Burjuvazinin
isyanları bastırma manevrası ve Tunus’taki seçimler.
Kapitalizmin
krizinin etkilediği ülkelerin başında gelen ve açlığın, yoksulluğun,
çaresizliğin, işsizliğin dayanılmaz noktalara çıkmasıyla Tunus’ta başlayarak,
tüm kuzey Afrika ülkelerin, orta-doğuyu saran isyanlar karşında burjuvazi hemen
işçi ve emekçilerin başkaldırısının amacını saptırmak için harekete geçmekte
gecikmemişti. Uluslararası burjuvazi, bu
ülkelerde uzun yıllardır beslediklerini, onlara dayanarak orta-doğu ve kuzey
Afrika ülkelerindeki işçileri emekçileri amansız sömürü çarkı için aldıklarını
unutarak! Diktatörlerini, isyan eden yoksulların önüne atmaktan çekinmedi.
Sanki isyanın nedeni kapitalist sistemin yarattığı yoksulluk, işsizlik açlık
değilmiş gibi, sorunun diktatörlük mü? Yoksa burjuva demokrasi mi alternatifi
çatışmasının içine habis etti.
Birden,
bire ortaya çıkan isyanları kontrolü altına alma amacıyla hemen hareket geçmede
vakit kayıp etmeyen uluslararası burjuvazi, kitlerin başkaldırısını haklı!
Bulup, “diktatörlüklere karşı demokrasi” havarisi kesildi. Oysa uluslararası
burjuvazinin tek amacı, kitlelerin başkaldırılarının gerçek nedeni olan
kapitalizm karşı ölümüne mücadele etmelerini önünü kesmekti. Bunun için,
burjuva demokrasi “inlileriyle” mücadeleye atılanları yatıştırmak ve
üzerlerindeki sarsılan otoritelerini yeniden sağlamlaştırmaktı. Burjuvazi,
sınıf mücadelesinde edindiği tecrübelerle, yoksulların başkaldırılarını
sürdürmeleri ayni zaman gerçeklerin ortaya çıkmasına ve kitlelerin giderek sınıf
bilincine varmalarına neden olacağını ve kapitalizm yıkılmadan sömürünün, daha
doğrusu açlığın, işsizliği çaresizliği ortada kalmayacağını anlamalarının ortamını
yaratacağını öğrenmiştir. Burjuvazi,
bunun için “elini çabuk tutuyor” ve sömürülen kitleler “bir şeylerin farkına
varmadan” (ve de solcu görünümlü
reformistlerinde yardımıyla) “diktatörlüklere karşı demokrasi” adına,
burjuva demokrasine geçişi gündeme taşıyor ve yoğun bir propaganda kampanyası
başlatıyordu.
Ama
tüm bunlara rağmen, burjuvazinin hangi amaç peşinde koştuğunu bilmiyormuş gibi
hareket eden ve Tunus’ta yıllarca Bin Ali diktatörlüğüne karşı mücadele etmekle
övüne, Tunus işçilerin “komünist” partisi,
uluslara arası burjuvazinin izlediği taktikleri güçlendirmek için “kolların
sıvaya” biliyordu.
Esas
olarak işçi ve emekçilerin mücadelesi kendiliğinden ortaya çıkar. Ama TİKP’nin
başkanı, bu görüşü ret ederek, Tunus’un Sidi Buzid kentinde, 17 aralık 2010
günü üniversiteyi bitirdiği halde yılardır iş bulamayan ve bunun için seyyar
satıcılıkla yaşamın sürdüren Muhammed Buazizi isimli gencin belediye
zabıtalarının tezgahına el koyması sonucu kendisini yakmasıyla Sidi Buzid
şehirden başlayan ve tüm Tunus’a, oradan da diğer kuzey Afrika ve orta-doğu
ülkelerine yayılan yoksuların isyanını, kendilerinin başladığını öne
sürebiliyor ve kendiliğinden (yani spontane olarak ) ortaya çıkan eylem tanınmasına itiraz edebiliyordu. Oysa
böylesine büyük, hata yıllarca Tunus’u demir pençesi altına alan bir diktatörü
ülkesini terke etmeğe zorlayan, kitlesel mücadeleye ideolojik, siyasi ve
örgütsel olarak “hegemonya” kuran bir komünist partisinin ilk hedef, burjuva
devletini dağıtıp, parçalayıp yerine proletaryanın demokratik iktidarını kurmaya,
sosyalist sistemi inşa etmeye başlamış olması gerekirdi. Ama Tunus’taki
mücadele böylesine bir aşamaya gelmediği açıktı. Aksine yoksullar, açlığa,
işsizliğe, çaresizliğe isyan etmelerine rağmen, sefil durumların ve
yaşantılarını gerçek nedenin ne olduğunun bilincinde değillerdir ve bu bilince
ancak başkaldır hareketlerin sürekliliği içeren süreçte var bilirler ve bunun
için burjuvazi, bu sürecin önünü kesmeğe çalışıyor.
Ama
ne var ki, çok iddialı laflar eden Tunus işçilerinin “komünist partisi” bırakın
kitlelerin mücadelesini devrime doğru kanalize etmeyi, uluslararası burjuvazinin
mücadeleyi yatıştırma manevralarına ortak oluyor ve hemen seçimlere katılmak,
seçilecek olan “kurucu meclis eliyle” yapılacak “demokratik anayasayla” Tunus’u “demokrasiye götürmek” için hazırlığa
girişti. Peki sonuç?!; Burjuvazinin manevralarının peşine takılmanın ortaya
çıkardığı “hayal kırıklığı”.
Tunus’ta
“demokrasiye geçişin ilk adım” olarak lanse edilen seçimler, uluslararası
burjuvazinin yardımıyla ve emperyalist-kapitalist sistemin demokrasiyle uyum
içinde ve de onun ideolojisinin, ekonomik-politikasının doğrudan bir uzantısı
olma amacıyla “ılımlı İslam hareketi” bozlarına
bürüne ve Türkiye başlatılarak tüm
“İslam ülkelerine” doğru yayılan “yeni dinci siyasi hareketin “
zaferiyle “ sonuçlandı.
Böylece,
Anayasayla “demokrasi” arayan Tunus işçilerin “komünist” partisinin demokratik
anayasanın! Oluşturulmasında hiçbir katkısının olamayacağı da anlaşıldı. Çünkü
270 üyeli meclise 3 tane millet- vekili sokabilmiş.
Lenin
söyle diyor:” çünkü yığınların eylemi –örneğin bir büyük grev- yalnızca devrim sırasında ya da devrimci bir
durumda değil, her zaman parlamenter eylemden daha önemlidir” ( komünizmin bir
çocukluk hastalığı sol komünizm kitabı sol yayınlar,1991 s. 55)
Ama
Lenin’in görüşleri Tunus’un “komünistlerini” de artık etkilemiyor! Oysa kapitalizm
yaşadıkça, dünya sosyalizmine geçilmedikçe canlığını korumaya devam edecek olan
Lenin görüşleri, Tunuslu komünistlere de yol göstermeye devam etmesi
gerekiyordu. Eğer böyle olsaydı, Tunus’ta da bir devrimcinin, bir komünistin
yapması gereken ilk şey; uluslararası burjuvazinin manevraların bozmak için
gündeme alınan burjuva demokrasiye geçişin hiçbir işe yaramayacağını isyan eden
kitlelere anlatmak ve eylemleri sürdürmeğe devam etmeğe çağırmaktı. Çünkü
kendiliğinde ortaya çıkan mücadelenin bilinci aşılmadıkça, kitlelerin
aldatılmasının önüne geçilemez ve burjuvazinin taktikleri boşa çıkarılamaz.
Bunun için burjuvazi tarafında “diktatörlüklere” karşı alternatif olarak öne
sürülen burjuva demokrasisi ret edilmeliydi ve bu seçimlere boykot çağrısı
yapılmalıydı.
Peki,
böyle bir taktiğin uygulanmasının koşulları Tunus’ta var mıydı? Sorusunun cevap; evet vardı; çünkü seçimler
sırasında Tunus’a giden Almanya’nın tanınmış Spiegel dergisinin muhabiri dahi,
Tunus’ta, “serbest seçimlerle” demokrasiye geçişin hiçbir şeyi değişmeyeceği
inancıyla hareket eden çaresiz yığınlarla karşılaştığını ve şimdiki sosyal, ekonomik
durumlarının, Bin Ali döneminden, de daha kötü olduğunu dile getirdiklerine
tanıklık ettiğini yazısında açıklıyor. Nitekim, Tunus’ta yapılan seçimlere katılma hakkı
olan 7 milyon seçmenden, 4 milyonu seçime katılmak için kart almış.
Yoksul
kitleler dahi seçimleri kazana burjuva partilerinin de hiçbir şeyi
değiştiremeyeceklerinin fark olduğu koşullarda,
burjuvazinin parlamenteriz oyunlarına karşı, gerçekten uluslararası
burjuvazinin karlarına darbe vurarak işsizliği azaltacak, talepler için
grevlere, mitingleri devam etmek ve bu uğurda çalışmak gerekirdi. Oysa bu izahlarımızın tam tersine
hareket eden, TİKP ve kendine “Marksist” diyen siyasi gruplar yıllardır faşizmin
baskısı altında kurdukları ve işçi sınıfıyla, yoksul emekçilerle bağlar
kurabildikleri illegal örgütlerini “demokrasiye” geçme adına yasalaştırıp, tasfiyeci bir konuma girebiliyorlar ve de
kuzey Afrika ülkelerindeki faşist diktatörlüklere karşı illegal “komünist partisi” adıyla örgütlenip,
mücadele eden tek parti olmalarına rağmen. Böylece yıllarca faşist
diktatörlüklere karşı sürdürdükleri mücadeleyle emekçi kitlelerin nezlin de
sağladıkları sempatiyi, prestiji yitirme sürecini başlattıklarını bildikleri
halde.
Tunus’ta,
Mısır’da, Libya’da v.s ülkelerinde yapılacak olan seçimlerle sözde demokrasiye
geçiş, işsizliğe, korkunç yoksulluklarına karşı isyan eden kitlelerin
hoşnutsuzluğunu gidermede hiçbir işe yaramayacağını uluslararası burjuva
kesimlerde biliyor. Çünkü bir türlü baş edemedikleri ekonomik kriz derinleşerek
sürüyor. Kuzey Afrika ve orta-doğudaki isyanları, “demokrasi” inleriyle
uyutulmaya çalışılırken, buralarda başlayan isyanlar, ABD’ni ve Avrupa’yı
sarmaya başladı.
Burjuvazinin
aşır üretim bunalımıyla üretimi gerileme sürecinin içine ittiği bir dönemde,
“üretim için yatırıma” girerek işsizliğin azaltılacağı ileri sürmesi, işsizleri
boş ümitlerle aldatmaya çalışmakta başka bir amaç taşımıyor. Kaldı ki, işsizlik ve onun artışı, daha fazla iş yeri
açmak için yatırıma girilmediğinden dolayı ortaya çıkmıyor ve çıkmaz. Bu
görüşler, kapitalizm savunucusu ve onu yaşatmayı baş görev edine
sosyal-demokratların ve revizyonist kesimlerin uydurdukları yalandır. Çünkü
kapitalist sistemde işsizliğin var olmasını belirleyen, kar ve Pazar için
üretimdir.
Rusya’da
Bolşeviklerin iktidara gelmeleriyle birlikte, sosyalizmi kurmak amacıyla, kar
ve Pazar için üretime son verilip, kitlelerin tüketimini gözete planlı
ekonomiye geçilmeğe başlandığında, ilk önce işsizlik hemen
ortadan kaldırıldı ve “çalışmayana ekmek
yok” sloganıyla, herkesin çalışabilmesine ortam hazırlandı. Buna rağmen
Sovyetlerdeki “yurt iç gayri safi üretim”
Çarlık Rusya’sı dönemindeki seviyesine gelmesi yılları aldı. Burjuvazi
kar ve daha fazla kar peşinde koştuğu için durmadan işsizliği yaratır. Ekonomik
krizle üretimin durması da, işsizliği birden bire büyük boyutlara çıkarır.
Bu
ekonomik kriz döneminde, de, daha da artan işsizliğin önlenmesi ve işsizlere iş
yerlerinin açılmasının tek şartı; burjuvazinin karını kısıtlamaktan geçer. Bunun
için bankların ve enerji şirketleri başta olmak üzere, büyük işletmeler hemen
kamulaştırılmalı, neo-liberal politikalara son verilmeli ve üretimin, kar ve
pazarı için üretilmesi kısıtlanmalı. Özellikle kuzey Afrika’daki sömürünün esas
kaynağı olan Avrupa patenli firmalara işçilerin ve emekçilerin seçtiği
komiteler tarafından hemen el koyulmalı ve işçi ,emekçi kitlerin tüketimin
gözeden ve kar amacı taşımayan üretime geçilmeli. Böyle bir politik yolun
başarısı ve bu taleplerin gerçekleşmesi, burjuvazinin seçim oyunlarıyla,
burjuva klikleri iktidara getirecek parlamentonun zeminde değil, kitlerin
mücadelesinde, yani grevlerle, mitinglerle, yürüyüşlerle sağlana bilinir ve de
kitleler bu amaç doğrultusunda harekete geçirilmedikçe, işsizlik ve açlık
ortadan kalkmaz.
Türkiye’de
olduğu gibi, Tunus’ta da kapitalizme karşı kitlelerin mücadelesi hedefinde
saptırılarak, “şeriat mı, yoksa laiklik mi” çatışması gündeme getirilip,
işçiler ve emekçiler burjuvalar arası iktidar mücadelesinin aleti haline
getirilmek isteniyor. İşçiler ve emekçiler bu oyunun “kurbanı” haline
getirilmemeli. Faşist Bin Ali’nin laik rejimiyle, dincilerin “ılımlı İslam”
veya şeriat rejimleri arasında en küçük fark yok. Her ikisi de uluslararası
kapitalist sömürüyü gerçekleştirmeyi amaçlayan siyasi rejimlerdi.
Bir
dönem Tunus’ta da “demokrasi” adına, Bin Ali’nin laik faşist diktatörlüğün
karşı, İslamcı gruplarla ittifak kuran “komünistlerin” yerine, seçimle iktidara
gelmesi kesinleşe, dincilerin şerait rejimine veya tehlikesin karşı, laik
faşistlerle ittifak kuracak “solcuların” veya “komünistlerin” ortaya çıkması ve kitleleri bu iktidar çatışmasının aleti haline
getirmesi için faaliyete girişme uzak
bir ihtimal değil. Aslında Türkiye’de, de
burjuvazinin tezgahladığı bu gerici politik çatışmaların benzerlerinin, Tunus’ta,
Mısır’da diğer “ Arap ülkelerinde” yaşanması kaçınılmazdı. Çünkü Türkiye,
”İslam ülkeleri “ içinde bu çatışmanın öncüsü ve ana merkezi olmuştur. Tunus’ta
Seçimi kazana dinci partinin “biz AKP’nin yolunda yürüyoruz “ açıklaması boşuna
değil. Çünkü yıllardır “Arap ülkeleri” hep Türkiye’deki ekonomik-politik
gelişmeleri takip etmişleri. Bir dönem “Kemalizm, Nasırcılık” olarak nasıl
“Arap dünyasını” sardıysa, şimdide ‘Ilımlı İslam hareketi “Arap
ülkelerini” etkisi altına almaya başladı.
Bunun
için Tunus’ta da tek yol sosyalist devrim için mücadele ederek, kapitalizm
tasfiye etmektir. Ne başka çıkış yolu var, nede demokrasi adına burjuvazinin
peşine takılmaya ihtiyaç var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder