İG Metal
sendikasının kongresi
12,13 ekim 2011 yapılan IG Metal kongresinde
genel-başkanın konuşması; burjuva
sendika hareketinin, kapitalizmin ekonomik krizinin işçileri “kasıp, kavurduğu”
bir dönemde dahi, burjuvaziye hizmet kusur etmediğinin kanıtıydı.
İG Metal başkanı Berthold Huber, kapalı
kapılar arkasında ve pazarlıklar İG Metal’ın başkanı seçilmeden önce,
kapitalizmi ve burjuvazinin çıkarını savuna “ateşli bir militan” olduğunu
göstermişti ve doğu- batı Almanya arasındaki ücret farklılıklarının ortadan
kalması için doğu-Almanya’da greve giden işçilerin mücadelesi sırasın da grev kırçıllığıyla ön plana çıkarak,
patronların ve burjuva hükümetlerinin güvenlerini kazanmayı başarmıştı!.
Doğu-Almanya da ücretlerin eşitleştirilmesi
için yapılan grevler, batı Almanya’daki büyük otomobil fabrikaları başta olmak
üzere, Metal iş kollarındaki işletmelerin üretiminin durmasına yol açıyor ve
patronları eşit ücret uygulamasına gitmeğe zorluyordu.
Çünkü doğu-Almanya’da ücretlerin düşük
olmasından dolayı daha ucuza mal edilen yedek parçalar sayesinde
Almanya’daki uluslararası şirketler büyük karlar elde ediyorlar ve özelikle AB içindeki burjuvalar arası rekabete güçlü olabilmenin
avantajını yakalıyorlar.
Diğer yandan doğu-Almanya’daki üretilen yedek
parçalar olmasa, batı-Almanya’daki fabrikaların üretimini sürdürmesi dahi
imkânsız hale gelebiliyor. Doğu-Almanya
ile batı- Almanya arasında var olan ücret eşitsizliği, doğu-Almanyalı işçilerinin
ve emekçilerin her gecen gün daha da yoksullaşmalarının nedenlerinin başında
geliyor.
CDU, sözde kabul etmek istediği asgari ücretin
tespitinde, doğu ve batı Almanya arasındaki ücret farklılıkların gözeteceğini
ilan etmekten çekinmiyor.
Huber, doğu ve batı Almanya arasındaki ücret
farklıkların devamını sağlayan sendikacı olarak “ünlenmesi”; ona, Schrörder
hükümetinin İG Metal sendikasının başkanı olması için tüm kapıları ardına kadar
açmasını sağlamıştı.
Son yapılan İG metal sendikasının kongresi Huber’in
işçi düşmanı ve burjuva yanlısı politik
çizgisini,( ekonomik krize rağmen)
hiçbir şekilde değiştirmeyeceği bir kez daha açığa çıkıyordu.
DGM’nin en büyük sendikasının başkanı olan
Huber, krizi döneminde işçinin aleyhine olan ve patronların çıkarını gözeten politik
taktikleriyle övünüyordu!
Bir yandan, kriz dönemin de toplu
sözleşmelerde en asgari talepler ve ücret artışları istemeden hareket
ediklerini ileri sürerek patronlara yardım ettiklerin, diğer yandan “kısa çalışma” adı verilen
uygulamayı desteklediklerini itiraf etmekten çekinmiyordu.
Ekonomik krizin ortaya çıkmasın da en küçük
katkısı dahi olmayan işçilerin sırtına , “krizin yükünü” bindirilmesine yardım
eden burjuva-bürokrat sendikacılar, işçileri yoksullaştırarak, patronların
karına, kar kattıklarını gizlemeyi dahi gereksiz görüyorlar.
Ve de “kısa çalışmanın” ekonomik kriz döneminde
işçilerin lehine bir uygulama olduğunu kanıtlamak istiyorlar.
Oysa “ kısa çalışma” isimi verilen uygulama,
üretimin durgunluğa girdiği ve stokları büyüdüğü dönemde patronların işçileri
uyutarak işten çıkarmasının bir adıdır.
“Kısa çalışma” adıyla hareket geçen Patronlar,
krizi karşında işçilerin birlikte kendisine karşı eyleme girmelerini önlemek
için, çalışacak, işten çıkarılacak işçi ayrımının yaparak işçilerin birliğini
parçalıyorlar. Sırayla işçiyi işten çıkarıyor,
diğer yandan da, kendilerinin işten çıkarılacaklarını zannetmeyen işçileri de
etkisizleştiriyor.
İşten çıkarılan işçiler (ekonomik kriz
bittikten sonra işe geri alma vaatlarıyla ) evlerine gönderiyor.
Merkel hükümeti de bu süre içinde işçilerin ücretin %60 oranını ödemeği kabul
ediyor. Böylece işçilerin %40 oranında ücret kaybının ortaya çıkmasının yanı
sıra, patronu ödediği emeklilik, işsizlik birimi ortadan kalkıyor.
İşçilerin ücretler düştüğü için kendilerinin
ödedikleri emeklilik birim oranı da düşüyor ve böylece daha az emekli maaşı
almalarının ortamı hazırlanıyor.
En önemlisiyse işsizlik parası almayı hak
eden işçi, işsizlik parasını önceden aldığı ücrete göre değil, hükümetin
ödediği %60 oranına göre almak zorunda bırakılıyor.
“Kısa çalışma” adına işten çıkarılan
işçilerin önemli bir kısım tamamen işten çıkarılarak Leih-firmalara(işçi
kiralayan firmalara) baş vurmak zorunda bırakıldı. Çünkü işsizliği
parasının ödenmesi 1 seneyle sınırlıdır ( bu süre 50 yaşını üstündeki işçiler için
birkaç ay daha fazladır) Böylece, işten
çıkarılan işçinin yerine başka bir
işçiyi işe alan patronlar , işten
çıkardığı işçinin o zamanı ki ücretinin çok altında bir ücretle ve sendika ,toplu-sözleşme hakları olmayan
Leih-firma işçilerini alıyorlar.
Tüm bu pratik uygulamaları göz ardı eden,
sendika bürokratları “kısa çalışma” adı verdikleri süreli işten çıkarmanın
işçilerin çıkarına olduğunun propagandasını yaparak, (kriz dönemin de,de)
patronların değil, işçilerin fedakârlık yapmasının ortamını hazırlıyorlar.
Bir an için, bu pratikteki bu uygulamanın
değil de, bürokrat sendikacıların propagandaların doğru olduğunu, azami 2 sene ve
ekonomik krizin sona ermesinde sonra, süreli işten çıkarılan işçinin tekrar işe
alınabileceklerin kabul edelim.
Azami 2 sene olan, süreli işten çıkarma,
ekonomik krizinin iki sene içinde biteceği tahminine göre saptanmıştı. Oysa
2007-8 başlayan ekonomik krizin, aradan geçen 4, 5 sene sonra bile son
ereceğine dair ortada hiçbir işaret yok, aksine herkes ekonomik krizin daha da
derinleşeceğinden uzayacağından bahsediyor.
Hata Huber, yaptığı konuşmadan çelik sanayi
başta olmak üzere metal iş kolunda yeni ekonomik durgunluk dönemine girildiğini
“siparişlerin” düştüğünü ve ihracatın gerilediğini öne sürerek, yeni işçi
çıkarmaların olabileceğini ve bunun için hükümetin kısa çalışma uygulamasına
devam etmesinin gerekliliğini ileri sürüyordu.
Demek ki, süreli işten çıkarılan
işçinin işe geri dönmesi için azami
olarak tespit edilen 2 sene dahi kâfi
gelmiyor.
Tüm bunlara rağmen ve kriz koşullarında,
işçilerin top yükün direnişe geçmesini önlemeği kendine baş görev edine Huber,
kısa çalışmaya her işletme kendi durumuna göre karar vermesini istiyor.
Her şeyden önce, sözde işçilerin temsilcisi olduklarını
ve işçilerin ekonomik, sosyal hakların savundukların iddia eden, bir
sendikacının bu durumda yapması gereken, sözde tekrar işe alınma vaatıyla, işçinin
süreli işten çıkarılmasını desteklemek değil, haftalık çalışma saatlerinin aynı
ücret karşılığında kısaltılmasını talep etmesi ve patronların karında zarar
etmemeleri için işçileri işten çıkarılmalarına karşı çıkması gerekmez miydi?.
Ama Huber,”ben esnek çalışmadan yanayım” diye
biliyor. Yani patronlar istedikleri
zaman işçiyi işe alacak, istediği zamanda işten çıkaracak ve o ülkedeki en
büyük sendikanın başkanı da bu uygulamadan yana olduğun söyleyecek!, Hem de
giderek tüm iş kollarını ağırlığı altına almaya başlayan, sendikasız, toplu sözleşme
hakkı olmayan , patronlarıyla “işçi-patron ilişkisi içinde “bulunmayan ve
patronların istedikleri zaman işten çıkar bildikleri Leih- firmaların faaliyetlerinin
tüm iş kollarını kapsadığı bir sırada, bir sendika başkanı “esnek çalışmadan
yana” olduğu açıklıya biliyor!.
Huber’in, çok geçmeden patronların senelerde
beri istedikleri, işçi çıkarmanın serbest bırakılmasını önleyen yasaların
yürürlükten kaldırılması talebini, CDU ve FDP ile birlikte desteklediğini
açıklaması şaşırtıcı olmayacak.
Tüm bunlar DGB’nin ve İG Metal’ın “Leih firmalar kapatılsın”
kampanyasının sahte olduğun gösteriyor.
İG Metal, haftalık 35 saatlik iş günü için mücadele
ediğin, edeceğini ileri sürüyor ve 35
saatlik haftalık iş gününü patronlara
kabul ettirdiklerini iddia edebiliyor,
ama haftalık 35 saat iş gününün pratikte uygulanmadığını, fazla mesaiyi
ücretlerinin ödenmediğinden yakına Huber
kendisi de “bilmeden” kabul etmiş oluyordu.
Bilindiği gibi Sol parti(Linke partei) çalışma saatlerinin haftalık 30 saat
olmasının talep ediyor, ama sendika bürokratları bu talebe sahip çıkmıyor.
Ekonomik kriz var gerekçesiyle, işçiyi süreli işten çıkarmanın yerine,
patronlar karlarında taviz vererek, haftalık çalışma saatlerin aynı ücret
karşılığın da 30 saat ’la kısaltılması, süreli işçiyi işten çıkamaya gerek
kalmayacağı açıktır.
Ama sendika bürokratları, kapitalist üretim
zarar görecek ve burjuvaların karları azalacak diye, çalışma Saat’lerinin kısaltılması için
hareket geçmiyor ve ekonomik kriz sonucu işçilerin işlerini kayıp etmesinden ve
dolayısıyla yoksullaşmalarında yana olabiliyorlar,çünkü bunların burjuvaziyle
kopmaz menfaat bağları var.
Patronlar, ekonomik durgunluk başlar,
başlamaz Leih firmaların işçilerini işten çıkardılar ve bir anda milyonlarca
işçinin, işsiz kalmasını sağladılar. Patronların bu ekonomik saldırısı
karşısında sessiz kalan bürokrat sendikacılar, sendikalarına üye işçilerinde
işten çıkarmalarını “kısa çalışma”
kisvesi altında desteklemeleri sonuncun da, bu işçileri de
sendikasızlaştırıp, Leih firmalara kayıtlı işçiler olmak zorunda bıraktılar.
Sendikaların durmanda üye kayıp etmelerinin
tek nedeni bürokrat sendikacılardır. Almanya’da sendikasız işçi, giderek çığ
gibi büyüyor.
Bunun için Merkel, (kriz döneminde) “sağduyularla
hareket eden “ sendikacıları DGB kongresin de selamlıyor ve yürekten
teşekküllerini sunuyordu.
Huber, konuşmasında AB’deki ekonomik krize
özel yer vererek, AB’nin, özellikle para birliğinin “Almanya’nın çıkarına”
olduğuna dair görüşlere hararetle sahip çıkıyordu.
Oysa sermayenin AB ve para birliği
Almanya’daki işçilerin ve emekçilerin daha fazla yoksullaşmalarını sağlamakta
başka bir işe yaramadığı aşikârdır.
Ama işçilerin temsilcisi! Huber,”Almanya ihracatının
%60 oranın AB’nin üyelerine yapıyor” diyerek
“birliğin” Almanya için ne kadar önemli olduğunu dile getire biliyordu.
Bir işçi sendikacısı gibi değil, Uluslara arası Deutsche Bank’ın şefi Josef Ackerman gibi ekonomik sorunlara değine
Huber, nedense Almanya’nın ihracatının %60 oranına AB ülkelerine yapmasının,
Almanya’da neo-liberal politikalarla işçilerin ve emekçilerin hakların
kısıtlayan ( ve bugün diğer AB ülkelerin de “borçlarını ödemesi için” yürürlüğe koyulan) “reformların”, Almanya’da
2000 yıllardan itibaren uygulamaya sokulması sonucu, Almanya’daki uluslararası sermayenin, en ucuz iş-gücüne sahip olmanın avantajıyla,
AB’deki diğer rakiplerine göre önemli
rekabet gücünü eline geçirdiği ve diğer üye ülkelerde üretimi gerilettiğini,
işsizliği artırdığını, borç krizi içinde boğulmalarına neden olduğunu
unutmuşa benziyor.
Ama, Almanya’nın
“dünya ihracat şampiyonu” olmasını ve
ihracatının %60’ı AB ülkelerine yapabilmesini sağlayan, “Almanya sermayesinin
rekabet gücüdür.
Bu güç,
aynı zaman da diğer AB ülkelerin de üretimin gerilemesine,
fabrikaların üst, üste kapanmasına ve işsizliğin, % 20 oranlara çıkmasına, hata İspanya,
Yunanistan gençlerin %40’nın oranında işsiz kalmasına neden olduğunu hiç kimse inkâr edemez.
Almanya dünyanın” ihracat şampiyonu ülke
olması”; Almanya’da daha fazla işçinin istihdam edilmesine yol açmadığı gibi,
aksine işsizlik artıran ve sadece işçi ücretlerinin düşürülmesini sağlayan,
ekonomik tedbirlerin yürürlüğe koyulması sayesinde gerçekleştirildiği açıktır.(1)
Huber,
Almanya’da işsizliği nedeni “çok uluslu tekelerin” çıkarına göre 20 seneye yakın bir süre boyunca devam eden
burjuva hükümetlerinin izledikleri ekonomik-politik uygulamalarında değil de ,15-25
yaş arası gençlerin “tembelliğinde”,”perspektifsizliğin” de arıyor!. ve
arkasında da yeni sendika üyelerinin yarısının 27 yaş altında olduğun
açıklıyor!.
Biryanda “gençler tembeller” diyor,
arkasından “yeni üyelerimizin yarısı 27 yaşını altındaki” olduğunu açıklıyor!.
Gençlerin
“perspektifsizliğinden, tembelliğinden” yakındığına göre, demek ki
sendikalarına üye olan işçilerin sayısı azalıyor.
Ama sendikaların üye kayıp etmelerinin tek
nedeni, bürokrat sendikacıların sermaye yanlısı izledikleri politikalarıdır.
Bunun için işçiler, bu bürokrat sendikacılara
karşı mücadele etmeden, sermayenin politik ve ekonomik saldırılarına karşı
durmalarına ve kayıp olan ekonomik ve sosyal haklarını yenide kazanmalarına imkân yoktur.
İşçiler, Leih-firmalar kapatılsın, asgari
ücretin saati 10 Euro olsun, aynı ücret karşılığı haftalık çalışma saati 30
saatle sınırlansın, emeklilik yaşı tekrar 60 yaşa indirilsin, bankalar ve
enerji tekelleri devletleştirilsin, tekellerin ve kurumların, milyonerlerin vergileri yükseltilsin, gibi acil talepler
için mücadeleye girmenden, ekonomik krizin giderek derinleştiği dönemde
yoksullaşmalarının, işsizleşmelerinin,çaresizliklerinin önüne geçemezler.
Ve yine AB’nin tüm ülkelerinde işçiler top
yükün mücadeleye girmedikçe, sermayenin AB çapındaki ekonomik ve politik
saldırıların geri püskürtemezler.
Sermayenin kapitalist Avrupa birliğine hayır,
yaşasın işçilerin sosyalist Avrupa birliği.
Tüm acil talepler için mücadelenin
başarısında, sosyalist AB için mücadele etmeğe bağlı olduğu aşikârdır.
………………………………………………………………………………………………………………….
(1) 1998 yılında sosyal-demokratların, seçimi kazanmalarının nedeni “işsizlikle karşı mücadele” vaatlerinin olduğu
biliniyor. Ama Schröder hükümeti, ilk ağızda tekellerin yatırıma girmelerini teşvik ederek yeni iş yerleri açılmasının sağlama ve
işsizliği azaltma adına tekellerin
vergilerinin aşağıya çekilmesi, işsizliği azaltmadı, aksine çoğalttı. Schröder,
bu seferde, “işsizliği azaltmanın” yol olarak, daha fazla ucuz iş-gücü
sağlamak, Leih-firmaları güçlendirmek için “ Hartz 4” adıyla anılan yasaların yürürlüğe
koyarak, işçilerin yoksullaştırılmasının
ve ücretlerin düşürülmesinin ortamını hazırlayıp. Almanya’nın çok uluslu
şirketlerini “Dünya ihraca şampiyonu” yaptı.