1 Mart 2012

Tunus'taki Secimler


Burjuvazinin isyanları bastırma manevrası ve Tunus’taki seçimler.
Kapitalizmin krizinin etkilediği ülkelerin başında gelen ve açlığın, yoksulluğun, çaresizliğin, işsizliğin dayanılmaz noktalara çıkmasıyla Tunus’ta başlayarak, tüm kuzey Afrika ülkelerin, orta-doğuyu saran isyanlar karşında burjuvazi hemen işçi ve emekçilerin başkaldırısının amacını saptırmak için harekete geçmekte gecikmemişti. Uluslararası burjuvazi,  bu ülkelerde uzun yıllardır beslediklerini, onlara dayanarak orta-doğu ve kuzey Afrika ülkelerindeki işçileri emekçileri amansız sömürü çarkı için aldıklarını unutarak! Diktatörlerini, isyan eden yoksulların önüne atmaktan çekinmedi. Sanki isyanın nedeni kapitalist sistemin yarattığı yoksulluk, işsizlik açlık değilmiş gibi, sorunun diktatörlük mü? Yoksa burjuva demokrasi mi alternatifi çatışmasının içine habis etti.
Birden, bire ortaya çıkan isyanları kontrolü altına alma amacıyla hemen hareket geçmede vakit kayıp etmeyen uluslararası burjuvazi, kitlerin başkaldırısını haklı! Bulup, “diktatörlüklere karşı demokrasi” havarisi kesildi. Oysa uluslararası burjuvazinin tek amacı, kitlelerin başkaldırılarının gerçek nedeni olan kapitalizm karşı ölümüne mücadele etmelerini önünü kesmekti. Bunun için, burjuva demokrasi “inlileriyle” mücadeleye atılanları yatıştırmak ve üzerlerindeki sarsılan otoritelerini yeniden sağlamlaştırmaktı. Burjuvazi, sınıf mücadelesinde edindiği tecrübelerle, yoksulların başkaldırılarını sürdürmeleri ayni zaman gerçeklerin ortaya çıkmasına ve kitlelerin giderek sınıf bilincine varmalarına neden olacağını ve kapitalizm yıkılmadan sömürünün, daha doğrusu açlığın, işsizliği çaresizliği ortada kalmayacağını anlamalarının ortamını yaratacağını  öğrenmiştir. Burjuvazi, bunun için “elini çabuk tutuyor” ve sömürülen kitleler “bir şeylerin farkına varmadan”  (ve de solcu görünümlü reformistlerinde yardımıyla)   “diktatörlüklere karşı demokrasi” adına, burjuva demokrasine geçişi gündeme taşıyor ve yoğun bir propaganda kampanyası başlatıyordu.
Ama tüm bunlara rağmen, burjuvazinin hangi amaç peşinde koştuğunu bilmiyormuş gibi hareket eden ve Tunus’ta yıllarca Bin Ali diktatörlüğüne karşı mücadele etmekle övüne, Tunus işçilerin “komünist” partisi,  uluslara arası burjuvazinin izlediği taktikleri güçlendirmek için “kolların sıvaya” biliyordu.
Esas olarak işçi ve emekçilerin mücadelesi kendiliğinden ortaya çıkar. Ama TİKP’nin başkanı, bu görüşü ret ederek, Tunus’un Sidi Buzid kentinde, 17 aralık 2010 günü üniversiteyi bitirdiği halde yılardır iş bulamayan ve bunun için seyyar satıcılıkla yaşamın sürdüren Muhammed Buazizi isimli gencin belediye zabıtalarının tezgahına el koyması sonucu kendisini yakmasıyla Sidi Buzid şehirden başlayan ve tüm Tunus’a, oradan da diğer kuzey Afrika ve orta-doğu ülkelerine yayılan yoksuların isyanını, kendilerinin başladığını öne sürebiliyor ve kendiliğinden (yani spontane olarak ) ortaya çıkan  eylem tanınmasına itiraz edebiliyordu. Oysa böylesine büyük, hata yıllarca Tunus’u demir pençesi altına alan bir diktatörü ülkesini terke etmeğe zorlayan, kitlesel mücadeleye ideolojik, siyasi ve örgütsel olarak “hegemonya” kuran bir komünist partisinin ilk hedef, burjuva devletini dağıtıp, parçalayıp yerine proletaryanın demokratik iktidarını kurmaya, sosyalist sistemi inşa etmeye başlamış olması gerekirdi. Ama Tunus’taki mücadele böylesine bir aşamaya gelmediği açıktı. Aksine yoksullar, açlığa, işsizliğe, çaresizliğe isyan etmelerine rağmen, sefil durumların ve yaşantılarını gerçek nedenin ne olduğunun bilincinde değillerdir ve bu bilince ancak başkaldır hareketlerin sürekliliği içeren süreçte var bilirler ve bunun için burjuvazi, bu sürecin önünü kesmeğe çalışıyor.
Ama ne var ki, çok iddialı laflar eden Tunus işçilerinin “komünist partisi” bırakın kitlelerin mücadelesini devrime doğru kanalize etmeyi, uluslararası burjuvazinin mücadeleyi yatıştırma manevralarına ortak oluyor ve hemen seçimlere katılmak, seçilecek olan “kurucu meclis eliyle”  yapılacak “demokratik anayasayla”  Tunus’u “demokrasiye götürmek” için hazırlığa girişti. Peki sonuç?!; Burjuvazinin manevralarının peşine takılmanın ortaya çıkardığı  “hayal kırıklığı”.
Tunus’ta “demokrasiye geçişin ilk adım” olarak lanse edilen seçimler, uluslararası burjuvazinin yardımıyla ve emperyalist-kapitalist sistemin demokrasiyle uyum içinde ve de onun ideolojisinin, ekonomik-politikasının doğrudan bir uzantısı olma amacıyla  “ılımlı İslam hareketi” bozlarına bürüne ve Türkiye başlatılarak  tüm “İslam ülkelerine” doğru yayılan “yeni dinci siyasi hareketin   “ zaferiyle “ sonuçlandı.
Böylece, Anayasayla “demokrasi” arayan Tunus işçilerin “komünist” partisinin demokratik anayasanın! Oluşturulmasında hiçbir katkısının olamayacağı da anlaşıldı. Çünkü 270 üyeli meclise 3 tane millet- vekili sokabilmiş.
Lenin söyle diyor:” çünkü yığınların eylemi –örneğin bir büyük grev-  yalnızca devrim sırasında ya da devrimci bir durumda değil, her zaman parlamenter eylemden daha önemlidir” ( komünizmin bir çocukluk hastalığı sol komünizm kitabı sol yayınlar,1991 s. 55)
Ama Lenin’in görüşleri Tunus’un “komünistlerini” de artık etkilemiyor! Oysa kapitalizm yaşadıkça, dünya sosyalizmine geçilmedikçe canlığını korumaya devam edecek olan Lenin görüşleri, Tunuslu komünistlere de yol göstermeye devam etmesi gerekiyordu. Eğer böyle olsaydı, Tunus’ta da bir devrimcinin, bir komünistin yapması gereken ilk şey; uluslararası burjuvazinin manevraların bozmak için gündeme alınan burjuva demokrasiye geçişin hiçbir işe yaramayacağını isyan eden kitlelere anlatmak ve eylemleri sürdürmeğe devam etmeğe çağırmaktı. Çünkü kendiliğinde ortaya çıkan mücadelenin bilinci aşılmadıkça, kitlelerin aldatılmasının önüne geçilemez ve burjuvazinin taktikleri boşa çıkarılamaz. Bunun için burjuvazi tarafında “diktatörlüklere” karşı alternatif olarak öne sürülen burjuva demokrasisi ret edilmeliydi ve bu seçimlere boykot çağrısı yapılmalıydı.
Peki, böyle bir taktiğin uygulanmasının koşulları Tunus’ta var mıydı?  Sorusunun cevap; evet vardı; çünkü seçimler sırasında Tunus’a giden Almanya’nın tanınmış Spiegel dergisinin muhabiri dahi, Tunus’ta, “serbest seçimlerle” demokrasiye geçişin hiçbir şeyi değişmeyeceği inancıyla hareket eden çaresiz yığınlarla karşılaştığını ve şimdiki sosyal, ekonomik durumlarının, Bin Ali döneminden, de daha kötü olduğunu dile getirdiklerine tanıklık ettiğini  yazısında açıklıyor.  Nitekim, Tunus’ta yapılan seçimlere katılma hakkı olan 7 milyon seçmenden, 4 milyonu seçime katılmak için kart almış.
Yoksul kitleler dahi seçimleri kazana burjuva partilerinin de hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerinin fark olduğu koşullarda,  burjuvazinin parlamenteriz oyunlarına karşı, gerçekten uluslararası burjuvazinin karlarına darbe vurarak işsizliği azaltacak, talepler için grevlere, mitingleri devam etmek ve bu uğurda çalışmak  gerekirdi. Oysa bu izahlarımızın tam tersine hareket eden, TİKP ve kendine “Marksist” diyen siyasi gruplar yıllardır faşizmin baskısı altında kurdukları ve işçi sınıfıyla, yoksul emekçilerle bağlar kurabildikleri illegal örgütlerini “demokrasiye” geçme adına yasalaştırıp,  tasfiyeci bir konuma girebiliyorlar ve de kuzey Afrika ülkelerindeki faşist diktatörlüklere karşı illegal  “komünist partisi” adıyla örgütlenip, mücadele eden tek parti olmalarına  rağmen. Böylece yıllarca faşist diktatörlüklere karşı sürdürdükleri mücadeleyle emekçi kitlelerin nezlin de sağladıkları sempatiyi, prestiji yitirme sürecini başlattıklarını bildikleri halde.
Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da v.s ülkelerinde yapılacak olan seçimlerle sözde demokrasiye geçiş, işsizliğe, korkunç yoksulluklarına karşı isyan eden kitlelerin hoşnutsuzluğunu gidermede hiçbir işe yaramayacağını uluslararası burjuva kesimlerde biliyor. Çünkü bir türlü baş edemedikleri ekonomik kriz derinleşerek sürüyor. Kuzey Afrika ve orta-doğudaki isyanları, “demokrasi” inleriyle uyutulmaya çalışılırken, buralarda başlayan isyanlar, ABD’ni ve Avrupa’yı sarmaya başladı.
Burjuvazinin aşır üretim bunalımıyla üretimi gerileme sürecinin içine ittiği bir dönemde, “üretim için yatırıma” girerek işsizliğin azaltılacağı ileri sürmesi, işsizleri boş ümitlerle aldatmaya çalışmakta başka bir amaç taşımıyor. Kaldı ki,  işsizlik ve onun artışı, daha fazla iş yeri açmak için yatırıma girilmediğinden dolayı ortaya çıkmıyor ve çıkmaz. Bu görüşler, kapitalizm savunucusu ve onu yaşatmayı baş görev edine sosyal-demokratların ve revizyonist kesimlerin uydurdukları yalandır. Çünkü kapitalist sistemde işsizliğin var olmasını belirleyen, kar ve Pazar için üretimdir. 
Rusya’da Bolşeviklerin iktidara gelmeleriyle birlikte, sosyalizmi kurmak amacıyla, kar ve Pazar için üretime son verilip, kitlelerin tüketimini gözete planlı ekonomiye geçilmeğe başlandığında, ilk önce işsizlik   hemen ortadan  kaldırıldı ve “çalışmayana ekmek yok” sloganıyla, herkesin çalışabilmesine ortam hazırlandı. Buna rağmen Sovyetlerdeki “yurt iç gayri safi üretim”  Çarlık Rusya’sı dönemindeki seviyesine gelmesi yılları aldı. Burjuvazi kar ve daha fazla kar peşinde koştuğu için durmadan işsizliği yaratır. Ekonomik krizle üretimin durması da, işsizliği birden bire büyük boyutlara çıkarır.
Bu ekonomik kriz döneminde, de, daha da artan işsizliğin önlenmesi ve işsizlere iş yerlerinin açılmasının tek şartı; burjuvazinin karını kısıtlamaktan geçer. Bunun için bankların ve enerji şirketleri başta olmak üzere, büyük işletmeler hemen kamulaştırılmalı, neo-liberal politikalara son verilmeli ve üretimin, kar ve pazarı için üretilmesi kısıtlanmalı. Özellikle kuzey Afrika’daki sömürünün esas kaynağı olan Avrupa patenli firmalara işçilerin ve emekçilerin seçtiği komiteler tarafından hemen el koyulmalı ve işçi ,emekçi kitlerin tüketimin gözeden ve kar amacı taşımayan üretime geçilmeli. Böyle bir politik yolun başarısı ve bu taleplerin gerçekleşmesi, burjuvazinin seçim oyunlarıyla, burjuva klikleri iktidara getirecek parlamentonun zeminde değil, kitlerin mücadelesinde, yani grevlerle, mitinglerle, yürüyüşlerle sağlana bilinir ve de kitleler bu amaç doğrultusunda harekete geçirilmedikçe, işsizlik ve açlık ortadan kalkmaz.
Türkiye’de olduğu gibi, Tunus’ta da kapitalizme karşı kitlelerin mücadelesi hedefinde saptırılarak, “şeriat mı, yoksa laiklik mi” çatışması gündeme getirilip, işçiler ve emekçiler burjuvalar arası iktidar mücadelesinin aleti haline getirilmek isteniyor. İşçiler ve emekçiler bu oyunun “kurbanı” haline getirilmemeli. Faşist Bin Ali’nin laik rejimiyle, dincilerin “ılımlı İslam” veya şeriat rejimleri arasında en küçük fark yok. Her ikisi de uluslararası kapitalist sömürüyü gerçekleştirmeyi amaçlayan siyasi rejimlerdi.
Bir dönem Tunus’ta da “demokrasi” adına, Bin Ali’nin laik faşist diktatörlüğün karşı, İslamcı gruplarla ittifak kuran “komünistlerin” yerine, seçimle iktidara gelmesi kesinleşe, dincilerin şerait rejimine veya tehlikesin karşı, laik faşistlerle ittifak kuracak “solcuların” veya “komünistlerin” ortaya çıkması  ve  kitleleri bu iktidar çatışmasının aleti haline getirmesi için faaliyete girişme  uzak bir ihtimal değil. Aslında Türkiye’de, de  burjuvazinin tezgahladığı   bu gerici politik çatışmaların benzerlerinin, Tunus’ta, Mısır’da diğer “ Arap ülkelerinde” yaşanması kaçınılmazdı. Çünkü Türkiye, ”İslam ülkeleri “ içinde bu çatışmanın öncüsü ve ana merkezi olmuştur. Tunus’ta Seçimi kazana dinci partinin “biz AKP’nin yolunda yürüyoruz “ açıklaması boşuna değil. Çünkü yıllardır “Arap ülkeleri” hep Türkiye’deki ekonomik-politik gelişmeleri takip etmişleri. Bir dönem “Kemalizm, Nasırcılık” olarak nasıl “Arap dünyasını” sardıysa, şimdide ‘Ilımlı İslam hareketi  “Arap  ülkelerini” etkisi altına almaya başladı. 
Bunun için Tunus’ta da tek yol sosyalist devrim için mücadele ederek, kapitalizm tasfiye etmektir. Ne başka çıkış yolu var, nede demokrasi adına burjuvazinin peşine takılmaya ihtiyaç var.                        




                            

Hiç yorum yok: