24 Nisan 2012

İG Metal sendikasının kongresi


                          İG  Metal  sendikasının kongresi
12,13 ekim 2011 yapılan IG Metal kongresinde genel-başkanın konuşması;  burjuva sendika hareketinin, kapitalizmin ekonomik krizinin işçileri “kasıp, kavurduğu” bir dönemde dahi, burjuvaziye hizmet kusur etmediğinin kanıtıydı.
İG Metal başkanı Berthold Huber, kapalı kapılar arkasında ve pazarlıklar İG Metal’ın başkanı seçilmeden önce, kapitalizmi ve burjuvazinin çıkarını savuna “ateşli bir militan” olduğunu göstermişti ve doğu- batı Almanya arasındaki ücret farklılıklarının ortadan kalması için doğu-Almanya’da greve giden işçilerin mücadelesi sırasın da  grev kırçıllığıyla ön plana çıkarak, patronların ve burjuva hükümetlerinin güvenlerini kazanmayı başarmıştı!.
Doğu-Almanya da ücretlerin eşitleştirilmesi için yapılan grevler, batı Almanya’daki büyük otomobil fabrikaları başta olmak üzere, Metal iş kollarındaki işletmelerin üretiminin durmasına yol açıyor ve patronları eşit ücret uygulamasına gitmeğe zorluyordu.
Çünkü doğu-Almanya’da ücretlerin düşük olmasından dolayı daha   ucuza mal edilen yedek parçalar sayesinde Almanya’daki uluslararası şirketler büyük karlar elde ediyorlar  ve özelikle AB içindeki  burjuvalar arası rekabete güçlü olabilmenin avantajını yakalıyorlar.  
Diğer yandan doğu-Almanya’daki üretilen yedek parçalar olmasa, batı-Almanya’daki fabrikaların üretimini sürdürmesi dahi imkânsız hale gelebiliyor.  Doğu-Almanya ile batı- Almanya arasında var olan ücret eşitsizliği, doğu-Almanyalı işçilerinin ve emekçilerin her gecen gün daha da yoksullaşmalarının nedenlerinin başında geliyor.
CDU, sözde kabul etmek istediği asgari ücretin tespitinde, doğu ve batı Almanya arasındaki ücret farklılıkların gözeteceğini ilan etmekten çekinmiyor. 
Huber, doğu ve batı Almanya arasındaki ücret farklıkların devamını sağlayan sendikacı olarak “ünlenmesi”; ona, Schrörder hükümetinin İG Metal sendikasının başkanı olması için tüm kapıları ardına kadar açmasını sağlamıştı.
Son yapılan İG metal sendikasının kongresi Huber’in  işçi düşmanı ve burjuva yanlısı politik çizgisini,( ekonomik krize rağmen)   hiçbir şekilde  değiştirmeyeceği  bir kez daha açığa çıkıyordu.
DGM’nin en büyük sendikasının başkanı olan Huber, krizi döneminde işçinin aleyhine olan ve patronların çıkarını gözeten politik taktikleriyle övünüyordu!
Bir yandan, kriz dönemin de toplu sözleşmelerde en asgari talepler ve ücret artışları istemeden hareket ediklerini ileri sürerek patronlara yardım ettiklerin,  diğer yandan “kısa çalışma” adı verilen uygulamayı desteklediklerini itiraf etmekten çekinmiyordu.
Ekonomik krizin ortaya çıkmasın da en küçük katkısı dahi olmayan işçilerin sırtına , “krizin yükünü” bindirilmesine yardım eden burjuva-bürokrat sendikacılar, işçileri yoksullaştırarak, patronların karına, kar kattıklarını gizlemeyi dahi gereksiz görüyorlar.
 Ve de  “kısa çalışmanın” ekonomik kriz döneminde işçilerin lehine bir uygulama olduğunu kanıtlamak istiyorlar.
Oysa “ kısa çalışma” isimi verilen uygulama, üretimin durgunluğa girdiği ve stokları büyüdüğü dönemde patronların işçileri uyutarak işten çıkarmasının bir adıdır.  
“Kısa çalışma” adıyla hareket geçen Patronlar, krizi karşında işçilerin birlikte kendisine karşı eyleme girmelerini önlemek için, çalışacak, işten çıkarılacak işçi ayrımının yaparak işçilerin birliğini parçalıyorlar.  Sırayla işçiyi işten çıkarıyor, diğer yandan da, kendilerinin işten çıkarılacaklarını zannetmeyen işçileri de etkisizleştiriyor.
İşten çıkarılan işçiler (ekonomik kriz bittikten sonra işe geri alma vaatlarıyla ) evlerine gönderiyor.
Merkel hükümeti de bu süre içinde  işçilerin ücretin %60 oranını ödemeği kabul ediyor. Böylece işçilerin %40 oranında ücret kaybının ortaya çıkmasının yanı sıra, patronu ödediği emeklilik, işsizlik birimi ortadan kalkıyor.
İşçilerin ücretler düştüğü için kendilerinin ödedikleri emeklilik birim oranı da düşüyor ve böylece daha az emekli maaşı almalarının ortamı hazırlanıyor.
En önemlisiyse işsizlik parası almayı hak eden işçi, işsizlik parasını önceden aldığı ücrete göre değil, hükümetin ödediği %60 oranına göre almak zorunda bırakılıyor.
“Kısa çalışma” adına işten çıkarılan işçilerin önemli bir kısım tamamen işten çıkarılarak Leih-firmalara(işçi kiralayan firmalara)  baş  vurmak zorunda bırakıldı. Çünkü işsizliği parasının ödenmesi 1 seneyle sınırlıdır ( bu süre 50 yaşını üstündeki işçiler için birkaç ay daha fazladır)  Böylece, işten çıkarılan işçinin yerine   başka bir işçiyi işe alan  patronlar , işten çıkardığı işçinin o zamanı ki ücretinin çok altında bir  ücretle ve sendika ,toplu-sözleşme hakları olmayan   Leih-firma  işçilerini  alıyorlar.
Tüm bu pratik uygulamaları göz ardı eden, sendika bürokratları “kısa çalışma” adı verdikleri süreli işten çıkarmanın işçilerin çıkarına olduğunun propagandasını yaparak, (kriz dönemin de,de) patronların değil, işçilerin fedakârlık yapmasının ortamını hazırlıyorlar.
Bir an için, bu pratikteki bu uygulamanın değil de, bürokrat sendikacıların propagandaların doğru olduğunu, azami 2 sene ve ekonomik krizin sona ermesinde sonra, süreli işten çıkarılan işçinin tekrar işe alınabileceklerin kabul edelim.
Azami 2 sene olan, süreli işten çıkarma, ekonomik krizinin iki sene içinde biteceği tahminine göre saptanmıştı. Oysa 2007-8 başlayan ekonomik krizin, aradan geçen 4, 5 sene sonra bile son ereceğine dair ortada hiçbir işaret yok, aksine herkes ekonomik krizin daha da derinleşeceğinden uzayacağından  bahsediyor.
Hata Huber, yaptığı konuşmadan çelik sanayi başta olmak üzere metal iş kolunda yeni ekonomik durgunluk dönemine girildiğini “siparişlerin” düştüğünü ve ihracatın gerilediğini öne sürerek, yeni işçi çıkarmaların olabileceğini ve bunun için hükümetin kısa çalışma uygulamasına devam etmesinin gerekliliğini ileri sürüyordu.  Demek ki,  süreli işten çıkarılan işçinin işe geri dönmesi  için azami olarak tespit edilen  2 sene dahi kâfi gelmiyor.
Tüm bunlara rağmen ve kriz koşullarında, işçilerin top yükün direnişe geçmesini önlemeği kendine baş görev edine Huber, kısa çalışmaya her işletme kendi durumuna göre karar vermesini istiyor.  
Her  şeyden önce, sözde işçilerin temsilcisi olduklarını ve işçilerin ekonomik, sosyal hakların savundukların iddia eden, bir sendikacının bu durumda yapması gereken, sözde tekrar işe alınma vaatıyla, işçinin süreli işten çıkarılmasını desteklemek değil, haftalık çalışma saatlerinin aynı ücret karşılığında kısaltılmasını talep etmesi ve patronların karında zarar etmemeleri için işçileri işten çıkarılmalarına karşı çıkması gerekmez miydi?.
Ama Huber,”ben esnek çalışmadan yanayım” diye biliyor. Yani  patronlar istedikleri zaman işçiyi işe alacak, istediği zamanda işten çıkaracak ve o ülkedeki en büyük sendikanın başkanı da bu uygulamadan yana olduğun söyleyecek!, Hem de giderek tüm iş kollarını ağırlığı altına almaya başlayan, sendikasız, toplu sözleşme hakkı olmayan , patronlarıyla “işçi-patron ilişkisi içinde “bulunmayan ve patronların istedikleri zaman işten çıkar bildikleri Leih- firmaların faaliyetlerinin tüm iş kollarını kapsadığı bir   sırada, bir sendika başkanı “esnek çalışmadan yana” olduğu açıklıya biliyor!.
Huber’in, çok geçmeden patronların senelerde beri istedikleri, işçi çıkarmanın serbest bırakılmasını önleyen yasaların yürürlükten kaldırılması talebini, CDU ve FDP ile birlikte desteklediğini açıklaması şaşırtıcı olmayacak.
Tüm bunlar DGB’nin  ve İG Metal’ın “Leih firmalar kapatılsın” kampanyasının sahte olduğun gösteriyor.
İG Metal, haftalık 35 saatlik iş günü için mücadele ediğin, edeceğini ileri sürüyor ve  35 saatlik haftalık  iş gününü patronlara kabul ettirdiklerini  iddia edebiliyor, ama haftalık 35 saat iş gününün pratikte uygulanmadığını, fazla mesaiyi ücretlerinin  ödenmediğinden yakına Huber kendisi de “bilmeden”  kabul etmiş oluyordu.
Bilindiği gibi Sol parti(Linke partei)  çalışma saatlerinin haftalık 30 saat olmasının talep ediyor, ama sendika bürokratları bu talebe sahip çıkmıyor. Ekonomik kriz var gerekçesiyle, işçiyi süreli işten çıkarmanın yerine, patronlar karlarında taviz vererek, haftalık çalışma saatlerin aynı ücret karşılığın da 30 saat ’la kısaltılması, süreli işçiyi işten çıkamaya gerek kalmayacağı açıktır.
Ama sendika bürokratları, kapitalist üretim zarar görecek ve burjuvaların karları azalacak  diye, çalışma Saat’lerinin kısaltılması için hareket geçmiyor ve ekonomik kriz sonucu işçilerin işlerini kayıp etmesinden ve dolayısıyla yoksullaşmalarında yana olabiliyorlar,çünkü bunların burjuvaziyle kopmaz menfaat bağları var.
Patronlar, ekonomik durgunluk başlar, başlamaz Leih firmaların işçilerini işten çıkardılar ve bir anda milyonlarca işçinin, işsiz kalmasını sağladılar. Patronların bu ekonomik saldırısı karşısında sessiz kalan bürokrat sendikacılar, sendikalarına üye işçilerinde işten çıkarmalarını “kısa çalışma”  kisvesi altında desteklemeleri sonuncun da, bu işçileri de sendikasızlaştırıp, Leih firmalara kayıtlı işçiler olmak zorunda bıraktılar.
Sendikaların durmanda üye kayıp etmelerinin tek nedeni bürokrat sendikacılardır. Almanya’da sendikasız işçi, giderek çığ gibi büyüyor.
Bunun için Merkel, (kriz döneminde) “sağduyularla hareket eden “ sendikacıları DGB kongresin de selamlıyor ve yürekten teşekküllerini sunuyordu.
Huber, konuşmasında AB’deki ekonomik krize özel yer vererek, AB’nin, özellikle para birliğinin “Almanya’nın çıkarına” olduğuna dair görüşlere hararetle sahip çıkıyordu.
Oysa sermayenin AB ve para birliği Almanya’daki işçilerin ve emekçilerin daha fazla yoksullaşmalarını sağlamakta başka bir işe yaramadığı aşikârdır. 
Ama işçilerin temsilcisi! Huber,”Almanya ihracatının %60 oranın AB’nin üyelerine yapıyor” diyerek  “birliğin” Almanya için ne kadar önemli olduğunu dile getire biliyordu.
Bir işçi sendikacısı gibi değil,  Uluslara arası Deutsche Bank’ın şefi Josef  Ackerman gibi ekonomik sorunlara değine Huber, nedense Almanya’nın ihracatının %60 oranına AB ülkelerine yapmasının, Almanya’da neo-liberal politikalarla işçilerin ve emekçilerin hakların kısıtlayan  ( ve bugün diğer AB  ülkelerin de “borçlarını ödemesi için”  yürürlüğe koyulan) “reformların”, Almanya’da 2000 yıllardan itibaren uygulamaya sokulması sonucu,   Almanya’daki uluslararası sermayenin,   en  ucuz iş-gücüne sahip olmanın avantajıyla, AB’deki  diğer rakiplerine göre önemli rekabet gücünü eline geçirdiği ve diğer üye ülkelerde üretimi gerilettiğini, işsizliği artırdığını, borç krizi içinde boğulmalarına neden olduğunu unutmuşa  benziyor.
 Ama, Almanya’nın  “dünya ihracat şampiyonu” olmasını ve ihracatının %60’ı AB ülkelerine yapabilmesini sağlayan, “Almanya sermayesinin rekabet gücüdür.
 Bu güç, aynı zaman da   diğer AB ülkelerin de üretimin gerilemesine, fabrikaların  üst, üste kapanmasına ve  işsizliğin,  % 20 oranlara çıkmasına, hata İspanya, Yunanistan gençlerin %40’nın oranında   işsiz kalmasına neden  olduğunu  hiç kimse inkâr edemez.
Almanya dünyanın” ihracat şampiyonu ülke olması”; Almanya’da daha fazla işçinin istihdam edilmesine yol açmadığı gibi, aksine işsizlik artıran ve sadece işçi ücretlerinin düşürülmesini sağlayan, ekonomik tedbirlerin yürürlüğe koyulması sayesinde gerçekleştirildiği açıktır.(1)
 Huber, Almanya’da işsizliği nedeni “çok uluslu tekelerin” çıkarına göre  20 seneye yakın bir süre boyunca devam eden burjuva hükümetlerinin izledikleri ekonomik-politik uygulamalarında değil de ,15-25 yaş arası gençlerin “tembelliğinde”,”perspektifsizliğin” de arıyor!. ve arkasında da yeni sendika üyelerinin yarısının 27 yaş altında olduğun açıklıyor!.
Biryanda “gençler tembeller” diyor, arkasından “yeni üyelerimizin yarısı 27 yaşını altındaki” olduğunu açıklıyor!.
 Gençlerin “perspektifsizliğinden, tembelliğinden” yakındığına göre, demek ki sendikalarına üye olan işçilerin sayısı azalıyor.
Ama sendikaların üye kayıp etmelerinin tek nedeni, bürokrat sendikacıların sermaye yanlısı izledikleri politikalarıdır.
Bunun için işçiler, bu bürokrat sendikacılara karşı mücadele etmeden, sermayenin politik ve ekonomik saldırılarına karşı durmalarına ve kayıp olan ekonomik ve sosyal haklarını yenide  kazanmalarına  imkân yoktur.
İşçiler, Leih-firmalar kapatılsın, asgari ücretin saati 10 Euro olsun, aynı ücret karşılığı haftalık çalışma saati 30 saatle sınırlansın, emeklilik yaşı tekrar 60 yaşa indirilsin, bankalar ve enerji tekelleri devletleştirilsin, tekellerin ve kurumların, milyonerlerin  vergileri yükseltilsin, gibi acil talepler için mücadeleye girmenden, ekonomik krizin giderek derinleştiği dönemde yoksullaşmalarının, işsizleşmelerinin,çaresizliklerinin önüne geçemezler.
Ve yine AB’nin tüm ülkelerinde işçiler top yükün mücadeleye girmedikçe, sermayenin AB çapındaki ekonomik ve politik saldırıların geri püskürtemezler.
Sermayenin kapitalist Avrupa birliğine hayır, yaşasın işçilerin sosyalist Avrupa birliği.
Tüm acil talepler için mücadelenin başarısında, sosyalist AB için mücadele etmeğe bağlı  olduğu aşikârdır.      
    
………………………………………………………………………………………………………………….
(1) 1998 yılında sosyal-demokratların, seçimi kazanmalarının nedeni  “işsizlikle karşı mücadele” vaatlerinin olduğu biliniyor. Ama Schröder  hükümeti,  ilk ağızda tekellerin  yatırıma girmelerini teşvik ederek  yeni iş yerleri açılmasının sağlama ve işsizliği azaltma adına  tekellerin vergilerinin aşağıya çekilmesi, işsizliği azaltmadı, aksine çoğalttı. Schröder, bu seferde, “işsizliği azaltmanın” yol olarak, daha fazla ucuz iş-gücü sağlamak, Leih-firmaları güçlendirmek için “ Hartz  4” adıyla anılan yasaların yürürlüğe koyarak,  işçilerin yoksullaştırılmasının ve ücretlerin düşürülmesinin  ortamını  hazırlayıp. Almanya’nın çok uluslu şirketlerini “Dünya ihraca şampiyonu” yaptı.