorunda kaldı.Kürt dilini,Kürt burjuva kültürünü tanıdı,kısmende olsa ona bir “özgürlük!” verdi veya vermek zorunda kalıyor.Türkiye’dede emperyalist sistemden kopmadan’da Kürtlerin ulusal sorunu çözüle bilinir.Kürt ve Türk kökenli işçi sınıfı ve onların siyasi temsilcisi komünistler, Kürt ulusal sorununun emperyalist sistem içinde çözümünden yana değiller ve Kürt ulusal sorununun, işçi sınıfının çıkar doğrultusunda, emperyalizm’i, Türk ve Kürt egemen sınıflarını hedef alan ve sosyalizm’e geçişi amaçlayarak, sömüren sınıfla, sömüren sınıflar arasıda cereyan eden sınıf mücadelesine tabi olarak çözümünü isterler ve bu bakış açısı doğrultusu ulusal soruna yaklaşırlar.Ulusal sorun hiç bir zaman sosyalizm mücadelesinin temelini teşkil etmez. Kapitalizm koşularında çözülmeyen,proletaryanın önüne, burjuva demokratik talep olarak gelen ulusal sorunu, proletarya, sosyalizm mücadelesine tabi olarak çözülmeye çalışılır.

(15)İMF programının ne olduğunun gösteren en vurucu örneğini, 24 ocak 1980 Demirel hükümeti tarafından ilan edilen ve 12 eylül faşist cuntası tarafından zor yolula uygulamaya sokulan program teşkil ediyor.23 seneden beri Türkiyede yürülükte olan bu programın ne olduğunun en iyi bilen Türkiye’li emekçiler ve işçilerdir.

(16)Tekelci burjuvazinin çıkarlarını savunan,bazı burjuva yazarları,”ya AB’ne girerek, gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarız veya geri kalmış üçüncü dünya devletlerin arasında kalırız” diyorlar.Her şey’den önce bu burjuvalar, olmayan “üçüncü dünya devletleri”diye bir tanım ortaya attarak hedef şaşırtıyorlar.”üçüncü dünya devletleri” denilenler emperyalist sistemin bir parçası olan egemen gerici sınıfların devletleridir.Bu ülkelerini geri kalmışlığına neden olan, emperyalist sömürünün gerçekleşmesini sağlayan “üçüncü dünya devletler”idir.AB’ne girilerek ,gelişmiş kapitalist ülke haline gelineceği iddiası ise bir yalandır.İşçi ve yoksul emekçiler , “üçüncü dünya devletleri”, veya AB gibi emperyalist-kapitalist sistem içinde suni alternatiflerin içine çekilmek isteniyor.Kapitalist üretim ilişkileri yaşatılarak emperyalist-kapitalist sistemden kopulamıyacağının en vurucu örneğini,Çin ve Viatnam teşkil ediyor.1993 uzak- doğu ekonomik krizden en fazla etkilene ülkelerin içinde Viatnam’da yer alıyordu, bir anda 200 bin işçi kapı dışarı edilerek işsiz bırakılıyor ve İMF’in kapısı çalınıyordu.Silahla kovulan ABD’nin başkanın,kırmızı halılarla karşılanıyordu.Mao Zedung’un izinden yürüyen Çin’in nasıl kapitalist ülke haline geldiğinden bahsetmeğe dahi gerek yok!.”Üçüncü dünya devletler”inin emperyalizme karşı çıkabileceğini öne süren görüş sahipleri,Lenin’in ezilen, sömürülen halkların emperyalist- kapitalist sistemden kurtuluşunu ön gören tezlerini kaba bir tarzda revize etmeğe çalışmaktan çekinmiyorlar.Lenin’in önderliğinde 1920 tarih’de Bakü’de toplana doğu halklar kurultayı ve aldığı kararlarla,emperyalist-kapitalist sistemin savunucusu,sosyalist sistemi zayıflatmak için emperyalist devletlerle işbirliği yapan, Tito’nun öncülüğünde oluşturulan “Bloksuzlar” hareketini ve 3.dünya devletlerinin olmayan “birliği”ni ve sahte anti-emperyalistliğini aynı kategori içinde göstermekten geri durmuyorlar.


Hiç yorum yok: