Kapitalizmin alternatifsiz olmadığı gerçeği
Periyodik olarak patlak
veren ekonomik krizlerden 2007 de
başlayanı, aradan gecen 4 yıla rağmen
derinleşerek sürüyor.
Ne zaman sona ereceğine dair bir işaretin
ortaya çıkmaması bu krizi, en uzun
süreli kriz olma rekoruna doğru
sürüklüyor.
Krizin süresinin uzamasında burjuva
devletlerinin krizin “topluma zarar vermeden
giderilmesi “adına baş vurdukları siyasi ve ekonomik yöntemlerin
önemli bayı var. Ekonomik krizinin;
kapitalist sistemin ortadan kalkmasını
sağlayacak olan siyasi krize
dönüşememesinin avantajını kullanan
burjuvazi, “nasıl olsa sosyalist devrim gündeme gelemez” düşüncesiyle hareket ediyor ve krizin süresinin uzamasından rahatsızlık duymuyor.
Burjuva hükümetleri,2007 krizi başlar
,başlamaz hemen kolları sıvayıp,”devletin
tasarruf fonları güçlüdür, paniğe gerek yok” sloganıyla harekete
geçti.
Büyük
bankaları ve General motor başta olmak üzere ,kepenkleri indiren sanayi
işletmelerini iflastan kurtarma adına ,
üstü, üste trilyon dolar ve euro’luk
“yardım paketleri” açıklandı ve böylece
kitlelerin devletlere güven
duymaları sağlandı!. Bu sahte krize karşı mücadele politikaları ,1929 kriz
dönemindeki paniğinin bir benzerinin ortaya çıkması (geçici bir sürede olsa)
önlendiğiyse, bir gerçektir.
Burjuvazinin ekonomik kriz karşında tek
izlediği yöntem; ekonomik krizi ortadan kaldırmaya değil, paniği önemeğe
yöneliktir. Bunu dışında hiç bir amaç taşımıyor.
Burjuvazi,bu oyunlarıyla,mevduat
sahiplerinin, bankalar hücum ederek,
ekonomik işleyişin tamamen durmasının
ve bir,biri ardı sıra iflasların
açıklanmasının önüne geçiyor.
Oluşturulan bu ortam sayesinde,kapanan veya
üretim kapasitelerini düşüren fabrika patronları sesiz bir tarzda çalışanların işlerine son vere biliyor.
Sadece ABD’lerinde 2008 itibaren 10 bin
fabrika kapanmış ve yine ABD, 2000 yıllarında dünya ihracatını %12,1 elinde
tutarken, bu rakam 2010 yılında %8,4 düşmüş,işsizlikse çığ gibi büyümeye devam
ediyor.
Burjuvazi, işten çıkardıkları işçileri,“kriz
bittikten sonra sizleri tekrar işe
alacağız” ” vaatleriyle kandırıyor.
Bu dönemde burjuva hükümetleri, merkez
bankaları kanalıyla, batık bankların ve
firmaların “çürük tahvillerini”
toplayıp, borsalardaki hisse
senetlerinin değerlerinin hızlı bir
tarzda düşmesini engellemeğe çalışıyor ve kısmen de başarılı oluyor.
Ama
bu politikalar devamlı gündemde
tutulmasına rağmen, piyasayı
yatıştıracak bir aracın bulanamadığını;
Almanya’da yayınlana meşhur Spiegel dergisi başta olmak üzere,burjuva
basın ve yayın organları açıkça itiraf ediyorlar ve bu işin sorumlusu olarak ta
hükümetleri gösteriyorlar.
Çünkü, İflasları öneme adına ,batık
bankaların ve firmaların karşılıksız
çürük tahvillerinin devletlerin elinde
birikmesi, mevcut devlet borçlarını daha da büyümesini sağlamakta başka bir işe
yaramıyor.
Ekonomik krizden nasıl çıkacağız diye
çırpına burjuvazi, hale bu ekonomik
krizi de, gelip, geçici “finans krizi”
olarak lanse ediyor ve “ kriz real
–ekonomiye sıçramıyor ,real ekonomide
kriz yok” yalanıyla, işsiz ve çaresiz insanlara sahte ümitler dağıtıyor.
Ama,burjuva hükümetlerinin “ aldığımız
tedbirler sayesinde, ekonomik
krizi bitirdik ” diye övünmeye başladıkları dönemde, alına tedbirlerin
ekonomik krizin daha da derinleşmesini sağlamaktan başka bir işe yaramadığıysa
tüm çıplaklığıyla ortada çıkıyor.
Ekonomik krizi yendiğini iddia eden
uluslararası burjuvazi, borçlarının taksitlerini zamanında ödeyemeyen ve üst,üste, iflaslarını açıklayan
devletlerin sayısının artması karşında paniği durduramamanın telaşına düşüyor.
II. emperyalist savaş sonrası kapitalist
dünyanın, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda
lider konumuna gelen ABD, ekonomik gücü dayanarak , uluslararası
piyasanın ana reverz para birimi
olan altının yerine doları geçirdi ve
tedavüldeki doların karşılığı
olarak altın stokunun gösterilmesinden dahi vazgeçti. .ABD’nin ekonomik gücü sayesinde dolar,
ana reverz para birimi olarak tüm dünya ülkeleri tarafından kabul gördü.
Doların dünya’nın para birimi haline
gelmesini sağlayan ABD,artık var olan
14 trilyon dolarlık devlet borçları
karşında, borçlarını ödeme zorluğuyla baş,başa olan ülke durumuna düşmüştür.
ABD’nin
ekonomik itibarını kayıp etmesi
neticesinde , Amerikanın kredi
değerlendirme kuruluşu Standard & Pool’s onun kredi notunu 3 A’den ,2 A +
düşürdü.
Böylece ABD, 1917 den beri ilk kez dünya
ekonomisinin birinci sınıf (birinci class) ekonomik güç olmaktan çıkarıldı ve
borçlarını ödemekte zorluk çeken ülke konumuna getirildi,
Doların dünya para birimi olma özelliğini
kayıp etmesi, sadece ABD zarar vermiyor; özellikle trilyonlarca doları elinde
tutan Çin’de iflas sürüklüyor ve Çin’de başlayan enflasyon oranın artışını
körüklüyor.
$ ve €
gibi para birimlerinin altın karşısında durmadan değer kayıp etmesi,ABD
deki ekonomik durgunluğun sonucu olarak
ortaya çıktığıysa ,artık inkar edilemiyor.
Bu durum
karşısında, dünya ana rezerve
para birimi olarak işlem gören
doların altın karşında değerinin
düşmesi, onu kapitalist pazarlarda
karşılığı olmayan para birim konumuna itiyor ve bunun doğal sonucu olarak ta
enflasyon oranının yükselmesi,, tüm dünya ülkelerinin gündeminde yerini alıyor.
Dünya pazarlarında enflasyon oranındaki artışın ortaya çıkmasından, en fazla zarar
görecek olan sabit gelirli, işçilerin ve memurların ve diğer emekçi kesimlerin olması
kaçınılmazdır. İşsizliğin artışına , ücretlerin durmadan düşürülmesine, şimdide
yükselen enflasyon oranı ilave edilecek.
Şimdiye kadar burjuva devletleri,
karşılıksız para basarak, birden
bire enflasyon oranının yükselmesiyle daha da
olumsuz koşulların ortaya
çıkmasından çekiniyorlardı.
Ama ekonomik durgunluk, karşılıksız para
basılmasa da ,dünya pazarlarında
tedavülde olan, dolar ve
Euro’yu, karşılıksız para birimleri
konumuna itiyor ve bu durum
enflasyon oranının artışını körüklüyor.(1)
Kapitalist ülkelerin devletler topluluğu,
devletin harcamalarını karşılamak için, karşılıksız para basıp, enflasyon
oranını yükseltme riskini almanın yerine,işçi ve emekçilere,(genele olarak
halka) yönelik devlet harcamalarının kısılmasını sağlayan politikalar
izliyorlardı ve tasarruf programlarını
yürürlüğe koyuyorlardı.
Özellikle, memurların ve devlet
sektörlerinde çalışan işçilerin
sayısını azaltıyor ve geriye kalanların maaşlarını,ücretlerini düşürüyor ve bu yola çalışan sabit
gelirlilerin satın alma güçlerini daha
da aşağıya çekiyorlardı.
Son dönemlerde emekçilerin yoksullaştırılmalarını hedefleyen ekonomik saldırılar dahi
yeteri görülmüyor.
1929’larda kapitalist dünyayı kasıp, kavuran
enflasyon oranının yükselişi de
yeniden devreye sokuluyor.
ABD’nin “kaderini” yani kredi notunun 3 A’nın altına
düşürülmesini Fransa da baylaşmak üzere.Fransa’nın en önemli
uluslararası Banklarına, uzak doğu ülke
bankalarının güven duymadıklarının
açıklaması, Avrupa burjuvazisini oldukça tedirgin etti. Hemen, böyle bir
durumu söz konusu değil denilerek , borsalardaki yatırımcıların telaşa
kapılmaları sözde engellendi ve
paniğe meydan verilmedi!.
Ama Fransa’nın da borçlarını ödemekte zorluk
çeken AB ülkelerinin, içine katılmasının an meselesi olduğuysa gizlenemiyor.
Dünya
ve Avrupa borsalarındaki
işlemler, ekonomik krizin daha da derinleş sürecine girdiğine dair işaretlerin ortaya çıkması karşısında,
İtalya ve İspanya hükümetlerinin, kısa
dönemli borsa işlemleri durdurarak,
ekonomik krizi ört bas etmeye çalışmalarıysa ayrı bir komedidir.
Almanya’nın önde gelen ekonomistlerden ve
Merkel hükümetinin ekonomik uzmanlarının danışma kurulu olarak faaliyet gösteren Freiburger Walter
enstitüsünün müdürü Profesör Lars
Feld,Süddeutsche Zeitgung gazetesine
“kriz sonbaharda geriye geliyor” diye açıkça beyanatta bulunmaktan
kaçınamıyor.
Oysa Merkel hükümeti, “Almanya, ekonomik
krizde çıktı” diye yaygara koparıp duruyordu.
Bugün ekonomik krizden bahsetmeyen hemen,
hemen hiç kimsenin kalmadığını ileri sürmenin
abartılı bir tespit olmadığı açıktır.
Ancak sorun, ekonomik krizinin ,kapitalizm
zor durumda bırakacak ve onun ortadan kaldırılmasının zeminin oluşturacak ;
siyasi krize dönüşüp, dönüşmeyeceğinde
düğümleniyor.(2)
Burjuvazi, bugünkü koşullarda,ekonomik
krizin,siyasi krize, yani proletaryanın iktidar mücadelesine dönüşemeyeceğinden
çok emin!. Bunun içinde, şiddetlene
kapitalist sömürüye karşı kendiliğinde
ortaya çıkan işsizlerin ve açların isyanını,
kendi sınıfsal çıkarlarına göre
yönlendiriyor. “Kendinin fare ile oynadığı” gibi kendiliğinden sömürüye karşı isyan edenlerle oynuyor.
Kuzey Afrika ve orta –doğudaki isyan
edenlerden yanaymışçasına hareket ederek,(diktatörlüklere karşı olma adı
altında,) isyanların ortaya çıkmasına
gerçekten neden olan kapitalizmin hedef alınmamsı için yoğun çapa harcıyor. İsyan edenler,
burjuvazinin sahte diktatörlüklere karşı olma numaralarına kanmayıp, mücadelelerine
devam ettiklerinde de yine devletin zorbalığının devreye girmesini destekleniyor.
Kuzey Afrika’da başlayan isyanların,
kaçınılmaz olarak Avrupa ülkelerini etkileyeceği belliydi.
Nitekim, İspanya’daki %45,7 oranda
işsiz olan gençler, İspanya çapında harekete geçip, meydanları işgal
ettiler. “ Demokrasi aşığı” burjuvazi, zaman geçirmeden devletini, hak arayan
gençlerin üstüne sürdü ve polisin zorbalığıyla
meydanlara toplana gençlik toplulukları
dağıtıldı.
İşçileri ve emekçileri iliğine kadar sömürecek,ama
hiç kimse bu zulüm’e karşı çıkmayacak!, burjuvazi bunu istiyor.
Artık Avrupa burjuvazisi,( bir dönem
olduğu gibi) kapitalizme karşı baş kaldıranların yükselen mücadelesini sadece devleti güçlerine dayanarak
bastırmakla yetinmeyeceğini, Norveç’te “solcu gençleri” acımasızca kurşuna dize
neo-Nazi’nin eylemiyle de gösteriyor.
Neo-Naziler şimdiye kadar esasa olarak yabancı işçilere saldırarak hedef şaşırtmaya çalışıyorlardı. Artık,Yoğunlaşan kapitalist
sömürüye karşı işçi ve emekçilerin mücadelesinin gelişmesinde kitlelere yol
göstermeğe çalışan “solcularda” neo-Nazilerin saldırılarıyla karşı,karşıyadır.
Norveç’teki neo-Nazi’ saldırısının arkasında kimler var diye
araştırmaya girişilmedi ve olay oldu,
bittiğe getirildi.
Oysa, Avrupa’nın her tarafında neo-Nazi’ler
özelikle “solcu gençlere” karşı aralıksız saldırılar düzenliyorlar.
Bu arada, kapitalist sisteme başkaldıranlara karşı mücadele etmede (her dönem) aktif rol oynayan Katolik
Kilisesi yine devrede.
İşsizliğe karşı isyan edene gençlerin Avrupa’da en kitlesel eyleminin ortaya
çıktığı yer olan İspanya’da, Katolik Kilisesi,
“dünya gençlik festivali” düzenliyor ve Papa’da, bu festivale katıldı ve gençleri, biline dinsel ninnilerle uyutup,
kapitalist sömürüye karşı çıkmanın “günah
olduğunu” gösterdi.
Gençlerin
yoğun protestoyla karşılaşan
Papa,”bildiğini okudu” ve gençleri
sömürüye boyun eğmeğe
çağırmaktan vazgeçmedi.
Katolik Kilisesinin İspanya’daki iç savaşta,
faşist Franco’la birlikte, “komünizme karşı” kutsal savaşta yer aldığı,
hale hafızalar da tazeliğini koruyor.
Ekonomik krizinin, siyasi krize dönüşmemesi
için burjuvazi, şimdiden tüm “anti-komünist” silahlarını devreye sokmakta zaman kayıp etmiyor. O yine faşizme
sermayenin koruyucusu olma görevini
veriyor.
Aynı
günlerde, Rusya’da, burjuvazinin sadık
uşağı Gorbatschow karşı, iktidarı kayıp eden
Sovyet revizyonistlerinin son çırpınışlarının eseri olan darbe girişiminin yıl dönümü de sosyalizmi
karalama kampanyası yine başlatıldı.
Revizyonist burjuva diktatörlükleri,”komünist
diktatörlük” diye lanse edilerek,Rusya’daki
kapitalizmin zengin, yoksul
ayrımını korkunç boyutlara çıkardığı gizlenmeğe çalışılıyor!
Ama
ne yaparlarsa yapsınlar,Rusya’nın
sokaklarında 10 binlerce
çocuğun yaşadığı, açlıkla boğuştukları
ört, bas edilemiyor.
Çarlık dönemindeki gibi bir avuç Rus
burjuvazisi lüks içinde yaşarlarken, milyonlarca insan yoksulluğu pençesinde
kıvranıyor.
Bu gerçekler fark edilmesinin diye durmadan,
burjuva demokrasine methiyeler düzülüyor.
Bu tantanalı törenleri düzenleyen
burjuvazinin tek amacı, yoksulluğun
girdabında yaşam mücadelesi verenlerin sosyalizm yenide kurtuluş ümit olarak
görmeleri engellemektir.
İngiltere’deki gençliğin kapitalist sisteme
karşı duyduğu kin ve öfkeyle
kendiliğinde ayaklanmasının Almanya’ya sıçrayacağı korkusuyla kıvranan gericiler, hemen yine DDR’i karalama
kampanyasını yenilediler.
Sosyalizm adı verdikleri devlet kapitalizmin
ve revizyonist DDR iktidarın;sosyalizm ve “komünist diktatörlük” diye lanse
etmeye devam ettiler.
Revizyonistlerin inşa ediği Berlin duvarın
yıl dönümünün bahanesinin arkasına
gizlenerek, her gecen gün işçi ve emekçilerin mücadelesinin ezmek için yenide
donatılan burjuvazinin demokratik diktatörlüklerine övgüler düzmeler, saldırganlaşa
burjuva demokratik rejimlerin varlığı
karşında artık bir işe yaramıyor.
DDR karalama kampanyaların hiç bir şekilde
durdurulmasının tek nedeni,
sabahtan, akşama kadar “lanetledikleri” revizyonist DDR dönemine dahi
doğu Almanyalıların duydukları
özlemlerin bir türlü bitmek bilmemesidir.
Bir yanda , burjuva demokrasinin militarist
güçleri, emekçi kitlelerin baş
kaldırırlarını anında bastırmaları
için yeniden organize ediliyor ,
diğer yandansa “demokrasi” nutuklarının
ardı arkası kesilmiyor!.
Burjuvazi, bu numaralarıyla herkesi uyuttuğunu zannediyor ama, kapitalizm onu hevesinin kursağında
bırakıyor,çünkü kapitalizm, açlıktan, çaresizlikten, zulümden başka bir şey
üretmiyor.
İngiltere’deki isyan’ın değerlendirilmesi.
İngiltere’de, kapitalist sisteme ve onun yarattığı ( ve de hiç kimsenin inkar
edemediği) zengin, yoksul ayrımının korkunç
boyutlara çıkmasına isyan eden gençlerin mücadelesi Avrupa’yı
derinden sarstı.
Bugün AB bağlı ülkelerde gençlerin % 20’i
işsiz durumda, bu işsiz gençlerin
başında %45,7 oranıyla İspanya geliyor. Almanya ve Avusturya gibi işsiz
gençlerin oranı düşük gösteren ülkelerde ise genç işçilerin büyük çoğunluğu, işçi kiralayan firmalar
tarafından en düşük ücretlerle fabrika
patronlarına veya işverenlere kiralanıyor. Bu işçilerin tabi olduğu çalışma
statüsü; istendiği zaman işten atılmalarına, günlük 8 saat’in üstünde çalışmak zorunda bırakılmalarına, sendikasız,
greve ve toplu sözleşme haklarından
yoksun olmalarına göre tanzim
edilmiştir.
Burjuvazinin izlediği ekonomik-politika
sonucu, genç işçilerin istihdam edilememelerinin nedeni; bürokrat-burjuva
sendikaların, giderek sayıları azalan,
yüksek ücretlerle ve sosyal-devlet döneminden elde edilen hakların çoğunu kayıp
etmeden çalıştırılan aristokrat işçilerin örgütleri haline gelmelerinden
dolayıdır.
Burjuvazi,bu bürokrat sendikalarla tam işbirliği içinde hareket ediyor. Bu
sayede giderek güçlenen ucuz iş gücü
piyasası oluşturuluyor. Ve yine
burjuvazi işçi sınıfını, bir
yandan kiralık firmalar ait işçiler, diğer yanda süresiz çalışma haklarına sahip kadrolu ve sendikalı
işçiler şekillinde de
bölünmeyle baş,başa bırakmıştır.
Bu temeldeki ayrışma aynı zaman da sendikalı
ve sendikasız işçi ayrımına da tekabül ediyor.
Burjuvazi, sosyalizmin var olduğu koşullarda
işçi çıkarmalarını zorlaştıran yasaları kabul
etmek zorunda kalmıştı.
Fakat,bürokrat sendikalardan gördüğü
yardımlar sayesinde yeni ucuz iş-gücü
piyasası oluşturduğu ve onlarla
anti-komünizm ve kapitalizm savunma
temelinde kurduğu ittifakı henüz bozmak istemediği için, neo –liberal
dönemde bile işçi çıkarmaları serbest
bırakacak yasaları yürürlüğe koymada
acele etmiyor.
İşsizliğin baskı altında
süreli çalıştırılan ve işçi kiralayan firmalara ait olan işçilerin azınlık bir kesiminin kadrolu
işçi statüsüne girmelerinin karşılığıysa,daha düşük ücretlerle çalışmaya
razı olmalarıdır.
Ama yeni istihdam edecekleri işçilerin çoğunluğunu işçi kiralayan firmalardan temin edildiği
için,Patronlar işçiyle, iş ilişkisi içine girmiyor ve işçilerle her hangi bir
iş sözleşmesi yapmıyor. İşçiyle
iş sözleşme yapan, işçi kiralayan firmalardır. Bunun için işten atılan bir
işçilerle, onu çalıştıran fabrika patronlarla arasında her
hangi bir ihtilafını ortaya çıkması da
söz konusu olamıyor.
Bu durumda olanlar işçilerin büyük bir kesimini, iş piyasasına yeni giren genç işçiler oluşturuyor.
Gençlerin çoğunluğunun, burjuvazinin ucuz
işgücü “deposu” olmasına rağmen,
yine istihdam edilmeleri mümkün olamıyor.
Bir yanda
kiralık firmalara bağı olan
işçilerin,seneyi çoğunlukla işsiz
olarak tamamlamaları ve diğer yandan genç oldukları hale hiç bir
yerde iş bulamayan gençlerin var olması,işsiz gençlerin sayısını büyük boyutlara çıkarıyor.
Ve tüm bunlardan dolayı ve kapitalizmin
ekonomik krizin en fazla etkilenen toplumsa kesimi oluşturmaları, işsiz gençlerin baş kaldırmaya itiyor.
Fakat, burjuvazinin karlarında bay alan
sendikalı işçilerse, sendika bürokratlarının da etkisiyle, sessiz kalmayı, genç
issizlerle mücadele birliği kurmamayı tercih ediyorlar ve böylece burjuvazinin karşısına güçlü işçi
sınıfı hareketi çıkamıyor.
Gerek İspanya’da,gerekse Fransa ve
İngiltere’de isyan eden gençlerin mücadelesi,kadrolu işçilerin örgütü
sendikalar tarafından desteklenmediği için, burjuvazi tarafında “haksız ve başı
bozuk yığınların eylemi” olarak tanımlanıyor
ve mücadeleleri polisin acımasız saldırısı sonucu
bastırılıyor.
Özellikle
İngiliz burjuvazisi, 1850 den
itibaren kapitalist dünyayı en güçlü
tarzda sömüren ülkenin sahip olmanın avantajıyla, ülkesindeki
çalışanlara sömürüsünden verdiği
baylarla, güçlü bir aristokrat
işçi tabakası yaratmış ve toplumdaki sınıf farklıklarını belirgin bir şekilde
ortaya çıkmasını önlemişti. Bu durum neo-liberal döneme girişi takip eden
Sovyetlerin dağılmasına kadar sürdü.
Özellikle, Sovyetlerin dağılmasından itibaren İngiliz burjuvazisi, “vahşi-
kapitalizm” denilen dönemi tekrar diriltti. Bu diriltmenin baş aktörlüğünü de,
“kapitalizmde toplumsal eşitlik
mümkündür” sloganıyla sosyal-devletin savunucusu “meşhur” İngiliz işçi partisi yaptı.
Bugün Muhafazakar partinin başkanı
olan,İngiliz başbakan hariç, son günlere İngiltere’de ortaya çıkan gençlik
eylemlerinin, toplumdaki sınıf farklılıkların belirgin bir hale gelmesinin doğal sonucu olduğunu kabul ediyor.
Cambridge üniversitesinin tanımış felsefe profesörü Raymont Geuss, Almanya’nın ARD
TV ‘ine İngiltere’deki son
olaylarla ilgili görüşlerini
açıkladığında, İngiltere’nin nasıl sınıfsal temelde ayrıştığını izah etmekten
kendini alıkoyamıyor. Örneği Londra’da
bir yandan siyahlar ve Asyalılar başta olmak üzere yoksulların
yaşadığı semtler, diğer yandan
çoğunluğunu beyazların oluşturduğu, Villalarla dolu semtlere yaşayan zenginler şekillindeki bölünmüşlük, İngiltere’nin büyük şehirlerinin temel özelliğini
belirliyor.
Ama, BBC başta olmak üzere, burjuva basın-yayın organları bu gerçeği gizlemek
için yoğun propaganda yürütüyorlar ve
isyancı gençleri, “başı bozuk yağmacı sürüler” diye karalıyorlar.
Bu şekilde hareket edene Avrupa’nın burjuva basın-yayın
organları,İngiltere’nin bugünkü
toplumsal gerçeğini göz ardı edebileceklerini
zannettiler .Oysa, aç ve yoksul isyancıların bilinçsizce ve sadece
yoksulluklarına duydukları öfkeyle yağmacılığa kalkışmalarından doğal hiç bir
şey olamaz.
Tüm bu olayların esas nedeni,İngiltere’de,
kapitalizmin yeniden dirilttiği sınıf farklıklarının ve sömürünün korkunç
boyutlara çıkmasıdır.
Sınıf farklıklarının büyümesinin ve giderek artan yoksulluğun,sosyal patlamalara neden olacağını çok önceden
tespit eden, İngiliz başbakan David Cameron, polisinin silahlandırılmasını
gündemine almıştı.
İngiliz burjuvazisi ve özellikle aristokrat
işçi tabakasını siyasi ve
ideolojik örgüt olan İşçi
partisi,Marksistlerin, devletin emeği gaspını sağlayan şiddet örgüt olduğunu açıklayan görüşlerini etkisi hale getirme,özellikle
Lenin’in burjuva demokrasisi bir
diktatörlük biçimi olduğunu ispat eden
tezini “çürütme” adına ve
sözde devletin toplumu koordine
eden bir organ olduğunu kanıtlama amacıyla,polisin
silah taşıması yasaklanmıştı!.
Bir yanda silahlı profesyonel orduyu besleyecek, bu orduya dayanarak, dünyayı
sömürge alanına dönüştürecek ve
emperyalist dünya pazarlarını
yeniden baylaşım savaşlarının baş
aktörü olacak !,diğer yandan, polisini silah taşımasını yasaklayarak,
devletin toplumu organize eden örgüt
olduğu ispat edilecek!.
Şimdiyse, İngiliz burjuvazisi,bu yalanı daha
fazla sürdürmenin gereksizliğine karar vererek, polisin devamlı silah
taşımasını yasallaştırmaya çalışıyor.
David Cameron, giderek daha da gelişeceği
belli olan toplusal patlamaların karşına polisin silahlandırmasına ihtiyaç duydukların gizlemek için “çetelere karşı savaş”
çığırtkanlıyla yoksullara karşı savaş
açıyor.
Şimdi,“Silahsız İngiliz polis “ bu eylemlerde
5 kişiyi öldürdü, peki silahlı olsaydı kaç kişiyi öldürecekti!
Başbakan David Cameron, göre olaylar,
kapitalist sistemin doğal sonucu olan toplumun hızlı bir tarza yoksullaşma sürecine girmesi sonucunda değil, toplum otoritesinin bozulmasından
dolayı patlak vermiş!. Bu tezini kanıtlamak,yoksullaşan İngiliz toplumunun
gerçeğini ört,bas etmek için, “çetelere” karşı mücadele başlatıyor.!
Oysa
yoksul semtlerde türeyen “çete” diye nitelendirdikleri, işsiz gençlerin
bazı kriminal olaylara bulaşmalarının nedenini
belirleyen de , kapitalizmin orman kanunundur.
Sömürünü
olduğu yerde, devletin zorbalığının dışında ve bu zorbalığı bir uzantısı olan, kriminal
olayların ortaya çıkması ve bu olaylar için örgütlenmeler kaçınılmazdır.
Ama İngiltere’nin başbakanı,120 bin olarak
tespit ettikleri yoksul ailelere
,maddi yardımda bulundum,yoksul
ailelerin çocuklarının çetelere
katılmalarını öneyecekmiş !.
Başbakan David’e göre,İngiltere’deki son olaylar, “İngiliz toplumun” uyandırmış. Baş bozukluk, otoritesiz
bir “topluma dönüşme” açığa çıkmış!.
Burjuvazi, lafa geldiğinde otoriter
rejimlere karşı olduğun dilinde düşürmüyor,ama toplumu üstündeki zorbalığın
zedelendiğini görür, görmez, toplumu
“raptı zaptı” altına almada vakit kayıp etmiyor ve “ataerkil toplum kurarlarını
” tekrar güçlü bir tarzda diriltilmesi için çağrı çıkarıyor.
Babam otoritesinin ortadan kaktığından
yakına burjuva başbakan, “babasız ” (yani baba otoritesinden mahrum ) çocukların çeteleştiğini öne sürüyor. “Babasız çocuklar, disiplinsiz
okullar, ” ve bunları kanıksayan ve
sesiz kalan “egoist ve sorumsuz “ bir toplum oluşması” olayların
çıkmasının esas nedenleriymiş.!
Zenginlerin oturdukları semtlere, büyük
alış-veriş merkezlerine saldırı
olmadığı için, zengin, fakir ayrımının
var oluşu, olayların ortaya çıkmasının tahrik unsurunu teşkil etmiyormuş!. Yoksul kitlelerin yürüyüşleri, parlamentoya
doğru yönelmediği için de olayların hiç bir siyasi hedefi yokmuş!. Ve
yine zengin beyazların yaşadığı semtlere yönelik saldırılar olmadığı içinde, olaylar ırkçı özellik taşımıyormuş!.
Oysa ırkçılığın esas göstergesi, siyahların
ve Asyalıların yaşadıkları yerlere yönelik polisinin durmayan saldırılarıdır.
Polisini saldırısı için yeterli neden, siyah ve Asyalı olmadır.
İngilizlerin saldırgan başbakanı,
bunları ırkçılık olarak nitelendirmediği gibi,doğal karşılıyor. Zengin
beyazlara saldırı oldu mu,ancak o zaman
ırkçılık oluyor!.
Olaylar siyahların ve Asyalıların bulunduğu
semtlere cereyan ettiği ve yağmalanan mağazalar siyahlara ve Asyalılara
ait olduğunu için , olayları
“kendi,kendilerine zarar veren” eylem diye adlandıra biliyor. (3)
İngiltere’de gençlerin %19,6 işsiz durumda. Ve bu işsiz gençlerin
büyük çoğunluğunu siyahlar ve Asyalılar oluşturuyor.
Olayların ilk patlak verdiği Londra’nın kuzey
Tottenham semtti,10 binin üstündeki genç işsizi barındırıyormuş.
Bu semtin Northumberland denilen yeri,,
Avrupa’nın en fakir bölgesi olmakla ünlenmiş. Buna rağmen muhafazakar partinin hükümetinin yürürlüğe
koyduğu “tasarruf programın” gereği olarak,
belediye bu yoksul semtlere yönelik harcamalarından 41 milyonun kesmiş.
Olayların çıkmasına neden olan polisin
kurşuna dizdiği gençte bu bölgede yaşıyormuş. Ve bu bölgedeki yoksullaşma 1985
den beri huzursuzluğu geliştiğini
herkes tarafında gözetlene biliniyormuş.
Bölgedeki huzursuzluğu kaynağının,
yoksulluklarına karşına duyulan öfkenin olduğu polis dahi biliyormuş. Ve yine
bu semtteki gençlerin %54 işsiz oldukları bilindiği halede belediye, 13 sayıda
olan gençlik evlerinin 8 tanesini kapatmış.
Burjuvazi, bir taraftan insanları
yoksulaştırıyor, bunu dahi yeterli görmüyor, daha da yoksullaşmaları için var
olan ekonomik ve sosyal hakların elinde alıyor , arkasından da yağma ve artan kriminal olaylarının ortaya
çıkması bahane edilerek , kapitalizmin
pislikleri ört,bas edilmeğe çalışılıyor.
Burjuvazi bir yanda da,ekonomik ve siyasi
saldırıların sürdüre bilmek için ırkçılığa dört ele sarılıyor. Bunun için siyahları ve Asyalıları hedef
gösteriyor.
Ekonomik
krizin siyasi krize dönüşememesinin nedenleri.
Kuzey Afrika ve orta doğuda olduğu gibi,,
İngiltere’de ki yoksulların isyanının esas hedefinde kapitalist sistem olduğu halde, ne yazık ki kendiliğinden ortaya çıkan isyanların geri
bilincin etkisi altın olması,
burjuvaziye geniş manevra alanı bırakıyor.
Kuzey Afrika ve orta-doğuda patlak veren
isyanları, “burjuva demokrasisi” ninnisiyle uyutup, kabahati diktatörlerin
üzerine atarak, kapitalizm “suçsuz” gösteriliyor.
Avrupa’daysa,var olan burjuva demokrasinin toplumsal patlamaların
önüne geçemediğini görülerek, ırkçılıkla, din ve mezhep farklılıklarının
istismarıyla,yoksullaşan emekçiler birbirlerine düşürülüp,bölünüyor.
Yoksullaşanların, ekonomik krize karşı yükselen
mücadelelerinin hedefinde
kapitalist sistemin yer almaması için, hükümette veya muhalefette
olan burjuva partilerin yürüttüğü
propagandaların ve izledikleri taktiklerin mücadeleyi yatıştırmada kafi derecede etkisinin olmadığının anlaşılmasıyla,bu seferde “ emekçilerin
dostu” bozlarına giren, “sol” görünümlü,
bürokratik sendikalar ve onlarla aynı politik görüşleri ve taktikleri izleyen
partiler veya siyasi gruplar devreye
giriyor.
Bu
“solcu” geçine reformistler,kapitalizm “yaşatmayı” amaçlayan reformcu talepleri
gündeme taşıyarak,yoksullaşmalarının
kızgınlığıyla ayağa kalkan
işçileri,işsizleri ve emekçileri
yatıştırmayı baş görev ediniyorlar.
Özellikle
bu dönem de Avrupa’da kitleleri
yatıştırmak için, reformcu içerikli
politik taktiklerle hareket edenlerin
başını Trockist partiler ve
gruplar çekiyor.
Lafta, Marksizm’in temel görüşlerini
savunmada, bunların “üstüne
kimse yok”,ama iş pratik mücadelenin
şiddetlenmesine gelindiğinde, hemen mücadeleyi yatıştırmayı kendileri için
vazgeçilmez görev addediyorlar.
Trockistler, Fransa’daki emekli yaşının yükseltilmesi karşında
mücadeleyi girenleri pasifize etmeyi amaçlayan taktiklerinin aynısını, İngiltere’deki son olaylar da izlediler ve
hemen “itfaiyeci” görevlerini yerine getirmede vakit kayıp etmediler.
Olayların daha büyütülmesi için, işçilerin de bu mücadeleye katılmalarını
sağlamanın yerine, isyan edenleri nasıl
yatıştırırız anlayışıyla harekete geçtiler.
İngiltere’de, İngiliz işçi partinsin
kuyruğuna takılan ama, aynı zamanda
hatırı sayılır siyasi ve örgütlü güç olan, Trockist “sosyalist parti”;“bizi 2010 dan beri bu
bölgede huzursuzluğun geliştiği konusun da herkesi uyarmıştık” laflarıyla gerçek
niyetlerini açığa vuruyor
ve buna ilave olarak da
biline reformist görüşleriyle “siyaset sahnesinde ” yerlerini
alıyorlardı.
Trockist “sosyalist parti”,sanki sorunun ana
unsurunu, olayların çıkmasının kıvılcımı olan ölüm olayında ,polisin mi, yoksa öldürülenin yakınlarını
mı doğru söylediğinin tespiti teşkil ediyormuş gibi,, sendikaların da içinde yer alacağı bir “tarafsız komisyonun
kurulmasını ve olayın araştırılmasını
istiyor!.
Buna ilave olarak, hemen issiz gençlerin
oyalandıkları yerler olan, ama kapatılan, gençlik evlerinin hemen açılmasını, genç işsizlere
hemen çıraklık yerlerinin
bulunması ve meslek öğrenimlerinin ve çalışmalarının sağlanması hükümetten,
(olayların yatıştırılması için) talep ediyorlardı.
Trockist “sosyalist partinin” de esas olarak gizlemeğe çalıştığı, kapitalizm zorunlu
olarak işsizler ordusu yarattığını
gerçeğinin yanı sıra, aşırı üretim krizinin kapitalist toplumları kasıp,kavurduğu,, üretimi
durdurduğu ,çalışanların işine son verdiği ve işsizliği çığ gibi büyüdüğü bir
dönemde, hükümetin yeni iş yerleri açabileceği yalanıyla sahte ümit “dağıtmasıydı”.
Ama
Yeni iş yerlerinin açılmasının daha kolay yolu olan haftalık iş saat’lerinin sürelerinin kısaltılmasını istemekse
akıllarını ucundan geçmiyordu ama sosyalist bir ekonomik sistemin kurulması,
burjuva militarist devletini varlığı koşullarında mümkünmüş gibi propagandalarla
“göz boyamaya” faaliyetlerine
devam ediyorlardı.
Oysa, siyasi devrimle , burjuvazinin devleti
parçalanıp, dağıtılmadan, proletaryanın demokratik diktatörlüğü kurulmadan,
sosyalist bir ekonominin inşa
edilmesinin mümkün olmadığını açıktır.
Ama Trockistler,,”sosyalist ekonominin” burjuva demokrasine dayanarak inşa edilebileceği iddiasını
sürdürmekte ısrarlılar.
Trockistlerin gündeminde hiç bir zaman devrim diye bir sorun yer almadı. Bunun
içinde dünyanın tüm ülkelerinde, güçlü siyasi
bir hareketler olma konumuna
erişemediler. Hep aynen “Stalinist” geçine reformistler gibi ,devrimin zorunluluğu inkar ettiler ve
şiddetin her türüne karşı olmakla
övündüler ve övünmeye devam ediyorlar.
Bugün kapitalizm yoğunlaşan sömürüsü ve her
gün daha da derinleşen krizi karşında,Şili’den uzak –doğu ülkelerine,
Hindistan’a, İsrail’de için alan
orta-doğu ülkelerine, Kuzey Afrika ve Güney Afrika devletinde ve de Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerine
doğru yayılan emekçilerin ve işçilerin
başkaldırısı, kapitalizmin dünya’dan silinmesinin zeminin hazırladığı halde, bu
mücadele sosyalist devrim amacına tabi olarak henüz gelişemiyor.
Bunun başında gelen nedeni, Sovyet
revizyonizminin çökmesinin yarattığı tahribattır.
Bu tahribatın giderilmesinin baş engeli,
burjuvazinin isyan eden kitlelerin karşısına sosyalizmin bir ümit olarak tekrar
çıkmasını önleyen yoğun propagandasını yanı sıra,Kruşcevçi revizyonizmin kalıntılarının, Trocksist
parti ve grupların, kapitalizmi yaşatmak için, reformları amaç edine ve
devrimin zorunluluğunu inkar eden, siyasi,ideolojik ve örgütsel
faaliyetleridir.
Ama
dünyayı sarana ve burjuvaziyi
tedirgin eden ,yoksulluklarına ve yoksullaşmalarına karşı başkaldıran sömürülenler, eninde, sonunda kendilerine gerçek kurtuluş yolunu gösteren
düşüncenin sadece Marksizm’in –Leninizm’in olduğunu fark edecekler.
Çünkü gelişen bu mücadele,, Marksizm-Leninizm
yeniden sınıf mücadelesine etkin güç olmasının zeminini hazırlıyor.
Dolayısıyla, sömürülenler, her gecen gün
yoksulluğa ve açlığa mahkum edilmelerinin ortadan kalması için sınıfsal
kurtuluşlarını istiyorlar ve bunun arayışı içindeler.
Bugün kapitalizme karşı emekçi kitlelerin mücadelesini geliştirecek
yöntemlerimiz.
Bugünün koşullarında, burjuva devletlerin en
zor durumda bırakan, dünyanın dört bir tarafında işsizliklerine, açlıklarına,
çaresizliklerine karşı isyan eden emekçi sınıflara mensup gençlere yol gösterme ve onları sınıf mücadelesinin keskinleştirilmesi için
örgütleme Marksist-Leninistlerin esas
görevi olmalıdır.
Burjuva devletleri, isyan eden gençleri
nasıl yatıştıracağının çaresizliğiyle kıvranıp, duruyor. Ya,işsiz gençlere iş yeri bulamıyor, yada en düşük ücretlerle
çalışmaya mahkum ediyor.
Toplumun en dinamik kesimini teşkil eden, işsiz
ve düşük ücretlerle karın dokuluğuna çalıştırılan gençler, Marksist-
Leninistler için örgütlenerek,
sosyalizm mücadelesine kazanılacak toplumsal grupların başında geliyor.
Bu gençler için acil taleplerin başında,
işçi kiralayan firmaların,kapatılması,
AB bağlı ülkelerin tümünde, asgari ücretin 10 € olması, haftalık çalışma
saatlerini 30 saat’le sınırlandırılması ve her koşulda işçi çıkarmaların
yasaklanması.
“Zarar ediyorum veya ekonomik kriz var”
gerekçeleriyle işçi çıkaran fabrikalar, işçi komiteleri tarafından el koyulup,
işletilmeli.
Burjuvazinin, üretimin işleyişinde ve ürünlerin ortaya çıkmasında,en küçük bir
katkısı yoktur.
Tüm fabrikalar, üretim aracı olan makineler,
işçilerin emeği olduğu halde burjuvazi bunlara el koymuştur ve işçinin emeğini,
işçinin sömürülmesinin aracına dönüştürmüştür.
Burjuvaziyi üretim araçların mülkiyetinde
arındırmak, işçinin kendi emeğe sahip çıkmasından başka bir şey ifade etmez.
Bunun yanı sıra, kapitalizm koşullarında
işçiler tarafından işletilen ve kar için üretilmeyen mallar satışı,çalışanların
işsiz kalmasının koşullarını ortadan kaldırır
ve burjuvazinin daha az işçi çalıştırarak, daha fazla kar elde etme
faaliyetine son verilir ve işsiz olanlara iş yerleri açılmış olunur.
Devletlerin, bankalara olan tüm borçları
iptal edilmeli.Bankalar, borç olarak
verdikleri ana paraların çok
üzerinde faiz almışlardır. Alacaklı olan,Bankalar değil , “borçlu”
gösterilenlerdir.
Bankaların
alacaklarını iptal edilmesi, burjuva devletlerinin bankaların
alacakların ödemek için, işçi ve emekçi
sınıfların daha da yoksullaşmaların sağlayan tasarruf programlarının ortada kaldırılmasını sağlayacak ve memurların,
devletin çalıştırdığı, işçilerin işlerine son vermeği önleyecektir.
Burjuvaların , özellikle, banka ve
kurumların vergileri vakit geçirmeden yükseltilmelidir.
Tekelci kapitalizmin can damarı olan
bankalardır ve burjuva hükümetlerinin izledikleri ekonomik-politikalara yön
veren esas müesses büyük bankalardır.
Ve de tekelci kapitalizm döneminde
bankalar, işçi ve emekçilerin
sömürülmesinin sağlayan en önemli araçtır.
Bunun için işçi ve emekçilerin mücadelesinin
baş hedefinde tekelci sermayenin temel kurumu bankalar yer almalı.
Bankaları çökertmek, tekelci kapitalizme
vurulacak en temel darbedir.
Sendikaların izlediği politikaları
günü,gününe izlemek, onların amaçların kapitalizm savunmak olduğunu teşhir etmek zorunludur.
Sendikaların izledikleri politikalara karşı,
devrimci sendikal muhalefeti oluşturarak, işçiler içinde siyasi,ideolojik ve örgütsel olarak güçlenme
faaliyetlerimizde,hiç bir fırsat kaçırılmamalı.
Tabii sendikaların politikaların destekleyen
ve aynı propaganda ,ajitasyon faaliyeti yürüten “işçi sınıfını çıkarın savunur”
bozlar takınan, her türden
reformistlere karşı günlük ideolojik mücadeleyi yoğunlaştırmak, en önemli
görevlerimizden bir olmalı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Bu durumdan en fazla etkilenecek
devletlerin içinde “ kapitalist
dünyanın yeni lideri” diye pohpohlana Çin geliyor. Ucuz iş-gücü sayesinde ve
özelikle ferdi tüketim maddelerin üretim alanında, dünya pazarların da etkin
ekonomik güç haline gelen ve elinde trilyonlarca dolar toplayan Çin, doların
altın karşısında değerini kayıp
etmesinden en büyük zarar görmen ülke olması
kaçınılmazdır.
Zaten şimdiden Çin’de enflasyonunun
yükselmesinin önüne geçilemiyor. Çin’den gelen haberler, bir yandan ekonominin
durgunluğun derinleştiği ve diğer yandan, enflasyonu oranının yükselmeğe
başladığına dairdir.
Emperyalist-kapitalist sistemin şiddetlene
krizi karşısında sosyalizm gündeme gelmesinden öcü gibi
korkan revizyonist ve reformist kesimler, özelikle,ABD ve AB gibi emperyalist-kapitalist
mihraklara karşı, Çin’i, Rusya’yı alternatif güçler olarak öne sürerek, sözde
“anti-emperyalistlik” taslıyorlar.
Evrensel gazetesi gibileri, İran’ın
mollalarını, Çin’i , Saddam’ın yerine geçirdikleri Kaddafi’yi, “anti-emperyalist” güçlerin merkezleri
göstermekten bıkmıyorlar.
Her dönemde gericiler arası çelişkiye bel
bağlamayı ve 3 dünya görüşlerinin yılmaz savunuculuğunu hiç kimseye
kaptırmayanlar, Çin’i ” anti-emperyalist güç”
olarak göstermeleri yadırganmaz ki.!
(2) Evrensel gazetesinin baş yazarı da artık
(istemese de) kapitalist ekonominin krizden bahsediyor!,ama krizden çıkmanın
çaresini, kapitalist sisteme zarar
vermeyecek talepler için mücadelede
aranmasını konusundaki
ısrarlınıysa sürdürmeğe devam ediyor. Türkiye işçi sınıfını %5 oranındaki kesimin
örgütlerinin yöneticileri olan
bürokrat burjuva sendikacıları, kriz karşıda saldırıya geçecek patronlara ve
hükümetin politikalarına karşı uyanık olmaya çağırıyor!. Dilinde düşürmediği
tek lafsa;krizin yükünün emekçilerin ve işçilerin sırtına bindirileceğidir.
İşçilerin var olan hakları ortadan kaldırılacak!, işsizlik paralarıyla biriken
fonlar patronlara verilecek, ama bunlara karşı mücadele edelim,deyip durmayı
alışkanlık haline getirmiş.
Sanki ekonomik krizinin yükü, işçi ve
emekçilerin sırtına binmemiş gibi, durmadan “bindirilecek krizin yükünden” deme
vurup, duruyor.
Ama “dilinin altında sakladığı baklaysa”,
ekonomik krizin siyasi krize
dönüşmesinin önlenmesi isteğidir.
(3) İngiliz başbakanın bu komik iddiaları
öne sürmesinin tek nedeni,İngiliz muhafazakar partisinin hükümete
geldikten sonra , hemen devletin
borçların işçi ve emekçilerin sırtına bindirmek için yoğun bir ekonomik
saldırıya geçtiğini ört,bas etmek istemesinden dolayıdır.
İlk önce üniversite harçların büyük
oranda arttırarak, üniversite öğrenimin
yoksul ailelerin çocukların kapattı, arkasından devlet memurların sayısını
yarı, yarıya azaltarak, işsizliği daha da büyümesi için kapıları ardına kadar
açtı.
Tüm bunların yanı sıra, İngiltere ekonomisi,
dünya kapitalizminin ekonomik krizinde
en fazla etkilene ülkeleri başında geliyor.
Bunun için yoksulların başkaldırısını
çeteleşmenin eseri gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder