23 Aralık 2005

Emperyalizmin alternatifi “Ulusal kapitalizim”!

Emperyalist- kapitalist çağda, “Globaleşme” yeni bir olgumuş gibi piyasaya sürülüyor.Oysa,kapitalist ekonomi doğduğundan itibaren global karekterdedir.Çünkü, kapitalizm, genişliyerek yeniden üretimi ön gören bir ekonomik sistem olmasından dolayı yeni pazarlara ihtiyaç duyar ve ulusal pazarların dışında devamlı Pazar arar.Kapitalizmin bu özeliği meta ıhracatının ve sermaye ihracatının ağır bastığı dönemlerde”de vardı ve var.Aslında ,”Dünyamız Globaleşme dönemine girmiştir,eski çelişkiler sona ermiştır,artık devletler arası savaşlar olmaz.Bunun için, dünya halklarını barış içinde bir aradada yaşamalarının koşulları oluşmuştur,şimdi bizlere düşen görev, dünyamızı dahada güzelleştırmek için çevre ve benzeri sorunlara, hep birlikte çözüm aramaktır” görüşlerini ortaya atan Gorbaçov’du. Gorbaçov, Kruşcevci revizyonızmin doğrudan bir uzatısı olması nedenile, Kruşcevcilerin görüşlerini “ günümüzün koşullarına” uydurdu.Kruşcevciler,”kapitalizmin niteliğinin değiştiğini, artık devrimlere gerek olmadan barışcı yolla sosyalizme geçile bilinmesinin koşullarının var ,emperyalistler arası çelişkinin ,emperyalizmin sadırgan karekterinin sona erdiğini,nükleer silah dengesinin varlığından dolayı büyük devletler arası bir savaşın çıkmasının söz konusu olamadığını,’sosyalist ülkelerle’, kapitalist ülkeler barış içinde bir arada yaşaya bileceklerini, barış içinde ekonomik yarışla, sosyalızmın, kapitalizmden üstü bir ekonomik sistem olduğu kanıtlanacağını,böylece tüm insanlara, sosyalizmin daha iyi bir sistem olduğu gösterilerek,sosyalizmin benimsenmesi sağlanabilineceğini, yapılması gereken tek şey, burjuva demokrasinin sınırların genişletmektir.” gibi zırva görüşlerile modern revizyonizm’i yayarak, sosyalizmin yıkılmasının,tasfiye olmasının koşullarını hazırladılar.Gorbaçov,tekelci-devlet kapitalizmini çıkmazını, özel teşebbüscü kapitalizme geçerek çözmeye çalışıyordu.En büyük desteğini (doğal olarak) batı-kapitalist devletlerden alıyordu.Bunun içinde Globaleşme yeni bir olgumuş gibi gösterip “Globalizm dönemine girildi” diye bir tanımı ortaya attı. Aslında, kapitalizm için yeni olan neo-liberalizm dönemine girilmesidi.

Ekim devrimi sonrası,burjuvazini kapitalizmi yaşatma politikası

Ekim devrimi,kapitalzmin dünya üzerinden tasfiye olmasını gündeme getirmişti.Çarlık Rusyasında, proleterya demokrasi altında sosyalizme geçiş (özelikle) Avruba işçi sınıfını derinden etkiledi ve Avrubanın bir çok ülkesinde sovyet iktidarları kuruldu ama burjuvazi, bunları silah zorula yıktı. Fakat kapitalizmin, liberal bir ekonomik-politikala’da yönetilemiyeceğide açığa çıktı. İngilist ekonomist Keynes,ekim devrimi sonrası burjuvaziye kapitalizmi nasıl yaşatması gerektiğinin yolunu gösterdi.Keynes, kapitalizmin yaratığı, geliştikce katmerleştirdiği, yoksuğun, işsizliğin durmadan artması karşısında, işçi sınıfının, diğer emekçilerin isyan etmesi, sadece devlet şiddeti ile önlenilemiyeceği,kapitalizmi yaşatmak için tavizler verilmesinin zorunlu olduğunu gündeme getiriyor, burjuvaziyi, liberal-kapitalizmden vazgeçmeye çağrıyor ve devletin ekonomiye müdahalesinin zorunlu olduğunu öne sürüyordu.Keynesin bu düşüncelerine en fazla rağbet edenlerin başında,kapitalizm’le kopmaz menfaat bağları olan işçi aristokrat ve bürokrat tabakasının siyasi örgütleri, sosyal-demokrat partiler geliyordu.Sosyal-demokrasi,kapitalizmi ve burjuva demokrasisini yaşatmak için, Keynesin düşünceleri doğrultusunda hareket etmeye yöneliyor ve burjuvaziyi tavize zorluyordu.İlk önce burjuvazinin bir kesimi,sonradan çoğunluğu,bu düşünceleri desteklemeye başladılar ve buna uygun bir ekonomik-politik bir çizgi izlediler ve sosyal-demokratların iktidara gelmelerine ortam hazırladılar.Gelişmiş kapitalist ülkelerin emperyalist burjuvazisi,emperyalist sömürüden elde ettikleri karlarının az bir kısmını işçi sınıfına ve yoksul emekçilere dağıtmaya razı oldu.Dolayısıla, işçi ve yoksul emekçilerin, ekonomik ve sosyal durumunda (belirgin bir şekilde) iyileşme ortaya çıktı.Kapitalist ekonominin en büyük ve giderilemiyen açmazı, sermaye ve kapitalist işletmeler büyüdükçe işsizliğin durmadan mutlak oranda artmasıdır.Burjuvazi,(ekim-devriminden sonra)kapitalist ekonominin gelişmesi karşısında işsizliğin artışını önlemek için demir-çelik sanaiyi,madenleri,haberleşme ve ulaşım işletmelerini v.s’yi devletleştirdi. Ve bu işletmelerde, kar etmenin yanı sıra istihdamı gözeten bir politika izlenmeye ve çalışması gerekenden daha fazla işçi çalıştırmaya başladılar.(1)İşçi sınıfı ve diğer emekçilerin üçretlerindeki artış,küçük köylü üretiçilerin ve tarımın, burjuva devleti tarafından subvensiyon yolula desteklenmesi,(2)işçi ve emekçilerin kapitalizme karşı duydukları hoşnutsuzluğu yatışmasını sağladı.Kapitalızmin istikrar içinde gelişme dönemide bulunması (geçici bir süre içinde olsa) bu durumu güçlendirdi.(3)1929 ekonomik kriz,burjuvaziyi yeniden bir açmazın içine itti.Üst,üste gelen iflaslar,duran üretim, biriken stoklar, paranın değerinin düşüşünün yol açtığı enflasyon,işsizliğin çığ gibi büyümesi, işçileri,emekçileri (tam anlamıla) yoksulluğun içine itti.Bu sırada,sosyalist sovyetler birliğinin,ekonomik krizden etkilenmesi bir yana, en şahşalı dönemlerinden birini yaşıyordu.Bu durum, dünya işçi sınıfı nezliden sosyalizmin prestiji alabildiğine artırmıştı.İşçi ve emekçilerin sosyalizim için mücadeleye girişiminin yükselmesi, komünist partilerin dahada güçlenmesine yol açtı.Burjuvazi bu durum karşısında,Keynes’in düşüncelerine dahada önem verdi.Özelikle, o zamanki ABD başkanı olan Roosvelt,Keynes’in düşünceleri doğrultusunda, bir ekonomik-politika izledi.Keynes,aşırı üretim bulanımının neden olduğu işsizliğin ve artan yoksukluğun önüne geçmek,işçilerin sosyalizm için mücadelesinin durdurmak için,devletini,ekonomiye müdahalesinin sınırlarını daha’da genişleterek, üretiçi olmayan alanlara yatırım yapılmasını öneriyordu.Roosvelt, inşaat,yol inşaatı, silah sanayisi gibi üretiçi olmayan alanlara yatırıma girişti.(4)Hitler, Mosolini gibi faşistlerde,Keynes’in görüşleri doğrultusuda bir ekonomik-politika izlediler.”Devletin ekonomiye müdahalesi”en fazla faşist iktidarlar dönemide görüldü.Hitler,1929 krizinden etkilenen ülkelerden bir olan Almanya’nın durumunu istismar ederek,” ulusal sosyalizm” tanımıla, demogojik bir propaganda yürüterek iktidara geldi.Hitler,iş başına geldiğinde büyük boyutlara çıkan işsizliği gidermek için üretiçi olmayan alanlar yatırımlar girişti.Emperyalist,saldırgan bir savaşa hazırlanması nedenile, savaş sanayisine, yol inşaatlarına özel önem verdi ve bu alanlar yatırım yaptı, hem işsizliği büyük ölçüde giderdi, hemde işçilerin üçretlerini yükselti,onların konut sorununa çözüm aradı(5)Tüm bu veriler, kapitalizmin egemenliği altında uyugulamaya sokulan devletçiliğin esas görevinin kapitalist sistemi yaşatmak ve sosyalizme geçişin önünü kesmek olduğunu gösteriyor.

İkinci emperyalist savaş sonrası, kapitalist-emperyalist dünyadaki değişim

Savaş sonrası,burjuvazinin kapitalizm’i sosyalizm tehlikesi karşı yaşatma politikası daha’da gelişti.Çünkü, ikinci emperyalist savaş sonrası,sosyalist sovyetler-birliğini faşizm’in saldırılarıla tasfiye ettirmeye çalışan,faşist Hitleri sovyetlere saldırması için kışkırtan burjuvazi,bu politikasın’da başarılı olamadı.Sosyalist sovyetler-birliği, tasfiye olması bir yana, emperyalist burjuvazinin en büyük dayanağı olan,saldırgan faşizm’i yenilgiye uğratı ve faşizm’in zulümü altında yaşayan halkların kurtuluşunu sağlayarak büyük prestij ve sempati kazandı.Doğu-Avruba ve balkan ülkeleri sosyalizm’in egemenliği altına girdiler ve batı-Avruba ülkelerinde işçi sınıfının iktidarı el geçirmesinin koşulları olgunlaştı.Burjuvazi, sosyalizm’in tehlikesini enseside his ediyordu.Bu dönemde işçi sınıfının sosyalizm mücadelesini, faşist saldırılarla ezemiyecek konuma gelmişti,çünkü faşizm yenilmişti.Avrubada,Portekiz ve İspanyanın dışındaki hiçbir ülkede,faşizm varlığını sürdüremiyordu (6) Bu durum karşısıda,burjuvazi, demokrasi havarisi kesildi.İşçi sınıfının demokratik hak ve özgürlüklerini genişleti.Savaş öncesi var olan sosyal,ekonomik ve demokratik haklara yenilerini ilave etti.İşsizlik ve sağlık sigortası, ev yardımı fonlarını oluşturdu, sosyal konutlar inşa ederek konut sorununu gidermeğe çalıştı,çocuk-parası,sosyal-yardımlarla hiç kimseyi çaresiz bırakmadı.Burjuvazi “refah toplumu!”nu inşa ediğini ileri sürüp, sosyalizm karşıtı olarak “sosyal-adalet” “sosyal-devlet” tanımlarını ortaya attı.Ve bu politikasıla(bir dönemde olsa) başarılı oldu ve işçi sınıfı ve emekçiler’le (geçicide olsa) bir bağ kurdu.

Sömürgelerle, emperyalist-kapitalist devletler arasıdaki ilişki

Burjuvazini, sosyalizm “tehlikesi” karşısında politikasıda yaptığı değişiklik sadece gelişmiş kapitalist ülkelerdekiler’le sınırlı kalmadı.Ekim devrimi,dünya işçi sınıfının yanı sıra, ezilen sömürge ülkelerin yoksul halkları içinde sosyal ve siyasi kurtuluşun yolunu gösteriyordu. Ekim devrim sömürge ülkelerdeki emekçi halklarıda uyandırdı ve emperyalizm’e karşı mücadeleye sevketti.Lenin,emperyalizm’in sömürsü altında yaşayan yoksul emekçi halkların kurtuluşunu ançak sosyalizm’le mümkün olduğunu söylüyor ve kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmediği,dolayısıla işçi sınıfının doğmadığı veya kendisi için sınıf olma konumuna erişmediği, sömürge ülkeler için,kapitalist olmayan yoldan soyalizm’ e geçiş yolunu, kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği ve işçi sınıfının doğduğu,kendisi için sınıf konumuna eriştiği, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde ise,işçi sınıfının önderliğinde, emperyalizme ve iç gerici, feodal - burjuva sınıflara karşı demokrasi,bağımsızlık, sosyalizm için mücadelele,sosyalizm’e geçişi, yanı ulusal ve sosyal kurtuluşun birliğini ön görüyordu.Lenin, kapitalist olmayan yoldan sosyalizm’e geçiş için, sosyalist devletin yardımını ve yol gösterisini zorunlu görüyor, ve sosyalist devletin yardımı olmadan kapitalist olmayan yoldan sosyalizm’e geçişin mümkün olamıyacağın ileri sürüyordu.Lenin bu düşünceleri, Çarlık- Rusya’sındaki,demokratik devimle,sosyalist devrim arasındaki ilişki için öne sürdüğü görüşlerinin bir benzeri’idi.Lenin, Menşeviklerin aşamalı devrim tezlerine karşı, aşamalı ve kesintisiz devrimi savunmuştur.Bunun içinde,demokratik devrimden, kesintisiz olarak sosyalizm’e geçmek için, işçi sınıfın demokrat devrimdeki önderliği zorunlu görmüştür ve zorunlu olması kaçınılmazdır.(7)Lenin’le,Menşevikler arasıdaki temel ayrılıktan birini demokratik-devrim konusu teşkil ediyordu.Menşeviklere göre,” burjuvazi, feodal, geri üretm ilişkilerini tasfiye edip,kapitalizmi egemen ekonomik sistem haline getirmedikce,sosyalizm kurulamaz ve demokratik-devrim aşamasında işçi sınıfının görevi, burjuvazinin, feodal-burjuva egemen sınıflara karşı verdiği mücadelesini desteklemek ve kapitalizmin egemen bir sistem haline gelmesine yardım etmektır”.Lenin’ise, kapitalizmin tam gelişmesinden sonra, ancak sosyalizmin kurulabileceği görüşlerinin yanlış olduğunu, toplumun aşamalarının bir birini takip etmesinin objektif bir zorunluluk olmadığı,bir öncesi toplum aşamasına geçilmedende bir üst aşamaya geçile bilindiğini söylüyor, dünyanın bir çok bölgesinde,göçebe toplumdan, köleci topluma geçilmeden feodal topluma geçildiği kanıtını öne sürüyordu.Lenin,proletaryanın, burjuvazi karşı mücadelesinin ortaya çıktığı,Paris kömünün kurulduğu , burjuvazinin feodal sınıflarla birleşerek özel mülkiyetci toplumu savunmaya başladığı bir çağda,onun, Fransız burjuva devrimindeki gibi egemen sınıflara karşı radikal bir davranışla, demokratik-devrimi gerçekleştirmesinin beklenemiyeceğini, burjuvazinin yapmadığı ve yapmıyacağı, burjuva-demokratik devrimin görevlerini, proletarya yerine getireceğini , sosyalizm’e geçmenin bir kaldıracı olarak kulana bileceğini ön görüyordu.Ekim-devrimi Lenin’in bu düşünceleri temelinde gerçekleşti.Ama,Menşevizmin burjuva demokrasisi konusudaki düşünceleri,yer,yer Bolşeviklerin üstünde’de etki yapabildi.Çarlık Rusyasıda, şubat-burjuva devrimi sırasıda bu durum açıkça saptandı.Lenin, Rusya dışında iken,Bolşevikler,Keneski hükümetini destekliyorlardı ve onu burjuva demokrasini geliştirmesi için teşvik ediyorlardı.Lenin, bu politikaya şiddetle karşı çıktı,”Nisan-tezleri” isimli eserinde, bu yanlış politikayı yerden yere vurdu,proleteryanın önderliğinde,demokrasi mücadeles ile sosyalizm’e geçişi savundu ve Ekim devriminin zaferini sağladı.(8)Lenin, bu düşünceleri’le sömürgeler sorununa yaklaştı.Lenin’in önderliğinde kurulan 3.enternasyonal’ın,Marks ve Engels’in komünist-manifestoda’daki ”Dünya işçileri birleşin”çağrısına,ezilen halklarıda ilave etmesinin temel nedeni,sömürgelerdeki yoksul halkların emperyalizm’e karşı verdikleri ulusal kurtuluş savaşlarının,dünya proletaryasının sosyalist devriminin yedek güçü olmasında dolayıdı.Ama emperyalizm’e karşı verilen ulusal kurtuluş savaşlarının,dünya proletaryasının sosyalist-devriminin yedek güçü olabilmesi ançak, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki devrimci mücadelenin, işçi sınıfının önderliğide yürütülmesile mümkündür.(9)

Sömürgeciliğin statüsünde’ki değişiklik

Emperyalist burjuvazi, sömürge halklarının mücadelesine rağmen 2. emperyalist savaşın bittimine kadar, sömürgeler statüsünde önemli bir değişikliğe girişmedi.Çünkü,sömürgelerde, emperyalistleri, aşırı karlardan vazgeçmeye zorluyacak, güçlü ulusal kurtuluş savaşları patlak vermemişti.Ekim devriminden sonra,Yarı-sömürge Çin’de,iç gerici feodal-burjuva sınıflara karşı verdiği mücadelede, emperyalizm’de hedef alınıyordu.(10)Ama, bu dönemde ,emperyalistler, Çin’nin dışındaki sömürgelerde,güçsüz ulusal direnişleri,bastırıp egemenliklerini sürdürdüler.Kendi ülkelerindeki işçi sınıfına taviz vermesini,bu emperyalist sömürü sayeside gerçekleştiriyorlardı.2. emperyalist savaş öncesi, yarı sömürge Çin!in yanı sıra İngilist emperyalizmin sömürgesi olan Hindistan’da sömürgeliciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelesi başlamıştı.Hindistan’da,(serbest rekabetci dönemden itibaren,) İngiltere tarafından kapitalist üretim ilişkileri içine sokulmasından dolayı, işçi sınıfı doğmuştu.Sömürgeci emperyalistler, sermaye ihracıla,sömürge ülkelerde kendine bağımlı burjuvazi yaratı.Hindistan,sermaye ihracı sayesinde kapitalizmin gelişlemesi ile,emperyalist mali-sermaye’ye bağlı ve onun yaradığı (yerli) feodal-burjuva sınıfların var oluşunun tipik örneğini teşkil eder.Hindistan’da,(ve benzeri sömürge ülkelerde)kapitalizmin gelişmesi, sınıf farklaşmasının ortaya çıkmasını sağladı.Pazar için üretim,tarım üretiminde’de sınıf farklaşmalarına yol açtı.Sömürge ülkelerde işçi sınıfının varlığı ve mücadelesi, komünist partilerin kurulmasının ortamını hazırladı.Kominten’e bağlı komünist partiler, sömürge ülkelerde, emperyalist sömürgecilere ve onların işbirlikcisi yerli sınıflar karşı mücadeleyi örgütledi.Ulusal bağımsızlık talep ile sosyalizm için mücadeleyi birliğini kurdu.

Ulusal bağımsızlık mücadelesinin,sosyalizm’e gidişe tabi kılınması,emperyalist burjuvaziyi yeni bir yol izlemeğe itti.Hindistan’da sömürgeciliğe karşı ulusal bağımsızlık mücadelesi,sınıf farklaşmalarının temelinde üzerinde yükseldi.İşçi sınıfının önderliğinde, sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş savaşının yanısıra,emperyalist sermayenin uzantısı,komprador burjuvazi,feodal sınıflar ve bunlarla( menfatı gereği) devamlı işbirliği içinde olan, ulusal burjuvazi (11)önderliğinde, emperyalist-kapitalist sistemden kopmadan,sözde siyasi (ulusal) bağımsızlığı elde etmeği amaçlayan sömürgeciliğe karşı bir mücadele oluştu.Komintern, Hindistan’daki bu iki sınıfın önderliğindeki sömürgeciliğe karşı mücadelede kesin bir taraftı ve Hindistan komünist partisinin önderliğide cereyan eden,sömürgeciliğe karşı mücadele ile,iç geriçiliğe karşı mücadeleyi birliştiren ve sosyalizm’e geçmeyi hedefleyen mücadeleyi destekler iken,Mahatma Gandhi önderliğindeki, emperyalist burjuvaz ile her türlü bağını koruyarak, ayrı devlet kurmakla yetinmek isteyen burjuva hareketine (kesin olarak) tavır aldı.Komintern,komünist partisinin önderliğindeki sömürgeciliğe karşı mücadele ile Gandhi’nin sözde sömürgeciliğe karşı olan hareketi arasıda “anti-sömürgeci” bir birliğin kurulmasını ne önerdi, nede telkinde bulundu( vede Gandhi hareketinin büyük yığınları beşinden sürüklemesine rağmen). Hindistan’da anti-sömürgecilik hareketin geliştiği sırada,Çin’dede,Yun Yen Sen öndeliğinde,Çin’in sömürgeliştirmesine karşı radikal burjuva hareketi doğdu ve Komintern üye Çin komünist partisi sömürgeciliğe karşı bu mücadeleye katıldı.Yun Yen Sen, komünist partisi,ve sosyalist sovyetler birliğile ittifak kurmaya çalışıyor ve Çin komünist partisinin, emperyalistlerin yanı sıra,feodal toprak ağalarını, komprador burjuvaziyi hedef almasına, mücadelede önderliği ele geçirmesine, sosyalizm’i amaçı doğrultusudaki yürüşüne engel olmuyordu.Yun Yen Sen’in partisi içinde burjuva kesimlerinin temsilcilerde yer alıyor,kapitalizm’den kopmayı hedef alan mücadeleye karşı çıkıyor, Yun Yen Sen!i etkisiz hale getirip,Komünistler’le var olan ittifaka son vermeğe çalışıyorlardı.Ulusal burjuvazinin temsilcisi Çan Kay Şek,Yun Yen Sen’in ölümünden sonra, Komünistlere ve sosyalist Sovyetler birliğine karşı kesin bir tarzda tavır aldı , komünist partisini tasfiye etmek için saldırıya geçti, binlerce komünisti katedi.(13) Hindistan ve Çin örneği,Komintern,”her türlü anti-sömürgeci”desteklemediğinin en vurucu örneklerinden birini teşkil eder.

Hindistan ve benzeri ülkelerdeki “anti-sömürgecilik” emperyalizmin yeni sömürgecilik statüsünün temelini oluşturdu.2.Emperyalist savaş sonrası,emperyalistler,sömürgecilikten ,yeni sömürgeciliğe geçiş yaptı. Sömürge ülkelerde,emperyalist sermayenin uzatısı olarak doğan komprator burjuvazinin yanı sıra diğer mülk sahip sınıflar, sosyalizm tehlikesi karşısıda, emperyalist burjuvazinin kollarına attıldılar.Sömürgelerde,işçi sınıfının önderliğinde,gelişen antı-sömürgeci harekerlerin zaferini önlemek için,emperyalist burjuvazi,yerli burjuvazi’le birleşti, yerli burjuvaların egemenliği altında “bağımsız devletler” kurturuldu ve sözde sömürgecilik’de tasfiye edildi!.

Lenin, emperyalizmin ekonomik egemenliği altında,siyasi bağımsızlığın elde edile bilineciğini,siyasi bağımsızlığın,ekonomik bağımsızlığa tabi olmadığını ileri sürüyordu ve aynı zamanda, ekonomik bağımsızlık elde edilmeden, siyasi bağımsızlığın elde edilemiyeceğini iddiasını,emperyalist- ekonomizim diye nitelendirdi .Ama, Lenin,ezen (ki, bu, sömürgelerde emperyalist burjuvazidir) ulusa karşı verilen siyasi bağımsızlık hareketinin, komünistler tarafından her koşulda desteklenmesi gerektiğini söylemedi.Lenin,ulusların kendi kaderinin tayın hakın savunulmasıla, ulusların kendi kaderinin tayin hakının kulanılması arasıda kesin ayrım yaptı.UKKTH’savunulması mutlak iken,UKKTH’nın kulanılması proleteryanın , sosyalizmin çıkarına tabidir,başka bir deyişle,ayrı devlet kurma hakı dahil olmak üzere, UKKTK’nın savunulması mutlaktır, ama,ezilen ulusun ayrı devlet kurma (yani UKKT ) hakının kulanmasını savunmak mutlak değil ve dünya proletaryasının menfatına tabidir.Ezilen ulus burjuvazisi (sömürgelerdeki burjuvazide bu tanımın içine girer) ezen ulusa ve bir sömürgeci güçlere karşı verdikleri siyasi bağımsızlık mücadelesi,emperyalistler ve gerici sınıflar arası bir çatışmanın ürünü olabilir ve bu savaşın sonucuda,ezilen ulus (veya sömürge ülke) “siyasi bağımsız”lığına kavuşa bilir.Ezilen ulusun siyasi bağımsızlık mücadelesi, her şart altında anti-emperyalist karekterde olmaz, olmasıda zorunlu değil,emperyalistler ve gericiler arası mücadelede’de “siyasi bağımsızlık” elde edile bilinir.Bu objektif gerçekliği inkar edip,her ezilen ulusun verdiği siyasi bağımsızlık mücadelesi”emperyalizm’e karşıdır” demek ne kadar yanlışsa,emperyalzm’e karşı olmadığı için “siyasi bağımsızlık” sağlanamaz demekte o kadar yanlıştır.(14)

Stalin’nin ölümden sonra, geriye dönüşle birlikte emperyalist

Sistemdeki değişikler.

Stalin’nin ölümünde sonra İktidarı ele geçiren Kruşcevciler’in kapitalizm’i yeniden inşa etmesinden sonra,Sovyetler birliğinin emperyalist sistemle yeniden bağ kurdu ve süreç içersinde emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası haline geldi. Kruşcevcilerin,sosyalizm’i tasfiye etmesi ile,Emperyalist-kapitalist blok, siyasetinde köklü değişiklik yapmaya başladı.Ekim devrimile birlikte sistemi savunmak için “taviz” verme politikasi,artık gereksiz hale gelmeğe başlamıştı.Emperyalist burjuvazi,bu dönemden itibaren, gelişmiş kapitalist ülkelerde’de sömürüsünü yoğunlaştırmaya başladı ve yoksullaşma bu ülkelerde’de yeniden dirildi. İşçi sınıfının ekonomik mücadelesini ezmek, onun taleplerine karşılık vermemek için, işsizliğin yoğunluğuna bakmaksızın,Türkiye gibi yeni sömürgeci statüde yaşamının sürdüren, emperyalist sömürü sebep ile yoksulluğun gırdapına itilen ülkelerden “grev krıcısı” işçiler getirildi. Bunlar hem ucuz iş-güç’idiler, hemde burjuvazinin istemi doğrultusunda grev kırıcılığı görevlerini hakıla yerine getirmeye hazırlardı ve hazır olduklarını gösterdiler..Gelişmiş kapitalist ülkelerde,yeniden dirilen yoksullaşma, 1968 olaylarının patlak vermesine neden oldu.Öğrenci hareketlerile başlayan, işçi sınıfının yeniden ayaklanmasına kadar yayılan bu başkaldırı hareketini,burjuvazi ile birlikte, revizyonizme kayan “komünist-partileri”de ezmeğe çalıştı.Revizyonistler, egemenlikleri altındaki güçlü işçi sendikaları kanallıla,biryanda işçileri yatıştırılar iken diğer yanda,1968 hareketinin burjuva devleti tarafından zorla bastırılmasını destekliyor ve kapitalist sistemi korumaya çalışıyorlardı.1968 başkaldırı hareketine rağmen,burjuvazi,ekim devrimi sonrası siyasetine dönmeğe gerek görmedi.Burjuvazi, 1970’ler sonrası yeniden başlayan,kapitalizm’in aşırı üretim krizi’de, Keynes’cilik bir yana attı ve bunun yerine, Amerikancı ekonomist Milton Friedman görüşleri doğrultuusnda ekonomik krize “çözüm”aradı.İngiltere’de, Mağret Thatcher,ABD’leride, Ronald Reagan,bu ekonomik- politikanın önderliğini yaptılar ve tüm dünya burjuvazisi bunları takip etti.Milton Friedman,sosyalizmin tasfiye olduğunu gözeterek,Tekelci-kapitalist döneme uygun yeni bir liberal ekonomi-politika izlenmesini ve neo-liberalizm’e geçişi öneriyordu.Bu ekonomk-politikanın ana unsurunu, sosyalizm tehlikesi karşısında, kapitalist sistemi korumak için yürülüğe sokulan devletin ekonomiye müdahalesine son vermesi teşkil ediyor.Keynes’in devletciliği aslıda kapitalist ekonominin kanunlarına aykırıdı ve kapitalizmin üretici güçleri geliştirmesini yavaşlatıyordu.Kapitalist gelişme durmandan her koşulda işsizliği( mutlak olanda) artması gerekir iken, sistemi koruma adına (nispetende olsa) bu engeleniyordu ve burjuvazinin aşırı karları istenilen oranda gerçekleşmiyordu.1968 ayaklanmaları sosyalizme geçişin gündemde olmadığını, aksine sosyalist ülkerenin (Arnavutluk hariç)tarihe karıştığını göstermişti.Bunu gözeten Dünya burjuvazisi, neo-liberalizm’e geçişin tehlike arz etmedğini tesbit etti.

Milton Friedman,kapitalizm’in aşırı üretim krizinin patlak verdiği dönemde,Keynesin tam tersi görüşleri ortaya attı.Aşırı üretim krizinden burjuvazinin etkilenmemesi için, üretimde durgunluk belirtisi görülür, görülmez,sermayenin üretimden hemen çekilmesini, rantiye’ye yönelmesini, faizlerin yükseltilmesini,(bilinçli bir tarzda) üretimin yavaşlatılmasını önerdi.Friedman’nın görüşleri doğrultusunda harekete geçen burjuvazi,kapitalizm’in krizini tamamen işçi ve emekçilerin sırtına yıkmayı amaçlayan bir ekonomik-politik çizgi izledi ve üretimi yavaşlatarak işsizliği artırdı. Burjuvazinin bu politikası sayeside, gelişmiş kapitalist ülkelerde’de işsizlik “birden bire” çığ gibi büyümeğe başladı ve Bankalar,paranın sermaye’ye dönüşmesini yavaşlatmak için rantiyeciliği dahada geliştirdiler.

1970 sonrası başlayan kapitalizm’in krizinden en fazla etkilenen,gelişmiş kapitalist ülkelerden ziyade, yeni sömürge ülkelerdi.Bu ülkelerin kapitalist üretim iflas noktasına gelmişti.Türkiye gibi yeni sömürge ülkeler,tam bir çıkmazın içine düşmüş ve emperyalistlerin kapısına dayanarak borç para istiyorlardı.Uluslar arası bankalar,bu ülkelere yüksek faizli borç veriyor ve verilen borçların ödenmesini garantiye almak için İMF’in aşırı rant elde etmeği amaçlayan proğramının kabul edilmesini şart koşuyorlardı.(15)Milton Friedman,devletin ekonomiye müdahelesin son verme çağrısına,Burjuvazi, “popülist politikalara son verelim “ “devlet elini ekonomiden çeksin” propaganda kampanyasıla cevap verdi ve 1985’lerde Sovyetlerin devlet-kapitalizminin iflasının açıklanması ve özel- teşebbüsçü kapitalizme geçmeleri, anti-popülist kampanya dahada hızlandırdı ve neo-liberalizm tam anlamıla yürürlüğe girdi.Tüm kapitalist ülkerde devlet işletmeleri özelleştirildi,(özelleştirmelere geniş yığınları yakınen ilgilendirilen kamu-işletmeleride dahil edildi),uluslar- arası bankalar,(sınır tanımaksızın) tüm kapitalist ülkerede, hiçbir engele takılmadan faliyet gösteriyor ve serbest dolaşım sayesinde kısa dönemde,yatırdığı paranın çok üstünde rant ve kar elde edebiliyordu ve ediyor.

Burjuvazinin neo-liberal ekonomik politikası daha geniş alanlara yayılmaya devam ediyor.Özelikle, “sosyal-devlet” oluşturulduğu ilan edilen, artık işşizliğe ve yoksuluğa son verildiği,sosyalizm’e geçmedende “refah-toplumu” inşa edile bilineceğine kanıt olarak öne sürülen, Avruba ülkelerindeki uygulamalar birer,birer ortadan kaldırılıyor. Sosyal konutlar,ulaşım ve haberleşme, elektrik işletmeleri özelleştirildi.Sosyalizm karşısında,kapitalizm’i ve burjuva iktidarının savunmayı ve yaşatmayı baş görev edilen sosyal-demokrat partiler,”sosyalizm tehlikesi” ortadan kalkar kalkmaz neo-liberalizm’ e dört el sarıldı ve burjuvazinin diğer partileri, liberal ve muhafazakar partileri ile birlikte, neo-liberalizm’i politikasının savunucusu kesildiler.Sosyal-demokratlar,Yeşiller,gibi “sosyal-devlet” yanlısı partiler, tüm Avrubada,”sosyal-devletin “ son kalıntılarınıda yok etmek için saldırıya geçtiler.Ucuz iş-güçünü yaygınlaştırmak için taşeron firmaların faliyetini tüm iş kollarına doğru yaygınlaştırıyorlar.Bilinçli bir tarzda artırılan işsizlik kulanılarak, işsizleri,tüm sosyal güvencelerden yoksun bırakılıp, taşeron firmaların ucuz üçretlerini kabul etmeğe zorluyorlar,diğer yandan işçiler sendikasızlaştırılıyor.” Sosyal-devlet”in çok övündüğü, sağlık hizmetleri ortadan kaldırlıyor, patronlar ve burjuva-devleti artık işçiler için sağlık sigortalarına birim ödemiyecek.Gelişmiş kapitalist ülkelerin burjuvazisi,ucuz iş-güçü bulmak için çok zorlanmıyor.Neo-liberalizm!e geçiş, uluslar arası mali sermayeler arası çetin ve şiddetli, rekabetin doğmasına neden oluyor.Uluslararası tekelci sermaye daha’da merkezleşmiş ve yoğunlaşmıştır. Tekelci kapitalizm’in,günmüzdeki merkezi yapısı,onu uluslararası örgütler tarafından yönetilmesini zorunlu kılıyor.Ulusal devletler,uluslararası kapitalist ekonomiyi yönetmekte artık yetersiz hale gelmeye başlamıştır.Aslında “Global dönemle” kast edilen budur.Kapitalizm’in uluslararası boyutdaki merkezleşmesinin yoğunlaşması,gelişmesi,dünyadaki yoksullaşmayıda alabildiğine artırıyor.Engels’in dediği gibi,kapitalist gelişme,yoksuluğu artırmaktan,yıkım sağlamaktan başka birşey gerçekleştirmiyor.

Kapitalzm’in neo-liberal döneme girmesinin yaradığı tahripat sonucu,kapitalizm’le kopmaz bağları olan sınıflar ve onların siyasi temsilcileri,neo-liberalizm öncesi dönemi geri gedirmenin beşinde koşuyorlar!.Oysa,(yukarda’da belirtiğim gibi) burjuvazinin liberal kapitalizm’e aykırı bir ekonomik-politıka izlemesinin nedeni,ekim devrimi sonrası kapitalizm’i yaşatma zorunluğunda dolayıdı.İzlene bu yol, kapitalizm’in ekonomik kanunlarıla tam uzlaşmıyordu.Şimdi,burjuvazi,sosyalizm korkusu karşısında, karından verdiği tavizleri, geri alıyor ve gerek görmüyor.Bunun yanı sıra,prolateryanın devrimi karşısıda, tekelci-kapitalizm’le bağları olan,tekel dışı,orta- burjuvazile,küçük-burjuvazile,işçi- aristokrat tabakalarla,feodal ve yarı-feodal sınıflarla kurduğu ittifaklara önem vermiyor.Tekelci burjuvazi,işçi sınıfının toplumsal mülkiyetine karşı,özel mülkiyetci tüm sınıfları etrafına topluyarak,komünizm’in gelişmesinin karşıda durmaya çalışıyordu ve bu sınıflara ekonomik tavizler veriyordu.Komünizm, yakın tehlike olarak görmediği için bu tavizleri geri almanın adı olan neo-liberalizm dönemine rahatlıkla girdi.Prolateryanın sosyalizm mücadelesi karşısında tekelci burjuvazile ittifak kuran tekel dışı özel mülkiyetci sınıflar,neo-liberalizm önçesi dönemi geri getirmenin beşinde koşuyorlar.Gerek gelişmiş kapitalist ülkelerde, gerekse gelişmekte olan diye adlandırılan yeni sömürge ülkelerdeki tekel dışı sınıfların, globalizm’e,neo-liberalizm’e karşı çıkışlarının ana noktasını neo-liberalizm önçeki dönemin özlemi oluşturuyor.Neo-liberalizm’i, neo-liberalizm’in yaratığı yoksulluk yerden yer vuruyorlar, ama bunlara alternatif olarak yine kapitalizm’in başka bir biçimi öne sürülüyor ve sosyalızm’e karşı çıkılmaya devam ediliyor.Neo- liberal politikalarla,devletin elindeki işletmelerin,özelleştirmelerine karşı olanlar, neo-liberalizm öncesi dönemi gökler çıkarıyorlar,sanki bu dönemde her şey günlük gülüstanlıktı.Özelikle,yeni sömürge Türkiye gibi ülkelerdeki işçi sınıfı ve yoksul emekçiler için,iki kapitalist dönem arasıda hiç bir farklılık söz konusu değil.Bu ülkeler’de devlet işletmelerinin özelleştirilmesi işsizliği biraz daha fazlalaştırdı.Buna karşı çıkma adına,devletcilik savunluyor. İşçilere,emekçilere, burjuva devletine sahip çıkılması öneriliyor,devlet, sınıflar üstü bir kurum olarak lanse ediliyor.Marksizm’in-Leninizm’in devlet konusudaki görüşleri ,bir yana itilip,Revizyonizm’in,Sosyal-demokrasinin burjuva devlet anlayışı öne çıkarılıp,hiç çekinmeden “sosyalizm” adına savunula biliniyor.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde,tekelci burjuvazi ekim devrimi sonrası en büyük tavizi işçi snıfına vermişti.Çünkü bu ülkelerde küçük üretim hemen hemen yok olmuş durumda.Tarımda’da egemen olan büyük üretimdir ve bunlarda tekellerin elindedir.Bunun için,gelişmiş kapitalist ülkelerde,devletin tarım ekonomisine yönelik sübvansiyon devam ediliyor.Ama tekelci burjuvazi,gelişmiş bazı kapitalist ülkelerde’de (örneğin Fransa v.s)deki varlığını sürdüren küçük tarım üreticilerini, neo-liberalizm politikasıla yıkıma sürüklüyor.

Gelişmekte olan ülkelerde,neo-liberalist ekonomik- politikadan en fazla zarar gören tekel dışı burjuvazidir.Çünkü işçi sınfına, bu ülkelerde, gelişmiş kapitalist ülkelerdekine gibi, ekonomik ve siyasi olarak örgütlenmesine izin vermemiştir ve hale dahi izin vermiyor.Gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğunda işçilerin,(Türkiye’de olduğu gibi göstermelik olarak bile) grev ve sendika kurma hakı dahi yoktur.Kapitalizm’in az gelişmiş olmasından dolayı , işçi sınıfını,çalışan nüfüs içinde azınlık konumunda’dır.Bu ülkelerde kapitalizm’in gelişmesi,özelikle,ikinci emperyalist savaş sonrasına tekabül eder.2.emperyalist savaş öncesi,geri- kalmış ülkeler diye nitelendirilen sömürge ve yarı sömürge ülkelerde, kapitalist işletmelerin çoğunluğu devletin elinde’idi,çalışanların azınlığına tekabül eden bu işletmelerde çalışan işçiler,diğer çalışanlara göre daha imtiyazlı konumdalardı.2.emperyalist savaş sonrası,sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde kapitalist üretim ilişkilerinin eskisine oranla daha hızlı gelişmesi sonucunda,ucuz iş-güçünün ortaya çıkmasına vesile oldu.Bunun için,Neo-liberalizm döneminde bu ülkelerdeki işçi sınıfı açısından önemli ekonomik ve sosyal haklardaki değişikler gündeme gelmedi.Başka bir değişle,gelişmiş kapitalist ülkelerdeki gibi, işçilerin,burjuvazinin karında taviz vermesi sonucu var olan ekonomik ve sosyal haklara,yeni sömürge ülkelerdeki işçi sınıfı sahip olamadı.Neo-liberalizm, esas olarak,tekel dışı burjuvaziyi,yarı-feodal toprak ağalığını hedef seçti.Tekelci burjuvazi,neo-liberalist politikala, bu sınıfları yıkıma sürüklüyor,ve onların sahip olduğu mülklerine, zengiliklerine el koyuyor.Oysa, yakın döneme kadar,uluslar- arası tekelci burjuvazi, tekel dışı burjuvazinin ve yarı- feodal sınıfların siyasi temsilcilerine dayanarak işçi sınıfının sosyalizm mücadelesini ezmeğe çalışıyordu.Dinci-gerici ve faşist hareketlerin temel dayanağını bu sınıflar oluşturuyordu ve bunlar, işçi sınıfının komünist hareketini ezmek için yoğun çaba harcıyorlardı.Uluslar-arası tekelci burjuvazi,bunları besliyor ve koruyordu.

Yeniden “hortlayan” üç-dünyacılık

Yeni sömürge ülkelerde,uluslar-arası tekelci burjuvazinin neo-liberalizm politikasıla saldırıya geçmesi,üç-dünyacılığın yeniden “hortlama”sına vesile oldu.Mao Zedung,un ortaya attığı üç dünya teorisi,(üstü kapalı bir tarzda) yeniden piyasaya sürülüyor.Uluslar-arası boyutda dahada gelişip merkezleşen kapitalizm,sosyalizm’in madi temellerini dahada olgunlaştırdığı bir dönemde,emperyalist-kapitalist sistemin karşıtı olarak,üç-dünyacı “ulusal-kapitalizm” öne çıkarılıyor.Oysa Global-kapitalizm’i karşıtıda sosyalizm’dir.Ama Mao Zedung düşüncesine sahip çıkanlar,Global-kapitalizm’in karşıtı olarak”ulusal kapitalizm” öne sürüyorlar ve emperyalizm karşı mücadeleyi, sosyalizm için değil,”ulusal kapitalizmi” var etmek veya yaşatmak olarak ele alıyorlar ve bunun içinde emperyalizm’e(veya Global-kapitalizm’e) karşı mücadelede ulusal motiflere özel bir ağırlık veriyorlar.

Mao Zedung düşüncesi,emek ile sermaye, başka bir değişle,sömürlen sınıflar’la sömüren sınıflar arası çelişkiyi,toplumdaki sınıf faklıklarını göz ardı etmeği amaç etmekte ve bunun yerine devletler arası çelişkiyi ön plana çıkarmakda’dır.Tabi ,burada “devlet” sınıflaradan soyutlanmakta,sınıflar üst bir devlet anlayışı egemen kılınmakta.Mao Zedung’un 1.,2.,3.,dünya ayrımı,döneminde bile tarih gerçekleri yansıtmadığı gibi günümüzde tamamen anlamını yitirmişti.Çünkü,iki süper güçten bir olarak nitelendirilen Sovyet emperyalizm,süper güç olarak varlığını sürdürmesi bir yana kendiliğinden ortadan kalkmıştır.Bu düşünceden geriye kalan, 3.dünya devletleri tanımıdır ve 3. dünya devletleri diye tanımlana devletler ise yeni sömürge ülkelerdir.3.dünya devletlerine egemen olan sınıflar,(yukarda’da değindiğimiz gibi)uluslar-arası tekellerin doğrulan bir uzantıları,emperyalist-kapitalist sistemin kopmaz bir parçalarıdırlar.Bu sınıfların egemen olduğu devletlerin,emperyalizm karşı mücadeleye girebileceği görüşleri yaygınlaştırılmaya çalışılmakta.”Ulusal! kapitalizm”yaşatılarak veya inşa edilerek emperyalist-kapitalist sisteme karşı çıkılacağı düşüncesi yalandır.kapitalizm’i yaşatmak için işçi ve emekçileri aldatıp,kapitalizm’e karşı mücadeleden alıkoymak amaçıla bu görüşler ortaya attılıyor.(16)Sözde,emperyalist-kapitalist sisteme karşı olan!,üçüncü dünya devletlerine,emperyalistler “savaş açmış!”.Emperyalizm’in savaş açtığı devletler,hangi sınıfın devletleridır? Sorusuna açık bir cevap verilmiyor ama anlatımlarda,emperyalizm’e karşı” ulusal devletler!” olduğu anlaşılıyor.Bu devletlere egemen olan tekelci burjuvazi’de doğrudan “ulusal!”karakterde sınıf kategorisi içine girmiş oluyor.Ve böylece yeni sömürgecilik inkar edilerek,bu sınıfların “ulusal!”cılığının! belirlediği devletin “ulusal bağımsız!”lığının emperyalizm’e’ karşı korunmasını esas alan sözde “anti-emperyalist!” bir mücadele tezgahlanmaya çalışılmaktadır.Sonuc olarak, “ulusal bağımsızlığı koruma!”adına işçiler ve yoksul emekçiler,uluslar- arası emperyalist burjuvazinin doğrudan uzantısı olan tekelci burjuvazinin menfatı ve pazarı etrafında toplanması, ve”ulusal devlet!”ine sahip çıkması isteniyor.” Devletin ulusal bağımsız!”lığından taviz veren tekelci burjuva hükmetlerinin izlediği politika eleştirilerek,”ulusal bağımsız!”lığın korunması talep ediliyor.Ve yine,baştaki hükmetlerin “ devletin ulusal bağımsız!”lığından taviz veren politikayı destekleyen,tekelci burjuvazinin bazı kesimleri “emperyalizmin işbirlikçisi” diye nitelendirilip yerilliyor.Böylece, tekelci burjuvazinin içinde çıkan,emperyalistlerle uzlaşmadan yana olan, onlara “ulusal bağımsız!”lıktan taviz veren iş-birlikçiler dışında,tüm “ulusal sınıflar!”ı kapsıyan sözde bir “anti-emperyalist cephe”oluşturulmak isteniyor.Bu “ulusal cephe”nin baş köşesinde İslamcılar yer alıyor.”Ulusal”cılığın müthiş! savunucusu olan islama karşı,”hiristiyan” emperyalistler “haçlı seferine” başlamışlar!.Nedense böylesine bir “haçlı seferi” başlatan emperyalistlerin baş desteklecileri arasıda “islam-devletler!’inin hemen hemen hepisi yer alıyor.Oysa,orta –çağ çok geride kaldı,dolayısıla,dinler arası çatışmanın belirleyiciliği çoktan ortadan kalmıştır.Günümüzde,belirleyici olan sömürülen,sınıflarla,sömüren sınflar arası çelişkile,emperyalistler ve gericiler arası dünya pazarlarına egemen olma kavgasıdır.Sovyet emperyalistleri aradan çekildikten sonra,dünya pazarlarına egemen olma çatışması yeni bir çehre kazandı,eski kutuplaşmalar, yerini yenilerine bıraktı,ama emperyalistler ve gericiler arası çatışma”hıristıyan batı”la,müslaman”doğu” arasıda’da cereyan etmiyor.başka bir değişle,emperyalist batı ile sömürge “islam ülkeler”i arasıda bir çatışma söz konusu değil,Çünkü “İslam ülkeler”ine egemen olan devleti elinde tutan sınıflar, emperyalist sermayenin doğrutan uzantılarıdır.Burada sömrülen “islamcı sermaye” diye adlandırılan,şeriat-kanularını kapitalist üretim ilişkilerine uyarlıyan tekelci “islam sermayesi!” değil ,işçiler ve yoksul emekçilerdir.Sırtın petrola dayamış,”islamcı” tekelci sermaye,uluslar arası tekelci sermaye içinde önemli yer edinen,”islam sermayesi”,bu konumunu, Batı-emperyalizm ile Sovyet emperyalizm’i arasıdaki çatışmaya borçludur.Bu dönemde Batı-emperyalizm’i,Sovyetlerin desteklediği,(Türkiye’nin dışıdaki)laik “islam ülkeler”ini karşısında yer alan şeriatcı “islam ülkeler”ini desteklemiş, onların, kendilerine az çok zarar veren petroldan yararlanmalarına ses çıkarmamıştır.Bu durumdan faydalanan “şeriatcı islam” büyük bir mali sermaye güçü haline gelmişlerdi.Emperyalistler,Sovyetlerin yok olmasından sonra,ittifak kurduklar,”islamcı tekelci sermeye”nin eskisi gibi petroldan yararlanmasına,güçlenmelerine göz yummuyor.ABD emperyalizm’i, AB emperyalizm’ini’de hedef alarak ,petrol bölgelerini askeri olarak elegeçirip OPEC’i dağıtmaya çalışıyor. Dolayısıla,ABD’nin askeri saldırısından,”islamcı tekelci sermaye”de zarar görüyor.Şimdi emperyalistler ve gericiler arası petrol bölgesine egemen olma,pazarları yeniden paylaşma mücadeleside,bu bölge başta olamak üzere,tüm dünya işçilerinin yoksul emekçilerin ne gibi bir çıkarı olur?.Onların ekonomik,siyasi durumlarında her hangi bir iyileşmenin ortaya çıkması söz konusu olmadığı gibi,çatışmaların ve savaşların tüm yükü işçilerin ve yoksul emekçilerin sırtına binecek.Tekelci-sermayenin,”islamcı”ların elinde olmasıla,emperyalistlerin elinde olması arasıda,işçi ve emekciler için ne fark var?.Hiçbir fark yoktur.”İslamcı sermaye”nin işçi ve emekçilere hiçbir ekonomik ve siyasi hak tanımadan açımasızca sömürdüklerini kim inkar edebilir.Bangadeş’in ,Filiplerin,Güney Kore’nin, hata Türkiyenin yoksul emekçiler petrol zengini “islam sermayesi”tarafından en açımasız şekilde sömürüldüklerini herkes biliyor.

İşçiler ve yoksul emekçiler, gericiler arası çatışmada alet ediliniyor.

Emperyalistler ve gericiler arası Pazar kavgasının gerçek nedenleri göz ardı edilerek,sözde “anti –Amerikancı” bir mücadele platforumu oluşturulmak isteniyor.İslam’ın, burjuva veya emperyalist sistem bağlı feodal-burjuva sınıflarını ideolojisi olduğu inkar edilerek,emekçi sınıfların ideolojisimiş gibi lanse ediliyor.İdeolojik farklılıklar,işçi ve emekçilerin “birliğini böldüğü” dahi görüşler ileri sürüle biliniyor.Yıllardan beri egemen sınıfların dillerinden düşmeyen lafla,şimdi “sosyalist!” geçinenlerin ağzına sakız oldu.İşçi sınıfını,kendi sınıf ideolojisinden ayrı tutmak için,”sağ ve sol ayrımına” karşıyız görüşü yaygınlaştırılmak isteniyor.Aslıda burada karşı oluna sadece “sol” diye nitelendirilen,işçi sınıfının ideolojisi, M.L’dir.Çünkü,sağ egemen sınıfların ideolojisidir ve kendi sınıf ideolojisiden habersiz olan işçiler ve emekçiler egemen sınıf ideolojisini, benimsemişler.Egemen sınıflar,işçi sınıfının kendi sınıf ideolojisinin bilinçine varmaması için her türlü yönteme baş vurmaktan geri durmuyorlar.Bunun içinde,komünist partileri baskı altında tutuyorlar,işçi sınıf devrimcilerini, işçilerden uzak tutmak için her türlü tedbiri alıyorlar.İşçi sınıfının birliğini,sahte sağ ve “sol” ayrımına karşı olmakla değil, ançak, işçileri ve emekçileri etkisi altına alan egemen sınıf ideolojisine karşı mücadele ile M.L’in, işçi sınıf ve yoksul emekçiler üzerinde etkin kılınmasıla gerçekleşebilir. İşçisınıfının ideolojisi, M.L, işçisınıfının bölmez aksine, onun birliğini sağlar.İşçi sınıfının,burjuva ideolojilerinin etkisi altında iken birliğini sağlanacağın düşünmek,egemen sınıfların ideolojilerinin sınıf üzerideki ekinliklerini devam etmesini savunmaktan başka bir anlama gelmez.İşçilerin, sadece ekonomik mücadele bilinçine varmaları,onların burjuva ideolojilerinin etkisinden kurtulduklarını göstermez.Aksine hale faşist ve islamcı( veya dinci) ideolojilerin etkisi altında bulunurlar ve kapitalist düzeni savunmaya devam ederler.İşçi sınıfının ve yoksul emekçilerin, emperyalizm karşı mücadelede birliğinin sağlanması,onları, gerici sınıfların Pazar kavgasına alet edilerek gerçekleşemez.

(1)Sosyalist sovyetler birliğin’de, proletya-devletinin egemenliği altında,özel mülkiyetçi kapitalist ekonomiye son verilip,sosyalist üretime geçilmesi sonucu üretici güçlerin (Özel mülkiyetçi ekonomilere göre) çok hızlı bir tarzda gelişmesi karşısında,kapitalist devletin egemenliği altında’da aynı gelişmenin sağlana bilineceğine dayır düşünceler yaygınlaşmaya başlamıştı.Bu düşünce sahipleri, devletin sınıfsal niteliği konusudaki temel ayrılıkları göz artı ediyorlardı.Çünkü,kapitalizme ve burjuva devletine son vermedikçe,iş-güçü meta olmaktan kurtarılmadıkça, “devletçi ekonominin” üretici-güçleri daha hızlı bir tarzda geliştirmesine imkan yoktur.Daha doğrusu,kapitalist sistemin temel çelişkisi olan üretimin sosyal karekterile, mülk edinmenin özel karekteri arasındaki çelişki çözülmedikçe “devletçi-ekonominin” üretici-güçlerin gelişmesinde daha etkin rol oynamasıdan bahsedilemez.

(2)Kapitalizm koşullarında sanayi gelişmesi, tarımda’da küçük üretimin(giderek) tasfiye olmasına neden olur.Tarımda başlayan işsizliği sanayi istihtam edemez.Burjuvazi, küçük üreticilerin iflasını önlüyerek, tarımda ortaya çıkan işsizliğin artışınında önüne geçmek istedi.

(3)Tabiki,bu ekonomik-politikayı, tüm burjuva devletleri tatbik etmedi.1929 ekonomik krize kadar ABD’i, Keynes’in düşüncelerine önem vermedi ve liberal ekonomik politikayı sürdürmeye devam etti.Keynes’in düşünceleri doğrultusunda hareket edenler, başta İngiltere olmak üzere, kara Avruba ülkeleridi.

(4)Kimileri,Keynes’in ekonomik kriz dönemide öne sürdüğü düşünceleri “ekonomik krizden kurtulmanın yolu”olarak yorumluyor.Keynes’in arz,talep dengesizliğinin yol açtığı aşırı üretimi krizi, ferdi tüketim madelerile ilgili talepi artırarak çözüm önerdiğini ileri sürülmekte.Oysa,(devamlı tekrarladığım gibi)arz, talep arasındaki dengesizliğin,talep azlığı diye öne sürülen,eksik ferdi tüketim noksanlığıdan kaynaklanmıyor.İş-güçünün artı-değer sömürüsüne dayanan kapitalist üretimde, ferdi tüketim devamlı eksiktir ve eksik kalmak zorundadır.Eğer burjuvazi, ferdi tüketim madelerini gözeten bir üretim, gerçekleştire bilsedi, ne aşırı üretim krizi patlak veridi, nede ekonomik krizin burjuvazinin iflasına yol açmasına izin verilirdi. Bunun tersi olsadı,burjuvazinin işi çok kolay olurdu. Kriz, tahripatlara yol açmadan,hemen işçilerin ve emekçilerin satın alma güçlerini yükseltirir, daha fazla mal tüketmeleri sağlanarak,arz fazlasını giderilirdi.Burjuvazinin, bunu yapamamasının temel nedeni,kapitalist üretimin, ferdi tüketim madelerinden bağımsız şekilde gerçekleştirilmesindendir.Bunun için, aşırı üretim,ferdi tüketim madelerinin arz ve talepi arasındaki dengesizlik neden ile ortaya çıkmıyor.kapitalistler arası alış, verişteki arz ,talep arasındaki dengesizliğin ortaya çıkması, aşırı üretime yol açar ve bu denge yeniden sağlanılıncaya kadar devam eder.Aşır üretim krizi kapitalist üretimi gerçekleştirme biçiminden kaynaklanır. ve burjuvazininde iradesi dışında ortaya çıkar ve düzelir.”Siyasi iradele” ne aşırı üretim krizine girilir, nede aşırı üretim krizinden çıkılır.1929’larda,Keynes, krizden nasıl çıkılacağının yolunun göstermedi.O,kriz nedenile işçilerin diğer yoksul emekçilerin sosyalizm için mücadele etmesinin önüne nasıl geçileceğinin yolunu gösterdi.Sosyalizm için mücadele siyasi bir mücadele olması nedenile,onun önünede ançak siyasi iradele geçile bilinirdi.

(5)Hitler, sadece ırkcılığa dayan despot bir iktidarla Almanya’da faşist iktidarını kurmadı.Devletin kontrollu altında ve devlet işletmelerine ağırlık veren bir ekonomi-politika’la kitleleri yanına çekti ve işçilerin sosyalizm için mücadelesini bastırdı.O, dönemde yaşayan sıradan bir Alman vatandaşı dahi,savaş önçesi, Hitlerin iktidarı sırasıda ekonomik durumlarının çok iyi olduğunu söylüyor.

(6)Portekiz ve İspanya’daki faşizm,ABD emperyalizm’in sayeside ayakta kaldı.”demokrasi” konusuda demogojik propaganda yapaktan geri durmuyan ABD’in emperyalist burjuvazisi,Hitlerin müttefik faşist ülkeleri özel olarak yaşatmaya çalıştı.

(7)1970 öncesi,Türkiyeteki devrim ”Milli demokratik devrim” aşamasında olduğunu öne sürenler,devrimde işçi sınıfınınmı?, Küçük-burjuvazninmi?önder olacağı” pazarlık konusu!”olamaz demogojis ile kafaları bulantırıyorlardı.Oysa ,emperyalizm’e ve iç geriçiliğe karşı ,küçük-burjuvazinin önderliğinde yürütülen, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi başarıya erişsede yine emperyalist- kapitalist sistemin dışına çıkamaz.Küçük-burjuvazinin öndeliğideki ulusal demokratik devrim mücadele sonucu, geçici bir süre siyasi bağımsızlık sağlansa bile, hiçbir şekilde ekonomi, emperyalist-kapitalist ekonomiden bağımsız bir konuma erişemez.Küçük-burjuvazide,sınıfsal karakteri gereği burjuvadır ve kapitalizm’in varlığı onun sınıfsal varlığını belirler.Meta ekonomisinin ve sermaye ilişkilerinin gereği olarak emperyalist- kapitalist sistemden kopamaz. Kapitalist üretim ilişkileri içinde,küçük-burjuvazi,gelişerek büyük burjuvazi olur.

(8) Özelikle, Türkiyede,1986-87 sonrası yeniden toparlanan “Türkiye sosyalist hareket”in emperyalizme ve iç gericiliğe karşı demokrasi ve bağımsızlık mücadelesine bakış açısında, Menşevik görüşlerin egemen olduğu gözetlene bilinir.Proletaryanın, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinde’ki zorunlu ideolojik,siyasi ve örgütsel öndeliği inkar edildi veya önem verilmedi. Proletaryanın devrimde’ki rolü” yardım etmeğe” indirgendi ve bu( hiç çekinmeden)ilan edildi.Türkiye’de bu görüşlerin, yeniden etkin olmasında,güçlene Kürt-burjuva hareketinin büyük bir rolünün olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

(9)Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde, burjuvazinin önderliğide emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşların komünistler tarafından desteklenmesi, (önder olan burjuvazinin isteği dışında) emeperyalist sisteme vurduğu darbeye,proletarya devriminin oluşumuna uygun koşular yaratmasına,komünistlerin mücadele içinde öndeliği ele geçirmesi burjuvazinin tarafından zorla önlenmediği şartına bağlıdır.Eğer,somut koşularda, her hangi bir emperyalist’e karşı verilen savaş, emperyalist sisteme yönelmiyorsa,diğer emperyalist ülkeler tarafından destekleniyorsa,komünistler, gericiler arası bu savaşta ne taraf olur, nede herhangi bir tarafın yanıda yer alır.Aksine , gericiler arası bu savaşı,devrimci savaşa dönüştürmenin yollarını arar.Bu düşünceye itiraz edenler,hemen Türkiye’nin Mustafa Kemal önderliğinden yürütülen “ulusal kurtuluş savaş”ının ve Afkan Emiri’nin İngilist sömürgecilerine karşı verdiği mücadeleyi, Sovyetlerin desteklemesini kanıt olarak gösteriyorlar.Lenin’in,Türkiye veAfkanistan’daki, emperyalist sistemin dışına çıkmayan ve bir emperyalist bloka karşı verilen savaşa ( isteksiz bir tarzda) destek vermesi,tamamen o,günün somut koşuları gereği ,İngilist-Fransız emperyalist blokunun Sovyetleri kuşatma altına almasını önlemeye yönelikti.Lenin ve Bolşevikler,Türkiyenin, İngilist,Fransız, İtalyan emperyalistleri ve bunların desteklediği, Yunanlar tarafından işgal edilmesi karşısında,Türkiyeli komünistleri örgütlüyüp,işgalcilere karşı savaşa hazırladı.Bu sırada,Mustafa kemal öndeliğideki feodal-burjuva kesimlerde,işgale karşı savaşa hazırlanmaktalardı.Diğer yanda,İlk önceleri Mustafa kemal haraketinden’de bağımsız,Çerkez Ethem önderliğideki köylü hareketi başta olmak üzere , kendiliğinden işgale karşı, halkı direniş hareketleri,ortaya çıktı.Bolşevikler,işgale karşı patlak veren halk direniş hareketlerine önderlik etmek için Türkiye’li komünistleri örgütlüyüp harekete geçirmeğe yeltendiler. Sovyetler’deki Türkiye’li komünistler, Savaş sırasında,Çarlık Rusyasının eline esir düşen Türkiye’li askerleri “ordulaştırıp” Türkiye’ye göndermeğe çalışıyorlardı ,diğer yandan,Çerkez Ethem’lede bağ kuruyorlardı.Mustafa Kemal, (Özelikle) Çerkez Ethem’i kulanarak, dağılan Osmanlı ordusunun kalıntılarını toplamaya çalıştı.Çerkez Ethem,Padişaha, dolaysıla işgalcilere bağlı olan ve onlar tarafından yönlendirilen ve Kurtuluş hareketinin örgütlenmesini önlemekle görevlendirilen, dinci-gerici hareketleri bastırarak,Mustafa Kemal’in örgütlenmesine,dağılan Osmanlı ordusunun toparlanmasına ortama hazırladı.Güçlenen Mustafa Kemal öndeliğindeki,feodal-burjuva hareketi, kendine rakip gördüğü,Proleryanın komünist hareketini, Çerkez Ethem’in yoksul köylü hareketini tasfiye etti.Mustafa Suphi önderliğindeki komünistlere tuzak kurup Karadenizin derin sularına gömdü.Çerkez Ethem’i bir punduna getirip, Yunana sığınmaya mecbur bıraktı.Tüm bunlara rağmen,Lenin ve Bolşevikler, emperyalist kuşatmayı kırmak, Proletarya iktidarını yıkmak için saldırıya geçen, emperyalistlerin desteklediği, Çarlık kalıntılarını yenilgiye uğratmak için Mustafa Kemal hareketine karşı bir tavır alamadı.

Kurtuluş savaşında,Mustafa Suhpi önderliğindeki TKP’nin işgalcilerle birlikte, feodal-burjuva sınıflar ve bu sınıfların siyası temsilcisi Mustafa Kemal hareketine karşı tavır alması,kurtuluş savaşı sırasıda mücadelenin önderliğini ele geçirmeye çalışması,Sonradan TKP yönetimini ele geçiren, Şefik Hüsnü tarafından eleştirildi.O, Kemalizm’i destekliyerek,Kemalizm’den feodal kalıntıları tasfiye etmesini, kapitalizm’i geliştirmesi isteyen ve teşvik eden Menşevik “aşamalı devrim!” tezleri temelide bir reformist çizgiyi izledi ve savundu. Bu reformist çizgi 1970’lere kadar Türkiye “sosyalist hareket”inin temel görüşünü oluşturdu, taktiklerini ve stratejilerini hep bunun doğrultusunda oluşturdular.1980 öncesi,Şefik Hüsnü’nün reformist çizgisi eleştirlimesine rağmen, 12 eylül faşist darbesiden sonra 1987’lerde toparlanan “sosyalist hareket”Şefik Hüsnü çizgisini yeniden dirilti ve onun görüşleri ile bağımsızlık ve demokrasi sorununa yaklaşıyor.

(10)Türkiye’nin,Ekim devrimi sonrası, işgalci güçlere karşı ulusal kurtuluş savaşını,ayrı bir kategori içinde ele almak gerekir.Osmanlı,kapitalist emperyalizm’in yarı-sömürgesi olmasına rağmen kendiside,feodal-kapitalist emperyalist bir ülke’idi, 1.emperyalistler arası savaşta bir taraftı ve emperyalist savaş girmişti. Emperyalist savaşta yenildi ve işgal altına girdi. Savaşta,Osmanlı’la aynı blokta yer alan Almanya’da yenildi ve Almanların yaşatığı toprak parçaları, Fransız emperyalistleri işgal etti.Türkiye işgal edilerek,yarı- sömürgelikte, sömürgeliye doğuru sürükleniyordu.Aslıda Türkiye’nin kurtuluş savaşı,sömürgeciliği önleyip yarı-sömürgeciliği muhafaza etti.Göklere çıkarılan “kurtuluş savaşının” niteliği budur.

(11)Sömürge ülkelerde, uluslar arası emperyalist sermayenin uzantısı olan burjuva kesimleri komprador değilde “işbirlikçi tekelci” burjuvazi diye tanımlanmakta. Bu tanımlanmadaki,esas amaç,komprador burjuvazinin’de ulusal bir yanının olduğunu ve emperyalist burjuvazi ile işbirliği yapıdığını,onun doğrudan bir uzantısı olmadığı iddasının kanıtlamak,ulusal burjuvazi’ninde emperyalist burjuvazile var olan işbirliğini inkar etmektir.Esas işbirlikçi olan ulusal burjuvazidir.Ulusal burjuvazi diye adlandırılan burjuvazinin,( kapitalist ekonominin kanunlarının gereği olarak),komprador tekelci burjuvazi ve emperyalist burjuvazi ile yaşamsal işbirliği vardır ve var olması zorunludur.emperyalist ve proletarya devrimleri çağında, uluslar arası emperyalist tekelci mali sermayele işbirliği içinde olmayan hiçbir burjuva kesimi yoktur ve istesede olamaz.

(12)Çan Kay Şek’in karşı- devrimci saldırısıda ,Komintern bağlı komünist partisini tasfiye olmakla yüz yüze kalmasında,Çin komünist partisinin, radika ulusal burjuvazi ile yaptığı ittifakta önemli yanlışları vardı.Mao Ze Dung,bu durumdan yararladı, darbele,Çin komünist partisinin önderliğini ele geçirdi,Komintern’le var olan bağları zayıflatı.

(13)Yun Yen Sen!in partisile,Çin komünist partisi arasıda yapılan ittifak sırasıda,Çin komünist partisi önemli hatalar yaptı.Burjuvaziye taviz verdi.Sonunda burjuvazide, komünist partisini ezmeğe çalıştı.Burjuvaz ile ittifak kurmanın bedelini acı bir tarzda ödedi.

(14)Son günlerde,tartışılan konulardan biri ise güney Kürtdistanın durumudur.güney Kürtdistan,emperyalistlerin himayesi altında”siyasi bağımsızlığını!” elde ede biliyor.Kimileri bunu “kukla devlet” diye adlandırıyor.Emperyalizm’in yeni sömürgeciliği statüsü altında olan ülkelerin devletleri ne kadar kukla ise, kurulan veya kurulacak olan Kürt devlet’ ide o kadar kukla olur.Siyasi,askeri ve ekonomik olarak emperyalizm’e bağlı olan Türk devleti kukla olmuyor! Kürtlere (veya Arnavutlara) gelince kukla oluyor!.Bazılarıda”açık –gözlük”yaparak emperyalizm’in güdümüdeki güney Kürtdistandaki “siyasi bağımsızlığı” emperyalizm’den( özelikle ABDemperyalizm’den)bağımsızmış gibi lanse etmeğe çalışıyorlar.”Mesut Barzani, ABD nin İrak’ı terk etmesini istedi”laflarıla Kürt burjuva-feodallerinin emperyalistler karşı bir tavır içinde olduğu izlemi yaratılmaya çalışıyorlar.”Sosyalist” geçinen “TKP” ve benzerleri ise, PKK hareketinin sanki yenilgiye uğramış gibi hava yaratarak, emperyalist sistemden kopmadan UKKT’nın gerçekleşmiyeceğini ispat! etmeğe çalışıyorlar.Oysa,PKK hareketi sayeside, Türkiye devleti,Kürtlerin varlığını inkar etme politikasına son vermek zorunda kaldı.Kürt dilini,Kürt burjuva kültürünü tanıdı,kısmende olsa ona bir “özgürlük!” verdi veya vermek zorunda kalıyor.Türkiye’dede emperyalist sistemden kopmadan’da Kürtlerin ulusal sorunu çözüle bilinir.Kürt ve Türk kökenli işçi sınıfı ve onların siyasi temsilcisi komünistler, Kürt ulusal sorununun emperyalist sistem içinde çözümünden yana değiller ve Kürt ulusal sorununun, işçi sınıfının çıkar doğrultusunda, emperyalizm’i, Türk ve Kürt egemen sınıflarını hedef alan ve sosyalizm’e geçişi amaçlayarak, sömüren sınıfla, sömüren sınıflar arasıda cereyan eden sınıf mücadelesine tabi olarak çözümünü isterler ve bu bakış açısı doğrultusu ulusal soruna yaklaşırlar.Ulusal sorun hiç bir zaman sosyalizm mücadelesinin temelini teşkil etmez. Kapitalizm koşularında çözülmeyen,proletaryanın önüne, burjuva demokratik talep olarak gelen ulusal sorunu, proletarya, sosyalizm mücadelesine tabi olarak çözülmeye çalışılır.

(15)İMF programının ne olduğunun gösteren en vurucu örneğini, 24 ocak 1980 Demirel hükümeti tarafından ilan edilen ve 12 eylül faşist cuntası tarafından zor yolula uygulamaya sokulan program teşkil ediyor.23 seneden beri Türkiyede yürülükte olan bu programın ne olduğunun en iyi bilen Türkiye’li emekçiler ve işçilerdir.

(16)Tekelci burjuvazinin çıkarlarını savunan,bazı burjuva yazarları,”ya AB’ne girerek, gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarız veya geri kalmış üçüncü dünya devletlerin arasında kalırız” diyorlar.Her şey’den önce bu burjuvalar, olmayan “üçüncü dünya devletleri”diye bir tanım ortaya attarak hedef şaşırtıyorlar.”üçüncü dünya devletleri” denilenler emperyalist sistemin bir parçası olan egemen gerici sınıfların devletleridir.Bu ülkelerini geri kalmışlığına neden olan, emperyalist sömürünün gerçekleşmesini sağlayan “üçüncü dünya devletler”idir.AB’ne girilerek ,gelişmiş kapitalist ülke haline gelineceği iddiası ise bir yalandır.İşçi ve yoksul emekçiler , “üçüncü dünya devletleri”, veya AB gibi emperyalist-kapitalist sistem içinde suni alternatiflerin içine çekilmek isteniyor.Kapitalist üretim ilişkileri yaşatılarak emperyalist-kapitalist sistemden kopulamıyacağının en vurucu örneğini,Çin ve Viatnam teşkil ediyor.1993 uzak- doğu ekonomik krizden en fazla etkilene ülkelerin içinde Viatnam’da yer alıyordu, bir anda 200 bin işçi kapı dışarı edilerek işsiz bırakılıyor ve İMF’in kapısı çalınıyordu.Silahla kovulan ABD’nin başkanın,kırmızı halılarla karşılanıyordu.Mao Zedung’un izinden yürüyen Çin’in nasıl kapitalist ülke haline geldiğinden bahsetmeğe dahi gerek yok!.”Üçüncü dünya devletler”inin emperyalizme karşı çıkabileceğini öne süren görüş sahipleri,Lenin’in ezilen, sömürülen halkların emperyalist- kapitalist sistemden kurtuluşunu ön gören tezlerini kaba bir tarzda revize etmeğe çalışmaktan çekinmiyorlar.Lenin’in önderliğinde 1920 tarih’de Bakü’de toplana doğu halklar kurultayı ve aldığı kararlarla,emperyalist-kapitalist sistemin savunucusu,sosyalist sistemi zayıflatmak için emperyalist devletlerle işbirliği yapan, Tito’nun öncülüğünde oluşturulan “Bloksuzlar” hareketini ve 3.dünya devletlerinin olmayan “birliği”ni ve sahte anti-emperyalistliğini aynı kategori içinde göstermekten geri durmuyorlar.


20 Aralık 2005

Irak “krizinin” gerçek nedenleri

Sovyet- emperyalizmin dağılmasından sonra , emperyalist – kapitalist dünya “yeni bir dönem”e girdi. Bu döneme kadar mevcut olan, Sovyet-emperyalizmi ile Batı kapitalist- emperyalizmi arasındaki çelişki,yerini, yeniden bloklaşan emperyalistler arası çelişkiye bıraktı. Bu döneme kadar geçen süreçte, Batı kapitalist- emperyalist dünyada önemli değişiklikler ortaya çıktı. “Ulusal emeperyalist devletler” yerini, ekonomik, giderek de siyasi olarak da bütünleşen, emperyalist bloklara bıraktı.Sovyet emperyalizminin aradan çekilmesinden sonra,emperyalistler arası bu bloklaşma hızlı bir gelişme gösterdi.II. emperyalist savaş sonrası Sosyalist sovyetler birliğinin önderliğinde oluşan sosyalist dünyanın gelişmesi ve dünya kapitalizmini ortadan kaldırmaya yönelmesi karşısında, ABD emperyalizminin önderliğinde ve hegemanyasında oluşan emperyalist- kapitalist blok, sosyalizmin gelişmesinin önünü kesmeyi baş görev edinmişti.Emperyalist savaştan en karlı bir şekilde çıkan ABD emperyalizmi, kapitalist dünya üzerinde kolayca ekonomik, özelikle,siyasi ve askeri hegemonyasını kurmuştu. Kapitalizme geri dönen Sovyetler birliği ve diğer eski sosyalist ülkelerin varlığı döneminde, ABD hegemonyası altındaki blok içindeki çelişkiler ikinci planda kalmaktaydı.Sovyetler, emperyalist bir siyaset izlemeye başladığından itibaren, Doğu- Avrupa ülkelerinin yanı sıra,özelikle,emperyalist sömürgelikten kurtulmaya çalışan ,orta-doğu, Asya,Afrika ülkelerine egemen olmaya çalıştı.Sovyetlerin dağılması sonrası, emperyalist bloklar, onun egemen olduğu yerleri de ele geçirmek için kıyasıya bir mücadeleye giriştiler. Sovyetlerle çatışma döneminde, ABD hegemonyası altında olan diğer emperyalist ülkeler,ekonomik olarak sıçramalı gelişme gösterirken,ABD ise askeri alanda, diğerleri ile kıyaslanmıyacak boyutlarda bir üstünlük sağladı.ABD’nin, silahlanmada,ve silah-sanayisinde “tek güç” olduğu inkar edilemez . Sovyetlerle var olan çatışma döneminde Batı- Almanya, Japonya ekonomik olarak ABD ile baş edebilecek güce erişmelerine rağmen,-2. emperyalist savaştan yenilgi ile çıktıkları için yeniden silahlanmaları, silah sanayilerinin geliştirilmesinin kontrol altına alınması nedeni ile- silahlanmada ve silah sanayisinde, ABD’nin çok gerisinde kaldılar.Fransa, İngiltere savaştan çok zaiat vererek çıktılar, geçen süreçde, gerek sanayide, gerekse silah sanayisinde ABD ile boy ölçülemez kadar geri durumdalar.

Özellikle,AB’nin oluşması ve gelişmesi,dünya üzerinde oluşan ABD hegemonyası için önemli tehdit oluşturuyor.AB,bugün ABD’nin egemen olduğu yerlere, ekonomik yayılmacılık kanalıyla giriyor ve onun egemenliğine son vermeye çalışıyor.ABD ekonomisinin üstünlüğüne son veren AB, dünya kapitalist pazarları ele geçirmede önemli mesafeler kat etti. AB’nin üye ülkeleri, Sovyetlerin ve” Sovyet blok”unun varlığı döneminde Doğu- Avrupa ülkelerinde ve Rusya’da, ekonomik etkinlik kurmaya başlamıştı.Rusya ve onun egemenliği altında olan doğu-Avrupa ülkeleri, bürokratik devlet- kapitalizminden, neo- liberal kapitalizme geçtikten sonra , bu ülkelere hızlı bir tarzda yayılan, buradaki ekonomiyi egemenliği altına alan, AB’ ye üye ülkelerdi. Özelikle AB’nin en güçlü ülkesi olan Almanya, öncelikle, ekonomik olarak, Rusya’yı, Polanya’yı, Macaristan’ı, Çek- Cumhuriyetini ele geçirmiştir. Bu egemenliğini kalıcılaştırmak için Polonya,Çek- cumhuriyeti, Macaristan başta olmak üzere Doğu-Avrupa ülkelerinin AB ye alınmalarını sağlamıştır.Rusya’la sıkı bir işbirliği içinde olan AB ve özelikle Almanya , Rusyanın AB’ ine alınması için çaba harcıyor ve bunun ortamını- hızlı bir tarzda- hazırlıyor. Rusyayı, Doğu-Avruba ülkelerini ele geçiren AB,bu başarısını dünyanın diğer ülkelerine doğru kaydırmaktadır.

ABD emperyalizmi, emperyalist yayılmacılıkta, esas olarak siyasi yayılmacılığı temel aldı ve alıyor.(1)ABD emperyalizmi, emperyalist yayılmacılığını esas olarak, siyasi –askeri- yayılmacılık yoluyla gerçekleştiriyor.Bunun için AB ‘nin karşısına, güçlü askeri kuvvetlerini çıkardı..Doğu- Avrupa ülkelerini , Almanya,Fransa AB’ine almaya çalışırlarken, ABD de bunların NATO ya alnmasını istedi ve NATO ya alınmalarını sağladı . Dolayısıla, NATO yoluyla bunların üzerinde etkinlik kurmaya çalışmaktadır.(2)

İki emperyalist blok arasındaki çatışmanın odak noktası olarak “orta-doğu

Orta-doğu ülkelerinin, 2. emperyalist savaş öncesi tarihi geçmişlerini bir yana bırakarak , kısaca 2. emperyalist savaş sonrası bu bölgedeki gelişmelere bir göz atmamız gerekir.

Bu bölgedeki petrol, 2.emperyalist savaş sonrası gelişen teknoloji sonucu, en ucuz enerji hammadesi konumuna erişti.Bu döneme kadar,petrol diğer eneji kaynaklarına göre daha pahalıya elde edilen enerji hammadesi idi. Bunun için o,-bugünki gibi-en önemli”stratejik hammade”olarak görülmüyordu.Orta- doğunun Arap ülkeleri,emperyalist sömürü altında yaşamını sürdüren çok yoksul ülkelerdi. Sosyalizmin başarısı,yoksul Arap halkını derinden etkiliyordu.Bu ülkelerde sanayi gelişmediği için işçi sınıfı da henüz oluşmamışti. Arap halkı, emperyalist devletlerle işbirliği içinde yaşıyan Krallıklara karşı mücadeleye girişmişti. Sosyalist sovyetler birliği,Arap halkının emperyalizme ve onların işbirlikcisi Krallıklara karşı mücadelesini destekliyordu. Henüz- kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi sonucu- işçi sınıfının oluşmadığı ülkeler için Lenin’in ön gördüğü” kapitalist olmayan yolda sosyalizme geçiş”tezi emperyalizme karşı olan ulusal burjuva kesimlerine yol gösteriyordu.

Arap halklarının bu mücadelesi, 1956- 57’ lere kadar başarılı olmadı Bu dönemden sonra Mısır’da başlayan diğer Arap ülkelerine doğru yayılan, Arap orduları içinde gelişen ulusal hareketler, askeri darbelerle, Krallıklara son verdiler ve emperyalizmin egemenliğine darbe indirdiler. Ama artık- sosyalist sovyetler birliğinin yerine geçen ve kapitalizme geriye dönüş yollarını açan-revizyonist sovyetler birliği iş başında idi. Bunlar,Arap- ulusal hareketlerini desteklediler, onlarla sıkı ekonomık ve siyasi işbirliği kurdular, ama bu ülkeleri,” kapitalist olmayan yolda sosyalizme geçme”için değil, kapitalizmi geliştirmeleri için teşvik ettiler.Ulusal Arap hareketleri, “emperyalizmin sömürgeciliğinden kurtulalım”derken,bu sefer de revizyonist-kapitalist Sovyetlerin kucağına düştüler.Sovyetler, bunları, bu bölgedeki egemenliği için kullanmaya başladı.Revizyonist sovyetler birliği, bu bölgedeki etkiliğini önemli ölçüde ileri boyutlara çıkardı.Mısır, Suriye,Irak, güney-Yemen, Sudan, Tunus,Libya, Cezayir gibi Arap ülkelerinde etkin olan güç, emperyalist Sovyetler birliğiydi.Sovyetlerin, ekonomik desteğinin yanı sıra petrolün,dünya pazarlarında güçlenen etkinliği,Arap ülkelerinde önemli ekonomik gelişmelerin ortaya çıkmasına vesile oldu.İsrael ile Arap ülkeleri arasındaki çatışma, Arap ülkelerini bir birlerine daha da yaklaştırır iken, diğer yandan Arap miliyetçiliğini geliştiriyordu. Aradan geçen süreç içinde, Arap ülkelerinde kapitalist ekonomi gelişti. Bu ülkeler -aynen Türkiye gibi- gelişmiş kapitalist ülkelerle birleşmenin yollarını aramaya başladılar (4) Zaten, petrol zengini Arap ülkelerinin çoğu ,Batı kapitalist-emperyalist ülkelerinin ve uluslar arası petrol tekellerinin egemenliği altında idiler ve altındalar. Suudi-Arabistan,Kuveyt, Arap-emirlikleri,Katar,Umman , krallıkların egemen olduğu zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeleridir.(8)

Irak ve Saddam

Saddam Hüseyin, -kendinden önceki iktidarlar gibi-ilk önceleri Sovyetler birliğiyle sıkı bir işbirliği içinde idi. Irak, Mısır’da, Nasır’dan sonra iktidarı ele geçiren Enver Sedat’ın saf değiştirip, Batılı emperyalistlerle işbirliğine girerek, İsrael’in varlığını tanımasına ve İsrael ile barış imzalamasına, büyük tepki göstedi. Saddam, Enver Sedat’a karşı” red cephesi”ni kurdu ve Mısır’ı, Arap devletlerinden tecrit etmeye çalıştı.Irak’ın bu tutumuna karşı ,ABD hemen harekete geçti.Önceleri, uzak durduğu Irak’daki Kürt isyanını desteklemeye başladı.ABD- İran Şahı kanalıyla-Irak’daki Kürtlere yoğun destek verdi. Bu destek sayesinde Iraktaki Kürt isyanı gelişti ve Saddamın elinde bulunan Kerkük ve Musul petrollerinin Kürtlerin eline geçme tehlikesini gündeme getirdi. Bu gelişme karşısında Saddam,ABD’ ye yaklaştı, onun isteklerini kabul etti. Mısır ile yeniden “dost” oldu ve”red-cephesi”ni dağıttı,İran şahının taleplerini de kabul etti ve ona, Basra bölgesindeki bazı yerleri geri verdi.ABD ve İran’da Kürtlere verdikleri desteği geri çektiler. Saddam da Kürt isyanını bastırdı ve Kürtler İran’a sığındı.Saddam artık ABD ile dost olmuş ve giderek Sovyetlerden uzaklaşmaya başlamıştı.İran devrim ile birlikte,İran’la ABD arasındaki çatışmanın ortaya çıkması,ABD’nin İran devrimini ezmek için harekete geçmesi ve bundan istenen başarıyı sağlıyamaması karşısında, ABD, Saddamı devreye soktu. Saddam İran’a saldırdı. ABD ve müttefikleri Saddama her türlü desteği verdiler. Ve Saddamı silahlandırdılar(6) Sonunda, Saddam İran’ı „barışa” zorladı ve Şaha kaptırdığı yerleri geri aldı.Savaş sonrası, Saddam, emperyalistlerin sayesinde “dehşetli” bir askeri güçe sahip olmuştu.Saddam, nükleer silahların dışındaki tüm modern silahlara sahipti.Saddam, bu gücüne güvenerek, ABD emperyalizmin dışındaki Batı-avrupalı emperyalistlerle de sıkı ilişkilere girmişti.Saddam, diğer zengin petrol kaynaklarına sahip Arap ülkelerine egemen olarak,emperyalistlerin, orta-doğuda tek tercih edecekleri ülke konumuna gelmek istiyordu. Saddam,güçlenen güçüne dayanarak emperyalistler arası kolayca manevra yapabileceğini düşünüyordu.Bu amacı uğruna,ABD’den onay alarak Kuveyt’i işgal etti.Ve ABD için de, Saddamı tasfiye etmek için fırsat doğdu. ABD”,bir taşla iki kuş vuruyordu”, bir yandan Sovyetlerin boşaltığı yerleri- ekonomik güçleriyle- ele geçirmeye çalışan, petrol bölgelerine egemen olmak istiyen AB ‘ne üye ülkelerin amaçını boş çıkaracaktı, diğer yanadan, özellikle-askeri olarak- güçlenen Saddamı tasfiye edecekti.ABD, bu amaçına erişmek için şimdi de ikinci Körfez savaşını başlatı.

Yeniden Kolonizm dönemi

Emperyalist- kapitalizm ,ekim devriminin zaferiyle kurulan sosyalizm karşısında sömürgelerini de kayıp etme tehlikesiyle baş başa kalmıştı. Ekim devrimi, dünya proleteryasına ezilen, acımasızca sömürülen, sömürge ülkelerin halklarına kurtuluş yolunu gösteriyordu.Ekim devrimi, sömürge halklarını uyandırdı, sömürgeci emperyalist ülkelere karşı mücadeleye itti.Emperyalistler, sömürge halkların kurtuluş savaşlarını askeri saldırılarla ezmeğe çalıştı,ama çok kez başarılı olamadılar.Asyanın,Afrikanın, daha doğrusu dünyanın dört bir yanına dağılan sömürge ülkelerin bir çoğu ulusal kurtuluşlarına kavuştular. Emperyalistler, ezilen,sömürülen halkların kurtuluş savaşlarını durduramıyacağını anlayınca sömürgeciliğin biçimini değiştırmek zorunda kaldı.

Kolonizmin yerine yeni-sömürgeciliği (Neo kolonizmi) devreye soktu.Kendilerine, ekonomik,siyasi,askeri olarak bağlı olan, emperyalist sermayenin doğrudan uzantısı olarak sömürge ülkelerde oluşturulan, işbirlikci burjuvazinin ve toprak ağalarının egemenliğinde kurulan “bağımsız-devlet!”ler yoluyla sözde “ulusal-bağımsızlık” sağlanmış olundu!.Emperyalistler, bu kukla devletler sayesinde, sömürge ülkelerin sosyalizme geçmelerini önlemeye çalıştılar.(7)

Sömürge ülkeler, kolonizm döneminde doğrudan sömürgeci ülkenin siyasi ve askeri idaresi altında idiler ve onun sömürge valisi tarafından yönetiliyorlardı. Yenı sömürgecilik döneminde ise işbirlikçisi sınıfların iktidarı söz konusudur. Sosyalizme karşı, emperyalist cephede yer alan, yeni sömürgeci ülkelerin egemen sınıfları, emperyalistler arası manevra yapabilme imkanına sahipler.(8) Kolonizmle, neo-Kolonizm arasındaki en önemli farklılık sömürge ülkenin egemen sınıflarının, bir emperyalist bloktan veya devletten diğerine doğru kayabilme şansına sahip olmasıdır.Halkların, Kolonizme karşı mücadelesi sonucu ortaya çıkan yeni-sömürgecilikte, “ulusal” motiflerin ön planda tutulmasına önem verir .Emperyalist devletler, sömürge ülke burjuvazisinin bu kaypaklığından önemli zararlar görüyorlar ve çeşitli kere o,ülkedeki siyasi ve ekonomik hegemonyalarını yitirmekle baş başa kalabiliyorlar.Emperyalist burjuvazinin,sömürge ülkelerdeki ulusal kurtuluş savaşlarının, proleteryanın dünya sosyalist hareketiyle birleşerek, sosyal kurtuluş yolunda ilerlemesinin karşısında yapacağı başka bir şeyi de yoktu.

Sosyalist ülkelerin tasfiyesi üzerine, emperyalistler,neo-liberalizm dönemiyle birlikte, sosyalist dünyanın varlığından ve sosyalizmin ilerleyişinden dolayı- ve de kapitalist sistemi yaşatmak için- zorunlu olarak yürürlüğe koydukları bir sürü uygulamalardan vaz geçiyorlar. Dünyayı yeniden düzenleme adı altında yeniden Kolonizm –tabii ki günün koşullarına göre eski biçimde bazı değişikler yaparak- uygulamaya sokuyorlar.Bunun için emperyalistler,Sovyetlerin ve doğu- blokunun dağılmasından sonra ,”hep birlikte” dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan gerici bölgesel savaşlardan yararlanarak buralara müdahale ettiler ve askeri olarak bu bölgelere egemen oldular. Sözüm ona,bu savaşlara, askeri müdahalelerle son verip “huzur içinde bir dünya” yaratıyorlardı!.Bu müdahalelerden- tabii ki- en karlı çıkan, NATO ülkelerini de peşinden sürükleyen,- ABD emperyalizmidir ve dolayısıyla da, yeniden Kolonizm dönemini başlatmanın öncülüğünü yapıyor. Şimdi de, emeperyalistler kendi aralarındaki rekabette en kilit yerlerini kolonileştiriyor.

Irak’ın kolonileştirilmesi

Irak , Afganistan gibi kolonileştiriliyor. Ama emperyalistler, Afganistan’daki gibi birlikte hareket etmiyorlar. Çünkü, Irak’ın petrolleri henüz ,ABD’nin petrol tröstlerinin eline geçmemiştir. Orta-doğunun diğer ülkelerindeki petroller ise ABD’nin petrol tröstlerinin egemenliği altındadır. ABD 1. Irak savaşıyla birlikte askeri güçlerini bu ülkelere yerleştirdi ve Arap Şeyhlerini, Krallarını ve petrol tröstlerini askeri koruma altına aldı . ABD’nin askeri koruması altında olmayan , bu bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olan İran ve Iraktır. Bu ülkeler ise AB ile en sıkı ilişkiler içinde olan, ABD’nin petrol tröstlerinin tekelci girişimlerinin yolunu kesen, ABD ‘nin, petrolu kullanarak AB’ ini köşeye sıkıştırmasına –kısmen de olsa- engel olan ülkelerdir ve özellikle ABD’nin istemediği”petrol üreten ülkelerin birliği” OPEC’ in varlığını ve faaliyetini korumaya çalışan ülkelerdendirler.

Oysa, ABD, AB ile kıyasıya bir rekabet içindedir.Almanya tek başına 640 milyar Euro –hemen hemen 700 milyar dolar eder- ihracat yapıyor.Almanya, bu ihracatının Avrupa’nın dışında 1/3’ini ABD’ye yapıyor. AB’nin toplam ihracatı ,ABD’ ninkinin çok üstündedir. ABD kendi pazarlarını dahi AB ‘ine kaptırmış durumdadır. ABD, bu yıl 1 trilyon dolar ihracat yapmasına rağmen ihracatla, ithalat arasındaki ilişkide açık veriyor.-yani ihracattan daha fazla ithalat yapıyor- Ve yine ABD, AB ‘ine üye ülkelere göre –özellikle Almanya’nın, dünyanın en güçlü bankalarının eline geçirmesi nedeniyle- rant yoluyla emperyalist sömürüyü gerçekleştirmekte geri kaldı. Direk sermaye ihracatında da, AB’nin çok gerisinde yer alıyor.

İMF ye egemen olan güç AB dir.(9)ABD’nin elindeki Latin-Amerika pazarları dahi AB’nin egemenliğine girmeye başladı.-yukarda da belirtiğimiz gibi- Doğu-Avrupa ve Rusya pazarlarına egemen olan AB’dir. AB –özellikle Almanya- uzak doğu ve Çin pazarlarını ele geçirmeye çalışıyor.Sessiz ve derinden giden bu rekabet karşısında geri kalan ABD saldırıya geçti. ABD, güçlü olduğu petrol bölgelerini tamamen ele geçirerek, AB’nin üstünlüğüne son vermek istiyor.Bunun için Irak yeniden kolonileştiriliyor.(10) Sıra İran’a geliyor. Irak savaşı, salt ABD emperyalizmin, Irak petrollerini ele geçirip, petroldan daha fazla kar sağlamakla sınırlı bir girişim değil.Yani –bazılarının ileri sürdüğü gibi-sadece, ABDinin petrol tröstlerinin dünya petrollerinden daha fazla gelir elde etsin diye , Irak işgal edilmiyor. Petrol, kapitalist üretimin gerçekleşmesinin temel hammadesidir.(11)Bu maddenin, fiyatında artış veya azalış, petrolun arzında bir azalış v.s petrole bağımlı ülkelerin ekonomilerini derinden etkiliyor, çok kez ekonomik krize sürüklüyor.1973’ lerdeki petrol boykotu sırasında, emperyalistlerin “petrol bölgelerini ele geçirelim” tezini ortaya atmaları boşuna değildi. İşte, ABD ve İngiltere, kapitalist üretim için böylesine stratejik öneme sahip hammadeyi ele geçirip, AB ülkelerini dize getirmeye ve onların ekonomik üstünlüklerine ve giderek gelişen pazar hakimiyetlerine son vermek ve geriletmek istiyorlar.

ABD ve İngiltere için sıra İran’a geliyor.İran bugün, AB ile en sıkı işbirliği içinde olan petrol ülkesidir.Afganistan’ın işgali ile birlikte İran doğudan kuşatılmış durumdadır. Kuzeyinde bulunan Azerbaycan, ABD emperyalistlerinin egemenliği altına girmiştır-ABD’nin petrol tröstleri Azerbaycan petrollerinı ele geçirmişlerdir- İran’ın petrol bölgelerinde yaşayanlar, Şii mezhebine mensup Araplardır.Ve yine İran, çeşitli ulusların ve dinlerin,mezheplerin yaşadığı, - ülkedeki nüfusuna göre azınlıkta olan- Farslar, iktidarı ellerinde tuttukları yetmezmiş gibi, bir de diğer ulustan halklara ulusal baskı uyguluyorlar ve zorla asimile etmeye çalışıyorlar.İran Şahı’nın yerine geçen Mollalar aynı politikayı uygulamaya devam ediyorlar.ABD emperyalizmi, Irak’ı ele geçirdikten sonra İran’ı dört bir taraftan kuşatma altına alıyor.İran’ın karışık iç yapısı ve Molların diktatöryasına duyulan tepki ve hoşnutsuzluk sonucu, ABD orayı, Irak’taki gibi bir askeri saldırıya dahi gerek duymaksızın ele geçirebilir. Irak’ın işgalinin, ABD ‘ye İranı ele geçirmede büyük kolaylık sağlayacağı açıktır.ABD için, İran’ın ele geçirilmesi, Azerbaycan’a ve petrol ve doğal-gaz kaynaklarına sahip diğer”Türki cumhuriyetler” diye adlandırılan ülkelere askeri olarak da egemen olmasının yollarını açacaktır.

Irak savaşı sırasında, AB ve Birleşik- Milletler’deki gelişmeler

AB ‘nin bazı üyelerinin,ABD ve İngiltere’den yana tavır alması, AB “dağılıyor “ diye yorumlar yapılmasına neden oldu.

AB’den önce de, çeşitli kez emperyalist devletler arası esasını siyasi ve askeri birliklerin oluşturduğu bolklaşmalar ortaya çıkmıştı.Diğerlerini bir yana bırakırsak,bunun en vurucu örneğini, 2.emperyalist savaş sonrası; ilk önce Sosyalist dünyaya , daha sonra sosyalist dünyanın tasfiyesinden sonra ortaya çıkan Sovyet emperyalist-kapitalistlerinin oluşturduğu doğu blokuna karşı, batılı emperyalist-kapitalist devletlerin kurdukları NATO ve diğer ekonomik ,siyasi örgütler teşkil ediyor. AB, bu gibi emperyalist devletler arası birliklerden nitelik olarak farklıdır ve bu bir türlü kabul edilmiyor. AB, Avrupa’da, kapitalist ekonominin gelişmesi sonucu büyüyen ekonominin, ulusal devlet tarafından yönetilemiyeceği boyutlara erişmesi sonucu ortaya çıkmıştır.Yani AB, maddi bir olgudur,daha doğrusu emperyalist-kapitalizmin “yeni” bir aşamasıdır. Avrupa kapitalizminin gelişmesi sonucu ortaya çıkan bu ekonomik birlik, giderek siyasi ve askeri birliğe doğu yol alıyor.Dahası “Avrupa-devleti” doğuyor. AB olgusu karşısında ulusal-devletler giderek işlevsiz hale geliyor-,”ulusal kapitalizm”ve “ulusal devlet” yanlısı neo-naziler de bu gelişmeye karşı çıkıyorlar-ABD, Avrupa burjuvazisi ile sosyalist dünyaya karşı birlik kurmuştu. Sosyalizm tehlikesi karşısında bunları koruması altına almıştı. Avrupalı siyasetçilerin, bugünlerde, ABD ‘ne minnet duygularını dile getirip,” bizi Stalin diktatöryasından kurtardınız”demeleri boşuna değil.Avrupa burjuvazisi, 60 yıla yakın bir süreç boyunca ABD ile sıkı bir ekonomik,siyasi,askeri işbirliği içindeler. O,dönemde komünizmle mücadele, dünya burjuvazisinin temel göreviydi ve en büyük düşman komünizimdi. ABD bu mücadelenin direğiydi ve “en büyük yük “ onun omuzlarında idi. Avrupa siyasetçilerinin hemen hemen tümünü ABD yönlediriyordu.CIA bunu başarıyla yerine getiriyordu.Özellikle askeri kesimler, daha fazla ABD’nin etkisi altında idi.

Irak’a karşı savaşa hazırlanan,ABD, 1. Körfez savaşında olduğu gibi AB’ nin yanında yer almasını istedi.1. Körfez savaşında, AB’nin güçlü ülkelerinin, Fransa’nın, Almanya’nın ABD ile birlikte hareket etmelerinin nedeni; henüz ABD ile aralarındaki çelişkinin bugünkü kadar keskinleşmemiş olması ve Sovyetlerin dağılmamasıydı.(12) Almanya, 2. Körfez savaşının henüz sıcak bir tarzda gündeme gelmediği sırada, ilk kez ABD’ne açıktan karşı çıkarak ”Birleşik Milletler kararı olsa dahi, Irak’a karşı savaşta yer almayacağını” ve Irak savaşına karşı olduğunu ilan etti. (13) Schröder,bu politikasını “Alman-yolu” diye ilan etmesine rağmen, onu Fransa ve diğer AB üyesi ülkelerle birlikte tesbit ettiği biliniyordu. ABD’ye karşı oluşturulan bu tavıra karşı, ABD emperyalistleri boş durmadı. AB üyelerinden taraftar edinme uğraşısına girdiler.Bu konuda, AB üyesi olan İngiltere’nin politikasını ayırmak gerekiyor.Çünkü, İngiltere başından itibaren , AB’ ile tam olarak bir ekonomik kaynaşma sağlamadı.ABD ile ekonomik ilişkilerinden ötürü, AB’ne de zor kabul edildi. Fransa, İngiltere’nin üyeliğini iki kez veto etti.Bu dönemden sonra bile İngiltere, AB’ nin, ne Schengen, ne de Maastricht anlaşmalarına -tamamen- katıldı. Avrupa para birliğine katılmadı, Avrupa merkez bankasına girmedi, ekonomisinni bu bankanın yetkisinin altına girmesini kabul etmedi. EURO’yu kendi ülkesinde tedavüle sokmadı. Bugün İngiltere, iki arada kalmış durumdadır. Bu ekonomik ikicilik, politakısına da yansımaktadır. Bunun için de, Irak’a karşı saldırıda ABD ile birlikte hareket ediyor. Ama AB üyesi olduğu için ABD gibi, tam AB karşıtı bir politika izlemiyor.ABD, İngiltere’nin dışında, AB üyesi İtalya’yı ve İspanya’yı yanına almayı başardı. İtalya’nın, İspanya’nın Irak konusunda farklı politik ayrılıklarının nedeni, AB’ nin henüz tam siyasi ve askeri birliğinin sağlanmamasından dolayıdır. (Siyasi birliğin tam sağlanması süreci ise devam ediyor).

Bir devlet de, içinde bile önemli politik farklılıklar ortaya çıkabiliyor. Ama bu durum o devletin parçalanma süreçine girdiğini göstermez. Kaldı ki,Italya ve İspanya’da güçlü burjuva muhalefet partileri – ki bunlar iktidar adayları partilerdir- hükümetlerinin ABD yanlısı politikalarına karşı çıkıyorlar. Almanya’da ise tam tersi bir muhalefet söz konusudur ve CDU,CSU, FDP ise ABD’ nin Irak politikasını destekliyorlar.Bunların çoğu, tam maddi temeli olmayan,o,günün siyasi atraksiyonlarıdır. AB’nin, ABD ‘den ayrışması hale geçiş aşamasına tekabül ediyor.ABD emperyalizmine göre Doğu-Avrupalılar, AB’ nin yumuşak karınıdır. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in, ”Doğu- Avrupalılar bizi destekliyor, siz yaşlı Avrupasınız” demesinin , ABD ile bugün hükümette olan Doğu- Avrupalı politikacılar ve partiler arasında,sovyetler döneminde kurulan, CİA kanalıyla gizli ilişkilerden faydalanma fırsatının doğması nedenindendir.Bunun yanısıra diğer bir neden, AB ile doğu Avrupa ülkeleri arasında henüz yeterince ekonomik bütünleşmenin sağlanamamasıdır.Doğu –Avrupa ülkelerindeki ekonomi, AB’ ine üye ülkelerin egemenliği altında olmasına rağmen, ABD’nin eline geçebilecek pazarlar olma vasfını koruyor. Doğu-Avrupa ülkeleri, ABD emperyalizminin askeri gücünün, AB ülkelerinden çok güçlü olması nedeni ile, Irak sorununda ABD yanlısı bir politika izliyorlar.Çünkü bunların halen en korktukları ülke Rusya’dır. Rusya’nın askeri güçleri karşısında ABD’ ne sığınımak zorunda kalıyorlar. Aslında, AB ile ABD arasında Doğu-Avrup’ya egemen olma mücadelesi devam ediyor. ABD, esas olarak siyasi araçlarla, AB ise ekonomik araçlarla Doğu –Avrupa’ya egemen olamaya çalışmaktalar. AB, bu konuda önemli yol aldı ve ABD’ nin çok önüne geçti.

“AB dağılıyor” görüşlerini yaygınlaştırmaya çalışan bir diğer burjuva kesimleri ise”tek kutuplu dünya kuruldu” tezini savunup emperyalistler arası çelişkiyi inkar eden,kapitalizmin zayıflıklarını göz ardı ederek, herkesi ABD’ne boyun eğmeye çağıranlardır.(14) Irak sorununda, ABD ile AB arasındaki çatışmanın önemli olmadığını, ABD’ nin, AB’ ni dağıtacağını, sonradan da olsa, Fransa’nın da Irak savaşına katılacağını iddia ediyorlardı. Bunların esas amacı, emperyalist- kapitalist sistemin zaaflarını gözardı ederek kapitalizme boyun eğmekten başka bir çıkar yolun olmadığı görüşlerini yaygınlaştırmaktır.Bu düşünceyi savunan, ABD yanlısı Türk egemen sınıflarının sözcüleri, sözde “bilim adamı” ekonomistler, emekli generallar, siyaset uzmanları v.s lerin yanısıra, ABD emperyalizminin güdümünde koloni “Kürt” devleti kurulmasını isteyenlerdir. Oysa,- gerçek ne kadar inkar edilirse edilsin-ABD emperyalizminin egemen olduğu” tek kutuplu dünya” ne kurulmuştur, ne de emperyalistler arası çelişki sona ermiştir.ABD emperyalizmi,dünyaya egemen olan tek güç olması bir yana, Sovyetler döneminde var olan Batı-Avrupa üzerindeki egemenliğini dahi yitirmiştir. ABD’nin- Irak sorununda-AB ile çatışmasındaki hırçınlığının nedenide, Avrupadaki hegemonyasını kayıp ettiğinden dolayıdır.

2.emperyalist savaş sonrasından beri, ABD ilk kez Avrupa burjuvazisini beşinden sürüklüyemiyor.Bu döneme kadar, ABD emperyalistlerinin her saldırgan politikasını, Avrupa burjuva devletleri desteklediler.(15) Onunla hep birlikte “müttefikler olarak” hareket ediler. ABD’nin, şimdiye kadar her dediğini kabul ettirdiği Almanya, Avrupadaki en sadık müttefikiydi. Ama şimdi ABD’ ne karşı oluşturulan cephenin öncülüğünü yapıyor.Tüm bunlar, emperyalistler arası çelişkinin keskinleştiğinin göstegeleridir.

Irak sorunu vesilesiyle, ABD ile AB arasında çıkan çelişkide AB dağılmıyor, aksine,siyasi ve askeri birleşmelerini üst boyutlara çıkarmak, ABD’nin AB’ ni karıştırmasının önüne geçmek için daha yoğun çaba harcamak gerektiğini ilan ediyor. Schröder,”AB, askeri olarak birleşmek ve güçlenmek zorunda” olduğunu dile getirmekte geri durmuyor.

Irak sorununda, Birleşik- Milletler’de olup bittenleer bir göz attığımızda; ABD emperyalizminin dünya üzerindeki siyasi etkiliğinin zayıfladığını görebiliyoruz. Irak sorununda, ABD emperyalizmini destekleyen tek bir Latin-Amerika ülkesi çıktı. O da Kolombiya .(16) Hatta, ekonomik birlik kurduğu, Kanada’nin, Meksikanın dahi desteğini alamadı.

Birleşik- Milletler şimdiye kadar, ABD emperyalizminin saldırganlığına uluslararası yasallık sağlamaya çalışan bir örgüttü. ABD şimdiye kadar tüm barbarlığını “Birleşik –Milletler kararlarıy”la gerçekleştiriyordu. Kore’yi, işgal etmek için “birleşik-millietler ordusu” kurmuştu. ABD emperyalizmi,Birleşik –Milletler kararı olmaksızın yaptığı saldırganlıklarına sonradan Birleşik- Milletler kanalıyla, sözde hukuklik kazandırmaya çalışmıştır.ABD,Irak sorununda Birleşik- Milletleri hiçe saymıştir. Çünkü,komünizme karşı, dünya burjuvasinin örgütü olarak kurulan Birleşik- Milletler, artık “komünizm korkusu” ortadan kalktığı için gerekli fonksiyonunu yerine getiremiyor.Kendniden önceki milletler cemiyeti gibi, emperyalistler arası diplomatik çatışmanın merkezi olmak üzere. Birleşik- Milletlerin Irak sorununda oynadığı fonksiyon, burjuva hukukunun içyüzünü ortaya çıkarmıştır. Burjuva hukukunun, kendi çıkarına hizmet ettiği müddetçe kıymet-i harbiyesi vardır .

Irak savaşında Türkiye’nin izlediği politika

Türkiye, 2.emperyalist savaş sonrası,komünizme karşı, emperyalist-kapitalist ülkelerin kalkanı görevini layıkıyla yerine getiriyordu. Bu dönemden itibaren,Türkiye,ekonomisini,siyasetini, askeri güçlerini yeni görevine göre tanzim edildi.Türkiye aynı görevini,sosyalist sovyetler birliğinin yerine geçen,emperyalist-kapitalist sovyetler karşıda sürdürdü.Ama artık gündemde olan emperyalistler arası çatışma idi. Türkiye , Komünizme karşı mücadelede, sovyetlerin desteğinide yanında bulur iken,emperyalistler arası çatışmada,batı kapitalist-emperyalist blokun içinde yer alıyordu.Emperyalist-kapitalist devletler,2.emperyalist savaşın sonundan,1960’a kadar geçen süreçte, komünizm karşı Türkiye’ye ayrı bir önem verdiler.Türkiye’nin egemen sınıflarını özel olarak dolarlarla beslediler.Türkiye’nin ekonomisi,siyaseti ve askeri kuruluşları bu beslemenin temelleri üzerinde inşa edildi. Türkiye’de,- esas olarak- rantiyeyle yaşayan, burjuvazi ve toprak ağası egemen sınıf türedi.Türkiye burjuvazisi, ekonomik olarak müşkül durumda kaldığında ,ABD emperyalizmi başta olamak üzere emperyalistlerin kapısını çaldı. Sovyet emperyalizmiyle çatışma döneminde ,batı-emperyalistleri artık ekonomik olarak karşılığı olmayan “yardımlarda” bulunmamaya başladı. Emperyalist besleme üzerinde inşa edilen rantiyeye dayanan ekonomi, yüksek faizli emperyalist borçlara kendini adapte etmek zorunluğuyla başbaşa kalması,onun devamlı bir ekonomik kriz içine yuvarlanmasına neden oldu.Ama bu duruma rağmen, Türkiye yine emperyalistler arası çelişki sayesinde yüksek faizli de olsa borç bulabiliyordu.

Sovyetlerin dağılması, sovyetlerle ,batı-emperyalizmi arasındaki çatışmanın sona ermesi,Türkiye,emperyalist savaş sonrası izlediği ekonomik- politikayı- tam anlamıyla- açmaza soktu. Kendini emperyalistler arası çelişkiye göre adapte eden ve emperyalistler arası sıcak çatışmadan yararlanarak yolunu bulan Türkiye,”yeni dünya düzeni!” karşısında, şaşkınlığın içine düşmüştü. Her ne kadar, emperyalistlere,”bizim jeo-politik ve strateji önemimiz azalmamıştır” laflar etmesine rağmen, eski konumunu yitirdiğinin kendisi de farkında idi.(17) Köşeye sıkışan Türkiye,1991 yılına- Saddam sayeside,-“eski günlere geriye dönüş”ün fırsatını yakaladığını zanetti. Özal,-vakit geçirmeksizin- ABD’ nin yanında yer aldı.”ABD, Irak’ı işgal edecekti, Türkiye de ABD ile birlikte Irak’a girerek Musul ve Kerkük petrollerinı kontrolu altına alacaktı” Özal’ın yanlış hesabı Bağdat’tan döndü. Özal, bu hedefine yurt içinden gerekli desteği bulamamasının yanı sıra, ABD emperyalizminin –o dönemde – Irakı tamamen işgal gibi bir düşüncesi yoktu.George W.Bush ABD başkanı olmasıyla birlikte, ABD’ nin saldırgan bir politika izleyeceği açığa çıktı .George W. Bush, birinci hedefinin Irak olduğunu ilan eder etmez, Türkiye gericiliği hareketlendi.Özalın amacının gerçekleştırilmesini hararetle savunmaya başlandı.Özal politikasının doğrudan uzantısı olan, AKP nin 3 kasım seçimlerini kazanması, Irak savaşı çıktığında, Özalın Irak politikasının -güçlü bir tarzda- takip edileceği anlaşıldı.Oysa,1.Irak savaşından 12 sene geçmişti ve ABD nin Irak savaşındaki- Türkiyeyle ilgili de- bakış açısında önemli değişiklikler meydana gelmişti. Kuzey Irak’ın Kürt bölgesi, ABD’ nin tam kontroluna girmişti.ABD,Irak’ın Arap bölgesini ele geçirme savaşı için, Kürtleri özel olarak hazırlamakta idi. ABD’ nin,Musul ve Kerkük petrol bölgelerinin, Türkiyenin veya Irak Kürtlerinin kontroluna verme bir niyeti yoktu.Türkiye ve Irak Kürtleri kendi kendilerine “gelin güvey”oluyorlardı.

Oysa ABD emperyalizminin Irak’I işgal ettikten sonra, buralardan çekip gitmeye hiç niyeti yoktur. Irak ve diğer petrol bölgelerini bizzat kendi askeri güçleriyle yönetmek istiyor.Ama Türkiye egemenleri böyle düşünmüyor.”ABD bir gün nasıl olsa çekip gidecek,savaşdan yararlanarak buraları biz elimize geçirelim ,biz olmadan kuzey-cephesi açılamaz , ABD’nin bize muhtaç olmasından yararlanalım” düşüncesiyle, hareket ediyorlardı.Çok geçmeden gerçeği öğrendiler.Oysa, George W.Bush,iktidara gelir gelmez , Irak işgalini gündemine alarak, Kürtlerin de içinde yer aldığı,Irak muhalifini toplamış ve Türkiyenin Kuzey Iraka girmesine izin verilmeyeceğini ilan etmişti. Talabani, 1 sene önce “ ABD’ den söz aldık, Türkiyeyi, Irak topraklarına sokmayacaklar” diye açıklamalarda bulunuyordu.Ama,Türkiye egemenleri, ABD’ nin sadık müttefiki olmanın avantajına güvenerek, “Kürtlerin yerine kendilerini tercih edeceklerini” sanıyorlardı. ABD’ nin tercihini kazanmak için de “kuzey cephesi açılmazsa bu savaş pahalıya ve çok askeri kayıplara neden olur” görüşlerini yaygınlaştırmaya çalışarak sözde ABD yönetimine yol gösterme bahaneleriyle, onları etkilemek istiyorlardı.Irak savaşının gündeme gelmesiyle birlikte Kuzey cephesinin açılması için, ABD ile pazarlığa oturdular. Sözde ellerindeki çok güçlü kozlarıyla istediklerini alacaklardı!.Türkiye egemenleri,”Irak savaşına direk katılmayız, askerlerimizi sizin kumandanız altına vermeyiz, kuzey Irakı kontrolumuz altında tutalım,size lojistik destek sağlayalım” görüşleriyle Kerkük,Musul bölgesini ele geçirme hesaplarını yapıyorlardı. Bunun için de Kürtlerin silahsızlandırmalarını ve devre dışı tutulamalarını da vazgeçilmez şart olarak ileri sürüyorlardı. Emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmayı kendine meslek edinen,(18)bir emperyalist kamptan ,diğerine kaymaya hazır olan,Türkiye egemenleri,AB’ne kayma tehdidiyle, ABD’ ye göz dağı vermekten de geri durmuyordu.ABD emperyalizminin yöneticileri, Türkiye egemenlerini çok iyi tanıdıkları için, onların bu atraksiyonlarına prim vermediler.ABD emperyalistleri, Türkiyeden,Kuzey Iraka asker sevketmeden,Türkiye’de lojistik alanlar oluşturmadan da “kuzey-cephesini “ açacağını bildiği için, Türkiye’nin tüm isteklerini geri çevirmekten sakınmadı.ABD’ nin bu tavırı karşısında,-sonradan bin pişman olsalar da- “büyük kozunu!” pazarlık masasına sürdü ve Irak’a,ABD askerlerinin sevkini kabul etmeyen tavırlarına “demokratik içerik!” kazandırma adı altında, 2.tezkereyi, TBMM’de kabul ettirmediler. 2. tezkerenin mecliste kabul edilmemesi tamamen Genel-kurmayın isteği doğrultusunda idi.TBMM “halkın savaşa karşı olmasından etkilenerek 2. tezkereyi kabul etmediği “ görüşleri tam bir safsata ve halkı kandırmaya yönelik bir aldatmacadır.Türkiye’nin Irak savaşına katılmamasını istemek, Türkiye’nin kuzey Irak’ı işgal etmesine karşı çıkmak, emperyalistler arası çatışmada, yeni Enver paşa macerasının yaratılmasına karşı durmak tabii ki doğrudur, ama bu, ABD emperyalizminin, Türkiye’nin kuzey Irak’ı işgaline izin vermemesinden dolayı, 2.tezkerenin red edildiği gerçeğinin gözardı etmeyi gerektirmez(19).

2.tezkerenin mecliste red edilmesi holdingleri telaşa düşürdü. Esas gelirlerini rantiyeden sağlayan,büyük bankalar dört gözle bekledikler, ABD’ den gelecek, dolarların gelmeyeceği anlaşıldığında,hükümete karşı bayrak açmaktan geri durumadılar.Holdinglere ve bankalarına göre, önemli olan ABD’ den gelecek paralardı. ABD’ nin Irak işgali konusuda, milli-güvenlik kurulunun aldığı kararları yürürlüğe koyan hükümetin politikası ve TBMM’ nin ortaya koyduğu tavırla, Holdinglerin izlenmesini istediği politikası arasında en küçük bir farklılık yoktu. Holdingler, kuzey Irakın işgal edilmesine diretilmesine karşı çıkıyorlardı. Çünkü, ABD’ nin bunu kabul etmeyeceğini bildikleri için, beklenen dolarların gelmiyeceğinden korkuyorlardı. Türkiye’nin hava sahasının açılması karşısında, ABD’nin para vereceğini açıklaması, pişmanlık içinde olan hükümeti, holdingleri ve esas kazançlarını rantiyeden sağlayan Holding –bankalarını rahatladı.

Türkiye, Irak’ın, ABD tarafından,işgal edilmesi gündeme gelmesiyle birlikte, emperyalistler arası çelişkinin keskileşmesi sonucu ,AB’ine girmeyi, ABD’ nin stratejik müttefiki olmaya tercih ediyor.Emekli general Çelik Bir, “Amerikayla komşu oluyoruz “ diyerek sevinç gösterisi yapmaktan çekinmiyor.AB, generallarinin statüsünü değiştirmek istiyor.12 eylülden beri iktidarın esas gücü generalların elindedır.AB’nin, Amerikancı generalları iktidar uzaklaştırmasını istemesi,generalleri daha fazla ABD’ ine yaklaştırıyor.Tüm bunlar,egemen burjuvazinin çıkarı gereği,Türkiye’nin emperyalistler arası çelişkin odağında yer almasına neden oluyor.

Irak savaşının karakteri

Irak savaşı, emperyalistler arası bir çelişkinin ürünü olarak ortaya çıktı.(20) ABD emperyalizmi, İngilizleri de yanına alarak, Irak’a saldırdılar. Savaş, tüm çirkefliğiyle sahneye çıktı ama, savaş karşıtlığı adı altında, savaşı, esas kaynağı kapitalizmden soyutlayarak, sözde Irak savaşına karşı çıkılıyormuş gibi bir yaygara koparılıyor. Kiliseler, Vatikan,Müslüman din adamları,hata Türkiye’nin generalleri “savaş”karşıtı olarak ortaya çıkıyorlar..Antı-komünizmi kendine bayrak edinen, kapitalizmi savunmak için her türlü yolla başvuran, Polanyadaki, Walesa isimli işçi bozuntusunun önderliğindeki liberal-kapitalizme geçişi amaçlayan ayaklanmayı destekleyen, Vatikanın, “savaş karşıtı” olarak sahneye çıkmasının tek bir nedeni vardı.O da,savaşın gerçek niteliğini gözardı ederek halkları aldatmaktır. Günümüzün modası,”savaş karşıtlığını”pasifist düşünceler yönlendirmektedir.Pasifizm,savaşın gerçek nedenlerini göz ardı ederek,savaşın kötülükleri konusunda ahkam kesmektedir.Savaşı ,iradi bir unsur olarak lanse etmektedir.Bu pasifist savaş anlayışına,revizyonistlerde, özel katkılarda bulunmuştur.Kruşcevci modern revizyonizm,savaşın nedeni olarak, burjuva devlet yöneticilerinin “şahin kanatının” ve silah tekellerinin izlediği politikayı göstermişlerdi Kruşcevci revizyonistler,tarihin çöp sepetine atıldıkları halde,hale görüşleri yaygınlığını koruyor.Irak savaşı vesilesile ortaya atılan çeşitli pasifist “savaş karşıtı” görüşler, burjuvalar arası savaşa karşı olan milyonlarca insanı etkiliyor.Bu pasifist “savaş karşıtı” görüşleri islamcılarda savunmaktadır.Bunlar göre, Irak islam ükesidir,”islam,islama karşı savaşmaz”.Oysa islam tarih,islamın, islama karşı savaşlar tarihidir.Hıristiyan, yada,musevi dinleri, islam dini kadar kanlı bir tarihe sahip değiller. Çünkü,tek tanrılı dinlerden devlet olarak örgütlenen ve iktidar için savaşlar veren tek din, islamdır.Irak,islam dinine mensup insanların bir birlerini kırdığı,en kanlı savaşların cereyan ettiği yerdir.Saddamın saldırdığı, 8 sene savaştığı,İran,hıristiyan bir ülkemidi?.Yoksa,Halepcede, zehirli gazlarla öldürülen 5 bin Kürt,”hıristıyanmıdı?”Sovyet işgalinden sonra ,Afkanistanda,iktidar için uzun seneler,bir,birlerile savaşlar,islamlar- hemde sünni mezhepine sahip olanlar- değilmidi?, Türkiyede,1980 öncesi,Kahraman-Maraş’ta,Çorum’da,Sıvas’ta,sünni mezhepine mensup faşistlerin katettikleri aleviler,”hıristiyanmıydı?”.Yakın tarihde Sivas’da otelde kıstırılıp diri, diri yakılan,aleviler “hıristiyanmıydı?”İslam motiflerile,Irak savaşına sözde karşı çıkanlarında tek bir amaçı var,o da günümüzdeki savaşın gerçek kaynağı kapitalizmi göz ardı edip,empeyalistler arası çatışmanın ürünü olan Irak savaşına karşı çıkanların, kapitalizmi hedef almasını önlemektır.Savaşın gerçek nedeni kapitalist sömürünün yarattığı antagonist çelişkilerin varlığıdır.Proleteryanın ve sömürülen ,ezilen yoksuların burjuvaziyi ve kapitalizm yıkıp,siyasi ve sosyal kurtuluşlarını sağlamayı amaçlayan devrimci savaşlarını bir yana bırakırsak ,burjuvalar ve gerici sınıflar arası savaşlar ve çatışmalarda, kapitalist ekonomi kanunları tarafından belirlenmektedir.Burjuvalar arası rekabet, daha fazla kar hırsı,burjuvaların bir birlerini yok ederek büyümelerinin zorunluğu, pazarların şiddet yolulada yeniden ,yeniden paylaşmanın zorunluğu v.s, savaşların ortaya çıkmasının tek nedenidir.Kapitalizm yok edilmeden ne savaşlar ortadan kaldırıla bilinir, nede bu gerici savaştan hiç bir çıkarı olmayan yoksulların, masum çocukların ölmesi önlene bilinir. Bu düşüncenin karşısına, hemen “kapitalizmin yıkılması gündemde olmadığına göre,nasıl olsa emperyalistler ve gericilee arası savaş çıkacak diye savaş karşı mücadele etmiyelimi” sorusula pasifist savaş düşüncesinin haklılığının sözde kanıtlanması çıkarılıyor.Tabiki, bir Marksistin, burjuvalar ve emperyalistler arası savaşlar karşı çıkması esas görevidir.Hata,burjuvalar ve emperyalistler arası barışı, burjuvalar ve emperyalistler arası savaşa tercih edilir ve çekinmeden gerici savaş karşı, gerici barışı savunulur.Emperyalistlerin her zaman savaştan yana, emekçilerin,proletaryanın, yoksuların, hata Marksistlerin barşıtan yana olduğu görüşleri, pasifizmin bir safsatasıdır.barışı ve savaşı sınıfsal içeriğiden koparılarak ele almak sadece burjuvaziye hizmet eder.Ne sınıflar üst barış ve savaş var, nede sınıf çelişkilerinin dışında barış veya savaş olur. Burjuvaların ve emperyalistlerin bir kesmi o günün somut koşularında, gerici savaş karşı, gerici barışı savunurlar.Maksistler,o somut durumda,burjuvaların ve emperyalistlerin bir kesminin, gerici savaş karşı, gerici barışı savunması durumunda ne” bunlar barışı savunmuyor, halkı aldatıyor” demogojisine baş vurur,nede kapitalizmi hedef almaksızın mücadelesini salt”barışı” savunmakla sınırlar ve nede mevcut barışı sınıfsal içeriğinden soyutlayarak ele alır.1.Emperyalist savaş dönemide,Lenin,emperyalist savaş ve barış konusuki görüşlerile bu konulara açıklık getirmişti.Lenin, pasifist savaş ve barış düşüncelere karşı mücadele etti. Onun doğru görüşleri sosyal-pratik tarafından kanıtlandı.Irak savaşı vesilesile,savaş ve barış kavramların ele alan “Marksistler!” Leninin düşüncelerini bir yana attıp,müslamanlarla birlikte, pasifist düşünceleri yaygınlaştırmaya çalışmakta sakınmıyorlar.

Iraka saldırı, emperyalist yeni bir savaşın ip uclarını veriyor

ABD ve İngiliz,emperyalistleri,AB emperyalizmini,Rusyayı v.s bir yana itterek,birleşik Milletleri hiç sayarak, Iraka saldırması, petrol bölgelerine silah zorula egemen olmaya çalışması karşısıda,silahlı güçleri, ABD emperyalizmden geri olan ve geri oldukları için Irak saldırısını önlüyenmiyen,emperyalistlerde hızlı bir tarzda silahlanmaya,silah güçlerini geliştirmeye itiyor.AB içinde Almanyanın ve Fransanın öncülüğünde hemen, vakit geciktirmeksizin “Avruba savunma birliğini” oluşturulmaya çalışılıyor.Bunun için 29 nisanda, Almanya ,Fransa Belçika,Lüksemburg, “Avruba savunma birliğini”- EVU- inşa etmek için özel bir toplantı yapacaklar.ABD saldırganlığına karşı oluşturlan Almanya ,Fransa,Rusya arasındaki itifakı dahada geliştirmek için, 11 nisan Cuma günü Petersburgda, Putin, Chirac ve Schröder bir araya geldi. Irak saldırısı,emperyalistler arası rekabeti, ve çatışmayı dahada hızlılandırıyor.Emperyalistler arası savaşa karşı olan ve emperyalistler arası savaşlardan çok çeken, dünya halkları,dahada korkunç bir savaşın eşiğindedir.Dünya proleteryası, dünya halkları bu gerici savaşı ançak ,devrimci savaşa dönüştürerek önlüye bilirler.Emperyalist savaşı önlemenin başka bir yolu yoktur. Burjuvalar arası rekabetin varlığı, her şeyin kar elde etmek için üretilmesi,burjuvazinin kar hırsı, burjuvazinin durmadan daha fazla ve geniş pazarlara ihtiyaç duyması -dünya pazarları baylaşıldığı için- pazarların yeniden baylaşılmasının zorunluğu, emperyalistler arası barışı geçici, savaşı kaçınılmaz kıllıyor.Emperyalist-kapitalist sistem var oldukca, emperyalistler arası savaş önlenemez, diyen Marksist düşünceleri yeniden doğrulanıyor.

Yavuz Yıldırımtürk

(1)Emperyalist yayılmacılıkta, siyasi yayılmacılık daha avantajlıdır ve emperyalist egemenliği kolayca sağlar.2. emperyalist savaş sonrası güçlenen,ABD emperyalizmi, siyasi egemenliğinin arkasından, ekonomik egemeliğini tesis etmiştir. Askeri müdahaleler, askeri darbeler v.s yolula sömürge ülkeleri egemenliği altına almıştır. Bunun için ABD emperyalizmi diğer rakiplerini alt etmek için, çetin ekonomik rekabeti bir yana bıraktı ve tercih etmedi.Bu durum, savaş sonrası ekonomisi tahrip olan diğer emperyalist ülkelerin sıçramalı gelişmeler göstererek ABD ekonomisinin önüne geçmesini sağladı.

(2)AB, ABD emperyalizmini NATO kozunu boşa çıkarmak için „Avruba –ordusu”nu NATO dan bağımsız bir tarzda kurmanın yollarını arıyor ve kurmayada başladı.

(3) Emperyalist- Sovyetler, batılı emperyalist-kapitalist ülkeler ile hegemonya mücadelesine giriştiği için, etkinlik kurduğu Arap ülkelerinde, Arap ordularının güçlenmesi için özel çapa harcadı. Batı- emperyalistler ise İsrael’i silahlandırdılar. Böylece,yıllardan beri süre gelen İsrael, Arap çatışmasının doğmasına neden oldular.

(4)Bu arada, İsrael ile iki kez savaşan Arap ülkeleri her iki savaşı kayıp ettiler.Bu savaşlara katılan Arap ülkelerinin bir kesimi,Sovyetler bağlıdı,diğer kesim ise Batı kapitalist ülkelere.Ama bunlar,İsrael’karşı bir cephe kurmuşlardı.

(5)Sovyetler, bu ülkeleri etkisi altına alamadı.Batılı emperyalistlerin hegemonyası altında olan,bu Arap ülkeleri, petrol sayeside çok zengin ülkeler haline geldiler. Diğer yoksul Arap ülkelerine yardım dahi ettiler.Böylece Arap milliyeçiliğinin etkisini azaltılar. Şeriat hükümlerine göre iktidarlarını sürdüren Arap kralları ve şeyhleri ,petrol sayesinde güçlene konumları gereği,Arap milliyetçiliğine karşı,şerıatı öne sürüp Arap halklarını etkilediler.Bir yandan gelişen Arap milliyetçiliği karşısında salanan iktidarlarını korular iken,diğer yandan Batı kapitalist-emperyalist ülkelerin tümArap ülkelerine egemen olmalarının koşullarını oluşturdular.

(6)Saddam, İran’a saldırarak ve 8 sene savaşı sürdürerek, İran devriminde, Mollaların İran tam egemen olmalarınıda sağlamış oldu. Mollalar, bu savaştan yararlanarak İran devriminde önemli rol oynuya, Şahın diktatöryasına karşı yıllarca mücadele eden , demokratları, sosyalistleri ezdi,dağıtı ve tasfiye etti. Böylece, Şah diktatöryasının yerine Mollaların şeriat diktatöryasına geçilmesini’de sağlamış oldu.

(7) 2. emperyalist savaş sonrası Türkiye ,tipik emperyalizme bağımlı kukla devlet konumuna erişmiştir.Türkiyenin- 50 seneye aşkın- bu ekonomik, siyasi yapısının varlığına rağmen hale onu “ulusal- bağımsız devlet” görerek “ulusal bağımsızlığı koruma” demogojisile propaganda yapmak,halkı “ulusal bağımsızlığı” korumaya çağırma,- tek kelmele söylersek -emperyalist egemenliği ve sömürüyü, her şeyler ile emperyalistlere bağımlı sınıfların egemenliğini gizlemekten başka işe yaramaz.

(8) ) Bu manevralarının adıda “ülkenin menfatı” “ulusal çıkarlar” olmuş!

(9) Son dönemde, AB ye üye ülkeler, bu durumu açıkca ilan etmekten çekinmediler.

(10)Bilindiği gibi, Irak,Osmanlı devletinin sömürgesi altındaidi.1. emperyalist savaş sonrası, Osmanlı sömürgeciliğiden ,İngilist sömürgeciliğine geçti.

(11)İkinci,Arap devletler ile İsrael arasıdaki savaş sırasıda,ABD ve Avrubalıların İsrael desteklemeleri sonucu ,Arap ülkeleri petrol boykotuna başlamalarıla, özelikle Avruba ülkelerinde, hemen üretim krizi başladı ve üretim durma noktasına gelmişti.

(12)Batılı emperyalistler,Sovyetler dağılmasa, sosyalizm “geri dönüşün” gerçekleşe bileceğini düşünüyorlardı.Bunun içinde henüz, ABD hegemonyasına karşı çıkamıyorlardı.Buna rağmen Fransa, Almanya, 1.körfez savaşına gönülsüz katıldılar.Fransa,Saddamın, Kuveyt işgaline son vermesi için çok uğraştı ve bu şekilde ABD nin petrol bölgelerini askeri işgal altına almasını önlüyerek, ABD nin bahanesini elinden almak istiyordu.Ama “kabadayı Saddam” dinlemedi,ABD nin eline koz verdi ve ona askeri güçleri ile petrol bölgelerini işgal etmesine firsat verdi.1. Körfez savaşıdan zararlı çıkanların başta Fransa ve Almanya geliyor. Çünkü, bunlar, Iraktaki, ekonomik ve siyasi etkinliklerini kayıp ettiler ve sıra İrandaki etkinliklerine geldi.Tabi buda, emperyalistler arası çatışmayı keskinleştiriyor.

(13)Schröderin bu politikasi seçim menavrası olarak adlandırıldı.Bazıları,-pasifist savaş karşıları gibi,sınıflardan bağımsız her türlü savaş karşı olma görüşlerini savundukları için- savaşı iradi bir unsur olduğunu zanediyor.Bunun için emperyalistlerin,emperyalist-barıştan yana olamıyaçaklarına inanıyorlar.Schröder,emperyalist çıkarı gereği,Afkanistandakı savaşa katıldı, Irak savaşına katılmadı ve karşı çıktı.Bu, Schröderin, ne pasifistler gibi, savaş karşıtı olduğunu gösterir, nede onun aslıda Irak savaşından yana olduğu görüşleri doğrular.

(14) Bunların çoğuluğunu, bir dönem sovyet emperyalizmini “sosyalist” diye lanse eden revizyonistler oluşturuyor. Kürt burjuvazisini, ABD emperyalizmini güdümüde bir devlet kurması canı gönülden destekleyen bu kesim,ABD nin” tek kutuplu dünyanın” tek egemeni olduğunu ileri sürmekteler.

(15)Tabiki, AB nin,ABD yi şimdi desteklememesinin, onun saldırgan emperyalist karakterinin değiştiğini göstermez. O,menfatı gereği, Irak sorunuda emperyalist savaşa karşı, emperyalist barışı savunuyor.

(16)Kolmbiyadaki hükümet,halkı silah zorula sandık başına götürüldüğü ve bu şekilde dahi %50 altında seçmenin oyunu kulandığı seçimlerde işbaşına gelen ABD kuklası faşistlerin kurduğu hükümetidir.

(17)Türkiye, Sovyetlerin dağılması sonuçu Türki-cumhuriyetlerin bağımsız devletler olarak ortaya çıkması vesilesile, bunlarla bizim “kan bağımız var”,bizimle işbirliği yaparsanız, bu ülkelerin pazarlarına kolayca girebilirsiniz gibi laflarla emperyalistleri “kandırmaya” yeltendisede, çok geçmenden ,emperyalistlerin böyle aldatmalara karınlarının tok olduğu anlaşıldı.

(18)Sovyet emperyalistlerile, batılı emperyalistler arasıdaki çelişkiden yararlanıp,kredi alan, Sovyetlere,fabrikalar inşa ettiren tek NATO ülkesi Türkiyedi.

(19) ).Burjuva parlamentosunun faksiyonun ve niteliğinin bilen “bir marksistin!” “ halkın temsilcileri, halkı sesine kulak verin “ gibi, çağrılar yapması ve 2. tezkere red edidikten sonrada,” halkın sesine kulak verdiniz, uluslar alanıda itibarınız artı “gibi görüşleri dile getirmesi ,burjuva-parlamenter avanaklıktan başka hiçbir şeyi ifade etmez.Bir takım gerçekleri saptırmak için ortaya çıkan, islamcı burjuva şarlatanlarla aynı görüşleri yaymaya çalışmak, halkın parlamentoya güven duymasını sağlamakla eş anlamlıdır.İslamcı burjuva şarlatanlar, parlamentoda,AKPnın çoğunluğu sağlamasıla,parlamentonun “niteliğinin” değiştiğini, halkın sesine kulak veren, parti liderlerinin sultası altında olmayan,kişilikli insanların millet-vekili seçildiğini ileri sürerek “islam idelojisinin”etkisinin güçlülüğünü sözde kanıtlamaya çalışıyorlar.eğer,ABD, Türkiyenin kuzey Irak girmesine izin verse idi,2.tezkere meslisten yine red oyumu alacakmıdı?kesinlikle hayır.TBMM, Irak savaşına karşı olduklarından dolayı 2. tezkereye red oyu vermediler. Bu savaştan istedikleri ganimetleri elde edemiyecekleri için red oyu verdiler. AKP de 2.tezkereye red oyu verenlerin büyük çoğunluğu MHP kökenli faşistlerin olduğu bilinmektedir.

(20)Irak savaşı vesılesıle ortaya atılan diğer bir görüş ise,”ve Irak halkı açısından ise, Saddam ne denli “diktatör” olursa olsun ulusal ve haklı bir savaştır.Saddam sorunu,kuşkusuz kendi kaderini özgürce belirleme hakkına saygı gösterilmesi gereken Irak halkının sorunudur.Bütünü ve tarafları emperyalist ülkeler açısından ise savaş, emperyalist ve haksız bir savaştır” Saddamın diktatörlüğünü dahi kabul etmeyen, Saddamın diktatörlüğünü tırnak içinde gösteren, bu görüşün ortaya attığı”Irak halkının kendi kaderini özgürce belirleme hakına saygı gösterme” lafları gerçekleri ört bas etmekten başka bir işe yararmıyor.Çünkü, Ulusun bile değil, halkın kendi kaderini özgürce belirleme hakının var olması o,toplumun,bırakın burjuva devrim aşamasında olmasının, sosyalist devrim aşamasıda olduğunun gösteri ve dolayısıla Saddamda, “sosyalizmi” amaçı doğrultusunda savaşan “ulusal kurtuluş önderi”olup çıkar.Oysa, Irak toplumunun ortaya serilen sosyal yapısınında gösterdiği gibi, Irak,aşiret ilişkilerinin egemen olduğu, en keskin mezhep çatışmalarının var olduğu bir ülkedir.Feodal bağımlılık ilişkilerinin egemen olduğu bir ülkede,bırakın “halkın özgür iradesinden”,ulusun özgür iradesinden bile bahsedilemez.Saddam, bir aşiretin lideri olarak diğer, aşiretler üzerinde diktatörya kurmuş feodal bir beydi. Saddamın aşireti, petrol zenginliğini ele geçirip saltanatını kurmuştu.Feodal kişisel bağımlılık ilişkilerinin egemen olduğu bir toplumda, bireylerin, burjuva anlamda bile “özgür” olmasına imkan yoktur.Irakta, bugünde aşiretlerin iktidar mücadelesi varlığını sürdürüyor.İşgalcı, ABD ve Ingilist emperyalistleri, burjuva demokrasisi konusunda yaptıkları demogojik propagandaya rağmen Irak’taki Saddamın aşireti dışındaki diğer aşiretlere dayanarak, onlarla işbirliği yaparak, egemenliklerin pekiştirmeğe çalışıyorlar ve” feodal-demokrasi” kurma peşinde koşuyorlar. Aynısını Afkanistandada yaptılar.ABD ve Ingilist emperyalistlerinin Irakı işgal etmesi vesilesile ortaya çıkan savaş, emperyalistler ve feodal- gericiler arası bir gerici savaştır.Bir savaşın,emperyalistler açısından gerici, Saddam açısında ise ilerici olmasına imkan yoktur. Çünkü, bir savaşın gerici veya ilerici olup, olmadığı savaşın taraflarına göre belirlenemez,-zaten,bir savaşda çarpışan taraflar var olur- savaşanların sınıfsal karekterine göre belirlenir. Eğer,emperyalizm karşı verilen savaşa ilerici sınıflar önderlik ediyorsa ve daha ileri bir toplusal düzeni kurmayı amaçlıyorsa,bu savaş haklı, ilerici bir savaştır. Haklı ve ilerici bir savaş, gerici sınıflara karşı olur.Savaşın “ulusal” karakter’de olması onu ilerici ve haklı kılmaz ,çünkü gerici sınıflarda ulusal “bağımsızlık mücadelesi” yürütebilir.Ve yine gerici bir savaş, süreç içinde ilerici bir savaşa dönüşe bilir ama aynı anda o savaşın, hem emperyalistler arası bir savaş ,hemde haklı bir savaş olmasına imkan yoktur.Saddamın önderliğinde bir savaşın haklı ve devrimci olması için,Saddamın “devrimci bir sınıfın temsilcisi” olması gerekir.Aslıda bu iddia ediliyor.Saddamın gericiliği, gaddarlığı,- hiç kimsenin inkar edemiyeceği kadar- açığa çıktığı için devreye, iş olsun ve göz boyamak için “Irak halkı” sokuluyor.Bir Marksist, gerici savaşların devrimler ve devrimci savaşlara yol açtığını bildiği için gerici savaşı haklı kılmaya çalışmadan , onu nasıl devrimci savaşa dönüşeceğini inceler ve onun uğruna mücadele eder.Lenin,” ya devrimler gerici savaşları önler,veya gerici savaşlar devrimlere yol açar”diyor.Emperyalistlerin,Iraka karşı savaş açması karşısında, savunluması gereken,ne Saddamdır, neden onun aşiretine dayanan diktatöryasıdır.Emperyalist işgala karşı mücadele,Irakı Feodal ilişkilerin tasfiyesi temelide, Irakın demokratlaşmasını hedefile birleştirilmesi zorunludur.Irakın yoksul emekcileri, feodal aşiretlerin bağımlığından kurtulmalı, “özgür vatandaş”statüsüne kavuşmalıdır. Irak emekçilerinin çıkarının gözeten ,bu sınıfları temsil eden bir siyasi örgütlülük yoktur.Iraklı işçiler,ne siyasi örgütlenme hakına ,nede sosyal ve ekonomik haklara sahiptir.Saddamın aşiret diktatöryası,işçi sınıfına hiçbir hak tanımadı.Iraklı işçilerin, ne sendika kurma, nede toplu sözleşme ve nede grev yapma hak var.Emperyalizme karşı savaş, iç gerici sınıflara karşı demokrası mücadelesile birleştirilmedikçe”Irak halkı” gibi laflar boşlukta kalır ve egemen sınıfların diktatöryasını ört,bas etmeğe yarar.Bir savaşın haklılığını belirleyen onun ilerici olmasıdır. Haklı savaşların her zaman haksız ve gerici bir tarafı olur ve “haksızlığa”, gericiliğe karşı savaşılır.