29 Ekim 2006

Üniversiteli Gençlik ve Sorunları

Üniversiteli Gençlik ve Sorunları

Okuyan veya üniversiteli gençliği, kapitalist toplum koşullarında sosyolojik olarak incelediğimizde onun iki temel vasfıyla karşılaşırız: Birincisi; Bu gençlik kesiminin büyük bir çoğunluğu, Burjuva ve küçük-burjuva sınıflara tekabül eder iken, işçi ve yoksul emekçi çocukları ise çok azınlık bir kesimi oluşturur. Türkiye’deki kapitalist gelişme sonucu sınıf farklılıkların belirginleşmesi, yoksulluğun artışı ve Burjuvazinin neo-liberal politikayı yürürlüğe koyması, üniversitelerde okuma, zenginlerin ve iyi halli ailelerinin inisiyatifine bırakılmıştır.
Bugün Türkiye'de Üniversiteye girmek için, ya özel ve paralı okullarda okumak veya yüksek ücretli dershanelere gitmek adeta zorunlu koşul olarak öne sürülüyor. Üniversitelere girdikten sonra alına harçlar, üniversiteleri paralı okullara dönüştürmüştü. Geçmişteki üniversiteli gençlikle, bugünkü üni-gençlik arasıda sosyal sınıflara tekabül etme açısından bir farklığının ortaya çıkması, başlangıçta üni- gençliğinin kapitalist düzenle çatışmasında bir yumuşamaya neden olsa da, üni-gençliğin önemli bir kesimine, okulu bitirdikten sonra bir gelecek sunulmamasının yanı sıra işsizlikle baş başa bırakması, üni-gençliğinin kapitalizm ile var olan çelişkisinin son ermediğinin bir göstergesini teşkil eder. Bin bir zorlukla üniversitelere giren ve yine bin bir zorlukla okulunun bitiren, küçük burjuva ve orta burjuva ailelere mensup gençlerin büyük çoğunluğunu işsizliğin beklemesi, onların kapitalizm'e karşı duydukları memnuniyetsizliğini şiddetlendirir
Demek ki, tekelci burjuvazinin, üni-gençliğinin sosyal konumunda değişiklik yaparak, düzenle var olan çatışmasını yumuşatmayı amaçlayan politikası, Uluslararası emperyalist-kapitalist sistemin uzantısı "Türkiye kapitalizmi”nin durmadan yarattığı sorunlardan ötürü, etkisiz hale geliyor ve okuyan gençliği de çıkmazların içine sürüklenmeye devam ediyor. Okuyan Gençlik, önünde bir gelecek görmemesi, onu düzene karşı başkaldırısının maddi koşullarını oluşturur. 1970 ve 80 öncesi yığınsal gençlik hareketinin incelediğimizde, gençliğin okullu bitirdikten sonra işsiz kalma korkusu onu düzenle çatışmaya ittiğini gözetleye biliriz.
Bir dönem, kendine gelecek görmeyen fakültelerdeki gençler, mevcut iktidar ve devletle çatışmaya girdikleri sırada, ODTÜ, İTÜ gibi üni'ler, mücadeleden uzak duran "imtiyazlı" okular konumundalardı. Mimar, Makine, İnşat mühendisliği, Eczacılık v.s.gibi, Özel yüksek okulların açılması, bunları yığınsal gençlik hareketlerine katılma zorunda bıraktı. Çünkü bunlarda okulları bitirdikten sonra işsiz kalma korkusunu yaşamaya başlamışlardı.
"Özel okullara karşı mücadele" bu okulları giderek devrimci hareketlerin üstü konumuna gelmelerine neden oldu. Yani üni'li olmak ve okulu bitirmek, okuyan gençliğin düzenle çatışmasının ortadan kaldıramıyor.
İkincisi ise: burjuva sınıf kökenli okuyan gençliğin direk sömürü ilişkilerinin içinde yer almaması, onu sömürünün ve baskının yarattığı insanlık dramlarına karşı duyarlı hale getirir. Aydın olarak bunların nedenlerini inceler ve sömürüye, baskıya karşı isyan edebilme refleksini gösterir. Gençliğin verdiği dinamizm sonucu, toplumun devrimci gelişmesinde yana bir tutum alır. Bunun için tüm gençlik, kapitalizm'e karşı, sosyalist mücadeleye kazanıla bilecek maddi koşullara sahip sosyal bir tabakadır
Gençliğin bu özelikleri aynı zamanda gençliği, işçi ve emekçi sınıflardan ayrı ve kitlesel olarak örgütlenmesinin maddi koşullarının var olduğunun diğer bir göstergesini teşkil eder. Tabiî ki gençliğin bu niteliği, onu sınıflar üstü, toplumdaki sınıf farklılıklarına tekabül etmeyen sosyal kategori gibi ele alınmasına neden olmaz ve olmamalıdır. Sınıf farklıkları ve sınıflar arası çatışma ve çelişkiler okuyan gençlik içinde varlığını sürdürür.
Türkiye, üni-gençliğinin bu özelliklerinden kaynaklana sınıf mücadelesini yaşayan kapitalist ülkelerin başında gelir. 1960'lardan 1980'ler kadar üni-gençliğinin düzene karşı kitlesel başkaldırısı, her türlü çareye başvurulmasına rağmen bir türlü bastırılamıyordu. Devlet’in baskı organlarının yanı sıra faşist ve dinci sivil çeteler örgütlenerek gençliğin kitlesel başkaldırı mücadelesi ezilmek isteniyordu.
Üni-gençliğini bu mücadelesine önderlik eden ve yönlendiren " sosyalist gençlik", gençlik kitlelerinden koparılmadan bu mücadelenin bastırılamayacağını bilen Türkiye'nin gerici egemen sınıfları hedef olarak "sosyalist gençliği" seçmişlerdi.
12 Mart 1971 öncesi Üniversiteler, adeta "sosyalist gençliğin" egemenliğinde "kurtarılmış bölgeler" konumunda idi. Gençliğin bu konumu, Türkiye'nin işçi ve emekçilerini de mücadeleye sürüklüyor ve işçi sınıfının giderek sınıf mücadelesine ağırlığını koymasının zeminini hazırlıyordu. Bunun için, o zamanki hükümet, tekelci burjuvazi ve generaller "sosyalist gençliği" sindirmeği düzenin selameti için vazgeçilmez bir görev olarak tespit ettiler.
12 Mart 1971 darbesi "sosyalist gençliği" tasfiye etmeği amaçlamıştı. "Sosyalist gençliğin" yöneticilerini etkisiz hale getirdiklerin de her şeyi halledeceklerini zannediyorlardı. Yeniden sözde "demokrasiye" geçtiklerinde, çok geçmeden yanıldıklarını gördüler. Üni-gençliği kaldığı yerden devam ediyordu, gençlik kitlesi yeniden "sosyalist gençliğin" etrafında toplanmıştı. Ama burjuvazi, boş durmadı, gençliği sindirme görevinden vazgeçmedi. Tüm gerici faşist partiler birleşerek "milli cephe" adı altında bir araya geldiler ve aralarındaki çelişkileri biryana attılar. Demirel'e karşı çıkarak "DP" adıyla parti kuranlar, yeniden AP katıldılar. Demirel %3 oyla iki milletvekiline sahip olan MHP'yi "MÇ" hükümetine alarak, sivil faşist çetelere kanalıyla gençliği baskı altına almak istiyordu. Polisler, okulları, yurtları basıyor, gençliği kitlesel olarak okullardan, öğrenci yurtlarından atarak, buraları faşist çetelere teslim ediyorlardı. Gençlerini okuma hakkı dahi ellerinden alınıyordu. Gençliğin mücadelesine önderlik eden "sosyalist gençler" faşist çetelerin durmadan saldırısına maruz kalıyorlardı
"1.MC dönemi" diye adlandırılan bu dönemde gençler kitlesel olarak direndiler ve faşist baskılardan yılmadılar.4 sene boyunca bu mücadeleyi yürüten gençlerin o zamanki en önemli talebi "okuma hakkı" idi. İÜ "1.MÇ" döneminde faşistlerin ve polislerin işgali altıda idi.
1977 seçim dönemine girildiğinde CHP'nin gençlere yönelik en önemli sloganlarında bir "okuma hakkı" talebini gerçekleştireceklerine dair vaatleriydi. CHP'nin amacı gençlerin okulla gitmelerini sağlayarak, gençlik kitlesini devrimci hareketten koparmaktı. CHP hükümete geldikten sonra sivil faşist çetelerin polislerin desteğiyle fakültelerde, yüksek okullarda kurdukları egemenlikleri sona erdi. Polis desteğinden mahrum kalan faşistler okullardan, öğrenci yurtlarından sökülüp atıldılar.
Gençlere "okuma hakkı" veren CHP, buna rağmen gençlik kitlelerini düzene karşı mücadeleden koparamadı. Bu 20 sene boyunca "sosyalist gençler" gençlik kitlesinin desteğiyle, gençliğin kitlesel örgütlerine egemen oldular. Rektörlüğün ve Dekanlığın "öğrenci örgütleri" diye tanıdığı öğrencilerin kitle örgütlerinin yönetimlerine seçimlerle hep "sosyalist gençler" geliyordu. Bu örgütlerini yönetimlerine aday olabilmenin şartları ise, hiç bir şekilde sınıfta kalmama ve sömestr kaybının olmaması, ders notlarının ise ortalamanın üstünde olması idi. Okul yöneticilerinin, O, Fakülte ve yüksek okullarda okuyan öğrencilerin %60'nın seçimlere katılmamasında, seçimlerin geçersiz olduğuna dair karar verme yetkisi vardı. Seçimler ise okul idaresinin gözetiminde yapılıyordu. Tüm bu şartlar "sosyalist gençler" in kitle örgütlerinin yönetimine gelmelerini önlemeye yönelikti. Ama bu önlemler "sosyalist gençler" in bu örgütlerin yönetimine gelmelerini önlemeye yetmedi. Çünkü öğrencilerin ezici çoğunluğu "sosyalist gençler"e sempati duyuyorlardı.
12 eylül faşist darbesi ile generallerin ve ordunun iktidara gelmesi karşısında,"Sosyalist! Örgütler" den her hangi bir direnme çağrısı yapılmamasına rağmen, Birçok fakülte ve yüksek okullarda, okul boykotları ve direnişleri yapıldı. Bunun üzerine generaller, fakülteleri ve yüksek okulları geçici bir süre kapatıp öğrencileri evlerine gönderdiler.
12 Eylül faşizm'in,20 sene boyunca devam eden üni-gençliğinin düzen karşı başkaldırısını, (tarihsel olarak geçici bir süreyi de kaplasa) bastırdığını söyleye biliriz. 12 Eylül 1980'den 26 sene geçmesine rağmen üni-gençliğinin mücadelesi,1980 öncesinin çok geri boyutlarında kaldığı bir gerçektir.
12 Mart 1971 darbesinden 2, 2,5 sene sonra gençliğin mücadelesi kaldığı yerden gelişerek devam etmesine rağmen,12 Eylülden 26 sene sonra dahi aynı olayın tekrar etmemesi veya edememesinin çeşitli nedenleri var. Bu nedenleri başlıca iki kategoride toplaya biliriz.
a) 12 eylül faşist darbesinin olacağı, M.C hükümeti yıkılıp, yerine CHP hükümetinin kurulmasından itibaren, faşist generallerin darbe hazırlığına girişmeleriyle açık bir hal almıştı. Özellikle 1975”lerde başlayan giderek tüm dünyaya yayılan, kapitalizm'in ekonomik krizi, Türkiye gibi yeni sömürge ülkeleri derinden etkiliyordu. Emperyalist-kapitalist burjuvazinin, ekonomik krizden çıkma adına uygulamaya koyduğu neo-liberal ekonomik-politikanın amacı, krizin yükünü Türkiye gibi ülkelerdeki işçi ve emekçileri sırtına yıkmaktı. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, burjuvazinin bu ekonomik saldırılarına karşı direniyor ve neo-liberal politikaya boyun eğmiyorlardı.
Uluslar arası tekellerin ve onun uzantısı Türkiye'nin tekelci burjuvazisinin isteklerinin yerine getirilememesi, Türkiye’nin kapitalist ekonomisinin krizin daha da derinleştiriyordu. Demirel'in dediği gibi, Türkiye 70 sente muhtaç duruma gelmişti. Uluslar arası tekelci burjuvazi bu ekonomik krizden, çok üst düzeyde kar elde etmenin peşinde koşuyordu. Sanayisini ve dolayısıyla ekonomisini yürütmek için uluslar arası bankların kredisine muhtaç olan Türkiye, bu kredileri alabilmesi için, ülkedeki sömürü oranın çok üst düzeye çıkarma koşuluya karşı karşıyaydı. M.C ve onun yerine gelen CHP hükümeti, işçilerin, emekçilerin, gençliğin direniş karşısında, Tekelci burjuvazinin istediği neo-liberal politikaları yürürlüğe koyamıyordu. Türkiye devrimci hareketini dağıtılmadan,"sosyalistler" sindirilmeden, işçi ve emekçilerin, gençliğin direnişlerinin bastırılması imkânsızdı. Bunun için bilinçli bir tarzda siyasi mücadeleyi yoğunlaştırarak, anı bir saldırı karşısında, özelikle işçi ve emekçi kitlerinin ve onların mücadelesine önderlik eden devrimcileri ve "sosyalistleri" hazırlıksız ve gafil yakalamanın peşinde koşuluyordu. Sivil faşist çeteleri devreye sokup kışkırtma üstüne, kışkırtma tezgâhlanıyordu. Bir yanda da alevi, sünni çatışması sahnelenerek, burjuvazi ile işçi ve emekçiler arasındaki çatışma geri plan atılıp, halk kitleleri bölünmeye çalışılıyordu. Tanınmış aydınlar sivil faşist çeteler tarafından birer birer kuşuna diziliyor, korku ve panik yaratılıyordu. Kahraman Maraş ve Çorum, Sivas olayları sonucunda CHP hükümetine sıkı-yönetim ilan ettirip, ordunun, dolayısıyla generallerin iktidara gelmelerinin yolları açılıyordu.
Burjuvazinin bu saldırıları karşısında işçi ve emekçilerin, gençliğin mücadelesini daha da genişletip, daha üst düzeyde örgütleyim, faşizm’in saldırıların geri püskürtmek, ,mücadeleyi daha ileri boyutlara taşımak, mücadeleyi halkın devrimci ayaklanmasına kadar götürmek şarttı. Bu konuda tereddüt göstermek faşizm'in saldırısı karşısında yenilgiye uğramayı kaçınılmaz kılacaktı. Tüm bunları gözeterek 1977'lerden itibaren "genel grev" sloganını tespit ettik ve faşizm'in saldırıları altında olan işçileri, emekçileri, gençleri, devrimcileri, solcuları tekellerin ekonomik ve ordunun, devletin faşist saldırıları karşısında, genel grev ve genel direnişe çağırdık.
Revizyonist TKP ve küçük burjuva hareketlerin hiç birisin generallerin faşist darbesine karşı kitleleri genel direnişe geçirmeden yana bir taktik belirlemedikleri gibi açıktan genel grev sloganına karşı çıktılar. Sonunda faşist generallere karşı tam bir teslimiyetçi bir tutum benimsendi. 12 Eylülde darbe ile işbaşına gelen generaller, top yükün bir saldırıya geçerek, 1milyon insanı gözaltına aldı, 400 bin kişiyi tutukladı. Faşist terörle tam bir egemenlik kurdular. 6 aylık bir süre zarfında sözde "illegal" olan "sosyalist" örgütlerin tümünü dağıttılar. İşçi sendikaların kapatarak, işçi sınıfını neo-liberal saldırılara karşı direnişlerini kırdılar.
Türkiye devrimci hareketin böylesine yenilgiye uğraması, kitlelerin onlara duyduğu güvende önemli bir sarsıntının ortaya çıkmasına neden oldu. Teslimiyetçilik, yılgınlığa ve sosyalist hareketlerden uzaklaşmaya dönüştü.
b) Türkiye'de, 12 Eylül faşist dönem sonrası, "solcu hareketler”in yeniden toparlama sürecine girmeye başladığı sırada, Gorbaçovun, Sovyetlerde işbaşına geldi. Ve devlet kapitalizm'den, liberal kapitalizm'e geçişi başlattı, bunun doğal sonucu olarak doğu-bloğunun ve Sovyetlerin dağıtılması, bu arada Arnavutlukta sosyalizmden, kapitalizm’e geriye dönüşün gerçekleşmesi, "Türkiye sosyalist hareketi" üzerinde de adeta bir deprem etkisi yarattı. Burjuvazi, Sovyetlerin dağılmasını "sosyalizm" karşısında kapitalizm'in "kesin zaferi" olarak ilan edip, görülmemiş boyutlarda anti-Marksist kampanya başlattı. Hepimizin bildiği bu kampanyadan en fazla etkilenenlerin başta okullu gençlik geliyordu. Burjuvazi, Marksizm'i savunulması gerekmeyen, eskimiş bir ideoloji konumuna getirilmek istiyordu. Burjuvazinin bu ideolojik bombardımanı karşısında en büyük sallantıya uğrayanlar, Sovyetleri "sosyalist!" gören solcular oldu. Özellikle Sovyetlere bağımlı revizyonist partilerin çoğunluğu dağıldı. Gericilik adeta şah kalkmıştı, önüne geleni ezip geçiyordu
Kısaca iki şıkta topladığım bu nedenler, gericilik dönemdi Marksistlerin nasıl taktik izlemesi gerektiği sorununu gündeme getiriyordu. Lenin, sınıf mücadelesinin gerilediği, durgunluk ve gericilik döneminin egemen olduğu koşullarda yüzeysel değil, derinlemesine işçi ve emekçi, gençlik kitlelerinin içinde propaganda ve örgüt çalışması yapılmasın gerektiğini söyler. Lenin'in bu düşüncesinin ışığında, gericilik döneminde, Marksizm’e, Leninizm’e dört ele sarılmak ve burjuva ideolojilerinin saldırıları karşısında onu kararlı bir şekilde savunmak gerekir iken, barışçıl, liberal ve reformist, ekonomist tutumlarla, "Marksizm!" adına tam bunun tersi bir yol izlendi. Burjuvazinin "Marksizm eskimiştir" yalanının gerçekmiş gibi ele alınarak Marksizm'den kaçıldı. Burjuvazi, Marksizm'in temel eserlerini kiloyla piyasaya sürüyordu, böylece onların bir kâğıt parçası haline geldiğini sözüm ona kanıtlamak isteniliyordu. Marksizm'den kaçış, burjuvazinin bu tutumuna taviz vermekten başka hiç bir anlama gelmiyordu.
12 Eylül sonrası "sol"un toparlanma dönemine damgasının vuran ideoloji,12 Mart 1971’in sonrasının tam tersine Marksizm yöneliş değil, Marksizm’den kaçıştı. Marksizm geri plana itilmesinde, tabiî ki, Sovyetlerin dağılmasıyla, istense de, istenmese de, sosyalizm ile kapitalizm arasıdaki çelişki (bir dönemle sınırlıda olsa) toplumsal çatışmaya damgasını vuramadı. Bunun yerine ekim devrimi ile gündemden çıkan kapitalizm içinde halledilmemiş çelişkiler ve çatışmalar yeniden ön plana çıkıyordu.
Sorunu, Türkiye devrimci mücadelesi açısında ele aldığımızda,12 mart 1971 sonrası Marksizm’e yöneliş, yerini 12 eylül sonrası Marksizm’den kaçışa bırakıyordu. "50 senelik revizyonizm karşı mücadele" terk edilip, revizyonist Şefik Hüsnü TKP’ sinin görüşleri yeniden piyasaya sürülüyordu. İdeolojisinin ve politikasının esasını Kemalizm kuyrukçuluğuna göre tespit eden Şefik Hüsnü, Mustafa Suphi'nin doğru Marksist, Leninist görüşlerini ret ederek, burjuvazinin Önderliğinde "demokratik devrim"i savunuyordu.
Mustafa Suphi ise, Türkiye'nin işgali karşısında, işçi sınıfının önderliğinde, işçi ve yoksul köylü ittifakı temelinde, işgalci güçlere ve Türkiye'nin egemen sınıfı toprak ağalarına, tefeci-tüccar sınıflara, Paşalara karşı, sosyalizm’i amaçlayan demokrasi ve bağımsızlığı mücadelesini savunur iken, Şefik Hüsnü ise Kemalist burjuvaziyi destekleyerek sözde bağımsızlığın ve demokrasinin gerçekleştirilmesinden sonra "sosyalizm" için mücadelenin gündeme gelebileceğini öne sürüyordu. Bunun için, işçi sınıfının görevini Kemalist burjuvaziyi desteklemek olarak tespit edilmişti.
Şefik Hüsnü ve onu takip edenler, 1971 hareketlerine kadar "sosyalizm" adına bu Kemalist kuyrukçuluğun somut göstergesi olan "ulusal burjuva"yı desteklediler. İşçi sınıfının demokratik devrim sürecinde mutlak önderliği olmadan, sosyalizm'e geçilmesinin söz konusu olamayacağını, bunun içinde işçi sınıfını, Kemalist egemen sınıfları büyük toprak sahiplerinin ve burjuvazinin siyasi ve ekonomik egemenliğini hedef alması, sosyal ve siyasal kurtuluşları(yani sosyalizm ) için zorunlu olduğu inkâr ediliyordu. Şefik Hüsnü revizyonist'i ve dağılana kadar onun izinden yürüyen TKP (ve Yeni TKP),Kemalist burjuvaziyi işçi sınıfını müttefik ilan etmişti. En önemlisi Kemalizm'i, Mustafa Suphi’nin tam tersine, küçük burjuva sınıfların siyasi ve ideolojik hareketi olduğu iddia ediliyordu. Şefik Hüsnü revizyonistinin ve TKP'nin Kemalist düşünceleri, işçi sınıfı hareket ile Marksizm’in, Leninizm’in kaynaşmasının, işçi sınıfının devrimde önder hale getirilmesinin önündeki en temel engeldi. Bu engel bertaraf edilmeden, işçi sınıfının devrimdeki tayın edici rolünün açığa çıkmasına imkân yoktu.
Şefik Hüsnü'nü Kemalizm konusundaki yanlış düşünceleri, Marksizm'in ordu ve devlet konusundaki düşüncelerinin inkârın içeriyordu. Kemalist egemen sınıfların desteklenmesi, doğal olarak, bu sınıfın devletinin ve ordusunun desteklenmesine dönüşmüştü. Revizyonistlerin bu düşüncesi, sınıf bilincinden yoksun işçi ve emekçilerin Kemalist ordu ve devletin kendi sınıfların devleti ve ordusuymuş gibi algılamalarına neden oluyordu.
TKP revizyonizm’i, devamlı emperyalist sömürüyü ve çatışmayı "ulusal burjuvaziye "ulusal kapitalizm" karşı bir hareket olarak lanse ediyordu ve ediyor ve de emperyalizm'i salt bir "diş düşman" olarak göstermeğe çalışıyordu(ve çalışıyor). Emperyalizm’i, ülkedeki işbirlikçilerinin dışında tüm "ulusal" ve "Ulusal ekonomiye!"karşı bir saldırı olarak gösteriliyordu. Tüm bunlar M.L emperyalizm görüşlerine tersti. Çünkü emperyalizm tekelci kapitalizm demekti, tekelci kapitalizm’in (veya Mali sermayenin) sömürüsü esas olarak sermaye ihracı temelinde gerçekleştirir, mali sermaye gittiği ülkede kendini üretir, yani girdiği ülkede tekelci kapitalizm'i inşa eder. Tüm kapitalist ilişkileri kendine tabi kılar, Bunun için kapitalizm’in dışında bir "emperyalizm" aranmaz. Bazı ülkelerde tekeller ile tekel dışı burjuvalar arası bir çelişik çıksa dahi, proletarya devrim karşısında, Tekelci burjuvazi ile tekel dışı burjuvazi arasıda kaynaşma ve birleşme gerçekleşir; zaten Tekeller durmadan Tekel dışı burjuvaziyi tasfiye ederek egemenliğini genişletir ve onu kendine bağımlı kılar. Bunun için kapitalizm egemen üretim biçim olduğu ülkelerde, tekelci kapitalizm'in dışında esas olarak "kapitalizm"in varlığından söz edilemez.
Şefik Hüsnü revizyonizm'ine ilk kez açıktan karşı çıkan, Mahir Cayan "emperyalizm iç olgudur" görüşleri ile doğru bir Marksist tespit yapmıştı. Şefik Hüsnü revizyonizm'ine karşı ideolojik mücadele, işçi sınıfının önder ve temel güç olduğu demokratik devrimle ancak sosyalizm'e geçilebileceği, demokratik devrimin bir amaç değil, sosyalizm’e geçmenin bir aracı olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor ve Leninizm'in aşamalı ve kesintisiz devrim tezinin savunulmasını gündeme getiriyordu. Bu görüşler aynı zamanda yıllardan beri devrimcilerin ve işçi sınıfının üstüde egemenlik kuran Kemalist milliyetçi (yurt-sever) ideolojiye indirilen güç darbe idi.
İşçi sınıfının devrimci sürecindeki esas konumunu, onun salt sömürülen bir sınıf olması belirlemez. Tüm sınıflı ve sömürücü toplumlarda, toplumsal üretimi gerçekleştiren tek sınıf, işçi sınıfıdır; emeğin (yanı üretimin) sosyal karakteri ile mülk edinmenin özel karakteri arasıdaki çelişkiyi çözecek yani sosyalizm'i kuracak tek sınıf, işçi sınıfıdır. Bu objektif gerçeklilik bir yana atılarak salt sömürü olayında hareket ederek, sömürülen sınıflar arasıda bir fark gözetlememek, Marksizm'in inkârını içerir, bu fark gözetlenmezse, Marks la, küçük burjuva sosyalist Prudon arasıdaki temel ayrım göz ardı edilir. Bunun için salt o günün koşullarına göre daha fazla sömürülen sınıfın var olması, o sınıfın sosyalizm'in kurulmasında belirleyici rol oynayacağını göstermez. Tabiî ki işçi sınıfı sömürülen ve artı-değer yaratan tek sınıftır. İşçi sınıfından elde edilen artı-değer olmasa, burjuvazinin ne sermayesi, ne karı, ne rant, nede aşırı karı olur.(1)
İşçi sınıfının tarihsel konumu ve amacı, kapitalist sistemin ortadan kaldırılmasını, hiç bir bahanenin arkasına gizlenerek ertelenmeyeceği gerçeğini su yüzüne çıkarır. Bunun için "emekçilerinin birliği" adı altında işçi sınıfının tarih rolünü inkâr etmek, işçi sınıfının sömürülme biçim ile diğere emekçilerin sömürüsünün biçimi ve sömürüyü ortadan kaldırma amaçları arasıdaki farkı görmemek, kapitalizm'in ortadan kaldırılmasının zorunluluğunu göz ardı eder. Artı-değeri yaratan işçi gücünün meta haline getirilmesidir. İşçi gücü meta olmaktan çıkarma, dolayısıyla artı-değer sömürüsüne son verme, ancak kapitalizm'i ortadan kaldırmakla mümkündür. Oysa emek sömürüsünün ortadan kaldırılması, kapitalist sisteme son vermeyi gerektirmeye bilir. En önemlisi artı-değer sömürüsüne son verme, işçi gücünün meta niteliğini koruyarak geçekleşmez. Kapitalist sistem içinde ortadan kaldırılması mümkün olan emek sömürüsü ile işçi gücünün meta olarak varlığının sürdürmesinin ifadesi olan "emekçilerin birliği" kapitalizm'i ortadan kaldırmayı değil yaşatmayı amaçlar."50 senelik revizyonizm"in göz ardı ediği bu Marksist gerçekti. O hep "halk" ve "halkın mücadelesi" kavramalarının arkasına gizlenerek işçi sınıfının, diğer emekçi sınıflardan farklı niteliğinin görülmemesini istedi. Dolayısıyla "ulusal-kapitalizm"i savundu.
Hareketimizin, "50 senelik revizyonizm"e karşı açtığı ideolojik savaş, Türkiye'de geçek Marksizm’in işçi sınıfı hareketi üzeride egemen olmasının yollarını açıyordu ve işçi sınıfının mücadelesinde Marksizm rehber edilmesinin zorunluluğunu göz önüne seriyordu.
12 Eylül faşizm'i,"50 senelik revizyonizm,"in Kemalist görüşlerin, işçi sınıfının ve devrimci hareketlerin üzerindeki etkisi kayıp olduğunu görerek, komünizm’in(yani Marksizm'in) karşısına "Kemalist ideoloji" yeniden egemen kılmak için harekete geçti ve Kemalizm'in yoğun propagandası başlatıldı. Çünkü yıllarca "emperyalizm'e (yani dış düşmana ) karşı "ulusal kurtuluşçu kemalizm"in eseri; Türkiye kapitalizm'i savunma temellinde, sözde işçi sınıfının, emekçilerin, sosyal ve ekonomik durumlarını düzetmeyi amaçlayan, reformist siyasi çizgi( "sosyalizm" adına) egemen kılınmıştı. Burjuva devletini zor yoluyla parçalayıp, dağıtıp, yerine işçi sınıfının devletin kurma hiç bir zaman sosyalistlerin gündeminde olmadı. "Sosyalistlerin" en önemli görevi olarak, Kemalistlere, ulusal kapitalizm'i ve ulusal devleti nasıl inşa edeceklerinin yollunun gösterme olarak tespit edilmişti. Kemalistlerin "ulusal kapitalizm"i inşa etmede sapma göstermesi, TKP'nin Kemalistlerle "şiddetli!" çatışmaya girmesine neden oluyordu. 1971 hareketti ortaya çıkan kadar bu durum süre geldi.
1985 sonrası Gorbacov dönem ile birlikte,(12 Eylül faşizm sonrası), yeniden toparlanma sürecine girilmesi sırasında, Gorbacov'un Marksizm'e açıktan saldırıya geçmesi, Türkiyeli "Marksist"leri de etkiledi ve "50 senelik revizyonizm"in görüşleri yeniden ve daha cesurca piyasaya sürüldü.
Kapitalizm global bir sistem olduğu gerçeği yeni bir olguymuşçasına soruna yaklaşılarak, globalizme karşı "ulusal kapitalizm'i ve ulusal devletleri" savunan görüşleri ortaya atıldı. Uluslar arası burjuvazinin neo-liberal saldırılarının hedefi içinde yer alan, sosyalizm'e karşı,(Keynes'in görüşlerinin ışığında) kapitalizm korumak ve yaşatmak amacıyla öne sürülen ve uygulamaya sokulan devletçiliğin tasfiyesini için özelleştirme furyasın başlatılması karşısında, devletçilik ve neo-liberalizm'e karşı, neo-liberalizm öncesi kapitalist dönemin savunulması, 3 dünyacı Maocu görüşlere yeniden dört ele sarınılmasını zorunlu kıldı.(2)
Tüm bu düşünceler, kapitalizm içinde restorasyondan yana olmayı, sosyalizm'i gündemde çıkarmayı hedefliyordu. Sosyalizm'in gündemden çıkarılması aynı zamanda, sosyalizm'den geriye dönüşün nedenlerinin araştırılmasını, sosyalizm’in tasfiyesini sağlayan bürokratizm'in orta çıkıp, sosyalist devlete egemen olarak, kapitalizm’i nasıl yeniden inşa ettiğinin tartışılması, Marksist görüşlerin ne olduğunu ortaya çıkarır ve Marksizm'in gerçek niteliğiyle kavranmasını sağlar. Sınıf mücadelesinin pratiğini yok sayılarak, sosyalizm tasfiye olmamışçasına davranmanın arkasına gizlenerek, burjuva reformist ve ekonomist görüşleri ortaya atma, kapitalizm’e karşısında, Marks’ın ön gördüğü sosyalizm'i alternatif olduğu gerçeğini gizlemeği amaçlar. Oysa sosyalizm, globalleşmesi alabildiğine gelişen kapitalizm'e karşı, düne göre bugün daha güçlü alternatif bir sistem konumundadır. Global kapitalizm'in yani emperyalist -kapitalist sistemin alternatifi, "ulusal kapitalizm, ulusal devlet" değil sosyalizmdir ve toplumların tarihsel diyalektik gelişmesi sonucu olarak "dünya sosyalist devleti"dir. Daha ileri ve sosyalizm'e daha yakın kapitalizm, daha geri kapitalist sisteme tercih edilmesi söz konusu olamaz, gelişen ve güçlenen işçi sınıfının temsilcisi olduğunu ileri süren bir Marksist, kapitalizm'in gelişmesi le ortadan silinmeye mahkûm olan sınıfların çıkarına göre hareket ederek, tarihsel olarak geri olan kapitalizm, ileri olan kapitalizm'e tercih edemeyeceği açık bir gerçektir. Ama bugünün Türkiye "sosyalist"leri, global kapitalizm'in neo-liberal ekonomi-politikası sonucu ortadan silinmeye mahkum, küçük burjuvazinin ve orta tabakanın çıkarı doğrultusunda sözde "ulusal kapitalizm" adına küçük mülkiyeti savuna biliyorlar. Bu için bunlar proletaryanın değil orta sınıfların ("sosyalizm" kisvesine bürünmüş) temsilcileridirler.
Dün anti- komünizm kendine bayrak edinen milliyetçilik, Sovyetlerinin dağılması ve sözde sosyalizm'in "korkutucu tehlike" olmaktan çıkması karşısında, kendine "yeni düşmanlar" aramak zorunda kaldı. Milliyetçiliğin yeni düşmanı, giderek globalleşen kapitalizm'in gelişmesi sonucu, ulusal devletlerin ve "ulusal ekonomilerin" yerini genişleyen ve yeni siyasi, ekonomik örgütler ortaya çıkaran uluslararası kapitalizm alıyor. Bu gelişme milliyetçiliğin (ulusalcılığın) maddi temellerini giderek dayanaksız hale getiriyor. Bunun için Milliyetçilik sözde global kapitalizm'e karşı savaş açıyor!.
Ve yine,"sol" adına kapitalizm'in bu gelişmesine sözde karşı çıkılıyor."Ulusal devletin","ulusal kapitalizm'in" savunmanın milliyetçiler olduklarının gizleye bilmek içinde kendilerine "yurt-severler" ismini takıyorlar. Oysa Milliyetçilik (veya ulusalcılık) yurt-severlik demektir.
Bugün Türkiye’de ister MHP, isterse TKP ve onun izinden yürüyenler olsun, AB vs gibi kapitalizm'in global örgütlüklerine karşı çıkmaları milliyetçiliğin yeniden diriltilmesine, veya güçlenmesine neden olmaz; çünkü, bir dönem "ulusal pazar"ları savunan burjuvazinin artık "ulusal pazarları" korumak için milliyetçiliğe ihtiyaç duymuyor. Burjuvazi, maddi zorunluluktan ötürü, ulusallığı, uluslararasılığa tercih ediyor. Ulusal devletlerin yerini uluslararası devletlere bırakmaya başladığı, ulusal devletlerin aşıldığı dönemde, ulusal devletleri savunma boşuna bir çabadır.
Türkiye'nin faşistleri de tekelci burjuvazinin en gerici ve saldırgan siyasi harekettir. Bunların, "ulusal kapitalizmden ve ulusal devlet’ten" yana oldukları iddiaları boş bir demagojik propagandan öteye geçmez. Nitekim bunlar, Türkiye'nin AB'ne katılmasına itirazları yok. Türkiye’nin sözde "ulusal kapitalizm'i savunan generaller, CHP ve bu koroya katılan Cumhurbaşkanı "dehşetli" bir tarzda "evrensel kapitalizm"e karşı nutuk çekiyorlar. Uluslararası tekelci sermayenin uzantısı olan ve Türkiye'de en büyük Holdinglerden bir haline gelen "ordu- Holding'i OYAK'a sırtını dayayan, bu Holding’in aşırı karlarından bay alan generallerin "evrensel kapitalizm"e karşıymış gibi tavırlara girmeleri hiç kimseyi aldatamaz. ABD ile sıkı işbirliği içinde olan ve AB karşı olmadıklarını ilan eden generallerin ve onların siyasi partisi ve sözcüsü olma konumuna gelen CHP'nin. "Evrensel kapitalizm" e karşıymış gibi hareket etmelerinin nedeni, Özellikle emperyalist arası çelişkiden yararlanma isteklerinden ötürüdür. Onlar Sovyetler ile batılı emperyalistler arası çatışma döneminde olduğu gibi "güçlü bir Türkiye"nin emperyalistlere arası çatışmadan ancak yararlana bileceğini düşünüyorlar., Bunun içinde Uluslar arası Tekeller ile kopmaz menfaat bağları olmasına rağmen, global kapitalizm'in gelişmesi sonucu ortadan silinmeye mahkum orta sınıfların desteğini de almaya çalışmakta bir sakınca görmüyorlar. Bunun içinde "Türk, Kürt" ezen ulusla, ezilen ulus arasıdaki çelişkinin yarattığı silahlı çatışmanın sona ermesini ve barışı sağlanmasını önleyerek, savaşı yarattığı olumsuzlukların diri kalmasını istemekteler. MHP'li faşistler, generaller ve CHP ulusal çatışmaları istismar ederek, yığınlar üstünde siyasi etkinliklerini sürdürme peşinde koşuyorlar.
Yıllardan beri bunlar, Kürt ulusal hareketinin "ayrı devlet kurup Türkiye'yi böleceği"ne dair yoğun bir propaganda yürütmekteler. MHP'liler şimdilik, ırkçı, şoven propagandaların esasının bu temel üstünde bina etmişlerdir. Onları bu ırkçı ve faşist propagandalarının güçlü kılan generaller ve CHP’nin izlediği politikadır. Oysa Abdullah Öcalan ve Kürt ulusal hareketi, ulusların kaderinin tayin hakkının kullanılmasını ayrı devlet kurmaya kadar götürmeğe ihtiyaç duymadıklarını, çünkü ulusal devletlerin ortadan kaldığı bir dönemde "ulusal devlet" inşa etmenin peşinde koşulmayacağını açıkça ilan ediyorlar. Bunların, Kürt milliyetçiliğine karşı çıkmaları ve Türkiye'nin ünite devlet içinde Kürt ulusal sorununun çözümünü istemeleri, Kürt ulusunun kendi kaderinin tayininin gerçekleşmesinin kültürel platformla sınırlamaları, gerek Türk, gerekse Kürt milliyetçiliğine indirilen bir darbedir.(3)
Her ne şekilde alınırsa, alınsın MHP'li faşistlerin savundukları ırkçı ve milliyetçi(ulusalcı) ideolojinin temelleri zayıflamaktadır. Sovyetlerin varlığı onların anti-komünist olmalarında önemli bir etkendi. Onlar, Sovyetler öncesi dönemde "Türklerin birliği" adıyla Turancı görüşleri savunarak özelikle, burjuva aydınların üstünde etki kurup taraftar topluya biliyorlardı. "Türk dünyası"nın birleşmesinin önünde Sovyetleri, dolayısıyla "komünistler"i engel görüyorlardı. Bu görüşleriyle, anti-komünist olduklarını öne sürüp, emperyalist-kapitalist sistemden yana olduklarını gizlemeğe çalışmaktalardı. Batılı emperyalistler, (Hitler dönemi dahil olmak üzere)bunun için Türk faşistlerini destekliyor ve onların güçlenmesine yardım ediyorlardı. Sovyetlerin dağılması ve "Türk dünyası"nın özellikle ABD ve AB’nin sömürü alanına girmesi, "Türk dünyası”nı birleştirme amacının demagojiden öte bir anlam taşımadığı ortaya çıkardı ve tabiî ki emperyalistlerin desteğini de (şimdilik) kaybettiler.
Bunların anti- komünist olmalarının bir diğer nedeni işçi sınıfının, yoksul emekçilerin ve gençliğin mücadelesinin Türkiye kapitalizm'ine ve emperyalist sisteme yönelik olmasıydı. Bunun için emperyalistlerin yanı sıra, Türkiye’nin Tekelci burjuvazisi bunların örgütlenmelerine maddi destek veriyordu ve devletle iç içe çalışıyorlardı. MHP'nin en saldırgan kesimi MİT'in, CİA kontrolü altında idi.
Saldırganlıklarıyla halk kitlerinin nefretin kazana 1980 öncesini MHP’si faşist generallerin hedefi olmaktan kurtulamadı. Çünkü 12 Eylül’ün generalleri, bunları da hedef almadan, ideolojik olarak Atatürkçülüğü ön plana çıkarmalarına ve "teröre karşı" oldukları demagojisiyle, bilinçsiz yığınları etkilemelerine imkân yoktu. Dolayısıyla devletiyle MHP'li faşistler arasıda da çatışma çıktı. Bundan dolayı, şimdi, komando kamplarında yetiştirilen sivil militarist güçlere sahip MHP'nin yerine, militarizm'den arınmış, parlamenter mücadeleyi esas alan bir MHP görünümü geçti.
MHP bugün ideolojik ve siyasi etkinliğini Kürt ulusal hareket ile süre gelen silahlı çatışmadan alıyor. Kürt düşmanlığını kullanmayı pervazsız tarzda sürdürüyor. Türkiye'nin "devlet bütünlüğünü" savunma adına Kürt düşmanlığını körüklüyor. Türkiye'deki savaşın sona ermesi Abdullah Öcalan'ın istediği tarzda Kürt sorunun çözümü, bu MHP'li faşistlerin kitleler üzerindeki etkinliğini zayıflatacaktır. Bunun içinde generallerin cephesi gibi, bu savaşın bitmesini istemiyorlar, savaşı sona erdirmek isteyenleri tehdit ediyorlar.
Kürt ulusal sorunun sosyalistlerin istediği şekilde çözümünün gündeme gelmediği günümüz koşullarında, Abdullah Öcalan'ın ulusal sorunun çözümü için önerdiği platformumun propagandası, MHP'li faşistlerin sıradan gençleri ve insanları etkilemesinin en önemli engelli olduğu görülmelidir. Faşistlere karşı mücadele, onların ideolojilerine karşı mücadele ile birleştirilmedikçe zayıf kalacağı bilinmelidir.

Gençliğin Örgütlenme sorunu

Anlatılanlardan edindiğim izleme göre, GKB fes edilmesine rağmen, 1980 öncesi gençlik örgütlüğünün yanlışları devam ediyor. Bunun için ilk önce sosyalist gençlik örgütünün ne anlama geldiğini, niye ayrı bir sosyalist gençlik örgütüne ihtiyaç duyulduğunu kısaca anlatmaya çalışayım.
Yukarda da anlatmaya çalıştığım gibi hangi sınıfa ait olursa olsun, gençlik maddi olarak sosyalizm'de yanadır ve tüm gençliğin, (teorik olarak) sosyalizm'e kazanıla bilmesinin objektif koşulları mevcuttur. Bunun için "gençlik gelecek, gelecek sosyalizm”dir slogan atılıyor. Bu slogana, anlamı bilinerek sahip çıkılsaydı, bu kadar yanlış yapılmazdı.
Sosyalist parti, işçi sınıfının öncü ve Lenin'in tarif ettiği tarzda işçi sınıfının "azınlık kesiminin" örgütü iken, sosyalist gençlik örgütü, tümüyle sosyalizm'e kazanılması mümkün olan ve bu potansiyeli taşıyan gençliğin yığın(kitle) örgütü olması zorunludur. Dolayısıyla sosyalist gençlik örgütünün ilkeleri, gençliğin objektif konumuna uygun olması gerekir. Bunun için sosyalist gençlik örgütü, sosyalist partiye, ideolojik ve siyasi olarak bağımlı olmasına rağmen, kesinlikle örgütsel olarak sosyalist partiden bağımsız ve özerk olmalıdır. Sosyalist gençlik örgütünde de demokrasinin ilkeleri kesinlikle işler hale getirilmelidir. Türkiye devrimci gençlik hareketin sosyalist gençlik örgütlüğü konusunda başlıca iki deneyimden söz edile bilinir.
1970 öncesi FKF, sadece örgütlülük anlamında, (bazı yanlışları olmasına rağmen) ML'nin ön gördüğü ilkeler uygun bir örgüttü. FKF, TİP'in yan kuruluşu olmasına rağmen, TİP'ten örgütsel olarak bağımsız ve özerk statüye sahip olması, FKF'nin TİP'in revizyonist, reformist siyasi ve ideolojik çizgisine karşı mücadele edebilmesinin, giderekten, TİP'ten ideolojik ve siyasi olarak da kopmasının zemini hazırladı.
FKF ve sonradan Dev-Genç ismini alan sosyalist gençlik örgütünün, Üni-gençliğinin büyük çoğunluğunu etrafına toparlayarak sosyalizm'in sempatizanları haline getirmesinde, örgütsel bağımsızlığın büyük katkısı olduğunu hiç kimse inkâr edemez. Bundan dolayı, FKF ve Dev-Genç gençliğin sosyalist yığın örgütleri konumuna erişmişlerdi. Sosyalist gençlik örgütünün örgütsel bağımsızlığı, sosyalist gençleri inisiyatifli, atak kılar iken, ML'yi öğrenmelerinin önündeki bazı revizyonist ve reformist parti engellerini de etkisiz hale getirir.
Sosyalist gençlik örgütlülüğünün bağımsızlığının çok olumlu ve vurucu bir örneğine de, II. enternasyonal revizyonizm karşı, Marksistlerin mücadelesi sırasında karşılaşırız; II. enternasyonal’in üyesi "sosyalist" partilerin büyük bir çoğunluğu, revizyonist partilere dönüşür iken, bu partilerin gençlik örgütlerinin çoğunluğu, Lenin'i, Rosa Lüxenburg'u, Karl Liebknecht'i takip ettiler. Avrupa’da, Komintern’e üye komünist partilerin hemen hemen hepsini kuranlar, II. enternasyonal’in "sosyalist" partilerin gençlik örgütleriydi.
Türkiye'de ve Dünya’da doğru ve ML'nin ilkelerine uygun gençlik örgütlerinin varlığına tanık olduğumuz gibi, olumsuz ve bürokratizm'in yuvası haline getirilen "sosyalist gençlik" örgütleri de var ola gelmiştir. Bunun vurucu örneğine; hareketimizin,1980 öncesi gençlik örgütlenmesini göster biliriz. 1971 sonrası yeniden sözde "demokrasiye" geçilmesiyle birlikte, toparlanma dönemine başlanıldığında, gerek üni’lerde, gerekse Türkiye'nin dört bir yanında "yerden bitercesine" THKO sempatizanın gençler ortaya çıkmakta idi. Bu gençler, yasal dernekler kurup, siyasi mücadeleye katılmaktalardı. O dönemde , bu gelişme karşısında, THKO sempatizan'ı gençlerin derneklerini yönetmek için GKB isimi, bir gençlik örgütü kuruyorlar ve THKO'ya sempati duyan gençlerin örgütlerine de "Yurtsever devrimci gençlik" örgütleri ismini veriyorlar. Böylece "sosyalist gençliğin." iki örgüt tipi ortaya çıkmış oluyor.
Şayet," yeni THKO" sosyalist örgüt olarak görülüyorsa; ki öyle görülüyor, o zaman,bu örgütün (yani sosyalizm'in) sempatizanı gençlere niye " yurt-sever" diyerek burjuva demokratlarıymışçasına muamele yapıyorsun?. O dönemde de Türkiye'de sınıf mücadelesinin gereği olarak, sınıflara tekabül eden siyasi kümelenmeler oluşmuş,"yeni THKO" da siyasi ve ideolojik görüşler ile bir siyasi kümeye tekabül ediyor. "Sen" bu siyasi kümeye "sosyalist" diyorsun, o zaman bu siyasi hareketin sempatizanları ve örgütleri, niye sosyalist gençler ve sosyalist gençlik örgütleri olmasın? Ki dışındaki kendine "sosyalist" diyen diğer siyasi hareketler, burjuvazi, devlet "bunlar HK'cularıdır" dedikleri ve o gözle baktıklar halde, "sen" bunlara "HK'cusu" değilsin diyorsun. "HK'cusu" olması için GKB olmasının şart koşuyorsun. Sıkı yönetim ilan ediliyor, generaller YDGD'leri "komünist örgütlerdir" diye kapatıyor. Tüm bunlar rağmen bu gençlere "yurtseverler" muamelesi yapılmaya devam ediliyor ve ağırlıklı olarak pratik faaliyetleri yürütenler ise yine YDGD'liler.
GKB, YDGD'leri yönetmek için kurulduğundan dolayı doğuşundan itibaren "parti sempatizanların" yöneten örgüt olup çıktı. GKB'lerin büyük çoğunluğu YDGD'nin yöneticilerinden oluşmuştu. Bu gençler, isteklerine bağlı olmaksızın yöneticiler örgütünün birer mensuplarıdılar. Geniş gençlik yığınların sosyalizm'e kazanma faaliyetlerinin es geçip, YDGD'leri sevk ve idare etmekte başka iş yapamaz hale gelmişlerdi. Hiç bir gençlik örgütünde olması söz konusu olmayan örgüt ilkeleri GKB'nin örgütlenmesinde geçerli hale getirilmişti.
.Lenin'i, komünist partiler de dahi, Merkeziyetçiliğin, demokrasiye göre önde gelmesini sadece, gericiliğin ağır ve yoğun saldırısının olduğu ve parti iç demokrasinin işletilmesinin bir sürü sakıncalar yol aç bildiği koşulları için ve de geçici olarak geçerli olabileceğini ileri sürür.Ama gençlik örgütlerinde, bir komünist parti örgütü dahi olmaması gereken aşırı merkezyetcilik, gençliğin kitle örgütünde işler hale getirilmişti. Her koşullarda sosyalist gençlik örgütleri için vazgeçilmez olması gereken örgüt iç demokrasi ortadan kaldırılmış, ne örgüt üyelerinin katılım ve oylarıyla kararlar alınıyor, ne de örgüt üyelerin özgür iradeler ile yöneticilerini seçe biliyor. Yöneticilerin, örgüt iç demokratik tartışmalar sonucu alınan kararları pratiğe geçirmeği organize etmeyle sınırlı yetkisinin yerini, üyelerin dışında aldığı kararları, tepeden inme bir tarzda ve de yanlışlığını veya doğruluğunun tartışmasına dahi gerek görmeden uygulamaya sokmaya çalışan yönetici tip almıştı.
Gençliği sosyalist örgütlerine, her gencin üye olmasının önüne hiçbir engel çıkarılamaz. Sosyalizm'e sempati duyan her genç sosyalist gençlik örgütlerine üye olur ve aday üyelik gibi statü söz konusu olamaz. Üye almaya karar veren gençlik örgütünün organının varlığından bahsedilemez. sosyalist gençlik örgütlerinde üye alan organlar olur. Gençlik örgütlerine üye olmanın tek koşullu belirlenen yaşta olmalarıdır. O yaşta olan her genç sosyalist gençlik örgütüne üye olabilir.
Bunun için, sıkıyönetimlerin altında 40 bin üyesiyle kongrelerini yapan YDGD'ler aslıda sosyalist gençlik örgütleri yani gerçek GKB idi. YDGD'leri "yurt-sever" gençlik örgütleri olarak ele alındığı ve bu yanlışa son verilmediği müddetçe, GKB'nin yöneticiler örgütü olma niteliğine son verilemezdi.
Yanlışlığı belirleyen esas unsur örgüt anlayışıydı. Demokratik ve sosyalist devrim amacına tabi cephe örgütlerine " demokratik ve anti –faşist "örgütler isimi verile bilinir; buradaki demokratik cephenin amacı, hiç bir şekilde burjuva demokrasinin gerçekleştirilmesi ile sınırlanamaz, aksine proletaryanın tamamlamak zorunda olduğu burjuva demokrasini, proletarya demokrasine geçmenin bir aracı olarak ele almak zorunludur.
Burjuva demokratik devrimi tamamlamış ülkelerde ise, faşizm'e karşi mücadelede, burjuva demokratik hakların savunulmasını, proleter demokrasini gerçekleştirmenin aracı haline dönüştürmek yine zorunlu bir görevdir. Sosyalistler, hiç bir ülkede "yurt-sever cephe" isimle bir devrimci sınıflar arası ittifak politikası izlememişlerdir. "vatan savunulması veya vatanseverlik" proletaryanın iş olmaz. Sosyalist gençlerinin örgütüne "yurt-sever" isimi verilmesi, burjuva demokratik devrimini amaç haline getirme anlayışına sahip olmadan dolayıydı. . Burjuva pazarlarının savunulmasının ifadesi olan "yurt-severlik" milliyetçiliğin ta kendisidir. Devrimci yurt-sever burjuvazi ile reformcu yurt sever burjuvazi arasıda esasta değil sadece görecede bir farklılık var.
Demokratik ve anti-faşist cepheye, Proletaryanın örgütlerinin yanı sıra, o koşullarda demokratik devrimden çıkarları veya faşizm'e karşı olan sınıfların partileri ve kitle örgütleri katılır.
YDGD'lerin şahsında böylesine bir cephe örgütünün inşa edilmediği açıktır. YDGD'lerde, "HK'cuları"nın dışında hiç bir küçük burjuva siyasi örgüt yer almadı ve almasına da imkân yoktu. Çünkü kendi dışında devrimci-demokrat sınıflarla bir araya gelinip, bir ittifak platformu oluşturulmamıştı ki. Türkiye'dekilerinin benzer bir şekilde hiç bir ülkede sosyalist partiler, kendi sempatizanlarından oluşan sözde "cephe örgütleri" kurarak, kendilerini aldatmaya yeltenmemişlerdir. Bu şekilde cephe örgütünün mucidi 50 senelik revizyonist TKP’dir. O'dan sonra sosyalizm adına sahneye çıkanlar, TKP’yi taklit etmişlerdir
Budan dolayı her hangi bir isim verilen gençlik örgütü, kesinlikle gençliğin sosyalist (tabiî ki kitle) örgütü olmalıdır. Ve de amacını, gençliği sosyalizm'e kazanma olarak belirlenmelidir. Bu şekilde bir gençlik örgütü aynı zamanda sosyalist partinin yana örgütü görevini yerine getire bilir. Yukarıda da değindiğim gibi, "sosyalist gençliği" kesinlikle, sosyalist partiye ideolojik ve siyasi olarak bağımlı olmasına rağmen, örgütsel olarak partiden bağımsız ve özerk olmalıdır ve olması zorunlu kılınmalıdır. Partiye ideolojik ve siyasi bağımlık kesinlikle, partiye örgütsel olarak bağımlı hale getirilerek değil, örgüt iç demokrasinin varlığıyla sağlanmalıdır. Örgüt iç demokrasinin ve özgürce tartışma ortamının varlığı, partinin ideolojik ve siyasi görüşlerini, gençlik örgütüne egemen kılmanın tek yolludur. Zaten sosyalist gençlik örgütü, partinin M.L siyasi ve ideolojik görüşlerini savunan parti sempatizanı gençler tarafından kurulan gençlik örgütleridir ve giderek örgüt, sosyalizm'i benimseye gençleri bağrında toplar.
Bugün bazı sosyalist gençlik örgütleri, partiye örgütsel olarak bağımlı hale getirilmiş durumdadır. Karar organları, örgütün taban örgütleri değil, yönetici organlardır, Gençlik örgütüne kimi yönetici olacağına, şu veya bu şekilde partinin onayıyla karar verilmektedir. Bu durum gençliği inisiyatifsiz hale getirdiği gibi, gençlik örgütünün tabanıyla tepesi arasıda bir kopukluğun ortaya çıkmasına neden olur ve aynı zamanda örgüt iç demokrasiyi ve özgür tartışma ortamını rafa kaldırır. Oysa kendi emirlerini dinleyen ve onun dışına çıkmayan gençlerin var olması, sosyalist gençlik hareketinin gelişmesinin önündeki en temel engelli oluşturur. Gençler, örgüt içi demokrasi ve özgürce tartışma ortamı sayesinde, partinin M.L görüşlerini, kendi özgür iradeleriyle daha iyi kavra ve pratiğe geçirir. Gençliğine " Denizler gibi olalım" çağrısı yapmaktadır. Ama nedense, Denizler hangi koşullarda yetiştikleri, genç yaşlarında, 50 seneye aşkın bir süre boyunca Türkiye sosyalist hareketine egemen olan TKP'in görüşlerine karşı, M.L kavrayarak hangi ortamda baş kaldırmayı gerçekleştirdikleri gözlerden ırak tutuluyor.
Evet, FKF ve Dev-Genç içinde örgüt demokrasisi ve özgürce tartışma ortamı olmasa idi, ne Denizler ortaya çıkardı, neden "50 senelik revizyonizm"e karşı baş kaldırıla bilinirdi.
Üni-gençliğinin kapitalizm ile olan çelişkisinden yararlanarak, anti-kapitalist düşünceleri gençlik içine yaymada sosyalist gençliğe önemli görevler düşüyor. Üni-gençliğini aydın olma özelliği göz önüne alındığında, salt üni-gençliğinin ekonomik, akademik taleplerine dayanarak anti-kapitalist düşüncenin gençlik içinde tartışmaya sunmaya gerek olmadığı anlaşılır. Türkiye'de ve dünyada, burjuvazinin her konudaki düşüncesine alternatif olarak Marksist düşünceler öne sürülüp tartışma ortamları yaratılmalıdır. Bunun için Marksist düşünceyi savuna, öğretim üyeleriyle sıkı ilişkiye girmek, Üni-gençliğinin katılacağı paneller, açık oturumlar, konferanslar düzenlemek, Marksist düşüncenin gençlik içinde yayılmasında önemli araç görevini görür. Bunun yani sıra, düzenli haftalık veya aylık gençlik gazetesi çıkararak, burjuva, revizyonist, reformist görüşlere karşı ideolojik mücadele vermek, sosyalist düşünceleri benimseyen gençlerin sayısını giderek artmasına hizmet eder. Bu konuda Gazetenin yanı sıra internet sitelerinden de alabildiğine yararlanmak gerekir. Bu siteler, rahatlıkla her gencin görüşlerini tartışmaya açabileceği önemli platform görevini yerine getirir.
Gençlik kitlelerini, sosyalist düşünceye kazanmanın diğer etkin yollu, Rektörlüklerin ve Dekanlıkların gençlik örgütleri diye tanıdıkları, gençliğin kitle örgütlerine egemen olma veya yoksa onları kurmadır. Gençlik içinde bu şekildeki bir faaliyet, sosyalist düşüncelerin giderek etkin hale gelmesinde önemli katkıda bulunur. Bu örgütler, sosyalist gençlikle, geniş gençlik yığınları arasında somut bağların kurulmasını sağlar.
Bu örgütler kanallı la, üni-gençliğinin ekonomik, akademik, haklarını savunmak ve gençliğin mücadelesi ile ekonomik, sosyal ve demokratik haklar elde etmek, geniş gençlik yığınlarının sosyalist gençler duydukları veya duyacakları güveni artırır. Gençliğin bu kitlesel örgütlerine, faşist, gerici, dinci-gerici, sosyal-demokrat siyasi hareketlerin gençlik içindeki uzantılarında egemen olmak için mücadele ederler, mevcut burjuva yasalarını dahi çiğneyerek ve polisi de arkalarına alarak bu örgütleri ele geçirmek isterler. Dolayısıyla, bu örgütlerdeki gericiliğe karşı mücadele, kendine "sosyalist "diyen tüm grupların bir arayan gelmesini ve tespit edilen ortak platformda birlikte hareket etmelerini zorunlu hale getirir.

Sivil faşistlere karşı mücadele

Türkiye'nin Sivil faşistleri, Sovyetler dağılmadan önce, CİA, MİT ve diğer emperyalist ülkelerin gizli servislerin maddi desteğiyle, Komünizm'e karşı mücadele için örgütlenmişlerdi. Komando kamplarında yetiştirilen bu faşist çetelere, sosyalist hareketleri silah zoruyla dağıtma görevi verilmişti. Bunun için binlerce sosyalist genci sokak ortasında kurşuna dizdiler. Ama sosyalist gençlik bu faşist çetelerin karşısında geri adım atmadı. Fakat bazı "sosyalist gruplar" faşist çetelere karşı mücadelesini kendilerini emekçi ve işçi kitlelerinde koparacak tarzda ele aldı. Bu yanlış mücadele yöntemine karşı olan sosyalist gruplar işçi ve emekçi kitleleri arkalarına alarak faşist çeteleri etkisi hale getirdiler, 12 Eylül’ün faşist generalleri, faşist çetelerin etkisi hale getirilmesi karşısında, darbe girişimlerini hızlandırıp, iş başına geldiler. Sivil faşist çetelere karşı, işçi ve emekçi kitleler büyük nefret, kızgınlık ve öfke duyuyorlardı. Bunlar, seçimlerde ülke çapında %2,3 oranında oy alabiliyorlardı. Generaller, sivil faşist çetelere karşı duyulan öfkeyi kendilerine kanalize etmek amacıyla, sivil faşist çetelere de saldırmak zorunda kalmıştı.
Generaller, sivil faşistlerin Türkçü, ırkçı, Turancı ideolojilerine karşı Kemalist milliyetçiliği ön plana çıkardılar. 12 Eylül’ün faşist generallerin darbesi karşısında, Faşist MHP zayıflamış ve dağılmıştı. Türkeş eski prestijini kayıp etmişti. Burjuvazi, Sovyetlerinin dağılması ve "Türkiye sosyalist hareketi"nin zayıflatılması karşısında, sivil faşist çetelere (bir dönemle sınırlıda olsa) ihtiyaç duymuyordu.
MHP'li faşistlerin yeniden dirilmesi, Kürt ulusal hareketinin silahlı mücadeleye başlamasından sonra gerçekleşti. MHP’liler, PKK'nin silahlı mücadelesine can simidi gibi sarıldılar. Bu mücadeleyi kullanarak, yığınsal güç haline gelmeyi başardılar. Savaşın yarattığı olumsuzluğun yanına Kürt ırkçılığı kokan eylemlerinde katılması, sadece Türk kökenli oldukları için sıradan insanların gözü kapalı bir tarzda öldürülmeleri, Türk halkın üstünde, faşist ve Türk ırkçısı MHP’nin etkinlik kurmasının zeminini hazırladı. Bugün Polis, MHP'nin yığınlar içindeki gücünü, "sosyalist" hareketlerin yeniden güçlenmesini önlemek için kullanıyor. Ülkenin çeşitli yerlerinde linç girişimlerinin tertiplene bilmesi, MHP’nin yığınlar içindeki gücünden dolayıdır.(6) Amacı ise sosyalistlerin gözünü korkutmaktır.
Abdullah Öcalan anlayışıyla, Kürt ulusal hareketine yeni bir yön vermesi, ulusal devlete karşı çıkarak, savaşa son vermek için büyük bir çapa harcanması, MHP’li faşistlerinin yığınsal güçlerinin zayıflatılmasına uygun ve güçlü bir zemin hazırlıyor. Çünkü bunların, savaşın sürüp gitmesinde çıkarların var; dolayısıyla savaş kışkırtıcılığı yapıyorlar. Halk kitleleri her ne şekilde olursa olsun bu savaşın bitirilmesini istiyor. Savaşın durması, Kürt ulusal sorununu Kültürel özerkliğin esasları üzeride çözüm dahi, MHP’li faşistlere indirilecek önemli bir darbe niteliğindedir. Nitekim şimdiden,"Abdullah Öcalan, ulusal devlete karşı olduğu için, üniter devlet içinde çözüm istiyor, aslında o Türk ulusal (sanki varmışçasına!) devletine karşı olduğundan dolayı, Kürt ulusal devletini istemiyor" demek zorunda kalıyorlar.
MHP, tekelci burjuvazinin faşist siyasi hareketi olmasından ötürü, hangi demagojiye başvurursa vursun, uluslar arası burjuvazinin çıkarı doğrultusunda hareket etmek zorunda olduğunu tekrarlıyorum. MHP (yukarda da deyindiğim gibi) AB'ne karşı değil, sadece bir takım sözde siyasi itirazları var. Ne yaparsa yapsın, uluslar arası burjuvazinin isteği doğrultusunda, ulusal sorunun çözümünden yana olacaktır. Bunlar, MHP'nin yığınlar içindeki gücünün zayıflatıla bilmesinin nedenlerini oluşturuyor
Üniversitelerdeki, MHP'lilere karşı mücadelede de, gençlik kitlelerini kazanma bakış açısıyla hareket etmeyi gerektirir. Gençlik kitlesini kazanma faaliyetine girmeden, bu temelde kendini güçlendirmeden, salt MHP'lilerle çatışmaya girmek, Gençlik kitlesi içinde zayıf olan sosyalist gençlerin giderek tecrit olmalarına yol açması kaçınılmaz olur. Tabiî ki "Kitleyi kazanma" adına faşist saldırıların önünde sinmek, geri çekilmek, onların saldırganlıkların artırmadan başka bir işe yaramaz. Önemli olan kitleleri kazanmakla, faşistlerin saldırıları karşısında direnmeyi birleştirmektir. Bunun için özellikle, MHP’nin Kürt sorunun konusundaki demagojisine karşı, Abdullah Öcalan’ın görüşlerinin yaygınlaştırmak, gerçekleri gençlik yığınlarına anlatmak çok önemlidir. Faşistlerin ideolojik demagojilerini boşa çıkarmadan, onların siyasi gelişmelerini ve etkinliklerini (bugünkü koşullarda) önlemek zordur.
Faşistlerin saldırılarına karşı sadece "sol birlik" kurma yeterli değil, TKP'li gençler dahil olmak üzere kendine "sosyalist" diyen gençliği bir platform'da birleştirmek gereklidir."Solun birliğin " kurulması konusu, ekonomist görüşlerin yarattığı olumsuzluğu, kesinlikle bir tarafa atılmalıdır.
"Eylemde birlik propaganda da serbestlik" sloganı, solun birliğin kurulmasının esasını oluşturmalı, her sol grup kendi düşüncesini serbestçe yayabilmesine imkân tanımalı ve ideolojik mücadelenin önü kesilmemelidir.
Gerçek anlamda Marksizm savunanlar böylesine platformlarda güçlenerek çıkmaları kaçınılmazdır."sollun birliği" tabiî ki anti-kapitalizm temelinde kurula bilinir; çünkü "sosyalist gruplar”ın sözde de olsa kapitalizm'e karşı olduklarını söylüyorlar. Gerçekten kapitalizm'e karşı oldukları süreç içinde ortaya çıkacağının gözeterek "anti-kapitalizm'i" platform'da bir araya gelinerek, dinci gericiliğe, faşistlere, diğer burjuva düşüncelere karşı birlik sağlanır. Bu birliğin kurulmasının bir diğer nedeni, günümüz koşullarında,"sol" güçlerini birleştirerek ancak öğrencilerin kitle örgütlerine egemen olabilirler ve faşistlerin saldırıların geriye püskürte bilirler.

---------------------------------------------------------------------

(1) İşçi sınıfını tarihsel rolünü salt sömürü belirlemez, görüşleri, revizyonizm’in istismarına da yol açıyor. Revizyonistler, Marksizm'i bu düşüncesinden yolla çıkarak beyaz yakalı işçileri, işçi sınıfı içindeki aristokrat ve bürokrat tabakaları aklamanın peşinde koşuyorlar. Bunların burjuvazinin artı-değer sömürüsünden bay alan işçi sınıfı içinde burjuva tabakalar olduğu gizlenmeğe çalışmaktalar. Beyaz yakalıların, işçi aristokratların, bürokratların oluşmasının esas belirleyen, Tekelci burjuvazinin aşırı karı ve emperyalist sömürüsüdür. O,aşırı karlarının küçük bir bölümünü işçi sınıfının bu burjuva tabakalarına dağıtır. Beyaz yakalıların, işçi aristokratlarının, şu veya bu şekilde sosyal üretime katılmaları, bunların işçi sınıfının tarihsel fonksiyonuna sahip olduklarını göstermez. Tam tersine bunlar, artı-değer sömürüsünün dışında yer alırlar ve artı-değerden pay aldıkları için kapitalizm’i savunurlar ve de sosyalizm'e geçmeye engel olamaya çalışan "işçi" kılıklı burjuvalardır. Revizyonizm'in işçi sınıfı içinde temel dayanağı bu burjuva kesimleridir. Burjuvazinin neo-liberal döneme girmesiyle birlikte, beyaz yakalıların, işçi aristokratlarının da sosyal durumları sarsıntıya uğramasına rağmen, hale bu tabaka işçi sınıfı içinde varlığını sürdürmektedir.

(2) Burada değindiğim konular, başlı başına detaylandırılmasının gerekliği unutulması.

(3) Abdullah Öcalan’ın, Sovyetlerin dağılmasından sonra görüşlerinde köklü değişiklik yapmasıyla, ayrı Kürt devleti kurmaktan vazgeçip, bu amaç için mücadele eden Kürt burjuvazisine, yarı- feodal toprak ağalarına ve onların siyasi temsilcilerine karşı çıkması, "ilkel milliyetçilik" dediği Kürt milliyetçiliğini hedef alması, özellikle, Kürdistan’ın tüm bölgelerinde şimdiye kadar ortaya çıkan, Kürt toprak ağalarının isyanlarını karalaması, ulusal sorunun çözümünü, ulusal Kürt devlet'i kurmada değil, uluslararası kapitalizm bir biçimi olan AB’nin içinde araması, Türkiye'nin ulusal sorununu çözümün de yeni bir bakış açısı, yeni bir boyut kazandırdı.
"Ulusal kapitalizm'i ve ulusal devlet'i" savunan "Türkiye sosyalistleri" Abdullah Öcalan'ın ulusalcılığı (milliyetçiliği) ret eden bu düşüncelerini kaile almadılar ve önem vermediler. Oysa Abdullah Öcalan'ın bu düşüncelerinin propagandası, yıllardan beri "ülkeyi bölmek istiyorlar, biz etle tırnak gibiyiz" lafları la Türk halkını, PKK hareketine ve Öcalan'a düşman kılan, Türk faşistlerinin ve sürüp giden savaştan çıkarı olan generallerin, ırkçı, şoven demagojik propagandalarını boşa çıkarıp, etkisi hale getirmede uygun koşullar oluşturduğu gibi Ve aynı zamanda Kürt milliyetçiliğinin, Türk ve Kürt halklarını bölen, birbirine düşüren, işçi sınıfı içinde mevcut bulunan "ulusal çit"leri güçlendiren, ayrı devlet kurmak için Türk düşmanlığını körükleyen, ırkçı Kürt milliyetçiliğini de etkisiz hale getirmenin yollarını açıyor.
Abdullah Öcalan'ın ulusalcılığı ret eden düşünceleri yokmuşçasına, salt savaşın durmasını ve barış istemek, Türk ırkçılığının, şovenizmin, milliyetçiliğin etkisi altında olan Türk halkını ikna etmeği zorlaştırır. Ama AB'ne karşı "ulusal kapitalizm'i" savunan "sosyalist!"in, Abdullah Öcalan'ın milliyetçiliği hedef alarak, AB içinde çözüm aramasını,"milli devlet!"e tercih etmeyeceği açıktır. Çünkü Abdullah Öcalan, Ulusal devlet, ulusalcılık aşılmıştır düşüncelerini yanlış bulan, "Ulusal sosyalist”in soruna böyle bir bakış açısıyla yaklaşmayacağı garipsenemez
Abdullah Öcalan'ın ulusalcılığı ret eden düşüncelerini "Marksist" gören ve bunun için de sosyalizm'i, "Türkiye sosyalistlerini" karalama kampanyası başlatan Kürt milliyetçilerini propagandası, "ulusalcılığı" savunanlar tarafından görmemezlikten gelinmesi doğal değil mi?

(4) TKP, Menşevik "aşamalı devrim"i savundukları için kendi sempatizanlarından oluşan "cephe örgütleri" kurmaktan vazgeçmemiştir. Bu şekildeki sempatizanları önderi sosyalist partileri, komintern, tipik biçimsel bürokratik örgütler diye tanımlamıştı.
"50 senelik revizyonist" diye adlandırdığımız TKP'nin bu örgüt anlayış,1980 öncesi örgüt biçimine damgasını vurmuştu. Bunun için bu anti-Marksist örgüt anlayışını ele almak başka yazıların konusu olmalı ve olması da zorunudur. Eski TKP ile örgütsel hiç bir bağı olmayan, ama onun ideolojik görüşlerini devam ettiren yeni TKP 'de aynı anlayışla yol çıkarak, kendi sempatizanlarından oluşan,( ABD ve AB karşı) "yurt-sever" örgütler kurmaya devam ediyor.

(5) Üni'lerde, faşistlere karşısında, pasifiz tutumları la faşist saldırganlara cesaret veren yönetici tiplerinden bahsediyorsunuz. İlk önce bu yöneticileri kim seçiyor? Sorusu akla gelmelidir. Şayet bunlar alanda bulunan "emek gençler" tarafından seçilmiş olsalardı, bu yöneticiler bu şekilde tavır alamazlardı. Aldıklarında, o gençler onları yöneticilikten alır, gerçekten kendileri gibi tutum alan gençleri yönetici yaparlardı. Bu yöneticiler ya, parti tarafından veya partiyle sıkı örgütsel bağları olan "emek gençliği"nin merkezi örgütü veya il örgütü tarafından atanmışlardır. Bunun içinde bölgesindeki gençleri hiç kaile almıyor. Bu durumu ortadan kaldırmanın tek yollu, alanda bulunan "emek gençliğini" kendi yöneticilerin kendilerinin seçmeleri ve ortaklaşa aldıkları kararlara uygun bir pratik tavır belirlemeleridir. Karar organı yöneticiler değil, o alandaki örgüt olmalıdır ve yöneticileri de o alanda alınan kararlara bağlı olmalıdır. Böylesine bir örgütsel işleyiş aynı zamanda pratikte ortaya çıkan alınan kararların yanlışlığını da düzeltme imkânı verir.

(6) Ülkenin çeşitli yerlerinde linç girişimlerinin gerçek nedenleri göz ardı edilerek sözde "sosyolojik tahliller" yapılıyor. Ne faşistlerinin yığınsal bir güce erişmeleri nazarı itibara alınıyor, nede bunun nedenleri inceleniyor. Her ne hikmetse, bir kaç kişi bildiri dağıtıyor, faşistler onları linç etmeğe çalışıyor, polislerde hemen orada bitiyor ve linç olaylarını önlüyor. Olayların polis tertiplerinden başka bir şey olmadığı açıktır. Burada önemli olanın MHP'li faşistlerin, böyle tertiplenen linç girişimlerine yığınsal güç olarak katıla bilmesidir. MHP gerek seçimlerde aldıkları oy oranlarıyla, gerekse yığınları hareket ettire bilme gücüyle yığınsal gerici siyasi bir hareket haline geldiği inkâr edilemez bir gerçektir.

Hiç yorum yok: