İtalyan’ın borç “krizi” ve Evrensel gazetesinin
baş yazarı!.
Borçlarını
ödeyemeyen AB ülkeleri kervanına
İtalya’nın da katılmasıyla görüşlerini
açıklayan evrensel gazetesinin “başyazarının”, burjuva iktisatçılarla ve özellikle Avrupa’nın burjuva-bürokrat
sendikacılarıyla, kapitalist ekonominin krizi ve “devlet borçları” konularında,da aynı düşünceleri bağlaştığı anlaşılıyor.
Burjuva sendikacılarına göre, ekonomik
krizin ve “devlet borçlarının”, kapitalist üretimin doğal sonucu olarak değil, hükümetlerin neo-liberal ekonomik-politikalarının yanlışlığı sonucunda ortaya çıkıyor!.Bu
düşünceyle hareket edildiği içinde neo-liberal
politikaları,”devlet borçlarının”,
ekonomik krizin esas nedeni olarak göstermeye devam ediyorlar.
Evrensel gazetesinin “baş yazarı” da 14 temmuz 2011 tarihli yazısında buna
benzer görüşleri dile getiriyor.
Ekonomik krizden çıkıldığına dair propagandalarını yoğunlaştıran burjuva basın,yayın organları, birden ,bire
ve ardı,ardına borçlarını
ödeyemediklerini ilan eden AB
ülkelerinin açıklamaları karşısında ve de kapitalist ekonominin iflasın
eşiğinde olduğunu anlaşılmasının telaşıyla,
borçlarının ödemeyen ve “yardım isteyen” ülkeleri “suçlu” gösterip, “bir dönem borç alarak aşırı
tüketimlerle paraları har vurup, harman savurdunuz , borçlarınızı ödemek zorundasınız, her sefanın, bir cefası var”
görüşlerinin, uluslararası bankların
isteği doğrultusunda yayıyorlar ve borçlarını ödeyemeyen ülkelerin işçi ve emekçilerinin baskı altına
alınmasını ve “tasarruf programlarının”
uygulanmasını teşvik ediyorlar.
Evrensel gazetesinin yazarı da,aşırı tüketimin borç krizine yol açtığını
kabul ediyor (2) , ama aşırı tüketimi yapanların, emekçiler değil,lüks yaşam
sürdüren ve aldıkları borç paraları
borsalarda “kumar oynayarak” batıran “ har vurup, harman savuran” büyük holdingleri ve bankaları yöneten burjuvaların olduğunu iddia edenlerin
görüşlere “sahip çıkıyor ” . Borçları
bunların ödemesi gerektiğini
vurgulayarak, hükümetlerin “
har vurup, harman savuran” burjuvaların
borçlarını emekçilere ödettirmek
istemesini de eleştiriyor.
Şimdi, yazarın burjuva
hükümetlerinin,borçları işçi ve emekçilere ödettirmek isteyen politikalarının eleştirisine “ sen niye itiraz ediyorsun” denile bilinir!.
Fakat ve ne yazık ki! Devletlerin borçlarının artmasının nedeni;tüketimle
( aşırı tüketimle) kumar oynamakla, borsa oyunlarıyla bir ilgisi yoktur. Bu
iddialar, kapitalist ekonominin gerçeklerini gizlemeğe çalışan burjuvaların
uydurduğu yalanlardır.
Ekonomik krizlerin, devletlerin borç pataklığına saptanmalarının nedeni;
kapitalist üretimin (ve serbest Pazar ekonomisinin şartlarında)
üretici güçlerin gelişmesini belirleyen burjuvalar arası
rekabettir. Ve günümüz koşullarında
burjuvaların dünya pazarlarına
egemen olmasında, tayin edeci olan da;
rekabetin gücüdür.
Burjuvalar arası rekabetin,
kapitalist üretimin alabildiğine
gelişmesinin motoru olması;bir yandan üretimi ve üretim araçlarının giderek “tek elde” merkezleştirirken, diğer yandan, üreticilerin büyük bir kısmını
üretimde koparır ve üretim araçlarından
arındırır.
1985’lerden sonra Sovyetler
birliğinin oluşturan ülkelerin,
doğu-Avrupa ülkelerinin ve diğer eski
“sosyalist” diye adlandırılan ülkelerin liberal kapitalizme geçmeleri; dünya
kapitalizmine “yeni bir boyut”
kazandırdı.
Böylece rekabet, artık, tek,teke ülkelerindeki üreticilerin önemli bir
kesiminin pazardan silinmesinin sağlamakla
kalmadı, kapitalist dünya
Pazarı etrafında birleşen
ülkelerin bazılarını, dünyayı kapsayan
serbest pazardan silinmelerinin
ve üretimden kopmalarının ortamını yarattı.
Liberal ekonominin egemenliği koşullarında
sermayenin dolaşımın önündeki
“devletlerin” çıkardığı tüm
engellerin tasfiye edilmesi,sermayeyi, nerede daha fazla kar varsa, oraya
doğru hızlı bir tarz yayıla bilmesini
sağladı.
Bir dönem, sosyalizm karşısında,kapitalizmin ömrünü uzatmak için ekonomiye
müdahale eden devletin yerine, sermayenin dünya pazarların ele geçirmesinde
tayin edici olan rekabeti, tüm gücüyle
destekleyen devlet geçti.
Burjuvalar arası (yıllardır süre gelen ) en önemli görüş ayrılıklarından birisini; devletin, ekonomik işleyişe
müdahale etsin mi?, etmemesin mi tartışması
teşkil ede geldi.
Ama sosyalist kisveli bürokrat-kapitalist ülkelerin, emperyalist-kapitalist dünyaya
katılmalarıyla, ele geçirilecek yeni “
pazarların” doğması, burjuvalar arası rekabeti alabildiğine keskinleştirdi.
Böylesine bir rekabet ortamının varlığı, burjuva devletlerini, (tüm
güçlerini seferber ederek) “sermayesinin”
rekabet gücünü artırmaya
yönelmedikçe, dünya pazarlarından bay almalarını imkansızlığıyla baş,başa bırakıyordu.
Dolayısıyla, neo-liberal politikalar, kapitalist gelişmenin zorunlu sonucu
olarak ortaya çıktı ve kapitalizm yok edilmedikçe,neo-liberal politik
uygulamalara son verilemeyeceği
gerçeğiyle karşı,karşıya kalındı.
Bunun için de, devletin ekonomiye müdahalesine( yani serbest rekabetin kısıtlanmasına) karşı olan
liberal görüşler, tüm kapitalist
ülkeleri egemenliği altına aldı.
Bir dönem,sosyalizm için mücadelenin karşısında,kapitalist ekonominin
gelişmesinin yarattığı sorunlara karşı, devletin ekonomiye müdahalesinden yana
olan sosyal-demokrasi ve onun izinden
yürüyen modern revizyonistler
,özellikle de işçi sendikaları, vakit
geçirmeden devletin ekonomiye müdahale etmesine karşı çıkanların saflarına katıldılar.
Bu dönemde hükümete gelen, ister, her koşulda liberal ekonomiyi savunan burjuva partileri olsun, isterse sosyal-demokrat,
modern revizyonist partiler olsun,
devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkıp, serbest Pazar ekonomisinin
gereklerin yerine getiren politikaları yürürlüğe koydular.
Burjuva
hükümetleri, burjuvazini rekabet gücünü artırmak için, devletin rekabet
kısıtlayan uygulamaların ortadan kaldırırken,aynı zamanda,dünya çapında ucuz
iş-gücü piyasasının da
oluşmasının koşullarını yarattılar.
Böylece, bir yandan işçi ve emekçileri ilgilendiren devletin sosyal harcamaları hemen kısıtlanmaya
başlanırken,diğer yandan burjuvazinin
vergilerini düşürdüler ve devletin elindeki kar getiren işletmeleri, ucuz fiyatlarla burjuvalara sattılar.
Her dönemde olduğu gibi sermaye, nerede daha fazla ucuz iş-gücü varsa, oraya yönelmeyi esas aldı.
Tabii ki, böylesine ortaya çıkan rekabet koşulları, kapitalist üretimin
anarşik karakterini, daha da karmaşık hale getirdi ve üst,üste ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına
neden oldu.
Kapitalizmin “orman kanunu” da sınırsız bir tarzda işledi ve büyük mali
sermayeler, küçükleri durmadan yutmaya devam etti.
Örneğin:Avrupa’da daha güçlü ekonomiye sahip olan başta Almanya,
Fransa olmak üzere, kuzey Avrupa
ülkeleri, güney Avrupa ülkelerine göre çok daha avantajlı olan konumlarını sürdürdüler.
Ama, devletlerin tüm gelir
kaynakların sermayenin hizmetine sunması,devletleri kendi işlevlerini kısa
dönemlerde dahi yerine getirmeleri
için harcanacak parayı bulamamakla baş,başa bıraktı.
Bu seferde devletler, (bu çıkmazdan kurulma adına), bankalardan (bazı ülkelerde bankerlerden) yüksek
faizli krediler aldılar. Böylece bir
yandan Holdinglerin, Bankaların vergilerini aşağı çekerek, diğer yandan, burjuvaziye rant ödemeye başlayarak
,devlet borçlarının, “kar topu” gibi büyütülüp, dev boyutlara çıkmasına neden oldular.
İşçilerin,emekçilerin sosyal ve ekonomik haklarının kısıtlanması, devletin borçlarının ödenmesinde çok
yetersiz kalması, borçların, durmadan alına yeni borçlarla ödenmesinden başka
çare bırakmadı ve faiz üzerine faiz
bindi.
AB’ne bağlı güney Avrupa ülkeleriyse, keskinleşen rekabet ve arttan ucuz
iş-gücü piyasası karşısında,
uluslararası sermeyenin buraları terk etmesinden dolayı,üretimden koptular.
Uluslararası sermayenin, daha fazla
kar elde edeceği alanlara kayması, güney Avrupa ülkelerin de üretim düşürdü
ve daha fazla ithalat yapmaların
zorunlu kıldı ve de ihracatla, ithalat
arasındaki farklılığın durmadan büyümesi de, onları uluslararası piyasadan, özellikle,Almanya’nın
ve Fransa’nın uluslararası büyük bankalarında daha fazla kredi almaya zorladı.
Son döneme kadar, bu alına yüksek faizli borç taksitlerini zamanında ödeye
biliyorlardı.
Ekonomik krizle birlikte, üretimlerinin daha da düşmesi, fabrikaların kapanması ,işsizliğin çığ gibi
büyümesi,devletin çalışanlardan aldıkları vergileri de düşürdü.(3) Böylece dev boyutlara çıkan devlet borçlarının
taksitlerinin zamanında ödenmesi için
bu devletler, yeni krediler dahi
bulamaz konuma geldiler.
Ama, devletlerin, alacaklı bankaların
baskısı altında kalması sadece, borçlarını ödeyemeyecek durumda olan güney AB ülkeleriyle sınırlı değil.
Başta ABD , Almaya, Fransa ,İngiltere olmak üzere ,tüm kapitalist
devletler,uluslararası banklardan alınan borç yükünün altında çırpınıp duruyorlar.
Çünkü sermayelerinin rekabet gücün artırma adına izledikleri
ekonomik-politika, kendilerini de borç
bataklığının içine sürüklemiştir. Bunlara ilaveten, aşırı üretim bunalımının
sonucu, art,arda iflas giren bankaları kurtarmak için harcanan paralar, büyük kapitalist devletleri dahi daha da
borçlanmaya itti. (4)
ABD’nin 14 trilyon dolar borç var. Finans piyasasının rehberi olan Moody’s
(kredi derecelendirme kuruluşu), ABD’nin de kredi notunu düşürdüğünü açıkladı. Bu güvensizliğin açıklanması,ABD dahi bankalardan kredi almasını
güçleştiriyor.
Almanya ha keza, “Almanya’nın ekonomisi”
, neo-liberal dönemin yıldızı konumu da olmasına rağmen, devletin 1,5
trilyon € olan borçları durmadan
artıyor.
İngiltere; yıllardır gizlenmeğe çalışılan
devlet borçlarının büyümesi,hükümete gelen muhafazakar partiyi, vakit
geçirmeden “tasarruf programıyla” saldırıya
geçirdi.
Kapitalizm neo-liberal politikalarının
ortaya çıkardığı sorunların
üstesinden,Sovyetlerin ve “sosyalist “ diye adlandırılan doğu-Avrupa ülkelerin
liberal-kapitalizme adım attıkları dönem öncesine dönülerek gelinmez.
Tam tersine (yukarda da vurguladığım gibi ) kapitalist gelişme,
kapitalizmin neo-liberal döneme girmesini zorunlu kılmış ve kapitalizmden kurtulmak için ( kısa dönemlerde
dahi) sosyalizme geçmenin dışında hiç
bir yol bırakılmamıştır.
Bu durum;sosyal-demokrasinin eski
ideolojik ve politik manevralarının tekrarlanmasını imkansız hale
getirmiştir.
Evrensel gazetesinin baş yazarı,
hale, sosyal-demokrasinin eskiyen politik manevralarının “özlemini” duyarak yanılgıya düşüyor. Bunun
içinde,kapitalizmin genel bunalımının nedenlerini ya”,global kapitalizmde” ve
AB’nin oluşmasında veya AB ortak para birimi olan euro’ya geçişte arıyor.
Marks, 1850 de gördüğü ve tahlil
ediği kapitalizmin global bir
sistem olduğu gerçeği, 21 yüz yılda tüm
çıplaklığıyla ortaya çıktığı koşullarda hale global kapitalizm, iradi (siyasi) bir olgu olarak gösteriliyor
ve “anti-globalizm” yaygaralarıyla
objektif gerçekler, gelip,geçici
sübjektif olgularmış gibi ele alınıyor
ve kapitalist ekonominin niteliğinin
inkarından başka bir şey olmayan, ” ulusal ekonomi”,”ulusal-kapitalizm”,
global ekonomiye, yani günümüzün
kapitalist sisteme karşı sözde alternatif olarak öne sürülüyor.
Böylece kapitalizm savunuluyor ve
kapitalizm içinde “çarelerin” tükenmediği sözde ispatlanmak isteniyor.
Marks’ın, global kapitalizm tahlilleri, kapitalist sistemin yerine geçmesi kaçınılmaz olan
sosyalizmin, global bir sistem olarak ortaya çıkmasının zorunluluğunu ortaya
koyuyor. Bunun içinde kapitalizmden, komünizme geçişin ara aşaması olan
sosyalizmin bir ülkede ortaya
çıkmasının kesin zaferi dünya
sosyalizminin zaferine bağlıdır.
Kapitalizmin eriştiği global boyutları,tekelci kapitalizmi,dünya
sosyalizminin arifesi olmasını daha da olgunlaştırmıştır.
Global kapitalizmin ve onu Avrupa’daki versiyonu AB’nin alternatifi; hiç
bir zaman var olmayan “ulusal ekonomi”
,”ulusal kapitalizm” değil ve olamaz. Bugün tüm dünyada kapitalizmin
alternatifi sosyalizmdir.
Çok az ülkeler hariç, sosyalizme geçişin
aracı olan demokratik devrim, sosyalist devrimin önündeki ara aşama
olmaktan çıkmıştır.
Evrensel gazetesinin başyazarı, kapitalizme karşı sosyalizme geçişin
zorunluluğunu göz ardı ediyor. Oysa kapitalist ekonominin ortaya çıkardığı
hastalıklardan kurtulmanın tek yolu; sosyalizme geçiştir. . Bu gerçekten kaçmak
için, burjuva demokrasisine sığınmanın
gereği yok.
”Ulusal devletler” olarak görülen
ve globalleşmeye karşı savunulan
uluslararası sermayenin çıkarı doğrultusunda politika izleyen kapitalist devletlerin, bir araya gelerek,
birlikte kapitalist ekonomiyi yönlendirdiklerin ve aldıkları kararları tüm kapitalist ülkelerde yürürlüğe
koyulmasında tayin edici rol oynadıkların göz ardı edilerek, devletlerin memur
ve uluslararası bankların alacaklarını
tahsis eden icra memurları olmaktan öte görevleri bulunmayan , İMF yi , dünya bankasını ve AB komisyonunu “global
kapitalizmin örgütleri” olarak göstererek, “ulusal devletleri” savunmayla bir
yere varılamaz.
Özellikle AB komisyonunun, üye
ülkelerin ”ulusal devletlerinin “egemenlik hakları elerinde alan kurumlar olarak lanse ediliyor ve “sosyalistlik”
adına burjuva devletlerinin egemenlik hakları savunula biliniyor.
Oysa AB esas karar organı, Holdinglerin ve bankaların devletlerinin birliği olduğu
ortadadır.İşçilerin ve emekçilerin hedef alması gereken Banklar ve holdingler
ve bunları istekleri ve çıkarları doğrultusunda politikalar izleyen
devletlerdir. AB komisyonu gibi kurumları ,esas hedef gösterip,işçileri
ve emekçileri aldatmanın bir alemi yok.
Yazarımız, “borç krizinin” sonucu
olarak, AB’nin para birimi Euro dan
vazgeçilip, “ulusal para birimlerine” geri dönüleceğinden çok emin!. Ve böylece
“ulusalcılık” her alanda galip gelecek!.
Böylece yazar, ekonomik krizin ve
devletlerin borç bataklığına saptanmasının, “ulusalcılığın” yeniden egemen
kılınmasını sağlayacağını satırlar arasında gizleyerek savunmaya devam ediyor. Bir yandan da “siz
ulusalcısınız” diyenlere itiraz ediliyor!.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Tabi ki burada siyasi ve askeri güçlerin dünya pazarlarına egemen
olmaktan tamamen çıktığını ileri sürmüyorum. Sovyetler dağıldıktan sonra,
giderek birleşen ve ulusal devletlerin eski fonksiyonların yitirmeğe başladığı,
yerini uluslar üstü örgütlere bıraktığı, bununda dünya kapitalist ekonomisinin gelişmesinin doğal sonucu olduğu
günümüz kapitalizmin koşullarında ve
geçici süreyi de kapsasa ,ekonomik rekabet pazarlara egemen olmada birinci rol
oynuyor.
(2) Evrensel gazetesinin “ baş yazarı“ nın da iddia ediği gibi, böylesine bir aşırı tüketin söz konusuysa, bu
tüketim karşılayan üretimin durgunluk içinde olmasına, gerilemesine, aşırı
üretim krizi içine düşmesine imkan var
mı?.
(3) Batı-Almanya, doğu –Almanya’yı
uyduktan sonra diğer burjuva
devletlerine göre sosyal-devlet politikasına son vermenin öncülüğünü yaptı.
Bugün “ tasarruf programları” olarak
AB’nin ülkelerinin uygulamaya koymaya çalıştığı politikaları, Alman hükümetleri senelerce
önce yürürlüğe koydular. Bu uygulamalara ülke içinde ucuz iş-gücü piyasası
yaratmayı da ilave ederek,
burjuvazisini dünya pazarlarına
egemen olmasına yardım ettiler. Almanya’nın 1 trilyonu euro üstünde ihracat yapmasını, ihracatını, ithalatın göre daha fazla olan
dünya’nın tek ülkesi olmasını belirleyen bu politikalar,aynı zaman da Alman devletinin de borç bataklığına
batmasına neden olmuştur.
(4) Obama,ABD’nin 14,3 trilyon dolar
olan borç’un iki senede 4
trilyonun ödemek için vergileri en asgari seviyeye indirilen Holdinglerin ve bankların vergilerini
yükseltmek istiyor. Ama temsilciler meclisinde çoğunluğu elinde tutan
cumhuriyetçiler, vergilerin artırılmasına karşı çıkıyor ve Avrupa devletlerin
uyguladığı tasarruf programının benzerlerini ABD de,de yürürlüğe koyulmasını istiyorlar.
Alman devletinin 1,5 Trilyon € borcunu ödemek için baştaki hükümet yeni
tasarruf programların yürürlüğe koymaya çalışıyor. Yapılan eyalet seçimlerin
kayıp ettiği için, şimdilik ekonomik saldırıya geçemiyor. Fırsat bulur, bulmaz
saldırıya geçmekte zaman kayıp etmeyecek
.......................................................................................................................................................