20 Temmuz 2011

İtalyan’ın borç “krizi” ve Evrensel gazetesinin

                      

                    İtalyan’ın  borç “krizi” ve Evrensel gazetesinin

                                                   baş yazarı!.

Borçlarını   ödeyemeyen  AB ülkeleri kervanına İtalya’nın da  katılmasıyla görüşlerini açıklayan evrensel gazetesinin “başyazarının”, burjuva iktisatçılarla  ve özellikle Avrupa’nın burjuva-bürokrat sendikacılarıyla, kapitalist ekonominin krizi ve “devlet  borçları” konularında,da  aynı düşünceleri bağlaştığı anlaşılıyor. Burjuva sendikacılarına göre, ekonomik  krizin ve “devlet borçlarının”, kapitalist üretimin    doğal sonucu  olarak değil, hükümetlerin neo-liberal   ekonomik-politikalarının yanlışlığı sonucunda ortaya çıkıyor!.Bu düşünceyle hareket edildiği içinde neo-liberal  politikaları,”devlet borçlarının”,  ekonomik krizin esas nedeni olarak göstermeye  devam ediyorlar.
Evrensel gazetesinin “baş yazarı” da 14 temmuz 2011 tarihli yazısında buna benzer  görüşleri  dile getiriyor.
Ekonomik krizden çıkıldığına dair propagandalarını yoğunlaştıran  burjuva basın,yayın organları, birden ,bire ve  ardı,ardına borçlarını ödeyemediklerini ilan eden  AB ülkelerinin açıklamaları karşısında ve de kapitalist ekonominin iflasın eşiğinde olduğunu anlaşılmasının telaşıyla,  borçlarının ödemeyen ve “yardım isteyen”  ülkeleri “suçlu” gösterip, “bir dönem borç alarak aşırı tüketimlerle paraları har vurup, harman savurdunuz , borçlarınızı  ödemek zorundasınız,   her sefanın, bir cefası var” görüşlerinin,  uluslararası bankların isteği doğrultusunda yayıyorlar  ve  borçlarını ödeyemeyen ülkelerin  işçi ve emekçilerinin baskı altına alınmasını ve  “tasarruf programlarının” uygulanmasını teşvik ediyorlar.
Evrensel gazetesinin yazarı da,aşırı tüketimin borç krizine yol açtığını kabul ediyor (2) , ama aşırı tüketimi yapanların, emekçiler değil,lüks yaşam sürdüren ve aldıkları borç paraları  borsalarda “kumar oynayarak” batıran “ har vurup, harman savuran”  büyük holdingleri ve bankaları yöneten  burjuvaların olduğunu iddia edenlerin görüşlere  “sahip çıkıyor ” . Borçları bunların ödemesi gerektiğini  vurgulayarak,  hükümetlerin “ har  vurup, harman savuran” burjuvaların borçlarını  emekçilere ödettirmek istemesini de eleştiriyor.
Şimdi, yazarın  burjuva hükümetlerinin,borçları işçi ve emekçilere ödettirmek isteyen   politikalarının  eleştirisine “ sen niye itiraz ediyorsun” denile bilinir!.
Fakat  ve  ne yazık ki! Devletlerin borçlarının artmasının nedeni;tüketimle ( aşırı tüketimle) kumar oynamakla, borsa oyunlarıyla bir ilgisi yoktur. Bu iddialar, kapitalist ekonominin gerçeklerini gizlemeğe çalışan burjuvaların uydurduğu yalanlardır. 
Ekonomik krizlerin, devletlerin borç pataklığına saptanmalarının nedeni; kapitalist  üretimin (ve  serbest Pazar ekonomisinin şartlarında) üretici güçlerin gelişmesini belirleyen  burjuvalar arası  rekabettir. Ve günümüz koşullarında   burjuvaların dünya  pazarlarına egemen olmasında, tayin edeci olan da;  rekabetin gücüdür.
Burjuvalar arası rekabetin,  kapitalist üretimin  alabildiğine gelişmesinin motoru olması;bir yandan üretimi ve  üretim araçlarının giderek “tek elde” merkezleştirirken,  diğer yandan, üreticilerin büyük bir kısmını üretimde koparır ve  üretim araçlarından arındırır.
1985’lerden sonra  Sovyetler birliğinin oluşturan  ülkelerin, doğu-Avrupa ülkelerinin  ve diğer eski “sosyalist” diye adlandırılan ülkelerin liberal kapitalizme geçmeleri; dünya kapitalizmine “yeni   bir boyut” kazandırdı. 
Böylece rekabet, artık, tek,teke ülkelerindeki üreticilerin önemli bir kesiminin pazardan silinmesinin sağlamakla  kalmadı, kapitalist dünya  Pazarı  etrafında birleşen ülkelerin bazılarını,  dünyayı  kapsayan  serbest pazardan silinmelerinin  ve üretimden kopmalarının ortamını yarattı.
Liberal ekonominin egemenliği koşullarında  sermayenin dolaşımın önündeki  “devletlerin” çıkardığı  tüm engellerin tasfiye edilmesi,sermayeyi, nerede daha fazla kar varsa, oraya doğru  hızlı bir tarz yayıla bilmesini sağladı.  
Bir dönem, sosyalizm karşısında,kapitalizmin ömrünü uzatmak için ekonomiye müdahale eden devletin yerine, sermayenin dünya pazarların ele geçirmesinde tayin edici olan rekabeti,  tüm gücüyle destekleyen  devlet geçti.
Burjuvalar arası (yıllardır süre gelen ) en önemli  görüş ayrılıklarından  birisini; devletin, ekonomik işleyişe müdahale etsin mi?, etmemesin mi tartışması  teşkil ede geldi.
Ama sosyalist kisveli bürokrat-kapitalist ülkelerin,  emperyalist-kapitalist dünyaya katılmalarıyla, ele geçirilecek  yeni “ pazarların” doğması, burjuvalar arası rekabeti alabildiğine keskinleştirdi.
Böylesine bir rekabet ortamının varlığı, burjuva devletlerini, (tüm güçlerini seferber ederek) “sermayesinin”  rekabet gücünü  artırmaya yönelmedikçe, dünya pazarlarından bay almalarını imkansızlığıyla baş,başa bırakıyordu.
Dolayısıyla, neo-liberal politikalar, kapitalist gelişmenin zorunlu sonucu olarak ortaya çıktı ve kapitalizm yok edilmedikçe,neo-liberal politik uygulamalara son verilemeyeceği  gerçeğiyle karşı,karşıya kalındı.
Bunun için de, devletin ekonomiye müdahalesine( yani  serbest rekabetin kısıtlanmasına) karşı olan liberal görüşler,  tüm kapitalist ülkeleri  egemenliği altına aldı.
Bir dönem,sosyalizm için mücadelenin karşısında,kapitalist ekonominin gelişmesinin yarattığı sorunlara karşı, devletin ekonomiye müdahalesinden yana olan sosyal-demokrasi ve onun  izinden yürüyen  modern revizyonistler ,özellikle de  işçi sendikaları, vakit geçirmeden devletin ekonomiye müdahale etmesine  karşı çıkanların saflarına katıldılar.
Bu dönemde hükümete gelen, ister, her koşulda  liberal ekonomiyi savunan burjuva partileri olsun, isterse sosyal-demokrat, modern revizyonist partiler olsun,  devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkıp, serbest Pazar ekonomisinin gereklerin yerine getiren politikaları yürürlüğe  koydular.
Burjuva hükümetleri, burjuvazini rekabet gücünü artırmak için, devletin rekabet kısıtlayan uygulamaların ortadan kaldırırken,aynı zamanda,dünya çapında ucuz iş-gücü piyasasının da   oluşmasının  koşullarını  yarattılar.
Böylece, bir yandan işçi ve emekçileri ilgilendiren devletin sosyal  harcamaları hemen kısıtlanmaya başlanırken,diğer yandan  burjuvazinin vergilerini düşürdüler ve devletin elindeki kar getiren  işletmeleri,  ucuz fiyatlarla burjuvalara sattılar.
Her dönemde olduğu gibi sermaye, nerede daha fazla  ucuz iş-gücü   varsa, oraya yönelmeyi esas aldı.
Tabii ki, böylesine ortaya çıkan rekabet koşulları, kapitalist  üretimin  anarşik karakterini, daha da karmaşık hale getirdi ve  üst,üste ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden oldu.
Kapitalizmin “orman kanunu” da sınırsız bir tarzda işledi ve büyük mali sermayeler, küçükleri durmadan yutmaya devam etti.
Örneğin:Avrupa’da daha güçlü ekonomiye sahip olan başta Almanya, Fransa  olmak üzere, kuzey Avrupa ülkeleri, güney Avrupa ülkelerine göre çok daha avantajlı olan  konumlarını sürdürdüler.
Ama, devletlerin  tüm gelir kaynakların sermayenin hizmetine sunması,devletleri kendi işlevlerini kısa dönemlerde dahi  yerine getirmeleri için  harcanacak  parayı bulamamakla baş,başa bıraktı.
Bu seferde devletler, (bu çıkmazdan kurulma adına), bankalardan  (bazı ülkelerde bankerlerden) yüksek faizli  krediler aldılar. Böylece bir yandan Holdinglerin, Bankaların vergilerini aşağı çekerek, diğer  yandan, burjuvaziye rant ödemeye başlayarak ,devlet borçlarının, “kar topu” gibi büyütülüp,   dev boyutlara çıkmasına neden oldular.
İşçilerin,emekçilerin sosyal ve ekonomik haklarının kısıtlanması,  devletin borçlarının ödenmesinde çok yetersiz kalması, borçların, durmadan alına yeni borçlarla ödenmesinden başka çare bırakmadı  ve faiz üzerine faiz bindi.
AB’ne bağlı güney Avrupa ülkeleriyse, keskinleşen  rekabet  ve arttan ucuz iş-gücü piyasası  karşısında, uluslararası sermeyenin buraları terk etmesinden dolayı,üretimden koptular.
Uluslararası  sermayenin, daha fazla kar elde edeceği alanlara kayması, güney Avrupa ülkelerin de üretim düşürdü ve  daha fazla ithalat yapmaların zorunlu kıldı ve de   ihracatla, ithalat arasındaki farklılığın durmadan büyümesi de, onları uluslararası piyasadan, özellikle,Almanya’nın ve Fransa’nın uluslararası büyük bankalarında daha fazla  kredi almaya zorladı.
Son döneme kadar, bu alına yüksek faizli borç taksitlerini zamanında ödeye biliyorlardı.
Ekonomik krizle birlikte, üretimlerinin daha da  düşmesi, fabrikaların kapanması ,işsizliğin çığ gibi büyümesi,devletin çalışanlardan aldıkları vergileri de düşürdü.(3) Böylece  dev boyutlara çıkan devlet borçlarının taksitlerinin  zamanında ödenmesi için bu  devletler, yeni krediler dahi bulamaz konuma  geldiler.
Ama, devletlerin, alacaklı bankaların  baskısı altında kalması sadece, borçlarını ödeyemeyecek durumda  olan güney AB ülkeleriyle sınırlı değil.
Başta ABD , Almaya, Fransa ,İngiltere olmak üzere ,tüm kapitalist devletler,uluslararası banklardan alınan borç yükünün  altında çırpınıp duruyorlar.
Çünkü  sermayelerinin  rekabet gücün artırma adına izledikleri ekonomik-politika, kendilerini de  borç bataklığının içine sürüklemiştir. Bunlara ilaveten, aşırı üretim bunalımının sonucu, art,arda iflas giren bankaları kurtarmak için harcanan paralar,  büyük kapitalist devletleri dahi daha da borçlanmaya itti. (4)
ABD’nin 14 trilyon dolar borç var. Finans piyasasının rehberi olan Moody’s (kredi derecelendirme kuruluşu),  ABD’nin de kredi notunu düşürdüğünü açıkladı. Bu  güvensizliğin açıklanması,ABD dahi   bankalardan kredi almasını  güçleştiriyor.
Almanya ha keza, “Almanya’nın ekonomisi”  , neo-liberal dönemin yıldızı konumu da olmasına rağmen, devletin 1,5 trilyon € olan  borçları durmadan artıyor.
İngiltere; yıllardır gizlenmeğe çalışılan  devlet borçlarının büyümesi,hükümete gelen muhafazakar partiyi, vakit geçirmeden  “tasarruf programıyla”  saldırıya  geçirdi.
Kapitalizm neo-liberal politikalarının  ortaya çıkardığı  sorunların üstesinden,Sovyetlerin ve “sosyalist “ diye adlandırılan doğu-Avrupa ülkelerin liberal-kapitalizme adım attıkları dönem öncesine dönülerek gelinmez.
Tam tersine (yukarda da vurguladığım gibi )   kapitalist gelişme,  kapitalizmin neo-liberal döneme girmesini  zorunlu kılmış ve kapitalizmden kurtulmak için ( kısa dönemlerde dahi) sosyalizme geçmenin dışında  hiç bir yol bırakılmamıştır.
Bu durum;sosyal-demokrasinin eski  ideolojik ve politik manevralarının tekrarlanmasını imkansız hale getirmiştir.
Evrensel gazetesinin baş  yazarı, hale, sosyal-demokrasinin eskiyen politik manevralarının  “özlemini” duyarak yanılgıya düşüyor. Bunun içinde,kapitalizmin genel bunalımının nedenlerini ya”,global kapitalizmde” ve AB’nin oluşmasında veya AB ortak para birimi olan euro’ya geçişte arıyor.
Marks, 1850 de  gördüğü ve tahlil ediği  kapitalizmin global bir sistem  olduğu gerçeği, 21 yüz yılda tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı koşullarda hale global kapitalizm,  iradi (siyasi) bir olgu olarak gösteriliyor ve  “anti-globalizm” yaygaralarıyla objektif gerçekler, gelip,geçici  sübjektif olgularmış gibi ele alınıyor  ve   kapitalist ekonominin niteliğinin inkarından başka bir şey olmayan, ” ulusal ekonomi”,”ulusal-kapitalizm”, global   ekonomiye, yani günümüzün kapitalist sisteme  karşı sözde  alternatif olarak öne sürülüyor. Böylece  kapitalizm savunuluyor ve kapitalizm içinde  “çarelerin”  tükenmediği sözde  ispatlanmak isteniyor.
Marks’ın, global kapitalizm tahlilleri, kapitalist  sistemin yerine geçmesi kaçınılmaz olan sosyalizmin, global bir sistem olarak ortaya çıkmasının zorunluluğunu ortaya koyuyor. Bunun içinde kapitalizmden, komünizme geçişin ara aşaması olan sosyalizmin   bir ülkede ortaya çıkmasının  kesin zaferi dünya sosyalizminin zaferine bağlıdır.
Kapitalizmin eriştiği global boyutları,tekelci kapitalizmi,dünya sosyalizminin arifesi olmasını daha da olgunlaştırmıştır.
Global kapitalizmin ve onu Avrupa’daki versiyonu  AB’nin  alternatifi; hiç bir zaman  var olmayan “ulusal ekonomi” ,”ulusal kapitalizm” değil ve olamaz. Bugün tüm dünyada kapitalizmin alternatifi sosyalizmdir.
Çok az ülkeler hariç, sosyalizme geçişin  aracı olan demokratik devrim, sosyalist devrimin önündeki ara aşama olmaktan çıkmıştır.
Evrensel gazetesinin başyazarı, kapitalizme karşı sosyalizme geçişin zorunluluğunu göz ardı ediyor. Oysa kapitalist ekonominin ortaya çıkardığı hastalıklardan kurtulmanın tek yolu; sosyalizme geçiştir. . Bu gerçekten kaçmak için,  burjuva demokrasisine sığınmanın gereği yok.
”Ulusal devletler” olarak görülen  ve  globalleşmeye karşı savunulan uluslararası sermayenin çıkarı doğrultusunda politika izleyen   kapitalist devletlerin, bir araya gelerek, birlikte kapitalist ekonomiyi yönlendirdiklerin  ve aldıkları kararları tüm kapitalist ülkelerde yürürlüğe koyulmasında tayin edici rol oynadıkların göz ardı edilerek, devletlerin memur ve  uluslararası bankların alacaklarını tahsis eden icra memurları olmaktan öte görevleri bulunmayan , İMF yi  , dünya bankasını ve AB komisyonunu “global kapitalizmin örgütleri” olarak göstererek, “ulusal devletleri” savunmayla bir yere varılamaz.
Özellikle AB komisyonunun,  üye ülkelerin ”ulusal devletlerinin “egemenlik hakları  elerinde alan kurumlar olarak lanse ediliyor ve “sosyalistlik” adına burjuva devletlerinin egemenlik hakları savunula biliniyor.
Oysa AB esas karar organı, Holdinglerin ve bankaların  devletlerinin birliği olduğu ortadadır.İşçilerin ve emekçilerin hedef alması gereken Banklar ve holdingler ve bunları istekleri ve çıkarları doğrultusunda politikalar izleyen devletlerdir. AB komisyonu gibi kurumları ,esas  hedef  gösterip,işçileri ve emekçileri  aldatmanın bir alemi yok.
Yazarımız,  “borç krizinin” sonucu olarak,  AB’nin para birimi Euro dan vazgeçilip, “ulusal para birimlerine” geri dönüleceğinden çok emin!. Ve böylece “ulusalcılık” her alanda galip gelecek!.
Böylece yazar,  ekonomik krizin ve devletlerin borç bataklığına saptanmasının, “ulusalcılığın” yeniden egemen kılınmasını sağlayacağını satırlar arasında gizleyerek savunmaya  devam ediyor. Bir yandan da “siz ulusalcısınız” diyenlere itiraz ediliyor!.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Tabi ki burada siyasi ve askeri güçlerin dünya pazarlarına egemen olmaktan tamamen çıktığını ileri sürmüyorum. Sovyetler dağıldıktan sonra, giderek birleşen ve ulusal devletlerin eski fonksiyonların yitirmeğe başladığı, yerini uluslar üstü örgütlere bıraktığı, bununda  dünya kapitalist ekonomisinin gelişmesinin doğal sonucu olduğu günümüz kapitalizmin  koşullarında ve geçici süreyi de kapsasa ,ekonomik rekabet pazarlara egemen olmada birinci rol oynuyor.
(2) Evrensel gazetesinin “ baş yazarı“ nın da  iddia ediği gibi, böylesine bir aşırı tüketin söz konusuysa, bu tüketim karşılayan üretimin durgunluk içinde olmasına, gerilemesine, aşırı üretim krizi içine düşmesine  imkan var mı?.
 (3) Batı-Almanya, doğu –Almanya’yı uyduktan sonra  diğer burjuva devletlerine göre sosyal-devlet politikasına son vermenin öncülüğünü yaptı. Bugün “ tasarruf programları” olarak  AB’nin ülkelerinin uygulamaya koymaya çalıştığı  politikaları, Alman hükümetleri senelerce önce yürürlüğe koydular. Bu uygulamalara ülke içinde ucuz iş-gücü piyasası yaratmayı da ilave ederek,  burjuvazisini dünya pazarlarına   egemen olmasına yardım ettiler. Almanya’nın 1 trilyonu  euro üstünde ihracat yapmasını,  ihracatını, ithalatın göre daha fazla olan dünya’nın tek ülkesi olmasını belirleyen bu politikalar,aynı zaman da  Alman devletinin de borç bataklığına batmasına neden olmuştur.
(4) Obama,ABD’nin 14,3 trilyon dolar  olan  borç’un iki senede 4 trilyonun ödemek için vergileri en asgari seviyeye indirilen  Holdinglerin ve bankların vergilerini yükseltmek istiyor. Ama temsilciler meclisinde çoğunluğu elinde tutan cumhuriyetçiler, vergilerin artırılmasına karşı çıkıyor ve Avrupa devletlerin uyguladığı tasarruf programının benzerlerini ABD de,de  yürürlüğe koyulmasını istiyorlar.
Alman devletinin 1,5 Trilyon  € borcunu ödemek için baştaki hükümet yeni tasarruf programların yürürlüğe koymaya çalışıyor. Yapılan eyalet seçimlerin kayıp ettiği için, şimdilik ekonomik saldırıya geçemiyor. Fırsat bulur, bulmaz saldırıya geçmekte zaman kayıp etmeyecek   
.......................................................................................................................................................