1 Eylül 2011

Kapitalizmin alternatifsiz olmadığı gerçeği

                               
          

  Kapitalizmin alternatifsiz olmadığı gerçeği

 Periyodik olarak  patlak veren  ekonomik krizlerden 2007 de başlayanı, aradan  gecen 4 yıla  rağmen  derinleşerek sürüyor.
Ne zaman sona ereceğine dair bir işaretin ortaya çıkmaması bu krizi,  en uzun süreli  kriz olma rekoruna doğru sürüklüyor.
Krizin süresinin uzamasında burjuva devletlerinin krizin “topluma zarar vermeden  giderilmesi “adına baş vurdukları siyasi  ve  ekonomik yöntemlerin önemli bayı var.  Ekonomik krizinin; kapitalist sistemin ortadan kalkmasını  sağlayacak olan  siyasi krize dönüşememesinin  avantajını kullanan burjuvazi, “nasıl olsa sosyalist devrim gündeme gelemez”  düşüncesiyle hareket ediyor ve   krizin süresinin uzamasından  rahatsızlık duymuyor.
Burjuva hükümetleri,2007 krizi başlar ,başlamaz hemen kolları sıvayıp,”devletin  tasarruf fonları güçlüdür, paniğe gerek yok” sloganıyla harekete geçti. 
Büyük  bankaları ve General motor başta olmak üzere ,kepenkleri indiren sanayi işletmelerini iflastan  kurtarma adına , üstü, üste trilyon dolar ve euro’luk  “yardım paketleri” açıklandı ve böylece  kitlelerin devletlere  güven duymaları sağlandı!. Bu sahte krize karşı mücadele politikaları ,1929 kriz dönemindeki paniğinin bir benzerinin ortaya çıkması (geçici bir sürede olsa) önlendiğiyse, bir gerçektir.
Burjuvazinin ekonomik kriz karşında tek izlediği yöntem; ekonomik krizi ortadan kaldırmaya değil, paniği önemeğe yöneliktir. Bunu dışında hiç bir amaç taşımıyor.
Burjuvazi,bu oyunlarıyla,mevduat sahiplerinin,  bankalar hücum ederek, ekonomik işleyişin  tamamen durmasının ve  bir,biri ardı sıra iflasların açıklanmasının önüne geçiyor. 
Oluşturulan bu ortam sayesinde,kapanan veya üretim kapasitelerini düşüren fabrika patronları  sesiz bir tarzda çalışanların işlerine son vere biliyor.
Sadece ABD’lerinde 2008 itibaren 10 bin fabrika kapanmış ve yine ABD, 2000 yıllarında dünya ihracatını %12,1 elinde tutarken, bu rakam 2010 yılında %8,4 düşmüş,işsizlikse çığ gibi büyümeye devam ediyor.
Burjuvazi, işten çıkardıkları işçileri,“kriz bittikten sonra  sizleri tekrar  işe  alacağız” ” vaatleriyle kandırıyor. 
Bu dönemde burjuva hükümetleri, merkez bankaları kanalıyla,  batık bankların ve firmaların  “çürük tahvillerini” toplayıp,  borsalardaki hisse senetlerinin  değerlerinin hızlı bir tarzda  düşmesini  engellemeğe çalışıyor ve kısmen  de başarılı oluyor.
Ama  bu politikalar   devamlı gündemde tutulmasına    rağmen, piyasayı yatıştıracak  bir aracın bulanamadığını; Almanya’da yayınlana  meşhur  Spiegel dergisi başta olmak üzere,burjuva basın ve yayın organları açıkça itiraf ediyorlar ve bu işin sorumlusu olarak ta hükümetleri  gösteriyorlar.  
Çünkü, İflasları öneme adına ,batık bankaların ve firmaların  karşılıksız çürük  tahvillerinin devletlerin elinde birikmesi, mevcut devlet borçlarını daha da büyümesini sağlamakta başka bir işe yaramıyor.
Ekonomik krizden nasıl çıkacağız diye çırpına burjuvazi, hale  bu ekonomik krizi de, gelip,  geçici “finans krizi” olarak lanse ediyor ve  “ kriz real –ekonomiye sıçramıyor ,real ekonomide  kriz yok” yalanıyla, işsiz ve çaresiz insanlara  sahte ümitler dağıtıyor.
Ama,burjuva hükümetlerinin “ aldığımız tedbirler sayesinde,  ekonomik krizi  bitirdik ” diye  övünmeye başladıkları dönemde, alına tedbirlerin ekonomik krizin daha da derinleşmesini sağlamaktan başka bir işe yaramadığıysa tüm çıplaklığıyla ortada çıkıyor.
Ekonomik krizi yendiğini iddia eden uluslararası burjuvazi, borçlarının taksitlerini zamanında  ödeyemeyen ve üst,üste, iflaslarını açıklayan devletlerin sayısının artması karşında paniği durduramamanın telaşına düşüyor.
II. emperyalist savaş sonrası kapitalist dünyanın, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda  lider konumuna gelen ABD, ekonomik gücü dayanarak , uluslararası piyasanın  ana reverz para birimi olan  altının yerine doları geçirdi ve tedavüldeki doların  karşılığı olarak  altın stokunun  gösterilmesinden dahi  vazgeçti. .ABD’nin  ekonomik gücü sayesinde dolar,   ana reverz  para birimi  olarak tüm dünya ülkeleri tarafından kabul gördü.  
Doların dünya’nın para birimi haline gelmesini  sağlayan ABD,artık var olan 14 trilyon dolarlık  devlet borçları karşında, borçlarını ödeme zorluğuyla baş,başa olan  ülke durumuna düşmüştür.
ABD’nin  ekonomik itibarını  kayıp etmesi neticesinde , Amerikanın  kredi değerlendirme kuruluşu Standard & Pool’s onun  kredi notunu 3 A’den ,2 A +  düşürdü.
Böylece ABD, 1917 den beri ilk kez dünya ekonomisinin birinci sınıf (birinci class) ekonomik güç olmaktan çıkarıldı ve borçlarını ödemekte zorluk çeken ülke konumuna getirildi,
Doların dünya para birimi olma özelliğini kayıp etmesi, sadece ABD zarar vermiyor; özellikle trilyonlarca doları elinde tutan Çin’de iflas sürüklüyor ve Çin’de başlayan enflasyon oranın artışını körüklüyor.
$ ve €  gibi para birimlerinin altın karşısında durmadan değer kayıp etmesi,ABD deki ekonomik durgunluğun sonucu  olarak ortaya çıktığıysa ,artık inkar edilemiyor.
Bu durum  karşısında, dünya ana rezerve  para birimi olarak işlem gören   doların altın karşında  değerinin düşmesi, onu  kapitalist pazarlarda karşılığı olmayan para birim konumuna itiyor ve bunun doğal sonucu olarak ta enflasyon oranının yükselmesi,, tüm dünya ülkelerinin  gündeminde  yerini alıyor.
Dünya pazarlarında enflasyon oranındaki  artışın ortaya çıkmasından, en fazla zarar görecek olan sabit gelirli, işçilerin ve memurların ve  diğer emekçi kesimlerin olması kaçınılmazdır. İşsizliğin artışına , ücretlerin durmadan düşürülmesine, şimdide yükselen enflasyon oranı ilave edilecek.
Şimdiye kadar burjuva  devletleri,  karşılıksız para basarak,  birden bire enflasyon oranının yükselmesiyle daha da  olumsuz koşulların  ortaya çıkmasından  çekiniyorlardı.
Ama ekonomik durgunluk, karşılıksız para basılmasa da ,dünya pazarlarında  tedavülde  olan, dolar ve Euro’yu, karşılıksız para birimleri  konumuna itiyor ve bu durum  enflasyon oranının artışını körüklüyor.(1) 
Kapitalist ülkelerin devletler topluluğu, devletin harcamalarını karşılamak için, karşılıksız para basıp, enflasyon oranını yükseltme riskini almanın yerine,işçi ve emekçilere,(genele olarak halka) yönelik devlet harcamalarının kısılmasını sağlayan  politikalar  izliyorlardı ve  tasarruf programlarını yürürlüğe  koyuyorlardı. 
Özellikle, memurların ve devlet sektörlerinde çalışan işçilerin  sayısını azaltıyor ve geriye kalanların maaşlarını,ücretlerini  düşürüyor ve bu yola çalışan sabit gelirlilerin  satın alma güçlerini daha da  aşağıya çekiyorlardı.
Son dönemlerde  emekçilerin yoksullaştırılmalarını hedefleyen  ekonomik saldırılar  dahi  yeteri görülmüyor.
1929’larda kapitalist dünyayı kasıp, kavuran enflasyon oranının yükselişi de   yeniden devreye sokuluyor.
ABD’nin “kaderini” yani  kredi notunun  3 A’nın  altına düşürülmesini  Fransa da  baylaşmak üzere.Fransa’nın en önemli uluslararası Banklarına,  uzak doğu ülke bankalarının güven duymadıklarının  açıklaması, Avrupa burjuvazisini oldukça tedirgin etti. Hemen, böyle bir durumu söz konusu değil denilerek , borsalardaki yatırımcıların telaşa kapılmaları sözde  engellendi  ve  paniğe meydan verilmedi!.
Ama Fransa’nın da borçlarını ödemekte zorluk çeken AB ülkelerinin, içine katılmasının an meselesi olduğuysa gizlenemiyor.
Dünya  ve Avrupa   borsalarındaki işlemler, ekonomik krizin daha da derinleş sürecine girdiğine dair  işaretlerin ortaya çıkması karşısında, İtalya ve İspanya hükümetlerinin,  kısa dönemli borsa işlemleri  durdurarak, ekonomik krizi ört bas etmeye çalışmalarıysa ayrı bir komedidir.
Almanya’nın önde gelen ekonomistlerden ve Merkel hükümetinin  ekonomik  uzmanlarının danışma kurulu  olarak faaliyet gösteren Freiburger Walter enstitüsünün müdürü Profesör  Lars Feld,Süddeutsche  Zeitgung  gazetesine  “kriz sonbaharda geriye geliyor” diye açıkça beyanatta bulunmaktan kaçınamıyor.
Oysa Merkel hükümeti, “Almanya, ekonomik krizde çıktı” diye yaygara koparıp duruyordu.
Bugün ekonomik krizden bahsetmeyen hemen, hemen hiç kimsenin kalmadığını ileri sürmenin  abartılı bir tespit olmadığı açıktır.
Ancak sorun, ekonomik krizinin ,kapitalizm zor durumda bırakacak ve onun ortadan kaldırılmasının zeminin oluşturacak ; siyasi krize dönüşüp, dönüşmeyeceğinde  düğümleniyor.(2)
Burjuvazi, bugünkü koşullarda,ekonomik krizin,siyasi krize, yani proletaryanın iktidar mücadelesine dönüşemeyeceğinden çok emin!. Bunun içinde,  şiddetlene kapitalist  sömürüye karşı kendiliğinde ortaya çıkan işsizlerin ve açların isyanını,  kendi sınıfsal çıkarlarına  göre yönlendiriyor. “Kendinin fare ile oynadığı” gibi  kendiliğinden sömürüye karşı isyan edenlerle oynuyor.
Kuzey Afrika ve orta –doğudaki isyan edenlerden yanaymışçasına  hareket  ederek,(diktatörlüklere karşı olma adı altında,) isyanların ortaya çıkmasına  gerçekten neden olan kapitalizmin hedef alınmamsı için  yoğun çapa harcıyor. İsyan edenler, burjuvazinin sahte diktatörlüklere karşı olma numaralarına kanmayıp, mücadelelerine devam ettiklerinde de yine devletin zorbalığının devreye girmesini  destekleniyor.
Kuzey Afrika’da başlayan isyanların, kaçınılmaz olarak Avrupa ülkelerini etkileyeceği belliydi.
Nitekim, İspanya’daki %45,7    oranda  işsiz olan gençler, İspanya çapında harekete geçip, meydanları işgal ettiler. “ Demokrasi aşığı” burjuvazi, zaman geçirmeden devletini, hak arayan gençlerin üstüne sürdü ve polisin zorbalığıyla  meydanlara toplana gençlik toplulukları  dağıtıldı.
İşçileri ve emekçileri iliğine kadar sömürecek,ama hiç kimse bu zulüm’e karşı çıkmayacak!, burjuvazi bunu istiyor.
Artık Avrupa  burjuvazisi,( bir dönem  olduğu gibi) kapitalizme karşı baş kaldıranların yükselen  mücadelesini sadece devleti güçlerine dayanarak bastırmakla yetinmeyeceğini, Norveç’te “solcu gençleri” acımasızca kurşuna dize neo-Nazi’nin eylemiyle de  gösteriyor.
Neo-Naziler şimdiye kadar  esasa olarak  yabancı işçilere saldırarak hedef şaşırtmaya  çalışıyorlardı. Artık,Yoğunlaşan kapitalist sömürüye karşı işçi ve emekçilerin mücadelesinin gelişmesinde kitlelere yol göstermeğe çalışan “solcularda” neo-Nazilerin saldırılarıyla karşı,karşıyadır.
Norveç’teki neo-Nazi’   saldırısının arkasında kimler var diye araştırmaya  girişilmedi ve olay oldu, bittiğe getirildi.
Oysa, Avrupa’nın her tarafında neo-Nazi’ler özelikle  “solcu gençlere” karşı  aralıksız saldırılar düzenliyorlar.
Bu arada, kapitalist sisteme  başkaldıranlara  karşı mücadele etmede (her dönem) aktif rol oynayan Katolik Kilisesi yine devrede.
İşsizliğe karşı isyan edene gençlerin  Avrupa’da en kitlesel eyleminin ortaya çıktığı yer olan İspanya’da, Katolik Kilisesi,  “dünya gençlik festivali” düzenliyor ve Papa’da, bu festivale katıldı ve  gençleri, biline dinsel ninnilerle uyutup, kapitalist sömürüye karşı çıkmanın “günah  olduğunu” gösterdi.
Gençlerin  yoğun  protestoyla karşılaşan Papa,”bildiğini okudu” ve gençleri  sömürüye boyun eğmeğe  çağırmaktan vazgeçmedi.
Katolik Kilisesinin İspanya’daki iç savaşta, faşist Franco’la birlikte, “komünizme karşı” kutsal savaşta yer aldığı, hale  hafızalar da tazeliğini koruyor.
Ekonomik krizinin, siyasi krize dönüşmemesi için burjuvazi, şimdiden tüm “anti-komünist” silahlarını devreye  sokmakta zaman kayıp etmiyor. O yine faşizme sermayenin koruyucusu  olma görevini veriyor.
 Aynı günlerde, Rusya’da,  burjuvazinin sadık uşağı Gorbatschow karşı, iktidarı kayıp eden  Sovyet revizyonistlerinin son çırpınışlarının eseri olan  darbe girişiminin yıl dönümü de sosyalizmi karalama kampanyası yine başlatıldı. 
Revizyonist burjuva diktatörlükleri,”komünist diktatörlük” diye lanse edilerek,Rusya’daki  kapitalizmin  zengin, yoksul ayrımını korkunç boyutlara çıkardığı gizlenmeğe çalışılıyor!
Ama  ne yaparlarsa yapsınlar,Rusya’nın  sokaklarında  10 binlerce çocuğun  yaşadığı, açlıkla boğuştukları ört, bas edilemiyor.
Çarlık dönemindeki gibi bir avuç Rus burjuvazisi lüks içinde yaşarlarken, milyonlarca insan yoksulluğu pençesinde kıvranıyor.
Bu gerçekler fark edilmesinin diye durmadan, burjuva demokrasine methiyeler düzülüyor.
Bu tantanalı törenleri düzenleyen burjuvazinin tek amacı,  yoksulluğun girdabında yaşam mücadelesi verenlerin sosyalizm yenide kurtuluş ümit olarak görmeleri engellemektir.  
İngiltere’deki gençliğin kapitalist sisteme karşı  duyduğu kin ve öfkeyle kendiliğinde ayaklanmasının Almanya’ya sıçrayacağı korkusuyla kıvranan  gericiler, hemen yine DDR’i karalama kampanyasını yenilediler.
Sosyalizm adı verdikleri devlet kapitalizmin ve revizyonist DDR iktidarın;sosyalizm ve “komünist diktatörlük” diye lanse etmeye devam ettiler. 
Revizyonistlerin inşa ediği Berlin duvarın yıl dönümünün  bahanesinin arkasına gizlenerek, her gecen gün işçi ve emekçilerin mücadelesinin ezmek için yenide donatılan burjuvazinin demokratik diktatörlüklerine  övgüler düzmeler, saldırganlaşa  burjuva demokratik rejimlerin varlığı  karşında artık bir işe yaramıyor.
DDR karalama  kampanyaların hiç bir şekilde  durdurulmasının  tek nedeni, sabahtan, akşama kadar “lanetledikleri” revizyonist DDR dönemine  dahi   doğu Almanyalıların  duydukları özlemlerin bir türlü bitmek bilmemesidir.
Bir yanda , burjuva demokrasinin militarist güçleri,  emekçi kitlelerin baş kaldırırlarını anında bastırmaları  için  yeniden organize ediliyor , diğer yandansa  “demokrasi” nutuklarının ardı arkası kesilmiyor!.
Burjuvazi, bu numaralarıyla  herkesi uyuttuğunu  zannediyor ama, kapitalizm onu hevesinin kursağında bırakıyor,çünkü kapitalizm, açlıktan, çaresizlikten, zulümden başka bir şey üretmiyor.              
                   İngiltere’deki isyan’ın değerlendirilmesi.    
 
İngiltere’de,  kapitalist sisteme ve onun yarattığı ( ve de hiç kimsenin inkar edemediği) zengin, yoksul ayrımının korkunç  boyutlara  çıkmasına  isyan eden gençlerin mücadelesi Avrupa’yı derinden sarstı.
Bugün AB bağlı ülkelerde gençlerin % 20’i işsiz durumda, bu işsiz gençlerin  başında %45,7 oranıyla İspanya geliyor. Almanya ve Avusturya gibi işsiz gençlerin oranı düşük gösteren ülkelerde ise genç işçilerin  büyük çoğunluğu, işçi kiralayan firmalar tarafından en düşük ücretlerle  fabrika patronlarına veya işverenlere kiralanıyor. Bu işçilerin tabi olduğu çalışma statüsü; istendiği zaman işten atılmalarına, günlük  8 saat’in üstünde çalışmak zorunda bırakılmalarına, sendikasız, greve  ve toplu sözleşme haklarından yoksun olmalarına   göre tanzim edilmiştir.
Burjuvazinin izlediği ekonomik-politika sonucu, genç işçilerin istihdam edilememelerinin nedeni; bürokrat-burjuva sendikaların, giderek sayıları  azalan, yüksek ücretlerle ve sosyal-devlet döneminden elde edilen hakların çoğunu kayıp etmeden çalıştırılan aristokrat işçilerin örgütleri haline gelmelerinden dolayıdır.
Burjuvazi,bu  bürokrat sendikalarla tam işbirliği içinde hareket ediyor. Bu sayede giderek güçlenen  ucuz iş gücü piyasası oluşturuluyor.  Ve yine burjuvazi  işçi sınıfını, bir yandan  kiralık firmalar ait  işçiler, diğer yanda süresiz  çalışma haklarına  sahip   kadrolu ve  sendikalı   işçiler şekillinde de  bölünmeyle  baş,başa bırakmıştır.
Bu temeldeki ayrışma aynı zaman da sendikalı ve sendikasız işçi ayrımına da tekabül ediyor.
Burjuvazi, sosyalizmin var olduğu koşullarda işçi çıkarmalarını zorlaştıran yasaları kabul  etmek zorunda kalmıştı.
Fakat,bürokrat sendikalardan gördüğü yardımlar sayesinde  yeni ucuz iş-gücü piyasası oluşturduğu   ve onlarla anti-komünizm ve  kapitalizm savunma temelinde kurduğu  ittifakı  henüz bozmak istemediği için, neo –liberal dönemde bile işçi çıkarmaları  serbest bırakacak   yasaları yürürlüğe koymada acele etmiyor.
 İşsizliğin  baskı altında süreli çalıştırılan ve işçi kiralayan firmalara ait olan işçilerin   azınlık bir kesiminin   kadrolu  işçi statüsüne  girmelerinin  karşılığıysa,daha düşük ücretlerle çalışmaya razı olmalarıdır.
Ama yeni istihdam edecekleri  işçilerin çoğunluğunu  işçi kiralayan firmalardan temin edildiği için,Patronlar işçiyle, iş ilişkisi içine girmiyor ve  işçilerle her hangi bir  iş sözleşmesi  yapmıyor. İşçiyle iş sözleşme yapan, işçi kiralayan firmalardır. Bunun için işten atılan bir işçilerle,  onu  çalıştıran fabrika  patronlarla arasında  her hangi bir ihtilafını ortaya çıkması da  söz konusu olamıyor. 
Bu durumda olanlar işçilerin  büyük bir kesimini, iş piyasasına yeni  giren genç işçiler oluşturuyor.
Gençlerin çoğunluğunun, burjuvazinin ucuz işgücü “deposu” olmasına   rağmen, yine  istihdam edilmeleri  mümkün olamıyor.  
Bir yanda  kiralık firmalara bağı  olan işçilerin,seneyi çoğunlukla   işsiz olarak tamamlamaları  ve   diğer yandan genç oldukları hale hiç bir yerde iş bulamayan gençlerin var olması,işsiz gençlerin sayısını  büyük boyutlara çıkarıyor.
Ve tüm bunlardan dolayı ve kapitalizmin ekonomik krizin en fazla etkilenen toplumsa kesimi oluşturmaları,  işsiz gençlerin baş kaldırmaya itiyor.
Fakat, burjuvazinin karlarında bay alan sendikalı işçilerse, sendika bürokratlarının da  etkisiyle, sessiz kalmayı, genç  issizlerle  mücadele  birliği kurmamayı tercih ediyorlar ve  böylece burjuvazinin karşısına güçlü işçi sınıfı hareketi çıkamıyor.
Gerek İspanya’da,gerekse Fransa ve İngiltere’de isyan eden gençlerin mücadelesi,kadrolu işçilerin örgütü sendikalar tarafından desteklenmediği için, burjuvazi tarafında “haksız ve başı bozuk yığınların eylemi” olarak tanımlanıyor  ve  mücadeleleri   polisin acımasız saldırısı sonucu bastırılıyor.
Özellikle  İngiliz burjuvazisi,  1850 den itibaren kapitalist dünyayı  en güçlü tarzda   sömüren ülkenin sahip   olmanın avantajıyla, ülkesindeki çalışanlara sömürüsünden verdiği  baylarla, güçlü bir  aristokrat işçi tabakası yaratmış ve toplumdaki sınıf farklıklarını belirgin bir şekilde ortaya çıkmasını önlemişti. Bu durum neo-liberal döneme girişi takip eden Sovyetlerin dağılmasına kadar  sürdü.
Özellikle, Sovyetlerin dağılmasından  itibaren İngiliz burjuvazisi, “vahşi- kapitalizm” denilen dönemi tekrar diriltti. Bu diriltmenin baş aktörlüğünü de, “kapitalizmde  toplumsal eşitlik mümkündür” sloganıyla sosyal-devletin savunucusu  “meşhur” İngiliz işçi partisi yaptı.
Bugün Muhafazakar partinin başkanı olan,İngiliz başbakan hariç, son günlere İngiltere’de ortaya çıkan gençlik eylemlerinin, toplumdaki sınıf farklılıkların belirgin bir hale gelmesinin  doğal sonucu olduğunu kabul ediyor.
Cambridge üniversitesinin tanımış  felsefe profesörü  Raymont Geuss, Almanya’nın ARD  TV ‘ine  İngiltere’deki son olaylarla ilgili  görüşlerini açıkladığında, İngiltere’nin nasıl sınıfsal temelde ayrıştığını izah etmekten kendini alıkoyamıyor. Örneği Londra’da  bir yandan siyahlar ve Asyalılar başta olmak üzere yoksulların yaşadığı  semtler, diğer yandan çoğunluğunu beyazların oluşturduğu, Villalarla dolu semtlere yaşayan  zenginler şekillindeki  bölünmüşlük, İngiltere’nin  büyük şehirlerinin temel özelliğini belirliyor.
Ama, BBC başta  olmak üzere, burjuva basın-yayın organları bu gerçeği gizlemek için yoğun propaganda yürütüyorlar  ve isyancı gençleri, “başı bozuk yağmacı sürüler” diye karalıyorlar.
Bu şekilde hareket edene Avrupa’nın  burjuva basın-yayın organları,İngiltere’nin  bugünkü toplumsal gerçeğini göz ardı edebileceklerini  zannettiler .Oysa, aç ve yoksul isyancıların bilinçsizce ve sadece yoksulluklarına duydukları öfkeyle yağmacılığa kalkışmalarından doğal hiç bir şey olamaz.
Tüm bu olayların esas nedeni,İngiltere’de, kapitalizmin yeniden dirilttiği sınıf farklıklarının ve sömürünün korkunç boyutlara çıkmasıdır.
Sınıf farklıklarının büyümesinin  ve giderek artan yoksulluğun,sosyal  patlamalara neden olacağını çok önceden tespit eden, İngiliz başbakan David Cameron, polisinin silahlandırılmasını gündemine almıştı.
İngiliz burjuvazisi ve özellikle aristokrat işçi  tabakasını siyasi ve ideolojik  örgüt olan İşçi partisi,Marksistlerin, devletin emeği gaspını sağlayan  şiddet örgüt olduğunu açıklayan  görüşlerini etkisi hale getirme,özellikle Lenin’in  burjuva demokrasisi bir diktatörlük biçimi olduğunu ispat eden  tezini “çürütme”  adına ve sözde   devletin toplumu koordine eden  bir organ olduğunu kanıtlama amacıyla,polisin silah taşıması  yasaklanmıştı!.
Bir yanda silahlı  profesyonel orduyu besleyecek, bu orduya dayanarak, dünyayı sömürge alanına dönüştürecek ve  emperyalist  dünya pazarlarını yeniden baylaşım savaşlarının   baş aktörü olacak !,diğer yandan, polisini silah taşımasını yasaklayarak, devletin  toplumu organize eden örgüt olduğu ispat edilecek!.
Şimdiyse, İngiliz burjuvazisi,bu yalanı daha fazla sürdürmenin gereksizliğine karar vererek, polisin devamlı silah taşımasını yasallaştırmaya çalışıyor.
David Cameron, giderek daha da gelişeceği belli olan toplusal patlamaların karşına polisin silahlandırmasına  ihtiyaç duydukların  gizlemek için “çetelere karşı savaş” çığırtkanlıyla  yoksullara karşı savaş açıyor.
Şimdi,“Silahsız İngiliz polis “ bu eylemlerde 5 kişiyi öldürdü, peki silahlı olsaydı kaç kişiyi öldürecekti!
Başbakan David  Cameron, göre olaylar,  kapitalist sistemin doğal sonucu olan toplumun hızlı bir  tarza yoksullaşma sürecine girmesi sonucunda  değil, toplum otoritesinin bozulmasından dolayı patlak vermiş!. Bu tezini kanıtlamak,yoksullaşan İngiliz toplumunun gerçeğini ört,bas etmek için, “çetelere” karşı mücadele başlatıyor.!
Oysa  yoksul semtlerde türeyen “çete” diye nitelendirdikleri, işsiz gençlerin bazı kriminal  olaylara bulaşmalarının nedenini belirleyen de , kapitalizmin orman kanunundur.
Sömürünü  olduğu yerde, devletin zorbalığının dışında ve bu  zorbalığı bir uzantısı olan, kriminal olayların ortaya çıkması ve bu  olaylar  için örgütlenmeler  kaçınılmazdır.
Ama İngiltere’nin  başbakanı,120 bin olarak  tespit ettikleri yoksul ailelere  ,maddi yardımda  bulundum,yoksul ailelerin çocuklarının  çetelere katılmalarını öneyecekmiş !.
 Başbakan David’e göre,İngiltere’deki son olaylar, “İngiliz  toplumun” uyandırmış. Baş bozukluk, otoritesiz bir “topluma dönüşme” açığa çıkmış!.
Burjuvazi, lafa geldiğinde otoriter rejimlere karşı olduğun dilinde düşürmüyor,ama toplumu üstündeki zorbalığın zedelendiğini görür, görmez,  toplumu “raptı zaptı” altına almada vakit kayıp etmiyor ve “ataerkil toplum kurarlarını ” tekrar güçlü bir tarzda diriltilmesi için çağrı çıkarıyor.
Babam otoritesinin ortadan kaktığından yakına burjuva başbakan, “babasız ” (yani baba otoritesinden mahrum  ) çocukların  çeteleştiğini öne sürüyor. “Babasız çocuklar, disiplinsiz okullar, ” ve bunları kanıksayan ve  sesiz kalan “egoist ve sorumsuz “ bir toplum  oluşması” olayların  çıkmasının esas nedenleriymiş.!
Zenginlerin oturdukları semtlere, büyük alış-veriş merkezlerine  saldırı olmadığı  için, zengin, fakir ayrımının var oluşu, olayların ortaya çıkmasının tahrik unsurunu teşkil etmiyormuş!.  Yoksul kitlelerin yürüyüşleri, parlamentoya doğru yönelmediği  için de  olayların hiç bir siyasi hedefi yokmuş!. Ve yine zengin beyazların yaşadığı semtlere yönelik  saldırılar olmadığı  içinde,  olaylar  ırkçı özellik taşımıyormuş!.
Oysa ırkçılığın esas göstergesi, siyahların ve Asyalıların yaşadıkları yerlere yönelik polisinin durmayan saldırılarıdır. Polisini saldırısı için yeterli neden, siyah ve Asyalı olmadır. İngilizlerin  saldırgan başbakanı, bunları ırkçılık olarak nitelendirmediği gibi,doğal karşılıyor. Zengin beyazlara saldırı oldu mu,ancak o zaman   ırkçılık  oluyor!.
Olaylar siyahların ve Asyalıların bulunduğu semtlere cereyan ettiği ve yağmalanan mağazalar siyahlara ve Asyalılara ait  olduğunu için , olayları “kendi,kendilerine zarar veren” eylem diye adlandıra biliyor. (3)
İngiltere’de gençlerin  %19,6 işsiz durumda. Ve bu işsiz gençlerin büyük çoğunluğunu siyahlar ve Asyalılar oluşturuyor.
Olayların ilk patlak verdiği Londra’nın  kuzey  Tottenham semtti,10 binin üstündeki genç işsizi barındırıyormuş.
Bu semtin Northumberland denilen yeri,, Avrupa’nın en fakir bölgesi olmakla ünlenmiş. Buna rağmen  muhafazakar partinin hükümetinin yürürlüğe koyduğu “tasarruf programın” gereği olarak,  belediye  bu yoksul semtlere  yönelik harcamalarından 41 milyonun kesmiş. Olayların çıkmasına neden olan  polisin kurşuna dizdiği gençte bu bölgede yaşıyormuş. Ve bu bölgedeki yoksullaşma 1985 den beri  huzursuzluğu geliştiğini herkes tarafında gözetlene biliniyormuş.
Bölgedeki huzursuzluğu kaynağının, yoksulluklarına karşına duyulan öfkenin olduğu polis dahi biliyormuş. Ve yine bu semtteki gençlerin %54 işsiz oldukları bilindiği halede belediye, 13 sayıda olan gençlik evlerinin 8 tanesini kapatmış.
Burjuvazi, bir taraftan insanları yoksulaştırıyor, bunu dahi yeterli görmüyor, daha da yoksullaşmaları için var olan ekonomik ve sosyal hakların elinde alıyor , arkasından da yağma ve  artan kriminal olaylarının ortaya çıkması  bahane edilerek , kapitalizmin pislikleri ört,bas edilmeğe çalışılıyor.
Burjuvazi bir yanda da,ekonomik ve siyasi saldırıların sürdüre bilmek için ırkçılığa dört ele sarılıyor.  Bunun için siyahları ve Asyalıları hedef gösteriyor.
  
            Ekonomik krizin siyasi krize dönüşememesinin nedenleri.
Kuzey Afrika ve orta doğuda olduğu gibi,, İngiltere’de ki yoksulların isyanının esas hedefinde   kapitalist sistem olduğu halde, ne yazık ki  kendiliğinden ortaya çıkan isyanların geri bilincin etkisi altın  olması, burjuvaziye geniş manevra alanı bırakıyor.
Kuzey Afrika ve orta-doğuda patlak veren isyanları, “burjuva demokrasisi” ninnisiyle uyutup, kabahati diktatörlerin üzerine atarak, kapitalizm “suçsuz” gösteriliyor.
Avrupa’daysa,var olan  burjuva demokrasinin toplumsal patlamaların önüne geçemediğini görülerek, ırkçılıkla, din ve mezhep farklılıklarının istismarıyla,yoksullaşan emekçiler birbirlerine düşürülüp,bölünüyor.
Yoksullaşanların, ekonomik krize karşı  yükselen  mücadelelerinin hedefinde  kapitalist sistemin yer almaması için, hükümette veya muhalefette olan  burjuva partilerin yürüttüğü propagandaların ve  izledikleri  taktiklerin mücadeleyi yatıştırmada  kafi derecede  etkisinin olmadığının anlaşılmasıyla,bu seferde “ emekçilerin dostu” bozlarına giren,  “sol” görünümlü, bürokratik sendikalar ve onlarla aynı politik görüşleri ve taktikleri izleyen partiler  veya siyasi gruplar devreye giriyor.
 Bu “solcu” geçine reformistler,kapitalizm “yaşatmayı” amaçlayan reformcu talepleri gündeme taşıyarak,yoksullaşmalarının  kızgınlığıyla ayağa kalkan  işçileri,işsizleri ve emekçileri  yatıştırmayı baş görev ediniyorlar.
Özellikle  bu dönem de Avrupa’da  kitleleri yatıştırmak için, reformcu içerikli  politik taktiklerle hareket edenlerin  başını  Trockist partiler ve gruplar  çekiyor.
Lafta, Marksizm’in temel  görüşlerini  savunmada, bunların  “üstüne kimse yok”,ama iş  pratik mücadelenin şiddetlenmesine gelindiğinde, hemen mücadeleyi yatıştırmayı kendileri için vazgeçilmez görev addediyorlar.  
Trockistler, Fransa’daki  emekli yaşının yükseltilmesi karşında mücadeleyi  girenleri pasifize   etmeyi amaçlayan  taktiklerinin aynısını, İngiltere’deki  son olaylar da izlediler ve   hemen “itfaiyeci” görevlerini yerine getirmede vakit kayıp etmediler.
Olayların daha büyütülmesi için,  işçilerin de bu mücadeleye katılmalarını sağlamanın yerine, isyan edenleri  nasıl yatıştırırız anlayışıyla harekete geçtiler.
İngiltere’de, İngiliz işçi partinsin kuyruğuna takılan ama, aynı zamanda   hatırı sayılır siyasi ve örgütlü güç olan, Trockist  “sosyalist parti”;“bizi 2010 dan beri bu bölgede huzursuzluğun geliştiği konusun da herkesi uyarmıştık” laflarıyla   gerçek  niyetlerini  açığa vuruyor ve  buna ilave olarak  da  biline reformist görüşleriyle “siyaset sahnesinde ” yerlerini alıyorlardı.
 Trockist  “sosyalist parti”,sanki sorunun ana unsurunu, olayların çıkmasının kıvılcımı olan ölüm olayında  ,polisin mi, yoksa öldürülenin yakınlarını mı doğru söylediğinin tespiti teşkil ediyormuş gibi,, sendikaların da  içinde yer alacağı  bir “tarafsız  komisyonun kurulmasını ve olayın araştırılmasını  istiyor!.
Buna ilave olarak, hemen issiz gençlerin oyalandıkları yerler olan,  ama   kapatılan, gençlik  evlerinin hemen açılmasını, genç işsizlere hemen çıraklık yerlerinin   bulunması  ve meslek öğrenimlerinin  ve çalışmalarının sağlanması hükümetten, (olayların yatıştırılması için) talep ediyorlardı.
Trockist “sosyalist  partinin” de esas olarak  gizlemeğe çalıştığı, kapitalizm zorunlu olarak işsizler ordusu yarattığını  gerçeğinin yanı sıra, aşırı üretim  krizinin kapitalist toplumları kasıp,kavurduğu,, üretimi durdurduğu ,çalışanların işine son verdiği ve işsizliği çığ gibi büyüdüğü bir dönemde, hükümetin yeni iş yerleri açabileceği yalanıyla sahte ümit “dağıtmasıydı”.
Ama  Yeni iş yerlerinin açılmasının daha kolay yolu olan  haftalık iş saat’lerinin  sürelerinin kısaltılmasını istemekse akıllarını ucundan geçmiyordu ama sosyalist bir ekonomik sistemin kurulması, burjuva militarist devletini varlığı koşullarında  mümkünmüş gibi propagandalarla  “göz boyamaya” faaliyetlerine  devam ediyorlardı.
Oysa, siyasi devrimle , burjuvazinin devleti parçalanıp, dağıtılmadan, proletaryanın demokratik diktatörlüğü kurulmadan, sosyalist bir ekonominin inşa  edilmesinin mümkün olmadığını açıktır.
Ama Trockistler,,”sosyalist ekonominin”  burjuva demokrasine  dayanarak inşa edilebileceği iddiasını sürdürmekte ısrarlılar.
Trockistlerin   gündeminde hiç bir zaman devrim diye bir sorun yer almadı. Bunun içinde dünyanın tüm ülkelerinde, güçlü siyasi  bir hareketler olma  konumuna erişemediler.  Hep  aynen “Stalinist” geçine reformistler  gibi ,devrimin zorunluluğu inkar ettiler ve şiddetin her türüne karşı  olmakla övündüler ve övünmeye devam ediyorlar.
Bugün kapitalizm yoğunlaşan sömürüsü ve her gün daha da derinleşen krizi karşında,Şili’den uzak –doğu ülkelerine, Hindistan’a,  İsrail’de için alan orta-doğu ülkelerine, Kuzey Afrika ve Güney Afrika devletinde  ve de Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerine doğru  yayılan emekçilerin ve işçilerin başkaldırısı, kapitalizmin dünya’dan silinmesinin zeminin hazırladığı halde, bu mücadele sosyalist devrim amacına tabi olarak henüz gelişemiyor. 
Bunun başında gelen nedeni, Sovyet revizyonizminin çökmesinin yarattığı tahribattır.
Bu tahribatın giderilmesinin baş engeli, burjuvazinin isyan eden kitlelerin karşısına sosyalizmin bir ümit olarak tekrar çıkmasını önleyen yoğun propagandasını yanı sıra,Kruşcevçi  revizyonizmin kalıntılarının, Trocksist parti ve grupların, kapitalizmi yaşatmak için, reformları amaç edine ve devrimin zorunluluğunu inkar eden, siyasi,ideolojik ve örgütsel faaliyetleridir.
Ama  dünyayı sarana  ve burjuvaziyi tedirgin eden ,yoksulluklarına ve yoksullaşmalarına karşı başkaldıran  sömürülenler, eninde, sonunda kendilerine  gerçek kurtuluş yolunu gösteren düşüncenin  sadece  Marksizm’in –Leninizm’in olduğunu  fark edecekler.
Çünkü gelişen  bu mücadele,, Marksizm-Leninizm   yeniden sınıf mücadelesine etkin güç olmasının  zeminini hazırlıyor.
Dolayısıyla, sömürülenler, her gecen gün yoksulluğa ve açlığa mahkum edilmelerinin ortadan kalması için sınıfsal kurtuluşlarını istiyorlar ve bunun arayışı içindeler.
    Bugün  kapitalizme karşı  emekçi kitlelerin mücadelesini geliştirecek    
                                         yöntemlerimiz.
Bugünün koşullarında, burjuva devletlerin en zor durumda bırakan, dünyanın dört bir tarafında işsizliklerine, açlıklarına, çaresizliklerine karşı isyan eden emekçi sınıflara mensup  gençlere yol gösterme ve onları   sınıf mücadelesinin keskinleştirilmesi için örgütleme  Marksist-Leninistlerin esas görevi olmalıdır.
Burjuva devletleri, isyan eden gençleri nasıl yatıştıracağının çaresizliğiyle kıvranıp, duruyor. Ya,işsiz gençlere  iş yeri bulamıyor, yada en düşük ücretlerle çalışmaya mahkum ediyor.
Toplumun en dinamik kesimini teşkil eden, işsiz ve düşük ücretlerle karın dokuluğuna çalıştırılan gençler, Marksist- Leninistler için  örgütlenerek, sosyalizm mücadelesine kazanılacak toplumsal grupların  başında geliyor.
Bu gençler için acil taleplerin başında, işçi kiralayan  firmaların,kapatılması, AB bağlı ülkelerin tümünde, asgari ücretin 10 € olması, haftalık çalışma saatlerini 30 saat’le sınırlandırılması ve her koşulda işçi çıkarmaların yasaklanması.
“Zarar ediyorum veya ekonomik kriz var” gerekçeleriyle işçi çıkaran fabrikalar, işçi komiteleri tarafından el koyulup, işletilmeli.
Burjuvazinin, üretimin işleyişinde ve  ürünlerin ortaya çıkmasında,en küçük bir katkısı yoktur.
Tüm fabrikalar, üretim aracı olan makineler, işçilerin emeği olduğu halde burjuvazi bunlara el koymuştur ve işçinin emeğini, işçinin sömürülmesinin aracına dönüştürmüştür.
Burjuvaziyi üretim araçların mülkiyetinde arındırmak, işçinin kendi emeğe sahip çıkmasından başka bir şey ifade etmez.
Bunun yanı sıra, kapitalizm koşullarında işçiler tarafından işletilen ve kar için üretilmeyen mallar satışı,çalışanların işsiz kalmasının koşullarını ortadan kaldırır  ve burjuvazinin daha az işçi çalıştırarak, daha fazla kar elde etme faaliyetine son verilir ve işsiz olanlara iş yerleri  açılmış olunur.
Devletlerin, bankalara olan tüm borçları iptal edilmeli.Bankalar, borç olarak  verdikleri ana  paraların çok üzerinde faiz almışlardır. Alacaklı olan,Bankalar değil , “borçlu” gösterilenlerdir.
Bankaların  alacaklarını iptal edilmesi, burjuva devletlerinin bankaların alacakların ödemek için,  işçi ve emekçi sınıfların daha da yoksullaşmaların sağlayan tasarruf  programlarının ortada kaldırılmasını sağlayacak ve memurların, devletin çalıştırdığı, işçilerin işlerine son vermeği  önleyecektir.
Burjuvaların , özellikle, banka ve kurumların vergileri vakit geçirmeden yükseltilmelidir.
Tekelci kapitalizmin can damarı olan bankalardır ve burjuva hükümetlerinin izledikleri ekonomik-politikalara yön veren esas müesses  büyük bankalardır.
Ve de tekelci kapitalizm döneminde bankalar,  işçi ve emekçilerin sömürülmesinin sağlayan en önemli araçtır.
Bunun için işçi ve emekçilerin mücadelesinin baş hedefinde tekelci sermayenin temel kurumu bankalar  yer almalı. 
Bankaları çökertmek, tekelci kapitalizme vurulacak en temel darbedir.
Sendikaların izlediği politikaları günü,gününe izlemek, onların amaçların kapitalizm savunmak olduğunu  teşhir etmek  zorunludur.
Sendikaların izledikleri politikalara karşı, devrimci sendikal muhalefeti oluşturarak, işçiler içinde  siyasi,ideolojik ve örgütsel olarak güçlenme faaliyetlerimizde,hiç   bir  fırsat kaçırılmamalı.
Tabii sendikaların politikaların destekleyen ve aynı propaganda ,ajitasyon faaliyeti yürüten “işçi sınıfını çıkarın savunur” bozlar takınan,  her türden reformistlere karşı günlük ideolojik mücadeleyi yoğunlaştırmak, en önemli görevlerimizden bir olmalı.
  

 ----------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Bu durumdan en fazla etkilenecek devletlerin içinde  “ kapitalist dünyanın yeni lideri” diye pohpohlana Çin geliyor. Ucuz iş-gücü sayesinde ve özelikle ferdi tüketim maddelerin üretim alanında, dünya pazarların da etkin ekonomik güç haline gelen ve elinde trilyonlarca dolar toplayan Çin, doların altın karşısında  değerini kayıp etmesinden en büyük zarar görmen ülke olması  kaçınılmazdır.
Zaten şimdiden  Çin’de  enflasyonunun yükselmesinin önüne geçilemiyor. Çin’den gelen haberler, bir yandan ekonominin durgunluğun derinleştiği ve diğer yandan, enflasyonu oranının yükselmeğe başladığına dairdir.
Emperyalist-kapitalist sistemin şiddetlene krizi  karşısında  sosyalizm gündeme gelmesinden öcü gibi korkan revizyonist ve reformist kesimler, özelikle,ABD ve AB gibi emperyalist-kapitalist mihraklara karşı, Çin’i, Rusya’yı alternatif güçler olarak öne sürerek, sözde “anti-emperyalistlik” taslıyorlar.
Evrensel gazetesi gibileri, İran’ın mollalarını, Çin’i ,   Saddam’ın  yerine geçirdikleri Kaddafi’yi,  “anti-emperyalist” güçlerin merkezleri göstermekten  bıkmıyorlar. 
Her dönemde gericiler arası çelişkiye bel bağlamayı ve 3 dünya görüşlerinin yılmaz savunuculuğunu hiç kimseye kaptırmayanlar, Çin’i ” anti-emperyalist güç”  olarak göstermeleri yadırganmaz ki.!
(2) Evrensel gazetesinin baş yazarı da artık (istemese de) kapitalist ekonominin krizden bahsediyor!,ama krizden çıkmanın çaresini,  kapitalist sisteme zarar vermeyecek talepler için mücadelede  aranmasını  konusundaki ısrarlınıysa sürdürmeğe devam ediyor. Türkiye işçi sınıfını %5 oranındaki  kesimin  örgütlerinin yöneticileri  olan bürokrat burjuva sendikacıları, kriz karşıda saldırıya geçecek patronlara ve hükümetin politikalarına karşı uyanık olmaya çağırıyor!. Dilinde düşürmediği tek lafsa;krizin yükünün emekçilerin ve işçilerin sırtına bindirileceğidir. İşçilerin var olan hakları ortadan kaldırılacak!, işsizlik paralarıyla biriken fonlar patronlara verilecek, ama bunlara karşı mücadele edelim,deyip durmayı alışkanlık haline getirmiş.
Sanki ekonomik krizinin yükü, işçi ve emekçilerin sırtına binmemiş gibi, durmadan “bindirilecek krizin yükünden” deme vurup, duruyor.
Ama “dilinin altında sakladığı baklaysa”, ekonomik krizin  siyasi krize dönüşmesinin önlenmesi isteğidir.     
(3) İngiliz başbakanın bu komik iddiaları öne  sürmesinin tek nedeni,İngiliz  muhafazakar partisinin  hükümete  geldikten sonra , hemen  devletin borçların işçi ve emekçilerin sırtına bindirmek için yoğun bir ekonomik saldırıya geçtiğini ört,bas etmek istemesinden dolayıdır.
İlk önce üniversite harçların büyük oranda  arttırarak, üniversite öğrenimin yoksul ailelerin çocukların kapattı, arkasından devlet memurların sayısını yarı, yarıya azaltarak, işsizliği daha da büyümesi için kapıları ardına kadar açtı.
Tüm bunların yanı sıra, İngiltere ekonomisi, dünya kapitalizminin  ekonomik krizinde en fazla etkilene ülkeleri başında geliyor.
Bunun için yoksulların başkaldırısını çeteleşmenin eseri gösteriyor.



 

Hiç yorum yok: