19 Kasım 2006

Amerika Birleşik devletlerinde ki son kongre seçimleri ve sonuçları


ABD’de yakın dönemde yapılan kongre seçimleri, tüm dünyada yankılandığı gibi, Türkiye’nin de siyasi gündemini oluşturmuştu. Amerika Demokrat partisinin, Cumhuriyetçi başkan Bush’un Amerika’da ve tüm Dünya da izlediği politikaya karşı çıkması ve Amerikalıları bu doğrultuda etkilemeleri ve Kongrenin her iki kanatın da çoğunluğu sağlamaları,Cumhuriyetçi partinin ve Bush’un neo-liberal ve emperyalist saldırgan politikalarına indirilen bir darbe olarak yorumlandı.
Amerika’daki bu seçimler, burjuva parlamentarizm’in gerçek iç yüzünün halk tarafında nasıl göründüğünün de göstergesiydi. En gelişmiş “demokrasi” diye yıllarca propagandası yapılan “Amerikan demokrasi” sıradan Amerikalının da tespit ettiği gibi “Halk temsilcileri” adı altında seçilen Kongrelerinin üyeleri oylarını dolarla sattıkları, rüşvetle iş gördükleri açığa çıkıyordu. Sokak ta görüş alınan Amerikan seçmeni, temsilciler meclisi de ve Senato da çoğunluğu ellerinde tutan Cumhuriyetçilerin, Bush’un hık deyicileri olduklarının, parala oyların sattıklarını, rüşvetler, yolsuzluklarla çok rahat bir hayat yaşadıklarını söyleyerek,bir kez daha “burjuva demokrasi” sahte bir demokrasi olduğu gerçeğini ortaya seriyordu; ve böylece Lenin’in, burjuva demokrasi konusundaki görüşleri bir kez daha doğrulanmış olunuyordu.
12 yıldan beri temsilciler meclisinde ve Senato da çoğunluğa sahip olan Cumhuriyetçiler, Bush’un başkan olmasında itibaren ülke içinde izlene neo-liberal politikaları ve ABD’in azgınlaşan emperyalist saldırganlığı tüm güçleri le desteklemişlerdi.
Bush, iş başına gelir gelmez , Amerikan tekellerinin, Holdinglerinin vergilerini en asgari seviye ye indirmiş ve devletin emekçilere yönelik ekonomik ve sosyal yardımlarını ortadan kaldırarak, ucuz iş-gücü için çok elverişli bir ortam yaratmıştı. Neo-liberal politikalar sonucu tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi, Amerika’da da yoksulluk artmış ve zenginle, yoksular arasında ki uçurum derinleşmiştir.
Demokratların bu seçimden başarıla çıkmalarının odak noktasında, neo-liberalizme karşı işçi ve emekçilerin taleplerini öne sürmeleri yer almasına rağmen, bu durum göz ardı edilip Irak sorunun, yolsuzlukların, ve sex skandallarının, seçimler de belirleyici rol oynadığına dair yoğun propaganda ya girişildi. Oysa, Demokratların baş talepleri, asgari ücretin yükseltilerek, 7,5 dolara çıkartılması, sağlık sigorta sisteminin Almanya’dakinin benzeri gibi olması,(1) yaşlılara çok ucuz ilaç verilmesi, Holdinglerin özelikle, Petrol tekellerinin vergilerin artırılması, Irak savaşı için harcanan paraların ortadan kaldırarak, bunu sağlık, eğitim için harcanması, Bush’un göçmenlere yönelik saldırgan politikasına son verilmesi ,sınırlarda ve Hava alanlarında, yapancıları aşağılayan önlemlerin ortadan kaldırılması idi.
Demokratlar, Bush’un Irak politikasına bu günlerdeki gibi karşı çıkmalarıma rağmen başkanlık seçimlerini kazanamamışlardı, ama bu seçimlerde, Bush’un neo-liberal saldırgan politikasının hedef aldıkların dolayı, 12 yıl sonra temsilciler meçlisinde ki çoğunluğu ele geçire bildiler.
Amerikan tekelleri, özelikler General Motor ve Ford gibi otomobil sanayisinin güçlü Holdingleri durmadan işçi çıkarmaya, fabrikalarını kapatmaya devam ediyorlar. Holdinglerin bu uygulamalardan en fazla zarar gören Amerikan işçi sınıfıdır. Bush’un izlediği politika, bugün Amerikanlı işçilerin ve yoksuların “kaderi” le, Irak’ta gericiler arası savaştan katledilen, evleri, barkları yıkılan Iraklı yoksuların, işçilerin, emekçilerinin kaderlerini birleştirmiştir. Irak’taki savaştan, petrol Holdingleri başta olmak üzere tüm tekeller aşırı karla elde eder iken, savaşı yükü Amerikalı işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmıştır. Bush, Amerikan kongresinden savaş için üst üste milyarlarca dolarlık para aldı. Devlet bütçesinden alınan bu paralar, işçi ve emekçileri keselerinden çıkan ve onlar için harcanması gereken paralar olması gerekir iken, savaşın “ gider”lerine harcandı ve harcanıyor.Yani, Irak’ta ki gerici savaşın yıkım, Amerikalı işçi ve emekçilerin yoksullaşmasına direk neden oluyor. Bugün Amerikalı işçiler ve yoksular Irak savaşına karşı çıkmalarının önemli nedeni, bu savaşın kendilerin yoksullaşmanın girdabına doğru sürüklemesinden dolayıdır. Bunun için Amerikalı işçi ve emekçiler, yoksullar bu savaşa derhal son verilmesinin ve Irak’tan askerlerin geri çekilmesini istiyor.
Bush,11 eylül olaylarını da bahane ederek “Terörizm le savaş” adına Afganistan ve Irak savaşlarını başlattı. Amerikan Halkı, bu savaşların kendi güvenlikleri le bir ilgisinin olmadığını, tekellerin çıkarı ve petrol kaynaklarına ele koymak amacı la başlatıldığını şimdi anlamaya başladı. Artık, Irak ve Afganistan savaşına karşı olanlar, nazar dikkat da alınmayacak “azınlık!”lar değil Amerikan halkın çoğunluğu olduğu ortaya çıkıyor.
Bush’un telaşının “Vietnam sendrom” başladığını söylemesinin nedeni de budur. Bush , Irak savaşında yenilmediklerini söylemesine rağmen “Vietnam sendrom”dan bahsetmesini nedeni, Amerikan halkının çoğunluğunun savaş karşıt olduğunun seçimlerle belirginliğe kavuşmasıdır.
Şeriatçılar ve onların yardakçılarına göre ise “Irak’ta da Amerika savaşta yenilmiş”! Oysa burada, Amerikan’ın Vietnam’daki gibi “düşmanı” karşısında savaş meydanı da yenilgiye uğraması gibi bir olayın ortaya çıkmadığı bir vakadır. Yani Irak’ta, Sünni şeriatçıları ve Saddam milliyetçileri, Amerikan emperyalistlerini savaş meydanı da yenilgiye uğratmaları söz konusu dahi değil. Bu gericiler, Irak’ta iktidar kavgası içinde oldukları Şiileri katletmekle meşgullar. Vietnam savaşı la, Irak savaşı arasında esas ilişkin olarak en küçük bir benzerlik dahi mevcut değildir; çünkü Vietnam savaşında Amerikan emperyalistleri, diğer batılı emperyalist devletlerin de desteği le, “komünizme” karşı kapitalizm’in egemenliği için savaştığını iddia ediyorlardı. Tüm kapitalist dünya Amerikan emperyalistleri le birlikte idi. Ama diğer yandan “Sosyalist” olduklarının ileri süren Sovyetler ,Çin ve Sosyalist Arnavutluk,dünya sosyalistleri, Vietnamlıların yanında idi ve onları destekliyorlardı.
Bunun yanı sıra emperyalist- kapitalizm’e karşı uzak doğudaki savaş, Vietnam la sınırlı kalmayıp, Kamboçya ve Laos içine alarak bölgesel savaşa dönüşmüştü. Amerika emperyalistlerinin uzak doğudaki bu acımasız saldırılarına karşı,bir sürü burjuva demokratları mücadeleye girişmişti.(2)
Sovyetlerin ve Çin’in emperyalizme karşı savaşan uzak doğu ülkelerine yaptıkları silah yardımları, ABD’nin geliştirdiği silahları etkisiz hale getire biliyordu. ABD bu savaştaki kayıpları sadece insan kayıpları la sınırlı kalmadı ve önemli silah kayıplarının ortaya çıkmasına neden oldu. Vietnamlılar, Sovyetlerden aldıkları füzelerle,en gelişmiş teknoloji le donatılmış ABD savaş uçaklarını kuş gibi havada avlıyorlardı.
ABD’nin savaş meydanın da verdiği asker kayıp’ı sonucu da milyonlarca Amerikalı genç asker kaçağı durumuna düşüp, başka ülkelere, özelikle İsveç’e sığınmak zorunda kalmışlardı.
Tüm bu gelişmeler sonucu Amerikan halkı uzak doğudaki savaşa karşı ayaklandı.Bir, iki sene içinde giderek büyüyen Amerikan halkının savaş karşıtlığı, Amerikan kapitalizm’ini de hedef almaya başlamıştı.Cumhuriyetçi Nixon’na karşı, Demokratların başkan adayı, kapitalizm’e ve Amerikan tekellerine karşı söylevlerle bir propaganda yürütüyordu. Demokratların başkan adayının, kapitalizm’i hedef alan tavırlından dolayı, kendi (demokrat) partisinin önemli bir kesimi, Cumhuriyetçiler le birlikte hareket ederek onun başkan olmasını önleyip, Nixon’un başkan seçilmesini sağladılar.
Vietnam’da ki, yenilgiyi kabul etmeyen Vietnamlılar la”şerefli bir barış yaptıktan sonra Vietnam’ı terk edeceklerini” söyleyen Nixon, Amerikan halkının kapitalizm hedef alacak tarzda ayaklanmasından korktuğundan ötürü,Vietnamlıların hiç bir anlaşmaya yanaşmayıp,koşulsuz ülkeyi terk et, demeleri karşısında, buna boyun eğip, bir avuç işbirlikçisi le birlikte apar topar Vietnam’dan kaçmak zorunda kaldı. Amerikalılar çekip gitmeden, Vietnam halk ordusu önceden tüm Vietnam’a egemen olmuştu. Kamboçya ve Laos’da da buna benzer şekilde Amerikan ordusu buraları da terk etti.
Vietnam savaşı la Irak savaşının tek biçimsel benzerliği,Amerikan halkının apayrı nedenlerden dolayı da olsa savaşa karşı çıkıp, Askerlerin geri çekilmesini talep etmeleridir.

Amerikan emperyalistleri Iraktan ve Orta doğudan Askerlerini
geriye çekiyor mu?
Amerika kongre seçimlerinin neticesi belli olmadan önce,demokratların Amerikan halkının Irak’tan askerleri geri çekme talebine sahip çıkarak, bu konuda propaganda yürütmesi ve seçimleri demokratların kazanacağının anlaşılması, Orta-doğuya ve Irak’a egemen olmak isteyen bölgenin “yerli gericileri”ni sevince boğdu. ABD ve müttefiklerinin Irak’ı ve orta-doğuyu terk ettikten sonra, bölgeye egemen olmak isteyenler hemen kollarının sıvadılar.
Emperyalist-kapitalizm öncesi bölgeye egemen olan devletlerin kalıntıları,bölgeye egemen olma arzularını gizlemeğe dahi gerek görmediklerini belli etmeye başladılar. Abdullah Gül, Kürtlere gözdağı verip,”Amerikalılara güvenmeyin, onlar çekip gidecek, biz baş başa kalacağız” tehdit’ini savurmaktan geri durmadı. Diğer yandan, Irak’taki Şii ve Sünni mezhepler arası çatışmanın yoğunlaşması, Sünni ve Şii şeriatçı devletlerin şimdiden karşılıklı olarak mevzileşmelerine neden oluyor.
ABD ve İngiliz emperyalistlerinin orta-doğuyu terk etmeleri le, orta-doğunun gerici egemen burjuvalarının, bu bölgeyi kan gölüne dönüştürmekten çekinmeyeceklerini hiç kimse inkar edemiyor. Şimdiden, Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan da olup bitenler, bu iddiaların somut kanıtını teşkil ediyor.
Orta-doğunun gerici burjuvaları arasında ki çatışma ve egemenlik mücadelesi, Bush gibi en saldırgan emperyalist politikaları izleyenlerin eline önemli koz veriyor. Bush’un başını çektiği emperyalist politik kanat“ Irak’tan ve orta-doğudan askerlerimizi çekersek bölge kan gölüne döner” laflarıyla Irak’ın ve Ortadoğu’nun emperyalist politikaların sonucu olarak bu hale geldiğini göz ardı etmeğe çalışıyorlar. Onlar, sömürülerin gerçekleştirmek için devamlı istila ettikleri ülkelerde, yeni sömürgeciliğin gereği olarak kendi müttefikleri, kendi komprador burjuvalarını yaratmaya devam ettiler. Emperyalist sömürüden daha fazla bay alma kavgası, bölgenin komprador burjuvalarının egemenlik mücadelesinin şartlarını oluşturdu.Emperyalist burjuvazi, kendi egemenliklerini ve sömürülerini garanti altına almak için,“İslam ülkelerin“de şeriatın egemen sistem hale gelmesini sağlamaktan dahi çekinmedi.
Oysa,”İslam ülkelerin“de de başlayan kapitalist gelişme, uluslaşmayı, ve dinin devlet işlerinden arındırmanın ifadesi olan laik siyası rejimleri ortaya çıkmaya başlamıştı.
Sosyalist Sovyetlerin varlığı döneminde, ulusallığın emperyalist sömürü ve egemenliği hedef alması karşısında,emperyalist burjuvazi, şeriatın yeniden “İslam ülkeler in”de egemen kıldı. Şeriatın egemenliği, yüz yıllarca süren İslam’da ki kanlı ve acımasız mezhep çatışmaların yeniden diriltti.
Irak, İslam’da, mezhep çatışmaların en acımasız ve merhametsiz cereyan ettiği yer olduğu bilinmektedir. Sünni mezhep’inden şeriatçı devletlerin üst üste Şii katliamlar düzenledikleri yine bilinmektedir. Emperyalist burjuvazi, kabuk bağlayan tüm bu yaraları deşip yeniden kanattı.
Irak işgalini organize eden ve Şii’lere ,Kürtlere dayanarak, Sünni Arap aşiretlerinin egemenliği ve iktidar demek olan Saddam rejimine son veren Bush’cular , Irak’ta ortaya çıkan manzara karşısında “keşke Saddam’ın iktidarına son vermeseydik” diye biliyorlar. Richard Perle gibi Irak’ın işgal edilmesine taraftar olan Bush’cuların şimdi pişmanlık gösterilerine girmeleri sahtekarlıktır.Çünkü onlar, Irak’ın sosyal yapısın ve tarih geçmişini, kendilerinden daha bilen, Avrupalı emperyalist politikacıları dinlemediler, Schröder’in ve Chirac‘ın başının çektiği AB, Irak’ın işgal edilmesine karşı çıkıyorlardı ve İşgal, Irak’ı ve orta doğuyu kaosun içine itebileceğini söylüyorlardı. Ama Bush çetesini onların dinlemedi ve Saddam’ın iktidarına son verdi.
Bush çetesi, Şiiler ve Kürtler le birlikte, Saddam’ı yenerek ve ordusunu,polisini dağıtarak Irak’a egemen olacaklarını zan ediyorlardı.Oysa Saddam, Baas partisi ve ordu içinde darbe yaparak iktidarı ele geçirmesine rağmen, kendinden önceki General, Kasım, Arif ve Bekir gibi sadece, Irak ordusunda ve Irak Baas partisin de yönetimi ele geçirerek, iktidara gelmiyordu; tam tersine, Sünni Arap aşiretlerine dayanarak, Şii Arap aşiretlerini ve Kürtleri baskı altına alan bir egemenlik sistemi oluşturmuştu. Saddam, ordusunu ve polisini Sünnilerden teşkil etmişti. Petrol gelirleri le Sünni aşiretler zenginleştiril iken,çoğunluğu Irak’ın çöllerinde yaşayan,Şiiler ise yoksulluğun içine itilmişlerdir.Irak’ın, Dicle ve Fırat nehirlerinin ortasında yer alan verimli topraklar, Sünni aşiretleri elindedir. Irak’ta Sünniler zengin,Şiiler ise fakir kesimleri oluşturuyorlar.
Saddam, Arap milliyetçiliğine dayanarak Kürtleri, mezhep farklılıklarına dayanarak ta Şiileri, sömürü ve baskı altına almıştı. Saddam’ın, İran’a saldırmasının nedeni,(Şii mezhebine göre şeriat devleti kuran Iran’ın Mollalarının iktidarına son vererek), baskı ve sömürü altına aldıkları Iraklı Şiilerin ayaklanmasının önünü kesmek istemesinden dolayı idi.
Irak’ta mezhep farklılıklarının dirilten, İktidarını mezhep farklılıkları üstünde bina eden Saddam idi.
İslam tarihi,İslam’daki mezheplerin iktidar çatışmalarının nasıl korkunç katliamlara dönüştüğüne şahittir. Osmanlı,Şiilere yönelik katliamların en acımasız bir tarzda gerçekleştiren bir devlet idi. Bunun izleri hale Anadolu topraklarında canlı olarak varlığını sürdürmeğe devam ediyor. Gerek 12 eylül öncesi ve gerekse sonrası, faşist Sünni gericiler tarafından, Maraş’ta, Corum’da, Sivas’ta, sadece Alevi mezhep’inden oldukları için yüzlerce insan katledildi, diri, diri yakıldı. Bu faşist katiller,göstermelik tutuklamaların arkasından, millet-vekili olarak TBMM’ne girdiler.
İslam tarihini bilen hiç kimse Irak’ta,mezhepler arası iktidar savaşını katliamlara dönüşmesini yadırgamıyor;çünkü bunlar yeni ortaya çıkan olaylar değil.
Irak’ta, Sünni ve Şii mezheplerden olanlar, ayrı,ayrı ve bir,birleri le bağı olmayan yerleşim merkezlerinde toplanmışlardır. Nasır’ın başlattığı, ve Arapları derinden etkileyen, ulusalcılık, Araplar arasıdaki mezhep farklılıkları gidermeğe ve ulus olarak Arapları birleştirmeğe başlamıştı.(3)Ama Arap ulusalcılığı başarıya erişemeden, İslam ve şeriat yeniden etkinliğini kurup, mezhepler arası iktidar savaşını yeniden gündeme soktu.
Irak’ta olup biten budur. Irak’ta esas olarak emperyalist işgale karşı bir savaş yoktur, mezhep farklılıklarının şekillendirdiği Arap aşiretleri arasında iktidar savaşı var. Sünni aşiretleri ABD’in işgaline karşı çıkmalarının esas nedeni, Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şii aşiretlere iktidar kapısını açmalarından dolayıdır.Saddam’ın iktidarına son verilmeseydi, Şiileri iktidara ortak olmaları söz konusu bile edilemezdi. Bunun için acımasız bir tarzda Şiileri kat ediyorlar.
ABD emperyalizm bu kaosu ve katliamı durduramıyor ve bunun için Irak’ta “askeri stratejinin değiştirilmesi” tartışılmasını gündemlerine alıyorlar.Bush çetesinin içinden bir kesim, Saddamsız , Saddam iktidarın yeniden kurma adına, Şii çoğunluğu egemen olduğu meclisin fesihini,Şii Nuri El Maliki hükümetinin görevden alınmasını ve İktidarın orduya devir edilmesini istiyor.Bugünkü Irak ordusunun generallerin çoğunluğunun da Saddam’ın generallerinden oluşturulduğu göz önüne alındığında, bu önerinin,Sünnileri yeniden iktidarın egemen gücü haline getirmeği amaçladığını hiç kimse inkar edemiyor. Nitekim, Irak’ın Sünni aşiretlerin liderleri, Katar, Arap emirlikleri ve Suudi-Arabistan gibi Sünni Arap devletleri le ilişkilerini sıklaştırıyor.
Sünnilerin başbakan yardımcısı,Tarek Al-Hachémi, Bu iddiaları doğrayacak tarzda Katar’dan yaptığı açıklamada, Şii çoğunluğu suçlayıp, ulusal bir hükümetin kurulmasını ve tüm iktidarın bunlara devir edilmesini istiyordu ve “Eğer Maliki hükümeti, bu politikasına devam ederse bir daha uyarıda bulunmayacağız” tehdidini savurmakta geri durmuyor.
Ve yine Sünni azınlığın lideri, başbakan Maliki’e bir mektup göndererek, politik aygıtlarda eşit bir tarzda yer almadıkça, hükümet’ten ve meclis’ten çekilerek, silah sarılacaklarını ilan etmekten çekinmiyor. Sünnilerin bu güçlü lideri,Adnane Al- Douléimi, şeriatçı Sünni katillere ses çıkarmaz iken, tek taraflı olarak Şii milislerden oluşan “Mehdi Ordusu”nun dağıtılmasını istiyor (4) Hükümetin Şii çoğunluk partisine bağlı olmasından, Ordunun ve polisin Şiilerden oluşturulmasından rahatsız olduğun gizlemiyor.
Sünnilerin bu iktidar mücadelesi karşısında, başbakan Maliki ve Şiilerde boş durmuyorlar, kendileri gibi Caferi mezhep’inden olan Iran ve Suriye’le ilişkilerini dahada geliştirmeğe çalışıyorlar.
İngiltere başbakanı, Blair, Şii yanlısı bir politika izlemek istediğinden ötürü, Bush’la aralarında var olan çelişkiyi açıklamaktan çekinmiyor Ve İran’la, Suriye’le ilişkilerin düzeltilmesini,onlara karşı izlenen politikalar son verilmesini istiyor.Blair, Suriye ve İran’a dayanarak, Irak’taki kaosa son verileceğini iddia ediyor.Blair’in bu politikasını Amerika demokrat partisi de destekliyor. Onlarda, Bush’tan “Iran’la var olan düşmanlığına son vermesini” istiyorlar. Bu politikayı, Iran’la sıkı ilişkiler içinde olan Almanya ve Fransa tarafında da destekleniyor.
Amerika’daki son yapılan kongre seçimleri, Bush’un şimdiye kadar izlediği Irak politikasının iflas ettiğini şeklinde yorumlanıyor. Bu durum,Amerikalı demokratlar la birlikte bu politikaya karşı çıkan,AB’nin harekete geçirdi. Şimdi AB, Irak sorununun “çözümün”de daha fazla ağırlıkta rol almak için devreye giriyor.
Bush , demokratlar iş birliği yaparak Irak’ta izlene politikayı değiştirmeğe hazır olduğunun göstermek için, Şimdiye kadar izlene Irak politikasının mimarı Savunma bakanı Donald Rumsfeld’i görevinden aldı. Bush’un, demokratlara yakınlaşması, Irak konusunda AB ile aralarına çıkan görüş ve politik ayrılıkları giderilmesinde zeminin hazırlıyor.AB,Irak sorununu, Irakların kendilerinin çözüme kavuşturmasından yana bir politika izlenmesini istiyor ,askeri müdahaleye karşı çıkıyorlardı ve Irak’ın askeri işgali le Saddam iktidarının devrilmesinden sonra da, Irak’ta ordunun ve polisin yeniden örgütlenmesi için, Iraklılara yardım edilmesini le sınırlı bir müdahaleden yana idiler. Şimdi bu politik çizgileri daha da güçlenmiş durumda.
Artık, ABD ve AB , Iran ve Suriye’yi de için alan bir blok oluşturarak, Irak’ta başlayan giderek bölgeye yayılma emareleri gösteren mezhep çatışmaların önüne geçmek isteniliyor.
Amerikalı Demokrat partililer ve Blair ,AB, Irak’ta ki Amerikan Askerlerinin geriye çekilme takvimini açıklanmasını, hemen ise, Irak’ta ki, güvenlik ve emniyet görevini bırakarak, tamamen İraklılara devredilmesini, Irak’ın sınır bölgelerine çekilmesini istiyor. Bu görüşlere, Bush çetesi de giderek katılmaya başladı.
Emperyalistler, İran ve Suriye le işbirliğine yönelmeleri,sadece Irak’la sınırlı olmadığı bilinmekte,İsrail, Filistin sorunun,Suriye le İsrail arasıdaki anlaşmazlıkları çözecek,İsrail le , Hizbullah arasıdaki çatışmayı sona erdirecek bir politik birlik oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Tüm bu gelişmeler,Türkiye gibi,Emperyalistlerin dışında, bölgeye egemen olmak isteyen devletlerin hevesi de kursaklarında bıraktığı gibi, İran’ın ve Suriye’nin “Orta-Doğunun anti-emperyalist! gücü” olduğu dair yapılan yoğun Maocu propagandanın bir palavradan ibaret olduğun bir kez daha somutlaştırıyor. Sabahtan,Akşama kadar her gün, İran’ın Mollalarının “anti-emperyalist”liği konusunda bıkmadan usanmada, “nutuk” çekenlerin, “sosyalist kisvesi” altında bu görüşlerin yaygınlaştırıp, Kemalist milliyetçiliği etkiliğine katkıda bulunanların, gerçek yüzleri sosyal pratik tarafından bir kez ortaya çıkarıyor.
Her şart altında, Ortadoğuda ve Irak’ta, Afkanistan’da v.s cereyan eden savaşın ve barışın emperyalistler ve gericiler arası savaş ve barış olduğu gerçeği açığa çıkıyor. Gericiler arası çelişkiden “emekçiler Adı”na medet umanlar, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun işçi ve emekçilerini, gerici burjuvaların peşine takmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bu konudaki ısrarlı propaganda, işçi sınıfının bağımsız hareketin zayıflatmaktan, milliyetçiliğin giderek güçlenmesinden başka,hiç mi,hiç bir işe yaramıyor(5)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Bush’un getirdiği “yeni” sağlık sistemi yle sağlık sigortaları, acil sağlık vakalarının dışın da ki hiç bir hastaya ödeme yapmıyor. Artan yoksulluk karşısında işçi ve emekçiler, yoksular, sağlık giderlerin karşılayamaz duruma gelmişlerdir. Almanya da hükümet,Amerika benzeri sağlık sistemini uygulama sokmaya çalışır iken, Amerikalılar ise tam tersine Alman sağlık sistemine geçilmesini istiyor.
(2) ) Sadece kapitalist İsveç devlet bu savaşa tavır alma cesaretini göstermişti
(3) Arap ulusalcılığı Irak’ı da etkilediğinden, general Kasım’ın askeri darbesi bunun somut göstergesi olduğunun, diğer yazılarımda anlatmıştım.
(4)Başbakan Maliki’e rağmen, işgalci ABD ordusu, Şii milisleri dağıtmak için saldırı başlat tı,Maliki’i araya girmesi sonucu bu saldırı durduruldu.
(5) . Marksizm’den, proletarya devriminden ümidini kesen,”sendika.org” isimli site gibilerinin, Sosyalizm tasfiye eden Sovyet revizyonistlerinin Lübnan’da ki kalıntılarını “Komünist partisi” adıyla Türkiye ye lanse etmeleri beyhude bir çabadır. Bu revizyonistler de, İran’daki revizyonist TUDEY partisi gibi şeriatçılarla ittifakı savunuyorlar, Röportajda ki görüşlerinden de anlaşıldığı gibi, Lübnan’daki kapitalizm ve burjuva egemenliğini savunmayı kendisi için görev addeden bu revizyonistlerin Hizbullah’ın şahsında şeriat savunmaları yadırganamaz. Hizbullah la, İsrail devleti arasıdaki gerici savaşta taraflar ve”vatan savunması” adına bu gerici savaşı, devrimci iç savaş dönüştürmeği bir yana atarak, Hizbullah’ın şeriatçı egemenliği için,sözde İsrail’e karşı savaştığını iddia ediyor. Eğer İsrail saldırısına karşı isense niye, bu gerici savaşın diğer kanat’ın oluşturan Lübnan’ın gericilerini de hedef alarak, İşçi ve emekçilerin devrim için savaşmıyorsun? Lübnan’lı işçi ve Emekçileri önüne, İsrail egemenliğine karşı, Hizbullah egemenliğini sunarak, “ölümden ölüm beğen” diyen ve bunla övüne revizyonistleri “komünist partisi” diye Piyasaya süren “Sendika.org” isimli site, bilindiği gibi Hizbullah’ın liderinin evrensel çıkan ve sahte olduğu anlaşılan röportajını, sahte olduğun ilk kez ileri sürmüştü. Bir sürü devrimci onların bu tavırını Hizbullah gibi şeriatçı örgütün liderinin Türkiye’li sosyalistleri övemeyeceği gerçeğini açığa çıkarma olarak yorumlamıştı.
Şimdi anlaşıldığı gibi, onların Evrenseldeki röportajın sahteliğini kanıtlamaları, Hizbullah’ı emperyalist-kapitalizm yanlısı, gerici, şeriatçı bir örgüt olarak görmelerinden ötürü değil, Evrensel ile aynı bakış açısına sahip olduklarından, halede revizyonist grupçu yapılarından dolayı bu röportajı diline dolamışlar

3 Kasım 2006

Selamlar Yoldaşım K.Yalçın ;

"Sosyalizm 'özgürlükçüsü" başlıklı, özgürlük dünyasında çıkan yazını okudum, Önceden de ileri sürdüğüm gibi bazı yanlış düşüncelerini, ÖDP'lilere saldırarak aklamanın peşindesin.
Yazının 3,5 sayfasında sadece laf üretişmişsin, Bu 3,5 sayfada, hiç bir şey söylemiyorsun, iş olsun diye yazında, Kant’ın, Hegel’in, Hume'in Berkeley'in isimlerini geçiriyorsun, ÖDP'nin genel başkanı, Hayrı Kozanoğlu'nun hangi görüşler, bu saydığı Filozofların düşünceler ile çakıştığı belli değil. "İdealist" olan ne, materyalist olan düşünce ne, Dühring'in adı niye bu yazıda geçiyor? Engels’in, Dühring'i eleştirdiği konularla, senin Kozanoğlu’yu eleştirdiğin konulara arasıda ne küçük bir ilişki yok iken.
Hayri Kozanoğlu'nun eleştirdiğin görüşleri (1) materyalizm ile idealizm arasıdaki çatışmaya tekabül etmiyor. Diyalektik ile metafizik, devrimle, evrim, nicelikle nitelik arasıdaki ilişkiye göre ele alınırsa, onların nicel değişiklerin (sosyal olaylarda evrimin) bir noktada sıçrayarak niteliğe (ve yine sosyal olaylarda devrime) dönüştüğünü inkâr eden "evrimciler, yani reformistler olduklarının açıklarsan bir mana ifade eder. Ama sen iş "maddemi, yoksa bilinç mi tayın edicidir" tartışmasına dönüştürüp, diyalektik felsefenin babası Hegel'i dahi karalamaya kalkışıyorsun, Hegel’in diyalektik felsefedeki dâhiliği karşısında, Lenin, "Hegel, bu düşünceleriyle aslında farkına olmamasına rağmen materyalist'tir" diyor aynen Darvin gibi.
ÖDP'liler, reformist( evrimci) bir düşünce doğrultusunda sorunlara yaklaşıyorlar. Devrimin zorunluluğunun inkâr ediyorlar, salt kitlelerin barışçıl mücadelesi ve inisiyatifi le kapitalizm'den sosyalizm'e geçile bilineceğini iddia ederek, buna uygun bir "sosyalizm projesi" gündeme getirip, devrimin gereksizliğini öne sürüyorlar. Aslında Stalin'e v.s saldırmaların nedeni de budur. Ama sen tartışmayı devrimi? Reform arasıdaki çatışmaya göre ele almaktan kaçınarak, iş laf kalabalığına getiriyorsun.
Aslıda ÖDP'lerle tartışılması gereken bir diğer esas konu, devlet'in niteliğinin ve fonksiyonunun ne olduğunun açıklanması olmalıdır. Gerçekten, burjuva devletinin varlığı koşullarında, ezilen ve sömürülenler, demokrasiyi ve emekçilerin inisiyatiflerini geliştirerek, burjuvazini ekonomik ve siyasi egemenliğine son verile bilinirimi? Buna evet diyenlerin ilk yaptığı iş; Demokrasiyi "sınıflar üstü" bir kurum olarak lanse etmektir. Bunlar, sınıflardan ve mevcut devlet’ten bağımsız "demokrasi" içinde, işçi ve emekçi sınıflar, iktidara gelip, ekonomik, sosyal ve politik sistemi kendi sınıf çıkarları doğrultusunda değiştirerek, sosyalizm'i kural bileceklerini ön görüyorlar. Bu iddia sahiplerinin, aynı zamanda, uzlaşmaz sınıf karşıtlarının, (üretici güçlerle, üretim ilişkiler arasıda antagonis çelişkinin) bulunduğu ve militarist devletin var olduğu toplumlarda, demokrasi içinde iktidara gelmeyi ifade eden "barışçıl yolla sosyalizm'e geçişin" mümkün olduğu söylemeleri, Marks'in ve Lenin'in devrim zorunlu gören görüşlerinin de inkârını içeriyor.
Enver Hoca doğru bir tarzda, "Avrupa- komünizm’ini savuna revizyonist partiler ile hep bu temelde tartıştı. Burjuvazi’nin militarist devletinin var olduğu koşullarda, devrimin zorunluluğunu inkâr etmek, aslıda kapitalizm ve burjuva devletini savunmakla eş anlamlıdır. Bunun, için Enver Hoca devrim’i, reform’u tezini ortaya atmıştı.
Tabi ki, kapitalizm koşularında, demokrasi mücadelesinin gelişmesi, işçi ve emekçi kitlelerin örgütlü inisiyatiflerinin ortaya çıkması ve güçlenmesi, sosyalist devrimin koşullarını alabildiğine olgunlaştırır. Sosyalizm'e geçiş için, burjuva bürokratik ve militarist devletin parçalanıp, dağıtılmasına uygun zemin hazırlar. Bu gerçekleri hiç kimse inkar edemez. "Sosyalizm "adına senin bunlar inkâr etmeğe yeltenme beyhudedir.
Burjuva devletinin varlığına rağmen, işçi ve emekçilerin mücadelesi ile burjuva devletinin baskısını geriye itmek, zayıflatmak mümkündür. Burjuva devlet'i parçalanıp dağıtılmadan demokrasi mevzileri kazanmak, aynı zamanda devrim için, emekçi ve işçi kitlelerinin hazırlanmasına (bir okul olarak) hizmet eder. Ama tüm bunlar, burjuva devlet'inin ve sermayenin varlığına rağmen barışçıl yol sosyalizm'e geçile bileceğini göstermez ve göstermiyor.
ÖDP'liler Latin Amerika'daki gelişmeleri yekinen takip ediyor ve yanlışta olsa "sosyalizm" adına bir sonuçlar çıkarmaya çalışıyorlar. Hiç olmasa İran'ın burjuva demokrasinin dahi düşmanın Molla rejimini övüp, göklere çıkarmıyorlar (9)
Latin -Amerika'daki gelişmeler, Lenin’in, Mark’ın, bürokratik ve militarist niteliğinden dolayı, burjuva devlet'in zor yolu la parçalanıp, dağıtılmadan sosyalizm'i kurulamayacağı görüşlerinin geçersiz hale getirmiyor. Yani Latin- Amerika'daki olaylar sosyalizm'e barışçıl yolla geçişin mümkün olduğunun göstermiyor. ÖDP "21 yüz yıl sosyalizm" görüşler ile barışçıl yolla sosyalizm geçmenin mümkün olduğunun iddia ediyor. Bunun içinde "Avrupa- komünizminin görüşlerine dört ele sarılıyor. İşçi ve emekçi kitleleri iktidar dışında tutan, işçi sınıfı iktidarı yerine, parti iktidarının yerleştiren Kruşcevci Sovyetleri (Sosyalist Sovyetleri de kapsayacak tarzda), "Reel-sosyalizm" diye adlandırıp, onun karşısına "özgürlükçü sosyalizm" tezini öne sürüyorlar.
Hayrı Kozanoğlu, Latin-Amerika'daki gelişmelerden etkilenerek "özgürlükçü sosyalizm" tezlerini cesaretle ortaya sürdüğü görülüyor. Siz ise Latin Amerika'daki gelişmeleri görmemelikten gererek, aynen Aydınlıkçılar gibi, "emperyalizm'e karşı ulusal-bağımsızlıkçı" bir hareket olarak lanse ediyorsunuz. Bu olaylarda dahi, "kapitalizm karşı olmadan emperyalizm'e karşı olunur" Maocu görüşleri haklı çıkarmanın peşinde koşuyorsunuz.

Gerek Bolivya'da, gerekse Venezüella’da emperyalizm'e karşı "ulusal kapitalizm"i savunmayı amaçlayan bir gelişmenin olmadığı açıktır. Aksine, uluslararası tekeller hedef aldıkları gibi, onlarla kopmaz bağları olan "iç kapitalist ilişkilerinde tasfiye etmeğe çalışmakta. Yeraltı madenleri ve sanayi işletmeleri devletleştiriyorlar. Burada ortaya çıkan devletleştirmeler, kapitalizm'in tasfiyesinin zeminini hazırlıyor. Bilindiği gibi, Marksistler, kapitalizm koşullarında, duruma göre, devletleştirmeleri savunur veya karşı çıkar: Sosyalizm’e geçiş hızlandıran, kapitalizm'in tasfiyesinin zeminini hazırlayan devletleştirmeler savunulular iken, sosyalizm'e geçişi önlemeğe yönelen, "sosyalizm" adına devlet kapitalizmini öne süren davranışlara ve politikalara karşı çıkarlar ve bunların sosyalizm'le bir ilişkisinin olmadığın, aksine kapitalizm yaşatmak ve nefes almasının sağlamak amacını güden politikalar olduğunu açıklarla.
Bugün Latin-Amerika da olup, bitten bunlardır. Emperyalist-kapitalizm hedef aldığı için işsizliğe, yoksulluğa, çaresizliğe karşı savaş açılmıştır, işçi ve emekçilerin ekonomik ve sosyal durumlarının hızlı bir tarza iyileştirilmekte ve Petroldan, Doğalgazdan elde edilen gelirleri emekçilere aktarılmakta, burjuvazinin karların asgari düzeyler çekmeğe çalışıp, sömürüye karşı savaş açmaktalar. Peki, bu uygulamaların neresi "emperyalizm’e karşı ulusal ekonomiyi" savunmadır, Bolivya'da, Venezüella’da, yürürlüğe koyulan ekonomi-politika, kapitalist ekonominin kanunlarına tersidir. Bu süreci, Kapitalizm'den, Sosyalizm doğru geçiş diye adlandırıla bilinir, Chavez, tüm Latin-Amerika ülkeleri emperyalist-kapitalizm'in egemenliğinden kurtulmadan sosyalizm'e geçilemeyeceğini doğru bir tarzda tespit ediyor. Emperyalist-kapitalizm’i, hale hazırda, Latin -Amerika'daki gelişmeleri geriye döndürme gücüne sahiptir ve bunun için Büyük uğraşı veriyor. Bu çatışmanın nasıl sonuçlanacağını önümüzdeki süreç belirleyecek.
Bolivya'da ve Venezüella’da, Burjuvazinin Neo-Liberalizm'ine karşı kitlelerin ayaklanmasının ortaya çıkardığı ortam, Burjuvaziyi, şimdilik geriye çekilmek zorunda bıraktı. Burjuvazi, bürokratik ve militarist devletlerinin zorla tasfiye etmesini önlemek için hükümetleri, işçi ve emekçi kitleleriyle sıkı bağları olan partilere ve onların liderlerine terk etti.
Burada önemli olan işçi ve emekçi kitlelerin ayaklanması ve ayaklanmaların ortaya çıkardığı, organlar, örgütler ve anlayışlardır. Şimdi sen bunların üzerine düşüneceğine, bunları analiz edeceğine "Oysa Marx'dan bu yana, liberalizmin bir 'tasarım' ve sosyalizmin de bir 'ütopya'dan ibaret olmadığını, enterlektüellerle sınırlı olmadan, milyonlar ve on milyonlar tarafından sadece bilinip öğrenilmekle kalmamış, hayat tecrübesi oluşturmak üzere, yaşanmıştır" "Eskiden olan, artık geçersiz sayılmaktadır. Bildiğimiz ve milyonların yaşamına girmiş sosyalizm geçersizdir! 'yeni projelere gerek duyulmaktadır. 'yeni sosyalist' projeler üretilmektedir" (a.g.y) lafları la gerçeklere gözünü kapayıp kendin aldatıyorsun. Dünya'nın 1/3’ünü kapsayan sosyalizm tasfiye edilmemiş! "sosyalizm'i yaşayarak hayat tecrübesi edinen" milyonlar, on milyonlar, sözde "sosyalizm"i terk ederek burjuvazinin kucağına koşmamışlar! Ya kardeşim sen Ay’da mı yaşıyorsun.
Burjuvazi, geriye dönüşten itibaren yaşananları, "milyonların, 10 milyonların tecrübesini "sosyalizm“di ye karalıyor. Sözüm ona "sosyalizm" savunuyorsun!,sen bürokratik- kapitalizm'i, sosyalizm olarak lanse etmeğe çalışanlara katılıyorsun. Niye bir tek satır bile "bunlar sosyalizm değil bürokratik kapitalizm, idi" demiyorsun, yeni sosyalizm "projesi" arayanlara "Reel Sosyalizm dediğiniz, sosyalizm değil kapitalizm'di" demiyorsun. Sözüm ona yazında, Stalin döneminin Sosyalist Sovyetler ile Kruşçev sonrası Sovyetler arasındaki farklılıkları kabul ediyormuşsun gibi görünüyorsun. Eğer bu ayrım görünüşte olmasa, geriye dönüşün, Kruşçevcileri iş-başına gelmesinin, sosyalizm'in tasfiyesinde milyonlarca işçi ve emekçinin sessiz kalmasının nedenlerini araştır, yanlışta olsa yeni "projeler" arayanları akılın sıra karalamaya çalışmazdın. Neo-liberalizm karşısında" hayat tecrübesi edinerek sosyalizm'i yaşayanlar, "sosyalizm çok iyi düşüncedir ama sosyalizm'in tatbikatı çok kötü idi" dediği ve sosyalist düşünceye tekrar sempati duyduğu dönemde, Sen, sözde "sosyalizm"in pratiğini övmeğe, insanları tekrar bu pratiği yaşamaya çağırıyorsun.(4) Oysa Sovyetlerde, bürokratizmin doğduğunun ve bunun Stalin döneminde başladığın, Stalin kendisi dâhil olmak üzere, Enver Hoca'nın da kabul ettiği bu gerçeği sen, ÖDP eleştirisinin arkasına gizlenerek niye inkâr etmeye yelteniyorsun. Kruşcevciler, Stalin döneminde, Komünist partisinin ve Sovyetlerin en kilit noktaların ele geçiren bürokratlar olduğunun sen dahi bir dönem kabul ediyordun. Şimdi ne değişti ki, her şeyi inkâr etmeye başladın.
Şimdi, yeniden kapitalizm'e karşı sosyalizm alternatif olarak ortaya çıktığı günümüz koşullarında, Sosyalist sistemi tasfiye eden bürokratizmi ne olduğun ve Proletarya iktidarında nasıl ortaya çıktığının incelemesi ve buna karşı kesin olarak ideolojik olarak silahlanması gerektiği koşullarda, sen tam tersi bir yol izlemenin peşindesin
"Troçki ve peşinden gidenler, Stalin'i suçlamışlar, onun adıyla anılan yaklaşım ve politikaların yanlışlığını ileri sürmüşler; ancak sosyalizmi ve sosyalist devletin 'işçi' niteliğini yok saymamışlardır. Böylelikle ortaya, hem 'bürokratik' hem 'sosyalist' olan bir
garabet (a.c.y) çıkarmışlardır. Burjuva karakterde olmayan, tersine işçi karakterli, öylesi burjuva diktatörlüğü değil, bir proletarya diktatörlüğü devleti, ama 'bürokrat' bir devlet icat etmek de onların şanı olmuştur" (a.g.y) Troçki'nin senin "dalga" geçtiğin görüşlerine, bağnaz Troçkistler de aynen senin gibi itiraz edip, Stalin dönemini kapitalist olarak nitelendirip, Stalin’i karşı-devrimci ilan etmekte çekinmiyorlar. Sen şimdi aynı mantıkla soruna yaklaşıyorsun. Seni bu yanılgıya götüren şey, ekonomi ile siyaset arasıdaki ilişkiyi kavramamandır. Bir ekonomik sistemin hangi karakterde olduğunun belirleyen, üretim tarzıdır. Troçki, kendisinin de yönetimde bulunduğu dönemde, sosyalizm'in kurulduğunun kabul ettiği ve Stalin döneminde de sosyalizm'in tasfiye edildiğini iddia etmediğine göre niye tespiti yanlış olsun?
Bunun yanı sıra sosyalizm'de de işçi sınıfı homojen bir tabaka oluşturmaz. Sovyetlerde ise bu daha belirgin bir tarzda ortaya çıktı. Sanayinin hızlı bir tarzda gelişmesi ve Tarımın sanayileşmesi, köylülüğün işçileşmesini hızlandırdığı, kırlardan şehirlere doğru bir akımın başladığı, bunu durdurmak için pasaport sistemine dahi geçildiği bilinmektedir. Ve yine sosyalizm'de iş bölümü ve üretim sektörleri arasıda eşitsizlik, kısıtlanmasına rağmen değer yasası ve meta ekonomisi varlıklarını sürdürmeleri, işçi sınıfı içinde çeşitli tabakalardan oluşmasını belirler, Tüm bunlar işçi bürokratlarının ve aristokratlarının, sosyalist düzende de ortaya çıka bileceklerinin göstergesidir. Zaten sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçişin bir ara aşamasıdır ve kapitalizm'in, ekonomik, sosyal ve ideolojik kalıntılar, sosyalizm'de de yaşamına devam ediği gibi, artı-ürünün gerçekleşmesi de varlığını sürdürür.
Ve bunların tüm geriye dönüşün maddi temellerin oluşturur. İşçi sınıf içinde bürokratik bir kesim iktidarı ele geçirmesine rağmen sosyalist ekonomik kanunlardan henüz vazgeçilmemişse, o ülke sosyalist'tir. Burada, Bürokratlar tasfiye edilerek işçi sınıfı iktidarı ve sosyalizm sağlamlaştırıla bilineceği gibi terside ortaya çıkabilir. Stalin, Troçkistlerin iddiasının aksine, bürokratizm’e karşı savaştı, Ama salt sosyalist ekonominin gelişmesiyle, burjuva unsurların tasfiye edileceğini de düşündü.
Kaldı ki, Sovyetlerde, işçi sınıfını dışlayıp, partiyi, işçi sınıfının yerine geçirmesinde ve bürokratizmin doğmasında, Troçki'nin düşüncelerinin ve uygulamasının önemli bay var. Bu gerçekleri göz ardı edip, her yanlışı Stalin'in üstene yıkarak, tarihi gerçekler çarpıtmakta. Bunlara rağmen, Troçki'nin tanımda ortaya çıkan bir "garabet"e yoktur
Sen, sosyalist toplum sorunu la, komünist partisinin örgütleme şemasını ve örgüt ilkelerini birbirine karıştırıyorsun. Böyle bir yanılgıya düşmenin nedeni,"komünist parti demek, sosyalist toplum demektir" fikrine sahip olmadandır. Sosyalist toplumu yaratanın, KP'si olduğunu düşündüğün için, Parti ile sosyalist toplumu aynileştiriyor ve ÖDP'nin parti anlayışının,"özgürlükçü sosyalizm"i savunmasına neden olduğunu iddia ediyorsun. Başkalarını "İdealistlikle suçlayacağına, bir dön kendi düşüncelerini gözden geçir. İradeciliğin daniskası seni düşüncelerinde mevcuttur.
"Sosyalizm'in kendisi özgürlükçülüktür, proletarya diktatörlüğü, çoğunluğun azınlık üzerideki diktatörlüğü ve çoğunluğun özgürlüğü demektir" diyorsun ve arkasından da, ÖDP'lileri "sosyalizm'in pratiğine bakmamakla, soruna teorik olarak yaklaşmakla" suçluyorsun. Fakat aslıda, sosyalizm’i teorik olarak tanımlayan sensin. Çünkü sosyalist demokrasi, Paris komünü deneyi ve Sovyetler iktidarının kısa tarihsel dönemi hariç, hiç yaşanmadı. "Sosyalizm" adı altında, "çoğunluğun azınlık üzerideki diktatörlüğü değil, azınlığın çoğunluk üzerinde ki diktatörlüğü" varlığının sürdürdü. Lenin, "proletarya diktatörlüğü, en geniş ve en kapsamlı demokrasidir" dediğinde, örnek olarak Paris Komününü gösteriyordu (7) Şimdi Sovyetler de en gelişmiş demokrasi örneği olan Paris Komünü benzeri devlet biçimi var oldu mu? Ve yine Lenin, proletarya diktatörlüğü, nitele olarak değil nicel (görünümde) bir devlet'tir ve devlet olmalıdır diyordu. Yani militarizm'den, bürokratizm’den arınma sürecine giren devlet. Oysa Sovyetlerde, devlet giderek güçlendirildi. Militarizmi ile bürokratizm'i le güçlene devlet, nasıl en geniş ve en kapsamlı demokrasinin var olduğu bir devlet biçimine dönüşe bilirdi ki? Devlet, sömürüyü gerçekleştirmek için (her zaman çoğunluğu oluşturan) sömürülen sınıfların üzerideki baskı mekanizmasıdır. Devletin baskı örgütlerinin var olmasının nedeni de budur. Sömürünün olmadığı yerde baskı mekanizmalarına, militarizm'e, bürokratizm'e gerek yok. Sosyalizm devletin güçlendirmesiyle değil zayıflamasına varlığını ancak sürdüre bilir. Ve yine, Sosyalizm, baskı örgütü olan devletin ele geçirilmesi ile kurulmaz, devlet hangi sınıfın elinde olursa, o sınıfın çıkarına göre işleyen, karşı olduğu sınıfı baskı altına bir mekanizma değil. "Proletarya devleti, azınlık sömürücü sınıfları baskı altına almak ve dışarıdaki burjuva devletlerinin saldırılarına karşı koymak için, güçlü militarist mekanizmalara sahip olmak zorunda idi" denilmekte. "Sosyalizm"i halk milisleriyle değil, profesyonel militarist güçlere dayanarak yaşatılması zorunlu bir dönemde yaşattığı iddia ediyorsanız, o zaman bir ülkede sosyalizm'in kesin zaferinin peşinden niye koşuyorsunuz? ,niye sosyalizm'in, diğer kapitalist ülkelere, giderek tüm dünya'ya yayılarak ancak yaşaya bileceğini inkâr ediyorsunuz? Peki, niye, güçlü militarist mekanizmalara sahip "proletarya devleti" sosyalizm'i yaşatamadı.
Sosyalist sistemin içinden çıkan ve iktidarı ele geçiren burjuvalar, bu "proleter devletlerinin" hiç birinin dağıtmadan, sadece emir kumanda merkezlerinin ele geçirip kapitalizm'i yeniden inşa ettiler.
Arnavutluk'ta da böyle olmadı mı? Burjuvazi dışardan, güçlü askeri saldırılarla mı? Sosyalizm’i tasfiye etti.
Ekim devrimi, Sovyetlerin iktidarı ele geçirmesiyle zafere erişti ve Çarlığın burjuva devletini parçalayıp, dağıttı ve yerine proletarya devletini kurdu. Sovyetler, o dönemde işçi ve emekçi kitleler tarafından kontrol edilen örgütlerdi. Yani yığın örgütleriydi. İdeolojik ve siyasi inisiyatif bunların elide idi Ve yine bildiği gibi Sovyetlerin ortaya çıkması, Bolşeviklerin çapasıyla olmamıştı. Sovyetler, kitlelerin ayaklanması sırasında, Bolşeviklerin, sosyalist-devrimcilerin, Menşeviklerin ve diğer sol örgütlerin içinde yer aldığı, işçi, yoksul köylü ve asker yığınlarının örgütleri olarak ortaya çıktı. Şubat devrim sırasında Bolşevikler, Sovyetlerde azınlık durum dalardı, Sovyetlerde var olan gerçek demokrasi sayesinde, Lenin Önderliğinde izlenen doğru politikalar ve taktiklerle Sovyetlerdeki çoğunluk Bolşevikleri destekledi ve silahlı ayaklanma la ekim devrimi gerçekleştirildi. Yani çarlığın düzenli ordusunun emir kumanda zincirini ele geçirilerek devrim gerçekleştirilmedi. Ve Çarlığın düzenli ve profesyonel ordusuna karşı, işçi ve yoksul köylü milislerinden oluşan, kızıl ordu, çarlığın ordusunu yendi. Bu dönemde, Lenin’in, "aslında devlet olmayan, devlet" dediği, Paris komününe benzeyen, kitleler tarafından yönetilen proletarya diktatörlüğü kurulmuştu.
Sovyetler, Çarlık Rusyasında zaferinin ilan ediği dönemde hiç bir burjuva devleti kendisine saldıramadı. Bunun nedeni, Sovyetlerin güçlü orduya sahip olması değil, Ekim devrimin etkisiyle, tüm kapitalist ülkelerde proletaryanın ayaklanmasıydı. Burjuvazi, ülkesindeki proletarya devrimin durdurmakla meşguldü. Bunun için, Sovyetlere saldırmaya cesaret edemedi. Demek ki sosyalizm'in yaşamı için tayin edici olan, profesyonel militarist güçlerin varlığı değil, işçi sınıfının burjuvaziye karşı sosyalizm mücadelesidir.
Sovyetlerde güçlü devletin oluşturulması, istense de, istenmese de, işçi sınıfını iktidardan uzaklaştırdı ve onun iktidardaki rollünü göstermelik hale getirdi, onun yerine, devlet mekanizmasını hareket ettiren parti geçti.
Lenin, kitle örgüt yöneticileri dâhil olmak üzere, tüm yönetim kademelerinin işçi ve emekçi yığınları tarafından seçilmesi, istendiğinde görevinden alınması gerektiğini söylüyordu. Ve yine sömürünün ilk baskı örgütü olarak ortaya çıkan, aile kurumunun zayıflatılması ve giderek dağıtılması sosyalizmin gelişmesi için zorunluydu. Kitlelerin örgütlü inisiyatif ve kitle örgütlerinin karar organları olması, KP’ sinin bunlara siyasi ve ideolojik önderlik yapması gerekir iken, bunların ret eden bir devlet biçimi ortaya çıktı. Lenin, burjuva demokrasinin göstermelik olduğunun öne süre iken, seçimle iş başına gelen burjuva parlamentolarının devlet yönetiminde hiç bir fonksiyonunun bulunmadığı, sermaye, millet-vekillerin satın aldığını ve iktidarı kulislerde, kapalı kapılar arkasında, militarist ve bürokrat kurumlarda yürüttüğünü açıklıyor ve sosyalizm'de, sermaye ve özel mülkiye tasfiye edildiğinde, kitlelerin iktidardaki tayin edici fonksiyonları ve kitlelerin karar organları, örgütleri göstermelik hale getirilemeyecek diyordu.
Sosyalizm'de, sermaye ve özel mülkiyet tasfiye edildi, toplumsal mülkiyette geçildi ve böylece demokrasiyi göstermelik hale getiren temel güç ortadan kaldırılmış olduğunda,.daha geniş ve gerçek demokrasinin koşullarını oluşturmak gerekir iken, tam tersi bir pratik ortaya çıktı. Çünkü devlet güçlendirildi. Baskı organı devlet güçlendirilerek, proletaryanın ve emekçilerin üstüdeki baskı, ne ortadan kaldırılır, nede demokrasi göstermelik olmaktan çıkarıla bilinir.
Lenin, sosyalist demokrasiyi, burjuva demokrasiden ayıran temel kıstaslardan birisini, kitlelerin, seçimle işbaşına getirdiği (hangi kademede olursa olsun) yöneticilerinin istediği anda görevlerinden alabilme hakkına sahip olunmasını gösteriyordu. Sovyetlerde, ilk dönemler ve devletin güçlendirilmediği anlar hariç, bırakın seçilen yöneticileri geri alma hakkının var olmasını, yöneticileri seçme hakkı dahi göstermelik hale getirildi, KP'nin tespit ediği adaylardan başkalarına seçilme imkânı dahi verilmedi. KP'si "imtiyazlı zümrelerin örgütüne dönüştürüldü.
Böylece, burjuva ülkelerdeki göstermelik demokrasilerden daha geri, kitleleri dışlayan, onları salt yönetilen konuma sokan "sosyalist iktidar biçimi" ortaya çıktı, işçi ve emekçi kitleler, sosyalizm'den adeta yabancılaştırıldı. Tabi ki bu durumdan en fazla ve en iyi yararlanan Kruşcevci revizyonist burjuvalar oldu. Hile le, kendilerinin gizleyerek, darbe yollu la iktidarı ele geçirdiler. Sosyalist ekonomiyi tasfiye etmelerine ve kapitalist ekonomik kanunları yeniden yürürlüğe koymalarına rağmen, devlet ve parti işleyişinde en küçük tarzda dahi olsa değişikliğe gitmeye ihtiyaç duymadılar. Çünkü kitlelerin iktidardan uzaklaştırılmasını sağlayan güçlendirilen devlet, kapitalizm’e geri dönüşte kimsenin ayağına bağ teşkil etmiyordu.
Oysa Stalin, karşı olduğu düşüncelere ve gruplara karşı işçi kitlelerini de kapsayacak tarzda ideolojik tartışma yürüttür iken muhaliflerinin, ne görüşlerinin yayılmasını, nede grup oluşturmalarını zor yollu la engellemez iken, özgür tartışmalar ortamlarında toplanan parti kongreleriyle, gerek Troçkistlere, gerekse Bukharin, Zinovyef, Kamenef, Radek vs’lere karşı çoğunluğu sağlayıp galip geliyordu. (5) ve bu dönemde, Stalin, sosyalist inşaya en büyük katkılarda bulundu.
Sonraki dönemde yapılan yanlışlar, devletin güçlendirilmesi, rakiplerini kitlelere dayanarak ve aleni koşullarda tasfiyesini bir yana bırakıp, devletin gücüne, gizli polis örgütü arayıcılığınla cezalandırması, (6) ve özelikle Hitler’ci faşistlerin saldırıları la savaş koşullarına girilmesi, Stalin'in inisiyatifsiz hale getirilmesi, bürokrat, imtiyazlı tabakanın ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Sovyet iktidarını ele geçiren bürokrat ve aristokrat tabakanın temsilcileri Kruşcevciler, salt iktidarı elerinde tutmakla kalmadılar, Stalin'in karaladıktan sonra hemen, ilk yaptıkları iş, sosyalist ekonomiyi tasfiye edip, kapitalist pazar ekonominin kanunlarını yürürlüğe koymak ve kapitalizm yeniden inşa etmek oldu. Ama Kruşcevciler, Stalin'in son döneminde ortaya çıkan parti işleyişin, bürokratik parti mekanizmasını değiştirmediler.
Aksine bürokratik diktatörlüklerini bu zeminde kurdular.. Bu gerçeklerin neyin inkâr ediyorsun. Öyle bir yaklaşım içindesin ki sosyalizmden geriye dönüşü dahi kabul etmek istemiyorsun.
"ÖDP 'Leninist parti' olmadığı gibi 'Leninist parti modelini eleştiriyordu, Leninizmle tam karşıtlık halinde olan politik çoğulculuğu ve demokrasiyi savunduğu kadar, çok kanatlı, hizipli bir parti olarak örgütlenmişti ve parti-içi gruplara özgürlük savunucusuydu. ÖDP 'reel sosyalizm' hareket noktasından, Stalin karşıtı olmakla kalınmadığı/kalınamayacağı, ama Lenin karşıtlığına ilerlemenin kaçınılmazlığının örneğiydi "( a.g.y) Lenin'in tam karşı olduğu bürokratik örgüt ilkelerini, Lenin'e mal etmeye çalışma.
Burada ÖDP'nin parti anlayışının yanlışlığının arkasına gizlenerek, bürokratik parti anlayışını "Leninist parti modeli" olarak lanse etmenin peşindesin. Leninist partinin temel ve esas ilkesi demokratik- merkeziyetçilik tir.Ama sen demokrasiyi göstermelik hale getirip, merkeziyetçiliği esas alan bürokratik parti anlayışının ve uygulamasının savunuculuğuna soyunmuşsun. Bu hükmüme nasıl vardığım sorusunun cevabı, Lenin'in demokrasinin gereği olarak parti içi grupların varlığın ve görüş farklılıklarını ret ettiği iddiasıdır. Lenin'in böyle düşüncesi olmamıştır.
Lenin, "artık iktidara geldik gruplara gerek yok" dediğini herkes bilir. Ve Lenin'in parti iç gruplara ve farklı görüşlerin varlığına karşı olmadığı gibi, parti iç yanlış gördüğü görüşleri aleni olarak eleştirmekten vazgeçmemiştir. Bunun en vurucu örneği "Nisan tezler" isimli eseridir. Burada, kendisi yurt dışındaki iken, Şubat devrim sonrası Bolşeviklerin, Kerenski Hükümetine karşı izledikleri uzlaşıcı siyasi taktikleri en ağır üslupla eleştirmekten çekinmiyor. Ve yine Lenin, ilk önce Politbüroya silahlı ayaklanma kararını ve ihtilal'in günün kabul ettirememesi karşısında, tartışmayı partiye taşıdığı, istifa tehdidinde bulunduğu, bunların sonucu olarak ayaklama kararı alındığı bilinmektedir. Ve yine Lenin, ayaklanmaya karşı oy kullanan, Zinovyef'in ve Kamenef'in, ayaklanma gününü, Kerenski hükümetine ihbar etmeleri karşısında, bunları, ağır şekilde eleştirmesine rağmen, ne partiden, nede polit-bürodan attırmaya çalışıyor. Buna ait bir sürü örnek verile bilinir. Ve yine Stalin, Troçki'ye ve Bukharin'e karşı mücadelede sırasında yukarda da değindiğim gibi, ne parti iç grupları tasfiye etmiş ve nede görüşlerinin yayılmasını önlemiştir. Fakat Stalin, devletin gizli organlarına dayanarak, bunları cezalandırdıktan sonra (8) O,koşullara uygun olarak,"Leninist parti İlkeleri“ni yeniden formüle etti. Lenin’in kabul etmediği ve kabul edemeyeceği görüşler "Leninist parti ilkeleri" diye ilan edilmesi, bürokratizm'in egemenliğine hizmet etmekten başka bir işe yaramadı.
Kapitalist ülkelerde sınıfların ve sosyalist ülkelerde kapitalizm'in kalıntılarının var olduğu koşullarda, sınıflara veya tabakalara tekabül eden, çeşitli düşüncelerin, farklı görüşlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bunu, göremezlikten gelmek veya yasaklamaya kalkışmak, maddi gerçeklere ters bir tarzda, kendi burjuva düşüncesini başkalarına, zorla kabul ettirme amacı gütmeden öte bir amaç taşımaz. Bu tavır, azınlık sınıfın görüşünü zorla çoğunluk sınıfa kabul ettirmeği içerir.
Ancak tarihsel olarak ortadan kalkmaya mahkûm olan sınıflar, toplumsal ilerleyişe uygun ve toplumun ilerleyişi etkileyen ve hızlandıran düşüncelerin topluma egemen olmasını sınıf çıkarları gereği istemez. Diyalektik ve tarih materyalist görüşleri savunanlar, hiç bir şekilde, düşüncelerin serbestçe tartışılmasından rahatsız olmazlar, çünkü onların savunduğu fikirler maddi gerçeklere tekabül eder, eninde, sonunda topluma egemen olacak düşünceler, toplumların tarihsel ilerleyişine uygun olur ve bu sınıf mücadelesinin pratiği tarafından kanıtlanır. Bir düşünce bir yerde yasaklandığı zaman yasak mı oluyor? veya yasak olmasına imkan var mı?, Çünkü siyasi düşünce insan beyinin ürettiği bir şey değil, o insan iradesi dışında var olan sosyal sınıfların varlığından doğar. Bunun için bir sınıf veya tabaka ortadan kalkmadan, o,sınıfın çıkarına tekabül eden siyasi görüş ortadan kaldırılamaz. Sınıflar veya tabakalar arası çatışma var olduğu müddetçe, görüşler arası çatışmaların devam etmesi kaçınılmazdır. Tüm bunlara rağmen ÖDP'lilerin "demokratizmi" savunmaların bir suçmuş gibi ilan ediyorsun. Bürokratizm’in panzehirdir demokrasidir. Bunu niçin, Rosa Lüxemburg,"demokrasisi olmayan sosyalizm, sosyalizm olamayan demokrasi olmaz "diyordu ve yine Rosa, "özgürlük, diğer düşüncelerin özgürlüğüdür"ü de ilave ediyor. Bu ve buna benzer M.L örgüt ilkeleri, KP partilere egemen olan bürokratlar tarafından rafa kaldırılmıştır.
Lenin, hiç bir şekilde, polis baskısının artığı, KP'si burjuvazi tarafından zorla tasfiye edilmeğe çalışıldığı, zor illegal koşullar hariç, KP’lerde merkezciliğin ağır basmasından, demokrasiyi rafa kaldıran merkezcilikten yana olmamıştır. Ve Lenin, her zaman, siyasi karalarda tayin edici gücün kitleler ve parti tabanı olmasının savunmuştur ve sınıf mücadelesinin canlı pratiği içinde bu ilkeler uygun hareket etmiştir. Lenin, Böylesine bir yol izlemeseydi, ne ekim devriminin zaferine önemli katkılarda buluna bilirdi, ne, düşünceleri bu kadar canlı kalırdı ve nede milyonlarca işçi ve emekçi tarafından kavranan, onlar mal olan görüşler olabilirdi.
Leninist partinin temel ilkelerinden birisi azınlığı, çoğunluğun kararlarına kesin olarak riayet etmesidir. Demokratik-merkeziyetçilikte, azınlığın çoğunluk kararlarına uyma zorunluluğu, aynı zamanda görüşlerin serbestçe tartışılmasında zorunlu kıllar. İşte böylesine parti işleyişinde gizli hizip ortaya çıkmaz ve darbe yollu la parti merkezini ele geçirmeye teşebbüs etmesinin koşulları oluşmaz. Yeter ki parti iç demokrasi gerçek anlamda işlesin. Stalin, devlet güçlerine dayanarak muhaliflerinin tasfiye ettikten ve parti iç demokrasiyi lafa kaldırdıktan sonra, Leninist parti ilkelerini yeniden formüle edip, "parti iç hiziplerin olmayacağının" ilan ediği biliniyor. Peki, "hizip kurmak yasaktır, hizip kuran partiden attılar veya cezalandırılır" demekle hiziplerin ortaya çıkması, darbe yollu la parti merkezini ele geçirmeleri önlendi mi? Kruşcevci bürokratlar hizip kurup SBKP'ni ele geçirmediler mi?
Stalin'i despotlukla suçlayan, Kruşcevciler ve "Avrupa komünist partileri" ekonomik sistem olarak kapitalizm savunmalarına(9), sosyalizm'in yerine kapitalizm'i inşa etmelerine rağmen, devlet işleyişini, parti anlayışını ve uygulamalarını değiştirmediklerini yukarda vurguladım.
Örneğin "Avrupa komünizm'in kurucusu" FKP'i 1927den,yakın dönemde yaptığı son kongresine kadar geçen sürede boyunca hiç bir kongresinde, parti -başkanlığı ve merkez komitesi için ikinci bir aday listesi çıkmamış ve çıkmasına müsaade edilmemiş.
Son yapılan Fransız devlet başkanlığı seçimlerinde %3 oy alarak, FKP'nin iflas ettiğinin ilan edildiği koşullardan dolayı, yakın dönemde yapılan kongrede, tüm uğraşılara rağmen, başkanlık için ikinci bir aday listesiyle ortaya çıkması önlenemedi. Bunun nedeni, sözde "seçimli kongrelerinin tümünün göstermelik olmasındandı. Kongreler öncesi, kimin yönetici olacağına, kapalı kapılar arkasında parti başkanı, politbüro karar verir. ve kongre üyelerine düşen görev merkezin önlerine sunduğu listeyi onaylamaktır. Zaten kimin kongre delegesi olacağına yine önceden merkez komitesi ve diğer yönetici kademeler karar verir ve kongre delegeleri, yerel parti konferanslarında, parti üyelerin onaylatılır. Tüm siyasi taktikler, kararlar tartışılmadan merkez komitesi hazırlar, kongrelerde bunlar yine tasdik ettirilir.
FKP son yaptığı kongrede, 2007 yılında yapılacak başkanlık seçimi için nasıl bir taktik izlenmesi konusunda görüş farklılıkları ortaya çıkmasının üzerine kongreye iki merkez komitesi listesi ile gidildi.
Şimdiye kadar FKP örneğinde olduğu gibi, KP'lerin merkez komitelerinin ve merkezi organlarının içinde hiç mi? görüş farklıları ortaya çıkmadı veya çıkmıyor? Tabi ki çıkıyor, Ama bunlar parti üyelerinden, parti sempatizanlarından, işçi kitlelerinden gizleniyor ve gizlenmesine özel önem veriliyor, "çoğunluğun görüşleri!"ne itirazında ısrarcı olanlar, bir punduna getirilerek tasfiye edilir ve bunlar kararlanarak, suçlanarak, hiç bir şeyden haberi olmayan parti ve çevresine duyurulur, devamlı merkezin dediklerine harfiyen uymayı alışkanlık haline getiren parti tabanı, olup, bitenlerden haberleri olmadan, merkezin görüşlerine itiraz etmeden kabul ederler veya kabul eder görünür.(10) Ve böylece ortaya, hantal, bürokrat emir kumanda zincir ile hareket eden, inisiyatifsiz, giderek küçülen, proletarya la bağları zayıflayan, hızlı bir tarzda, ML'in devrim ilkelerinden koparak, reformizme doğru yol alan, sözde "KP" ortaya çıkar. Lenin'in, KP partisi üyelerinin, proletaryanın en fedakâr, en yiğit, en bilinçli kesimden oluşturulmasını önerir, Bürokratik "Komünist parti"leri ise, pısırık emir kumanda zincirine tabi olacak, geri düzeyde, imtiyaz peşinde koşan kariyeriz kişiler, "KP"'inin üyeleri yapılır. Ve proleter kökenli olmalarına önem verilmez.
FKP ve diğer "Avrupa komünizm'i parti"leri "bunun için artık proletarya yok, işçi sınıf var" görüşlerine dört ele sarılmışlardı. "Beyaz yakalı" diye adlandırılan, memurlar, öğretmenler, teknisyenler, işçi sınıfı içindeki bürokrat ve aristokrat tabaklar, yani yaratılan artı-değerden bay alanlar, "işçi, emekçi" ilan edilip, proletaryanın, zincirinden başka kayıp edeceği bir şeyi olmayan sınıfın, ortadan kaldığı, öne sürülmekte ve partilerin büyük bir kesimi bu sınıf ve tabakalardan gelenlerden oluşturulmakta.
Doğal olarak bu sınıfların ve tabaklarının sınıfsal çıkarına tekabül eden, proletarya devriminin gerekliğini inkâr eden, kapitalizm içinde restorasyonları amaçlayan, ekonomist ve reformist bir politik çizgi izlenir ve buna uygun söz de "Marksist" ideolojiyi savunulur. Bundan dolayı parti içinde farklı görüşlerin bulunması istenmez, reformist siyasi çizgiye uygun tarzda, Marksizm revize edilmesine karşı ideolojik mücadele edilmesinin önü kesilir.

İşçi sınıfla ilgili bakış açın, Marks'ın Goethe-Erfurt programının eleştirirsiden aldığın alıntıyı yorumlanmanla açıklığa kavuşuyor. Şimdi Marks'tan yaptığın alıntıyı aynen alıyorum:'besbelli ki, işçi sınıfı mücadele edebilmek için sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke, ayrı, ayrı bu sınıf mücadelesinin sahnesidir. İşte işçi sınıfının mücadelesi, bu anlamda ulusal nitelik taşır, içeriği bakımından değil,(a.ç.y) ama komünist Manifesto'nun dediği gibi,'biçim bakımından' ( a.ç.y)ulusal Ama ' bugünkü ulusal devlet çerçevesinin', örneğin Alman İmparatorluğunun kendisi de bakımdan, dünya pazarının 'çerçevesi içine' girer. Her tüccar bilir ki, Alman ticareti, aynı zamanda, diş ticarettir ve Bay Bismarck'ın büyüklüğü de uluslararası politikasının niteliğinden ötürüdür"( Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi sf 34. a.ç Marks) bu alıntıyı hangi kitaptan aldığını belirtmemene rağmen, bu alıntıyı ulusalcılığının gerekçesi yapmana şaşmadım, çünkü sen, Marks'ın, Lenin'in düşüncelerini, kendi görüşlerine göre yorumlamayı adet haline getirmişin, Örneğin, Lenin;" din, tanrı ile insan arasında bir ilişki olarak kaldığı sürece bir zararı yok, üretici güçler, teknoloji, bilim geliştikçe, toplumlar ilerledikçe, bu ilişki yok olacak "dediği bir düşünceyi, sen "din, tanrı la insan arasıda bir ilişki " gibi yorumlayıp piyasaya sürdüğünü, bir sürü bilinçsiz genç insanın yanlışlığa sürüklediğini biliyorum. Şeriatçılarla "anti-emperyalist ittifak!" kurmak için,dinin, burjuvazinin ve Feodal beylerin en önemli ideolojik,siyasi, egemenlik aracı olduğu göz ardı etmek için çapa harcamaktan geri durmuyorsun ve durmadın. Bugün, Evrensel gazetesinde, (uzun dönemden beri) şeriat'ı üstü kapalı tarzda destekleyen yazıların çıkmasında, İran’ının Mollalarının övülmesinde, şeriatçı Hamas'ını desteklenmesin de, şeriat'la laiklik arasıdaki çatışmada, utangaç bir tarzda "tarafsız" görünüm adı altında şeriat'tan yana tavır belirlenmesinde, senin din konusundaki yorumunun da payı var. Şimdi aynı şeyi milliyetçiliği (ulusalcılığı) işçi sınıfına mal etmenin uğraşısı içindesin.
Marks'ın, Goethe ve Erfurt programı la, işçi sınıfının ulusallığa mahkûm eden, burjuvanın ulusal ideolojisi ile işçi sınıfını ulusal pazarları savunmaya sevk eden "sosyalist" kisvelilere karşı, burjuvazinin kendisinin dahi ulusal olmadığını, Alman ulusal kapitalizm babası ilan edilen, Bismarck'ın " büyüklüğü de uluslararası politikasının niteliğinden ötürüdür" dediği, O,dönemde dahi kapitalizm gelişmesinin uluslararası olduğun tespit ettiği yazısını, sen"... Tıpkı, hem ulusal hem uluslararası eğilimi, birlikte kendi içinde barındıran kapitalizm gibi" (a.g.y) diye biliyorsun.
Marks'ın, kapitalizm'in ulusallığı aşarak uluslararasızlaştığını ileri sürdüğü bir yazısını "hayır, kapitalizm, ulusallığı ve uluslararasızlığı birlikte bağrında barındırır" dediğin görüşlerinin kanıt yapabiliyorsun,
Peki "ulusallığı bağrında barındıran bir kapitalizm gelişerek nasıl uluslararasızlaşa bilir? İki eğilim birlikte var olması kapitalist toplumun (hata toplumların) gelişme yasasına terstir. Eğilim, ileri veya geri yönleri ifade eder, geri yönleri inkâr etmeyen, ilerleyen bir eğilim nasıl olabilir? Senin diyalektik ve tarih materyalist düşüncelerden haberin yoktur dediğimde, bana kızıyorsun, Ama biçimle, içerik arasıdaki temel farklılığı kavramıyorsun, "biçim" şeylerin dış görünüşlerinin ifade eder, içerik ise özü, Marks,"ulusal nitelik taşır... Ama biçim bakımından" diyor, Buradaki nitelik kelimesi, bir şeyi, bir fenomeni (olguyu) ifade etmek için kullanılmakta (bu Türkçenin kısırlığından dolayıdır) Bu şeyi, Marks, tekrar ele alıp, biçim ve içerik olarak analiz ediyor.
Ama sen ya bilerek veya anlamayarak, biçimle, içerik arasıdaki farklılığı bir yana atıp,"Ama Marx'ın sözler ile 'sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenme' durumunda olduğu ve mücadelesinin ulusal bir nitelik(a.ç.Y) taşıyacağı bilinmelidir" Şimdi "biçimde (görünüşte)" "ulusal" olan, yani özünde(içerikte) ulusal olmayan bir şey, birde bakıyorsun ki senin sayede (özünde),içerikte, "ulusal" olu vermiş. Ve devam ediyorsun,"İşçi sınıfı, sınıf olarak,ülkesizliği (yani ülke pazarlarını savunmamayı) örgütlenme ve mücadele zemini olarak seçemez; bu 'yüzer-gezer' ütopyacı projelerin işi olabilir! İşçi sınıfı 'Emeğin Avrupa sını da mücadele ve örgütlenme başlıca zemini edinemez. 'Emeğin Avrupası' diyerek emperyalizme iltihak yanlısı olamaz, ulusal değerleri (a.ç-Y)gerici burjuvazinin fraksiyonlarına terk edemez. Hala ülkeler, hala sınırlar, hala ayrı devletler vardır. İşçi sınıfı, uluslararası bir sınıf olarak (burada, Marks kabul ediyormuşsun gibi davranarak göz boyamaya yelteniyorsun, Marks'ı tümüyle inkar ediğin halde) tek, tek ülkeleri mücadele zemini edinecek, emperyalizm karşı ulusal değerlere sahiplenecek (a.ç.y)ve uluslararası içeriğinle örgütlenecek. Sahtecilik, biçim ve içeriğin karşı karşıya koyarak işçi sınıfı ve mücadelesini 'kim vurduya getirmedir"(a.g.y) Yukarda da belirttiğim gibi ÖDP'lilerin ne dediğinden haberim yok, ama seni "Emeğin Avrupa sı " görüşlerine saldırmanın esas nedeni (yazdıklarından da anlaşıldığı gibi) ulusal kapitalizm yanlısı olmandandır.
"Donuna" kadar emperyalizm'e "iltihak "olmuş bir ülkede, var olduğunu iddia ettiğin "ekonomik ve siyasi bağımsızlığı" savunmaya kalkıyorsun, kapitalizm' emperyalizm'den koparıyorsun (ve de yazında bunları inkar eden Lenin'in görüşlerinden alıntılar yaptığı halede) Şimdi "Ulusalcılar" gibi "ulusal bağımsızlık" sorununa yaklaşıyorsun. TKP'lilerin, ne dediğine bir bak, bunlardan farklı hangi düşünceyi savunuyorsun? Burada "Ulusal değerleri gerici burjuva fraksiyonlarına terk edemez" ifadenle, aslıda, ulusal değerlerin ne olduğunun, ne kast ettiğini açıklıyorsun, emperyalizm'e karşı "ulusal pazarları","ulusal kapitalist ekonomiyi" savunuyorsun, Bir taraftan, emperyalizm, siyasi olgu değil diyorsun, "Kautsky, emperyalizm siyasi bir iltihak" olarak gördüğü için, Lenin tarafından eleştirilmesini destekliyorsun, diğer taraftan emperyalizm, kapitalizmden soyutlamaya, "ulusal kapitalizm"e sahip çıkmaya devam ediyorsun. Bir yandan işçi sınıfı,"emperyalizm'e karşı ulusal değerlere" yani "ulusal pazar"lara sahip çıkacak, diğer yandan "uluslararası içeriğiyle örgütlenecek!" ama uluslar ve ülkeler aşılmasıyla, uluslararası ekonomik ve siyasi birlikler ortaya çıkmasına rağmen, uluslararası alanda mücadele etmeyecek! Sadece uluslararası içerikte örgütlenecek! Peki Marks,"uluslararası içerik"le sadece örgütlenmeğimi kast ediyor!?
Marks'ın ne dediği açık ve nettir, O dönemde bile işçilerin mücadelesi bir ülkedeki burjuvazi ile sınırlı görünmesine rağmen, bu içerik olarak uluslararası kapitalizm'i hedef alır, çünkü kapitalizm uluslararası bir sistemdir dediği görüşleri, bugün daha açık ve berrak hale geldiği koşullar da, sen, işçi sınıfının mücadelesinin, sadece "ulusal sınır"larda kalacağını iddia ediyorsun, niye, "Ulusal değerlerin savunulmasın gerici burjuva fraksiyonlarına"! Bırakmıyorsun! o,zaman ilericisine bırak kardeşim!.Burjuvazinin ulusal değerlerine sahip çıkmak, savunmak işçi sınıfına mı kaldı!?. ÖDP'lileri, "biçimle, içeriği karşı karşıya getirmekle" suçluyorsun, Biçimle, içeriği karşı, karşıya getiren ÖDP'liler değil, Marks'tır, kardeşim Marks. Her zaman biçimle, içerik bir birine uyum sağlamaz, bir şeyin içeriği, değişmesine rağmen biçimi henüz buna uygun düşmeye bilir, bir öncesi içeriğin, biçim olarak bir müddet varlığının sürdürür, yeni içerik, kendine yeni bir biçim yaratır. Marks, zaten biçim le içerik arasıdaki farklılığı göstermek için ulusalcılara saldırıyor.
Burada,"işçi sınıfı mücadelesini kim vurdu ya getirmeyle de mücadele ve mücadele biçimlerin iradeni bir ürünü olduğunun ileri sürmektesin. Ne değim!,kardeşim, sınıf mücadelesini de, işçi sınıfının mücadelesinde sen yaratıyorsun!, ama dikkat et, işçi sınıfının mücadelesini "kim vurdu ya gitmesin!" kardeşim "yollun açık olsun. Ama bu ve buna benzer düşüncelerinin hiç birisinin Marksizm ile hiç bir ilişkisinin olmadığını bilmeni isterim

*********************************************

(1) Ki, Hayri Kozanoğlu'nun görüşlerinden haberim yok. Ve okumadım. Senin yazınındaki yaptığın alıntılarla sınırlıdır söylediklerim

(2) Bu "emek ekseni" görüşleri ve emek ekseninde "emekçileri birleştirme" politikaları, işçi sınıf la diğer "emekçiler" arasında fark gözetmeyen ve Marksizm'in ekonomik -politik görüşlerini inkâr eden bir düşüncedir. Bu düşüncenin, Marksizmle en küçük tarzda bile bir ilişkisi yoktur. Marks’in devamlı mücadele ettiği Michail Bakunin, Proudhon gibi küçük-burjuva sosyalistlerin, işçi sınıfının toplumdaki sosyal konumunun temel farklılığını reddeden, sorunun sömürülenler bazında ele alan ve çözümü tüketimin paylaşımında arayan görüşleri "emek ekseni" adı altında yeniden karşımıza çıkıyor.

(4) Senden başka hiç kimse "sosyalizm" adına bu pratiği yeniden bir daha yaşamaya yanaşmaz. Haberin olsun.

(5) Sonradan bunların tasfiye edilmeleri ve öldürülmeleri, bürokratizmin egemenliğine yol açıp, açmadığı tartışmaya açıktır.

(6) Gerek sen, gerekse ÖDP'liler özgürlük kavramıyla demokrasiyi kast ediyorsunuz. Çünkü insanın özgürleşmesi ancak komünist toplumda gerçekleşe bilir. Devlet var oldukça, özgürlük, insanın özgürleşmesi gerçekleşemez.

(7) Devletin polis güçlerine dayanarak "muhalifleri tasfiye etme hareketi" sırasında Kruşçevcilerin, sonradan Kruşçevi destekleyen, kişilerin çapaları sonucu, faşizm’den kaçıp Sovyetlere sığına bir sürü komünistin suçsuz yere cezalandırıldıkları. Tüm bu pisliklerin hiç birinden haberi olmaya, Stalin'in üstüne attıkları bilinmektedir.

(8) Ben, Stalin'in suç işleyen muhaliflerinin, haklı veya haksız cezalandırıldıklarını tartışmıyorum.

(9) Stalin, kararlı bir tarzda sosyalist ekonomiyi hayata geçirdiği, kapitalizm’e karşı sosyalizm'in üstün bir ekonomik sistem olduğun kanıtladığı, kesinlik her koşul da yoksullardan yana, işçi sınıfının çıkarının gözeten bir ekonomik-politikanın takipçisi olduğu. Bir gerçektir. Stalin düşmanları dahi bu gerçeği inkâr edemiyor. En azgın Stalin düşmanı Troçkist bile bu gerçek karşısında, "ne var ki Hitler de ekonomik alanda başarılıydı" yalanına başvurmak zorunda kalıyorlar. Stalin’in, sosyalist ekonomideki başarısı, burjuvaziyi, devletçiliye, devlet sektörüyle, özel sektörün bir arada bulunduğu "karma ekonomiyi" uygulamaya zorladığı, böyle bir ekonomik politika izlenmesini önere Keynes'çiliğe dört ele sarıldığı bilinmektedir. Bunun için Stalin kararlı bir sosyalisti, Onun yanlışlığı, ekonomik değil siyasi alanda idi. Kruşcevciler, onun ekonomik düşüncelerini ve uygulamalarını kökten değiştirir iken, siyasi alanda ki yanlışların alabildiğine geliştirdiler. Özelikle, Stalin’in döneminde ortaya çıkan, Leninizm’e ters parti, devlet anlayışı ve pratiği, Kruşcevci bürokrat burjuvaların egemenliğine hizmet etti.

(10) Kruşcev'inde aynı yolu izlediği bilinmektedir. SBKP'nin 20. kongresine kadar, Kruşcevciler her alana hâkim olduktan, Stalin'in "suç ortakları" dediklerini tasfiye edip, (bazılarının kurşuna dizdik ten) sonra 20. kongrede, Kapitalizm geriye getirmek için işe Stalin'i karalamakla, suçlamakla başladılar. Çünkü Stalin; suçlanmadan sosyalizm tasfiye edilemezdi.
Bu kongre gizli yapıldığı için, Stalin'in suçlanmasından, ne SBKP parti üyelerinin, nede işçi sınıfının ve Sovyet halkının haberi oldu. SB, işçileri ve halkları, başka ülkelerin komünist partilerinin, Kruşcevci revizyonistlere açıktan tavır almaları sonrası, olup, bitenlerden haberleri oldu. Kruşcev'in yolludan yürüyen Leonıd Breschnew, Kruşcevi, iktidardan uzaklaştırdı, Anti-Stalinist kampanya ya son verdi ve Stalin'e sahip çıkar bozlara bürünerek, kapitalist inşaya devam etti.